Kapitalist/seküler/liberal bir dünya görüşünün, siyasetin/kültürün/ekonominin/eğitimin/hukukun belirleyici olduğu bir toplumda, İslami varoluşlardan söz etmek hiçbir şekilde inandırıcı olamaz.
Müslüman olmak, bütün insanlığı içerecek şekilde, ahlaki ve zihinsel bir dünya oluşturmayı gerektirir. Hiçbir İslami yorum, hiçbir gerekçe ile ve hiçbir zaman aklı geçersiz kılmaz. İlahi vahiy, aklın ilkelerini belirler. Aklın, kalbin, sezgilerin, duyguların doğru yerlere konulması hayati önem taşır. Aklın, kalbin, sezgilerin duyguların yanlış kullanımı yıkıcı sapmalara yol açar. Bizler, Müslümanlar olarak bu gün, uzlaştırılması mümkün olmayan çelişkiler yaşadığımız halde, bu durumun anormalliklerini görmüyoruz. İslam’ın bir duygusallık biçimine dönüşmesi, ruhsal ya da entelektüel bir tatmin aracına dönüşmesi, kainatın/varoluşun hikmet ve güzelliklerine atıfta bulunan tek yoruma indirgenmesi, bu tür yorumların referans kaynağı haline gelmesi, bu yorum sahiplerinin ölçüsüz bir biçimde kutsanması, toplumlarımızı romantik hayalperestler, mistik meczuplar toplumlarına dönüştürüyor.
Daha çok duygusal yorumların, duygusallıkların hepimizi, her zaman ciddi bir biçimde yanılttığını, yanıltmaya devam ettiğini görmemiz, anlamamız gerekiyor. Hayatımızı değerli kılan eylemlerimizdir. Bilgi/eylem/bilinç/kültür üretmediğimiz için, medeni çözümlemeler üretmediğimiz için kendi hayatlarımızı kendimiz değersizleştiriyoruz. Her tür propaganda, din’i propaganda da, insanların akıllarını çelmek üzere kurgulanır, ikna etmek üzere değil. Propaganda, baskı ve şiddet yoluyla yapılan her seçim sorunlu bir seçimdir. Farklı İslami yorumlara sahip oldukları için, insanları katlederek, onlara tahammül edilemez işkenceler uygulayarak, insanları, toplumları yerlerinden ederek İslam Devleti ya da Hilafeti kurulamaz. Koşullar tarafından, propaganda ve manipülasyon yoluyla şekillendirilen, biçimlendirilen zihinler çarpıtılmış, yanlış yönlendirilmeye elverişli hale getirilmiş zihinlerdir. Tuhaf, aşırı, eksantrik olma takıntısının İslami bir iklimde yeri olamaz. Hepimiz, her yerde sahici olma, sahici davranma dikkatine, içtenliğine sahip olabilmeliyiz. Hangi alanda olursa olsun, dini alanda da sınırsız ve belirsiz ihtiras muhakeme yeteneğini yok eder. İslami bütünlüğün, mezhepçi/milliyetçi/hizipçi altüst oluşlarla malûl hale gelmesi, irade bağımsızlığımızı yitirdiğimizi gösterir. Mesafesiz, eleştirisiz bir asabiyet içerisinde gerçekleşen her türlü bağlılık, bir bağlılık biçiminden çok, duygusal bir sarhoşluk biçimidir. Bu tür bağımlılıklarda konuşulması gereken zaaflar ve çelişkiler hiç konuşulmaz, tartışılmaz. Düşünen, üreten, üretmek zorunda olan, sorumluluk alan insan hiçbir “sürü”nün parçası olamaz, hakkaniyet duygusu bütün “sürü”lere adalet ölçüsü ile yaklaşmayı gerekli kılar. Manipülasyon nesnesi “sürü”lerin gerçek bir cemaate dönüşmesi vaktine kadar, hiçbir tarihsel dönüşümü gerçekleştiremeyiz. Eleştirel analizler yapmadığımız takdirde, çelişkilerden, yanılsamalardan kurtulamayız.
Düşüncelerimizi toplumsal dünyaya, siyasal dünyaya taşımak için ısrarlı karalılıklara, gözlem keskinliğine ve sorumluluk bilincine ihtiyacımız var, kuru teknik çözümlemelere değil. Bağımsız düşünme ve üretme iradesine sahip olmayanların, başkalarının mülkü haline gelmesi kaçınılmaz bir durumdur. Kendi kendisinin bilincinde olmayan bir varlıktan söz edemeyiz. Ahlaki ve vicdani sınırları olmayan bir dünya hayvani bir dünyadır. Seküler bir dünyada hiçbir erdeme hayat hakkı tanınmaz. Adaletin ve hukukun geçersiz olduğu bir dünyada Gazze’de yaşandığı üzere, insanın ve insanlığın hiçbir güvencesi yoktur. Bugünün dünyası, “özgürlük”, “demokrasi” ve “insan hakları” havarilerinin gerçekleştirdiği benzersiz kötülükler yoluyla biçimlendiriliyor. Sözü edilen “özgürlüğün” soykırım özgürlüğü olduğunu açıkça görebiliyoruz. Bugünün seküler/liberal dünyası çok ciddi/çok vahim ahlaki ve vicdani bir kriz ve körlük içerisindedir. Ahlaki/insani mülahazalara yer vermeyen modern bilim/teknoloji, siyasal ve ırkçı ideolojilere hizmet etmekte hiçbir sakınca görmüyor. Modern seküler ve ırkçı propaganda aracılığıyla değersizleştirilen düşünceler/kültürler/hayatlar şiddete, soykırıma ve vahşete açık hale getiriliyor.
İslami kimliğimizi, kişiliğimizi, kendi zamanımızda bir bütünlük bilinci içerisinde temsil edememek gibi bir sorunumuz var. Hayati önem taşıyan her şey, her konu, her ilgi her sorumluluk, güncel olayların/gelişmelerin/popülizmlerin kuru gürültüsü içerisinde kaybolup gidiyor. Toplumlarımıza dayatılan yabancı anlamlar sebebiyle, kimlik ve kişiliklerimiz sahiciliğini yitirmiştir. Kendi kimlik ve kişiliğimizi, İslami onurumuzu sürdürmek, savunmak, somutlaştırmak için hiçbir bedel ödemedik, ödemeyi göze almadık. Kapitalist/seküler/liberal bir dünya görüşünün, siyasetin/kültürün/ekonominin/eğitimin/hukukun belirleyici olduğu bir toplumda, İslami varoluşlardan söz etmek hiçbir şekilde inandırıcı olamaz.
İslami bir dünya’dan seküler bir dünyaya sürgün edildiğimiz halde, köklerimizden koparıldığımız halde, yabancı bir ortama sürüklendiğimiz halde, bugün, kendimizi hala İslami iman’a nisbet etmeye çalışıyoruz. Bugünün gerçekliğinden kaçmaya devam edemeyiz. Görüş alanımızın dışında kalan bir dünyada, soyut konularla ilgilenerek yaşamaya devam edemeyiz. Dış dünya ile, kendi zamanımızın tarihsel olaylarıyla, düşünsel, kültürel, siyasal hareketleriyle ilgili olarak entelektüel ve ahlaki bir keskinlik içerisinde İslami eleştiriler yapmak zorundayız. Hiçbir keyfiliğin, hiçbir gerekçe ile savunulabilir bir yanı olamaz.
Çok uzun süren rüyalardan, bu rüyaların nostaljisinden gerçeğe uyanmak zorundayız. Bu hale nasıl geldiğimizi, Siyonist soykırım karşısında nasıl bir zillete duçar olduğumuzu konuşmamız gerekir. Keskin karşıtlıkların oluştuğu bir dünya’da “hoşgörü” ve “esneklik”ten söz etmek çaresizlikle ilgilidir. Esnek olan bir şeyi zorladığımızda kırarız. Kaybedilmiş davalar biriktirmeye devam edemeyiz. Yalnızca bir sınıfa, milliyete, mezhebe hitap eden bir dil İslami bir dil olamaz. Her sorunu geleneksel kültürel sınırlar içerisinde çözümlemeye çalışan kişiliklerin evrensel bir kavrayışa sahip olmaları beklenemez.
İktibas, Ekim 2014, sayı 430
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *