İslam sisteminin ne olduğunu belirleyen ilk özellik, bu sistemin istisnasız her konuda, alanda ve düşüncede tek Allah’a kul olma ilkesine dayanmaktadır.
Biz olmak…
Bizi biz yapan değerlerle hemhal olmak…
Yürüyen Kur’an olmak; meydan okurcasına şirkin dikenli yollarına…
Nebevi bir direniş sergilemek, vahyin ışığında…
Allah’ın yoluna, kanunlarına teslim olduğunu ifade ve iddia eden bir kişi, bu teslimiyetinin bir gereği olarak içinde yaşadığı ortamı, çevreyi, toplumu ve sistemi iyi anlamak, hangi anlayıştan beslendiğini bilmekle yükümlüdür. Özellikle yürürlükteki mevcut sistem yani toplumun birlikteliğini, yönünü, düşüncesini belirleyen temel faktör çok dikkatli ve iyi bir şekilde tahlil edilmelidir. Çünkü bu sistem, belli bir ideolojik anlayıştan, bir iman mantığından ortaya çıkmaktadır. Bu ortaya çıkış, bir akidedir ve akide imanın özü, merkezi ve hayata temel bakış açısıdır.
Her sistemin bir ideolojisi vardır ve sistemin uygulandığı her yerde bu ideolojiye uygunluk yani itaat ister. Bu anlamda İslam, Müslüman kişiden dosdoğru bir şekilde inanmasını yani Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği vahyin belirlediği ölçülerde olmasını ister. Bu, insanın için Allah’ın öngörmüş olduğu sistemdir.
İslam sisteminin merkezinde Allah vardır ve vahiyle bu merkezin anlamı mutlaklaştırılmıştır. Beşeri sistemlerin merkezinde ise zaman ve mekâna bağlı olarak Allah’la beraber yedek ilahlar, suni tanrılar bulunmaktadır. Kabul ettiğini iddia ettiği sistem hangisi olursa olsun insan için gerçek sistemi merkeze aldığı düşünce belirler. Kısacası İslam sisteminin ne olduğunu belirleyen ilk özellik, bu sistemin istisnasız her konuda, alanda ve düşüncede tek Allah’a kul olma ilkesine dayanmaktadır.
İslam sistemini benimsemeyen bir insan ise bu haliyle ya kendi aklına güvenerek kendine ait ya da daha üst gücün belirlediği sisteme/sistemlere tabi olur ki bu durumda dünyada kaos yaşar. Bugün yaşanan kaosun temel ve aslında tek sebebi de budur.
Bugün Türkiye’de kendine Müslüman diyen birileri, topluma İslam kimliğine sahip olmayı, vahyi bir duruşu, emrolunduğun gibi dosdoğru olmayı, İslam’dan başka hiçbir dinden razı olmamayı veremedi, gösteremedi, kazandıramadı. Bunun yerine 80’li yıllardan beri post-modern bir mantıkla “amaca ulaşmak için her şeyin mübah olduğu”nu iyice topluma yerleştirdi. Sözlerin en güzeline uymak yerine küresel egemenlerin vahşilikleri, hezeyanları, ahlaksızlıklarına uydular. Din’in dünyaya talip olan yönünü örtmek için AB üyeliği, ABD müttefikliği veya İsrail dostluğunu(!) tercih ettiler. İsrail’le işbirliği anlaşmaları yapıldı. Az bir dünyalık için dinlerini satabildiler. Fıtratlarına isyan ettiler ve hak üzerinde sebat etmediler. Allah’tan ve O’nun vahyinden uzak bularak Fıtratlarının Sesini Duyabilme imkanını kaybettiler. Unutmayalım ki;
“Asra andolsun ki insan ziyandadır. Ancak inanıp salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka.”(103/1-3).
Neden İslam yerine başka sistemlere kul olmaya çalışan insanlar için aramızda ağır ifadeler kullanıyoruz? Bizim hakkı ve sabrı tavsiyemiz ancak Vahiy merkezli olmalıdır. Şu ya da bu parti ya da kişi merkezli değil. Aramızdaki kavgalar, kötü sözler, isyanlar hep bu türden sebeplerle olmuştur. Tüm tarih bu benzeri olaylarla doludur. Keskinleşmek yerine birbirimize şefkatli kâfirlere şedid olalım.
Selam İslam’a tabi olana…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *