İslamcılık, Allah’ın (c.c.) evrensel tasavvurunu gerçekleştirmek üzere, erken İslami dönemde var olan, şimdi yeniden oluşturulan bir tarih ufku/hassasiyeti/sorumluluğudur.
Bugünün dünyasını finansal çıkarlar yönetiyor. Bütün toplumlar piyasalaştırıcı politikaların baskısı altında bulunuyor. Bütün toplumlar, özgün/yerel kültürlerin sınırlarını aşan/aşındıran yeni bir kültürel gerçeklikle dönüştürülüyor. İnternet, evrensel bir perspektif, evrensel bir gündem oluşturuyor. Her yerde teknolojinin standartlaştırıcı özelliği ile karşılaşıyoruz. Küresel sistem içerisinde farklı tercihler yapma imkanı her geçen gün daha da zorlaşıyor. Bizler, Müslümanlar olarak her zamankinden daha yoğun, daha dikkatli, daha heyecanlı/hızlı hareket etmek zorunda olduğumuz zamanlar yaşıyoruz. Bu dönemde, daha çok üretken ve sorgulayıcı akla, daha çok içtenliğe/sahiciliğe ihtiyacımız var.
Bizler, Müslümanlar olarak, 21’inci yüzyılda ne ifade ediyoruz, nerede duruyoruz, karşı karşıya bulunduğumuz tehditlerle nasıl başa çıkabiliriz gibi sorulara ikna edici cevaplar bulmak zorundayız. Her alanda evrensel geçerliliği olan bir dil/söylem/düşünce/kültür üzerinde çalışmak bu konular etrafında gerektiğinde risk almaya hazır olmak durumundayız. Her konuda, acaba “Batı ne der” tavrı içerisinde olmak, bir çıkmaz sokak içerisinde dönüp durmak anlamı taşır. Bir çıkmaz sokağa kapanmamak için, her tür statükoya karşı hep mesafeli ve dikkatli bir zemin üzerinde bulunabilmeliyiz. Politik sisteme dahil olan İslami unsurların, bu yolla etkisiz hale getirildiğini, statükonun bir parçası halinde, edilgen bir biçimde hayatiyetini devam ettirdiğini hatırlamalıyız.
İslam dünyası toplumları, Batı dünyasının karşı saldırıya geçtiği 1492 yılından bu yana, sistematik bir şekilde, Soğuk ve Sıcak savaşlarla çok ağır bir şekilde sınanıyor. Modern-seküler zamanlar Müslümanların iç bütünlüklerini kaybettiği ve bir daha kazanamadığı zamanlardır. Rönesans’a kadar süren İslami egemenliği niçin kaybettiğimizi aradan geçen bunca zaman boyunca tatmin edici bir şeklide konuşmuş, tartışmış değiliz.
Günümüzde de, modern-seküler milliyetçiliklerle İslam arasında çatışma sürüyor. Ulus-devletlerle birlikte, Türkiye’de yaşandığı üzere, İslami kimliğe karşı etnik kimlikler hayata geçirildiği için, ümmet aidiyeti bir nostaljiye dönüştü.
İslâmi düşüncenin/hayatın derinliğini ve niteliğini kaybetmesi sebebiyle; toplumlarımız, ideolojik/etnik/ mezhepçi propaganda ve manipülasyonlarla kuşatıldılar. Propagandaya maruz kalan zihinler ciddi bir biçimde sakatlandı. Politik ve eleştirel olmayan konformist zihin, hiçbir alanda, hiçbir konuda direnmeyi başaramadı.
İslamcılık, her tür konformizme karşı, bir direniş bilincinin adıdır.
İslamcılık, Allah’ın (c.c.) evrensel tasavvurunu gerçekleştirmek üzere, erken İslami dönemde var olan, şimdi yeniden oluşturulan bir tarih ufku/hassasiyeti/sorumluluğudur. İslamcılık, sömürgeci tarihin ve saldırıların neden olduğu çok ağır zihinsel/ruhsal hasarları iyileştirmek; kronik hale gelen bağımlılıkları aşarak, siyasal bir cemaat algısı, ahlakı, yaklaşımı, kavram ve kurumları oluşturmak ister. İslamcılık, modern-seküler-neoliberal zamanlar boyunca maruz kaldığımız bilinç kanamalarını durdurmak üzere girişimde bulunmak, eylem geliştirmektir. İslamcılık, günümüzde dokunulmazlık kazandırılan neoliberal algılarla yorumlanamaz, sorgulanamaz, yargılanamaz.
İslamcılık, içerisinde yaşadığımız çağ insanının algılarına ve ihtiyaçlarına bütünlüklü cevaplar vererek İslami mirası, bütün boyutlarıyla, yeniden, seçici/eleştirel bir kaygıyla/titizlikle ele alarak, bu mirası yeni bir tarih, kültür, siyaset başlatmak üzere gerçekleştirilecek bir programın ifadesidir.
Zamanı, hayatı, İslam’ı, neoliberal dünya görüşünün ufku içerisinde kalarak algılamak, tanımlamak zorunda değiliz.
Zaman bilincimizin sömürgeleştirildiğini hatırlamamız gerekir.
İslam’ı, İslamcılığı nasıl tanımlayacağımız konusunda maalesef özgür değiliz.
Toplumsal, zihinsel, kültürel değişimin dışarıdan/tepeden dayatıldığı bir aşamada, İslamcılıkla ilgili yapılan yorumlar, tartışmalar, yargılamalar bilinç kanamalarının devam ettiğini gösteriyor. Sömürgeciligin en yeni araçları “insan hakları”, “sivil toplum”, “demokratikleşme” gibi araçlar, İslam toplumlarında hiçbir karşılığı olmadığı halde, hızla ve etkili bir biçimde meşrulaştırılabilmiş ve kurumsallaştırılabilmiştir.
Küresel emperyal sistemin/kişisel dindarlıklarla, özel dindarlıklarla, folklorik dindarlıklarla, batıni/mistik/tasavvufi gösterilerle ilgili herhangi bir problemi bulunmuyor. İslamcılık, tarihsel/siyasal sorumluluk almanın ve içerik üretmenin, eylemde bulunmanın, ifadesi olduğu için; emperyal/kültürel/seküler sistem, İslamcılığa karşı, ideolojik/kültürel/siyasal bir mücadele/savaş yürütüyor. Emperyalistler tarafından yürütülen bu savaşta, Nurculuk-Neonurculuk gibi hareketler, batıni/tasavvufi kimi akımlar, emperyalizmle açıkça işbirliği yapabiliyor.
Batı’nın çıkarlarını olumsuz yönde etkilediğinde, herhangi bir konu ya da gelişme, medyanın gündeminde ağırlıklı olarak yer alıyor. Batı medyasının etki alanını küresel ölçekte genişlettigini hatırlamak gerekiyor. Günümüzde Batı etkisini dikkate almayan hiçbir uluslararası inisiyatif kullanılamıyor. İran’a ve Şiiliğe karşı, Batı ile birlikte petrol şeyhleri ve Neonurculuk yeni bir soğuk savaş başlatmış durumdalar. Petrol şeyhlerinin petrodolarları bu defa mezhepçi gerilimleri/karşıtlıkları ve çatışmaları kışkırtmak üzere kullanılıyor. Bütün bu gerilimler yaşanırken Türkiye, bölgemizde Osmanlı nostaljisi ile tutunmaya çalışıyor.
Aziz İslam’ın gerçek içeriğinden uzaklaştırılarak, evcilleştirilmesi, millileştirilmesi, Nurculuğa, Neonurculuğa tasavvufi, mistik eğilimlere indirgenerek paramparça edilmesi hiçbir şekilde tartışma konusu yapılmazken, İslamcılığın entelektüel/akademik bir kibir içerisinde sorgulama konusu yapılması ahlaki ve zihinsel bir yanlışlıktır.
Toplumlarımız, her gün neoemperyal müdahalelerin farklı biçimleriyle baskılanıyor.
Batılılar stratejik çıkarları söz konusu olduğunda, her tür müdahaleyi meşrulaştırabilecek bir yol bulabiliyor. Bu müdahaleler karşısında derin ikilemler/çelişkiler sergiliyoruz. Bu müdahaleler toplumlarımızın, toplumsal/siyasal/askeri iradelerini, kimlik tercihlerini yok sayarak, Müslüman halkları ambargolar yoluyla cezalandırabiliyor. Denetim altında tutulan rejimler, bütün bu olup bitenler karşısında açık olmayan, belirsiz dış politika yaklaşımlarına sığınıyor. Toplumlarımız, Suriye’de yaşanan iç savaş örneğinde oldugu gibi; Çin’in, Rusya’nın, İran’ın tavrını, yaklaşımını, yorumlarını kabul etmezken; Amerikan yaklaşımlarını, yorumlarını kabul edilebilir buluyor. Bağlamları belirsiz, meşruiyetleri çok muğlak tercihler yapabiliyoruz. Her tür farkındalığın, eleştirel tavrın, tutumun, muhalefetin medya aracılığıyla kontrol edilmesi, sınırlandırılması sebebiyle gelişmeleri/olayları bir bütünlük içerisinde değerlendiriyoruz. İslami bütün etrafında, düşünsel, kavramsal bir çerçeve oluşturmak her geçen gün daha da karmaşık bir hale geliyor.
İktibas, Haziran 2013, sayı 414
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *