Yaşanan kıtlık, kuraklık ve açlığa bir göz attığımızda hiç de masum olmayan birçok olayla karşı karşıya kalıyoruz.
Açlığın, sefaletin, kan ve gözyaşının hüküm sürdüğü bir dünyada yaşamak, dünyaya adalet getirmek ve adaletle yönetmek zorunda olan biz Müslümanlar için hem bir utanç vesilesi hem de çözüm üretmek zorunda olduğumuz bir konudur. Nitekim Somali özelinde, yaşanan kıtlık ve açlık bir ülkenin, bir milletin ya da bir kıtanın kaderi olamaz. Elbette Yüce Allah çeşitli dönmelerde insanları ve toplumları imtihana tabi tutmakta ve bu imtihanların sıkıntılı süreçlerini ilânihaye devam ettirmemektedir. Ancak rızkı yeryüzüne indiren Allah’a rağmen nasıl olur da insanlar açlık ve kıtlıkla karşı karşıya olur, nasıl olur da verimli topraklar ve deniz kıyısı, bir ülkenin kıtlığına çözüm olamaz, nasıl olur da bunca sınırsız nimete rağmen insanlar ölümle karşılaşır ve binlercesi ölür? Şüphesiz Allah’ın insanlara verdiği rızkın önüne geçen, o rızkı belli yerlerde toplayarak dünyanın çok büyük bir kesimini sefalete sürükleyen karanlık ellerin bu işte ciddi payları vardır.
Yaşanan kıtlık, kuraklık ve açlığa bir göz attığımızda hiç de masum olmayan birçok olayla karşı karşıya kalıyoruz. 1991 yılından beri karışıklılar içinde bir ülke olan Somali’yi sadece doğal bir afetin neticesinde kıtlığa, açlığa ve zorluklara maruz kalmış gibi tanımlamak haksızlık olacaktır. 1991 yılından beri Somali’de gerçek anlamda bir hükümet yok ve şu anda ülkeyi yöneten hükümet ise ülkenin birçok alanına müdahil değil. 1960’larda adı bağımsızlık olan bir işgalden kurtulma serüveninde, Somali’de askerlerini fiilen çekmiş ve yönetimini Somalililere devretmiş olan batılı güçler, siyasi olarak daima ülkede bulundular. Halkın hayatına müdahale ettiler ve nasıl bir hayat tarzı görmek istediklerini bağımsız(!) yönetime dikte ettiler. 1991 yılında çıkan karışıklıklar bir iç savaşı başlattı. Aynı yılın Kasım ayında ABD, Somali’ye 30 bin kişilik bir askeri güç gönderdi. ABD’nin bölgeye girmesi yeterli olmadı ve Birleşmiş Milletler bölgede Umut Operasyonu adıyla bir harekât başlattı. Ancak operasyon istenilen şekilde yürümedi ve gerilla eylemleri operasyonu başarısız kıldı. Bu operasyona Türkiye’den de 320 kişilik bir grup katıldı ve Birleşmiş Milletler oradaki askeri güce komuta etmesi amacıyla Çevik Bir’i görevlendirdi (Konuyla ilgili Nevzat Tarhan’ın haber7.com’daki yazısı ilginç). 1995 yılına kadar süren bu faaliyetlerden bir sonuç alınamamış olsa dahi sadece 1995 yılında ABD’li askerlerin 10 binden fazla insanı katlettiği haberleri ortaya çıktı. Bu katliamlar genelde basının sansürüne uğradı, fakat iş açığa çıktığında da ne bir tepki ne de kızgın bir ses yükseldi dünyanın herhangi bir yerinden. Birleşmiş Milletler ise asilerin ve teröristlerin öldürüldüğünü açıklamakla üzerine düşen vazifeyi yerine getirmişti.
Çıkan karışıklıklar, hükümetsizlik ve operasyonlara rağmen ayakta kalmayı başaran Somali halkı İslam Mahkemeleri Birliği sayesinde ülkeyi yeniden toparlamaya, imar etmeye, halkın sıkıntılarını azaltmaya çalıştı. Hatta bu dönemde ülkede kol gezen eşkıyalık bile yok olmaya yüz tutmuş, ülke ciddi bir istikrara kavuşma yolunda emin adımlarla yürür hale gelmişti. Ancak ABD, İslam Mahkemeleri Birliği’nin el-Kaide destekli olduğunu iddia ederek 2006 yılında Etiopya ordusuyla beraber Somali’ye saldırıp işgal etti ve birliği yıktı. Böylece istikrar tekrar ortadan kalktı, insanlar yeniden ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldılar. 26 Haziran 2006 tarihinde The Guardian gazetesinde yayınlanan bir raporda Somali halkının %95’inin İslam Mahkemeleri Birliği’ni destekledikleri yazıyordu. Ancak terörist(!) bir birliğin ne kadar çok destekçisi olursa olsun dağıtılması gerekirdi.
Etiopya’nın bu vahşi saldırı ve işgalinin altında yatan gerçekleri de değerlendirmek gerekir. Etiopya’nın her dönemde batı dünyasının desteğini almasının en önemli sebebi Hıristiyan bir ülke olmasıdır. Nüfusunun %24’ünü Müslümanlar oluşturmakla beraber yönetim ve ülkede cari hayat Hıristiyan’dır. Etipoya, Eritre’nin 1993 yılında yapılan halk oylaması sonucu bağımsızlığını ilan etmesinden sonra Kızıldeniz’le olan bağlantısını da kaybetmiş ve bir kara devletine dönüşmüştür. Bu kaybı telafi etmek, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’na ulaşabilmek Etiopya için Somali’den geçmektedir ve bu emel gerçekleşirse aynı zamanda Müslüman Somali kontrol altına da alınmış olacaktır.
Etiopya’nın basit çıkarları haricinde Somali’nin üzerine giden Batı’nın çok daha âli hedefleri bulunmaktadır. Umut Operasyonundan beri sürekli bölgede kendine yer edinmeye çalışan ABD’nin amacı ülkede düzeni sağlamak ve sorunları çözmek değildir. Eğer Umut Operasyonu başarılı olsaydı, ABD ülkenin stratejik bölgelerinde askeri üsler kuracak, petrol yüklü tankerler ve savaş gemilerinin geçiş güzergâhı olan Aden Körfezini ve dolayısıyla İran, Çin ve Rusya’yı kontrol altına alacak, aynı zamanda dünyanın en önemli ticaret yollarından birinde hâkimiyeti tamamen ele geçirecek, Sudan’a direk müdahil olacak, aynı zamanda Afrika Burnu denilen bu bölgeyi kontrol altında tutacak ve petrol başta olmak üzere çeşitli yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin kontrolünü tümüyle ele geçirecekti.
Merhamet Melekleri(!) Piyasada
Batılıların dünyanın her köşesindeki sabıkalarını saymakla bitiremeyeceğimiz herkesin malumudur. Batılı olmayan herhangi bir yere girdiklerinde ya katliam yapıyorlar ya da katliama seyirci kalıyorlar. Ürettikleri hayat anlayışı yüzünden ihtiyaçlarının fazlasını almaya hak gören bu zihniyet dünyanın her yerinde her tür yeraltı ve yer üstü zenginliklerine insan hayatını ve onurunu hiçe sayarak el koyuyorlar. Verimli topraklarda insani ihtiyaçların ekilmesi yerine endüstriyel ekim yaparak toprakları kurutuyor, kurak ve verimsiz hale getiriyor gerektiğinde ise bu bölgelere yardımlar yapmayı hüner sayıyorlar.
Batılıların kuruttukları bölgelere yardım konusunda da gerçek bir trajedi yaşanıyor. Örneğin Birleşmiş Milletler’in en büyük yardım kuruluşu olan Dünya Gıda Programı’nın Somali’deki yardımları evlere şenlik düzeyinden öteye gidemedi. Somali’ye yardım konusunda sürekli hareket halinde olan Program, 2006 yılında Somali çiftçisinin ürettiği binlerce ton tahılı satmak istediği bir anda ülkeye insani yardım olarak tahıl gönderdi. Böylece tahıl üretmek Somali’de anlamsız hale geldi ve çiftçinin ürettiği tahıl değersizleşti. Böylece tahıl pazarlayan Batılı tüccarlar piyasaya tümüyle hâkim olacaktı. Ancak bu duruma sessiz kalmayan Somalili çiftçiler Programa şiddetli bir şekilde muhalefet edince beklenen olmadı ve Program yetkilileri bir daha böyle bir şey olmayacağının garantisini vererek öfkeli kalabalığı yatıştırdı. Ancak batılıların verdiği sözün değeri her zamanki gibi netti: 2007 yılında çiftçilere verilen söze rağmen tahıl yardımı artarak devam etti, tek bir farkla: Dünya Gıda Programı yanına Etiopya ordusunu alarak gariban insanlara(!) yapılan yardımları engelleyen çiftçileri durdurmuştu: “Balığı yakalayamıyorsan gölü kurut”!
Merhamet meleği Dünya Gıda Programı, Somali çiftçisinin canına okuduktan sonra ülkedeki karşılıkları ve çeşitli finansman sorunlarını bahane ederek Somali’deki mülteci kampları başta olmak üzere Somali halkına verilen tüm desteğini çekti. Etiopya ordusunun kontrolündeki bölgelerde yaşayan Somalili mültecilere yardım yapan kuruluşlar ise ordu tarafından bölgelerden ihraç edildi (Dünya Gıda programı ve Kızılhaç dâhil). Ancak bu ihraç konusunda dünya basınında hiç bir insani tepki oluşmadı ve Dünya Gıda Programı kuruluş amacına rağmen bu ihracı engelleme imkânına sahipken bile bunu yapmadı. İlginçtir, bu merhamet melekleri, kıtlıktan acı çeken Somali hakkında endişe ettiklerini çeşitli açıklamalarla kamuoyuna duyuruyorlar ve buna inanmamızı bekliyorlar.
Türkiye’nin Somali Çıkarması
Türkiyeli insanların Somali konusunda gösterdikleri duyarlılığı takdir etmemek elde değil. İnşallah bu hassasiyet bu toplumun kodlarında kalmaya devam eder ve merhamet etme melekesini kaybetmezler. Konunun bu boyutunun dışında devlet olarak Somali’ye yapılan yardımların organizasyonu ve gösterilen hamilik bizim bakmamız ve değerlendirmemiz gereken en önemli noktadır. Türkiye insani yardımın dışında bu ülkenin imar, sağlık, eğitim gibi birçok temel konusuna da el atmayı planlıyor. Yani Somali sadece insani yardımı ile tanımlanmıyor ayrıca bu konunun siyasi karşılıkları da düşünülüyor. Kızıldeniz ve Hint okyanusunun çıkış kapısı olan Somali ve Yemen stratejik olarak ilginç bir nakil hattının iki kanadını temsil ediyor. Aynı zamanda Somali, Afrika’ya da farklı bir giriş kapısı niteliğinde. Bu bölgelerdeki siyasi istikrarsızlık sonunda, bu istikrarsızlığı belirleyenlerin beklentilerinin dışında eğer bölge, kontrol etmek ve güçlerini düşürmek istedikleri rakiplerine geçerse hesapların ters döneceği ve ciddi sıkıntıların oluşacağı aşikârdır. Bu yüzden böyle bir bölgede yüzü eskimemiş, tarihten gelen olumsuzlukları az olan, aynı zamanda batılı değerleri (demokrasi, sekülerizm, özgürlük, insan hakları vb.) rahatlıkla bölgeye taşıyabilecek bir Türkiye’nin hamiliği herkes tarafından kabul gören bir istektir.
Hiç kuşkusuz AKP’nin kuruluş zamanlaması ve 2002 yılında yapılan seçimleri kazanarak iktidar olma süreci, Orta ve Güneybatı Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında yapılması düşünülen yeniden düzenleme amaçlarıyla bağlantılıdır. Bu düşünceden yola çıkarak, Türkiye’nin hamiliğinin kendisine getireceği sorumluluklar, bir uygulama alanı olan Somali’de ciddi anlamda test edilecektir. Dünyada yaşanan finansal krizler nedeniyle ABD bir süper güç olmasına rağmen itibarını kaybetmiş, kontrolü altına alıp stratejik alanlar oluşturmak istediği noktalarda tıkanıp kalmıştır. Ekonomik krizlerin askeri ve siyasi yönleri sadece ABD’yi etkilememiştir. Aynı zamanda Avrupa da ekonomik olarak kendini güçlü görürken çeşitli devlet iflaslarıyla tüm etkinliğini yitirme noktasına gelmiş ve dünyanın herhangi bir yerinde oyunun aktörü olmak için uğraşırken bir anda kendi sorunlarıyla tıkanmıştır. Tarihlerinde de sömürü alanlarında yaptıkları vahşi uygulamalar nedeniyle ABD ve Avrupa, Afrika (ki kara kıtanın tarihinde Avrupalılar tarafından yapılan kötülüklerin envanterini çıkartmak bile zordur) ve Ortadoğu’da hiçbir şekilde kabul görmemektedirler. Türkiye ise geldiği nokta itibarıyla hem doğulu hem batılı kimliğini kullanarak Somali örneği üzerinden bu bölgelere hem batılı değerleri taşıyacak hem bu bölgeleri imar edecek hem de bu bölgeyi tıkanmış küresel sermaye için bir pazar haline getirmek için uğraşacaktır. İstanbul’un finans merkezi olmasını kabul eden küresel sermayenin bunun karşılığını istemesi de doğal olsa gerektir.
Afrika ve Ortadoğu’da etkin bir Türkiye, aynı zamanda bu bölgelerde emelleri olan Rusya, Çin ve İran’a da bir tampon görevi görecektir. Özellikle Çin’in bir süper güç olmak için harcadığı çaba ile etkinliğinin artması ve dünya pazarını belirleyen olması yanında hammadde ve enerji kaynaklarını ele geçirip başta Rusya ve İran olmak üzere diğer ülkelere bağımlılığını azaltması da ABD, Avrupa ile birlikte Rusya ve İran’ın da işine gelmeyecektir. Tarihinde sömürgeci izler taşımayan bir Türkiye için bu hesapları düzenlemek ve önderlik ederek Afrika ve Ortadoğu’ya hamilik etmek hem ortam açısından rahat hem de imkânlar açısından çok kolay olacaktır.
Aydın/latan/ların Gözüyle Somali
Son yaşanan olaylardan sonra Türkiye’den Somali’ye giden bazı aydınlar(!) yaşanan açlık ve kıtlığın kesinlikle kuraklıktan değil Somali’deki akılsızlardan(!) kaynaklandığına ikna olmuşlar. Yaşanan savaşların ise sadece iktidar mücadelesindeki ilkel kabileler yüzünden olduğunu iddia edecek kadar sığ, düzeysiz ve basit bir yaklaşım getiriyorlar. Bundan sonra yapılması gerekenin ise Somali’ye acilen uygar bir dünya sunmanın ve bu şekilde imar edilmesi için çaba harcamanın gerekliliğine inanıyorlar. Ama Somali’de dâhil olmak üzere dünyada ezilen, sömürülen insanların önce uygarlaştırılma düşüncesinden vazgeçilmesi daha sonra da Birleşmiş Milletler’den kurtulması gerektiğini ifade edebilmek aydın(!) ağızlarına ve kalemlerine yakışmıyor tabiî ki. İmar edilecek bir ülkenin batı normlarını yakalamasının nasıllığı üzerine kafa patlatmayı doğal bir aydın hareketi olarak görüyorlar. Gerçekten Somali’de yapılacak daha çok iş var! Vahşi batıya uyum sağla ya da öl. Başka türlü bu Somalili akılsızların(!) ürettiği tabloya kim kalıcı çare olabilir ki?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *