Kurumsallaşmış her din, inanç, ideoloji ya da sistem belli birliktelik amacı güder ve bu amacı belirleyen ana hat, kavramlar tarafından elde edilir.
İnsan kavramlar vasıtasıyla hayatını anlar, anlamlandırır, düşünceyi hayatın gündelik, sıradan, yüzeysel, izlenimlerinden kurtararak etkin bir özne şeklinde bilinçli bir düzeye taşır. Son dönemde bazı kelime ve kavramlar sanki nötr bir içeriğe sahipmiş, dönüştürücü, değiştirici bir işlevi yokmuş gibi gelişigüzel kullanılmakta ve daha kötüsü kavram çalışmaları ve itirazlar gündelik menfaatlere yahut yanlış yorumlara kurban edilmektedir.
Kavramlar hayatı kuran yapılardır, yön veya eğilimler değildir. Kavramlarını bilen, bu kavramlarla hayatı anlamlandıran, kimlik ve değerlerini bu kavramların kurucu yapısıyla belirleyen toplumlar bir oyunun oyuncusu ya da parçası olmaktan ziyade oyunun senaryosunun sahibi, yazarı ve belirleyeni olurlar. Yani oyunu oynayan değil senaryoyu yazan olurlar.
Günümüzde yaşanan hayatı anlamlandırmak, yapılanları haklı göstermek, düşünceleri, zihinleri yönlendirmek ve tüm itirazların sesini kısabilmek amacıyla yeni kavramlar üretilmiştir. Bugünün yeni kavramları, tüm insanlığın hayatını daraltmakta, düşünce dünyasını kısırlaştırmakta ve yapay bir mutluluk sunmakta, hatta ironik bir şekilde özgürleştirici fonksiyonuyla(!) insanların hayattaki özgürlüklerine ciddi kısıtlamalar getirmektedir.
Günümüz dünyasının kalbini oluşturan bu kavramlar, bozulan, krize giren dönemlerde kendini yeniden üretmekte ve yaşama imkânını sağlayacak alanlar oluşturmakta; alternatif yapı ve düşünce biçimlerini dönüştürerek içinde eritmeye çalışmaktadır. Bu kavramlar, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel tüm noktalara kendilerini nakşetmekte, tüm hücrelere dâhil olmaktadır. Bu kavramların en önemli niteliklerinden biri insanın arzu, istek, talep ve ihtiraslarını azdırarak var olan imanlarını ortadan kaldırıp sadece batı(l)ı bir şekilde yaşamaları sağlamaya çalışmaktır. Dine inanan insanların yaptıkları amelleri ise dar alanlara hapsedip hayatı belirleyen özelliklerinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır.
Kurumsallaşmış her din, inanç, ideoloji ya da sistem belli birliktelik amacı güder ve bu amacı belirleyen ana hat, kavramlar tarafından elde edilir. Dolayısıyla kavramların oluşturduğu insan modelinin çizdiği doğrultuda toplum oluşur, yani bir ilişki biçimi üretilir. Nitekim bir toplumda yaşayan insanlar herhangi bir değerden ve kimlikten bağımsız gelişigüzel yaşayamaz, tarafsız olamaz, toplumsal ilişki bağlarını kuramaz. Yine insanın tutkuları, istekleri, beklentileri ve gelecek düşüncesi bu kavramsallaşmaya bağlı olarak belirginleşir.
Müslümanların kendi kavramlarından uzaklaşarak güncel kavramları kullanması, kendi inanç ve düşünce sistemleri üzerinde inşa ettikleri hayatın sarsılmasına sebep olmaktadır. Bu sarsıntıya ve “nötr” kabul ettikleri ancak kavramları belirleyenler tarafından çizilen yol üzerinde yürümenin mümkün olmadığını görmelerine rağmen bu kavramlar ve bu kavramların belirlediği işleyişle doğrudan ilişkiye girmekten çekinmemekteler. İnsanın bütün özgürlük tanımlarını piyasa algısına kısıtlayan, düşünsel hareketliliğini post modern görecelilikle anlamlandıran bu kavramsal yönlendirmeyi içselleştirmeleri Müslümanların özgül ağırlıklarında ciddi bir kayıp oluşturmaktadır. Göreceliliğin sunduğu en önemli epistemolojik şekil, hakikat algısının yok edilmesidir ki bu durum İslam’ın temel değişmezlerinin tartışmaya açılarak hafifletilmesine ve kültürel bir kod haline getirilmesine sebep olmaktadır. Bu işlevi bile bile Müslümanların yaptıkları bu hatayı tevil etmeye çalışmaları, kutsalsız bir hayatı öneren bu sistemin kavramlarını hayatlarında kabul etmeleri, menfaatleri devam ettikçe değişim ve dönüşümleri desteklemeleri, dünya hayatında sonu kendileri açısından olumlu olsa bile ahretleriyle ilgili ciddi sıkıntıların olacağına işaret etmektedir. Müslümanların farkında olmadıkları( olsalar bile menfaatleri dolayısıyla ifade etmedikleri) konu bu kavramların dönüştürücü etkisi, sanıldığının aksine dini, kültürel, ahlaki ilkelerin sağlamlaştırılmasına değil sadece ekonominin, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımına imkân vermektedir.
Müslümanların inandıkları değerleri önemsemek ve bu önem üzerine hayat sürdürmek zorunlulukları vardır. Hem Müslüman hem liberal hem kapitalist hem sosyalist hem demokrat hem özgürlükçü vs. olunamaz. Kendilerini önemsemeseler bile Müslümanlar dinlerini önemsemek ve “fasıkların getirdiği haberler”e dikkat etmek zorundadırlar. Her önlerine gelen kavramı içselleştirip o kavramın içeriğiyle yaşamaya kalkmak dinin temellerine dinamit koymak demektir. Elbette insanların yanlış yaşamaları dini ortadan kaldıramayacaktır, ancak Müslümanım diyenler kendi kavramları yerine dış kavramları hayatlarına geçirmeye başladıklarında dinamit koydukları temel, kendileri olacaktır.
Müslümanların kavramlarına geri dönmeleri imkânsız ya da çok zor değil, aksine ellerindeki vahiy ve peygamber örneği dönüşü kolaylaştırıcı kesinliklerdir. Ezik bir kimliğe sığınmaktan, çaresizlik deresinde debelenip durmaktan vazgeçmek, İslami kimliğin verdiği dinamizmle birleşince elde edilen güç, kendi kavramlarımızı kullanmanın önündeki tüm engelleri kaldıracaktır. “La” ile yıkılacak batılla, küllerin altından çıkarılacak olan kor ateş İslam’ın Müslümanların hayatına ışık, aydınlık ve sıcaklık vereceği tartışma götürmez bir gerçektir. Kendi kavramlarıyla İslami epistemolojisini üreten, bakış açısı ve düşüncesi, batı(l) söylemlerini rahatlıkla değerlendirip gerektiği yere koyabilecek Müslüman, bu şekliyle bir nesne olmaktan kurtulup özne konuma geçecektir.
O halde öz değerlendirme yapabilmek amacıyla şu soruları sorarak yazımızı tamamlayalım: Bugün devşirme kavramlarla hayata bakan Müslümanların gerçekten ciddi bir İslami talepleri var mı? Var olduğunu ifade edenler bu varlık âleminde kendilerini tanımlayabildikleri bir yer var mı? Açıkça ve net olarak ne istediklerini biliyorlar mı?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *