Modern/seküler dünya için, uzlaşılabilir/hoşgörülebilir bir din ancak siyasal tasavvurları olmayan bir din’dir.
İslam’ın yeni bir insan, yeni bir toplum, yeni bir tarih oluşturabileceğine ilişkin inançlarımızı, iddialarımızı, tasavvurlarımızı kaybettiğimiz için, seküler/liberal dünya ile uzlaşma yolları arıyor, koşullarla bütünleşmekte herhangi bir sakınca görmüyoruz. İslam’ın modern zamanlara kadar bütün kavram/kurum ve değerleriyle, bütünlüklü bir dünya görüşü halinde, somut bir gerçeklik olarak tarihi belirlediğini unutuyoruz. Neoliberal/küresel system/ideoloji, İslam’ın yalnızca siyasal boyutu üzerinde yoğunlaşıyor, sürekli olarak bu boyut üzerinde spekülasyonlar/ tartışmalar/ itibarsızlaştırmalar gerçekleştiriliyor. İslam’ın siyasal boyutunun İslam’ın bütününden bağımsızlaştırılması yönündeki girişimler, Müslüman aydınların da yardımıyla/ katkılarıyla sürdürülüyor. Neoliberal/küresel sistem, İslam’ın siyasal iddialarından, tasavvurundan vazgeçerek neoliberal küreselleşmeye katılmasını, katkıda bulunmasını istiyor. Küresel ideolojik aileye katılıncaya kadar Müslümanların taciz edilecekleri görülebiliyor. Küresel-liberal demokrasilerin çıkarlarına rakip olabilecek ülkeler istikrarsızlaştırılabiliyor. Modern/seküler dünya için, uzlaşılabilir/hoşgörülebilir bir din ancak siyasal tasavvurları olmayan bir din’dir. Seküler dünya, devrimci şii İslami akımlara, hareketlere karşı Şii olmayan dünya ile işbirliği yapmak istiyor, bunun gereği gibi yapabiliyor.
Avrupamerkezci seküler ve ideolojik dil, kendine olan özgüvenini yitirdikçe İslam’a yönelik saldırılarını arttırıyor. İslami tehdit algısı 16. yüzyıldan bu yana sürdürülegelen bir algıdır. Bu algı Ortaçağ folkloründen alınan hikayelerle zenginleştiriliyor. Bugün, tehdit oluşturduğu düşünülen bir kültüre dönüştürülmüş olan İslam değil, siyasal amaçlar taşıyan İslam’dır. İslamcılık, İslam’ın yeniden somut bir gerçekliğe dönüştürülebileceğine, dönüştürülmesi gerektiğine inanıyor. Müslüman kitlelerin, cemaatlerin, dini hayatın ve kurumların, statükocu/konformist Müslüman aydınların, mistik/Batıni çevrelerin bu yönde herhangi bir talepleri yok. Bu yönde bir talepleri olmadığı gibi, bu yöndeki çabalardan da çok ciddi bir biçimde rahatsızlar. Gelenekçi/görenekçi/muhafazakar çevreler İslamcı tanımın içerisinde yer almaktan korkuyor, dehşete düşüyor. Bu çevreler, İslam’ı bir kültür ve maneviyat biçimi olarak temsil etmekten başka bir amaç taşımıyor. Burada, IŞİD benzeri hareketlerin hiçbir şekilde İslami bir siyasal tasavvura sahip olmadıklarını da hatırlamak gerekiyor. Hangi mülahaza ile olursa olsun, IŞİD benzeri herhangi bir hareketi anlayışla karşılayanlar, onaylayanlar, bir şekilde himaye edenler, İslami tasavvurdan/bilgelikten/irfandan/kültürden ve medeniyetten kesinlikle söz edemezler. Çünkü bu tür hareketlerin, kültürle/irfanla/bilgelikle ve medeniyetle ilgileri kurulamaz.
İslami bir sistem içerisinde yaşamadığımız için, İslami olmayan her şeye katlanıyoruz. Kapitalist/seküler/liberal kültürün/yaklaşımın/tercihlerin toplumsallaşması ve siyasallaşması karşısında bir rahatsızlığımız yok. Para ve iktidar peşinde değil de, mutlak değerler peşinde koşuyor olsaydık, bu tür bir gelişme uykularımızı kaçıran, tüylerimizi diken diken eden bir gelişme olarak yorumlanacaktı. Bugün, içerisinde yaşadığımız çelişkileri anlaşılabilir kılacak bir dil yoktur.
Varoluşsal bütünlüğün yeniden kazanılması, tevhidi dünya görüşünün, hayat tarzının, ahlaki bir duruş/davranış/eylem şeklinde tezahür etmesiyle mümkün olabilir. İslam’ı kimi sembolik parçalar üzerinde temsil etmek, İslami bütünü temsil etmek anlamına gelmez. Müslüman bilim adamlarının, düşünce kültür adamlarının, sanat/edebiyat adamlarının siyasal bir bilince/vizyona/misyona/perspektife/programa/tavra/duruşa sahip olmaması düşünülemez. İslami davet, ahlaki olduğu kadar siyasal bir davettir. İslam’ın somut bir gerçekliğe dönüştürülmesi, siyasal bir kültür/örgütlenme/mücadele temelinde gerçekleştirilebilir. İslam, bir ideoloji olarak değerlendirilmeye elverişli değildir. İslam, hayatın kendisi olmak ister. Bizler, Müslümanlar olarak, her tür bencilliği aşmak için, dünyevi ve maddi ihtirasları aşmak için, daha çelişkisiz, daha dürüst, daha içtenlikli hayatlar yaşamak için ibadet ediyoruz. Ancak herkesin müşahede edebileceği üzere, ibadetlerimizle, arzu ettiğimiz sonuçlara ulaşamıyoruz. Bencillikler, ihtiraslar, ikiyüzlülükler, işbirlikçilikler, yabancılaşmalar, ucuz/bayağı tercihler, kirli çıkarlar bizleri insanlıktan çıkarıyor. Parçalanmalar/rekabetler/çatışmalar, sorumsuzluklar ve keyfilikler, İslam’ı ütopik bir tasavvura dönüştürüyor. Seküler/neoliberal haçlı seferleri karşısında, güncel söyleme boyun eğdiğimiz, varoluşsal sorumluluklardan, farkındalıklardan ve çabalardan uzaklaştığımız için her tür hiççiliği normalleştiriyoruz.
Seküler/neoliberal haçlı seferleri tarafından sömürgeleştirilen zihinlerimizin İslamileştirilmesi, İslami bir dünya görüşünün inşa’sı gündemimizden çıkarılmıştır. Tek akla dayalı, tek aklın kutsallaştırıldığı toplumlarda, toplumun bilincinin, sorgulama yeteneğinin yükseltilmesine imkan yoktur. Güncel politik dil, Türkiye’de de yaşadığımız üzere, Müslüman toplumu, Müslüman aydınları, İslamcılık iddiasında bulunan kimi kesimleri, etnik bir zihniyetin, mezhepçi bir zihniyetin, devletçi bir zihniyetin memurları haline getirmiştir. Bu nedenledir ki, bu gün içerisinde yaşadığımız toplumda İslami dünya görüşüne/hayat tarzına ve tasavvuruna kimse ihtiyaç duymuyor. Seküler bir sistemde yaşadığımız için, ahlaki değerler temelinde şekillenen bir toplumdan söz edemiyoruz. Seküler hukuk ahlaki bir hayati, ahlaki bir hareketi, ahlaki bir otoriteyi imkansız kılıyor.
İktibas, Nisan 2015, sayı 436
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *