‘Ilımlı İslam’ tabiri doğru, yerinde bir tanımlama mıdır? İslam’ın ılımlı olanı olabilir mi? İslam ılımlılaştırılabilir mi? Eğer İslam’ın ılımlısı varsa, ılımsızı, orta yolcu olmayanı da var mıdır?
‘Ilımlı İslam’, adından da anlaşılacağı üzere, İslam Dini’ni farklı isimler altında mecraından saptırma, özünü değiştirme ve çağdaş birtakım siyasi projelere alet etme maksadıyla icad edilmiş yeni bir kavramdır. Şu var ki, ‘Ilımlı İslam’, her ne kadar kavram olarak yeniyse de, fiiliyatta kökleri derindir.
‘Ilımlı İslam’ kavramının anlamı, terkibi oluşturan iki kelimeden birincisi olan ‘ılımlı’ kelimesinde düğümlenmektedir. Ilımlı kelimesi sözlükte “aşırılığa kaçmayan, ölçülü, mutedil”, siyasette, “aşırı görüşler arasında ortalama bir görüşü savunan” olarak tanımlanmaktadır. Ilım ve ılımlı, ‘ılık’ kelimesinden türemedir. Ne sıcak, ne de soğuk olup, ikisinin ortası ılıkça bir sıcaklıkta olan nesnelere ılıman denir.
Ilıman ya da ılık kelimesinden dönüşen ılımlı sözcüğünü, eğer ki mutedillikten, orta yolculuktan bahsedilecekse herhangi bir dine, ideolojiye ya da siyasi görüşe izafe etmek mümkündür. Ancak doğaldır ki, kastedilen din, ideoloji ya da siyasi görüşün ılımlı olanından bahsetmek için, onun mutlaka ılımsız olanının, diğer bir tabirle ‘katı’ olanının, orta yolcu olmayanının mevcut olması gerekir.
‘Ilımlı İslam’ tabiri doğru, yerinde bir tanımlama mıdır? İslam’ın ılımlı olanı olabilir mi? İslam ılımlılaştırılabilir mi? Eğer İslam’ın ılımlısı varsa, ılımsızı, orta yolcu olmayanı da var mıdır? Ilımlı olmayan İslam’ı ‘mutedil olmayan’, ‘itidal içermeyen’ gibi tanımlamak mümkün müdür? Bu yazı bu soruların cevabını bulma çabasıdır.
Önümüzdeki yıllarda İslam’a ilişkin yeni yeni tanımların, isimlerin ortaya çıkartılması beklenmelidir. Dünya çapında İslam hakkında akademik ve politik tartışmaların artması sıradan bir şeydir. Çünkü geleceğin siyasetinde İslam’ın kesin belirleyici unsur olacağını söylemek kehanet değildir. Fakat İslam’ın belirleyici rolünü, İslam’ın kendisine bırakmamak için çok ciddi yeni girişimlerin olacağını söylemek de kehanet türünden olmayan bir tespittir. ‘İslam ve ötekiler’ şeklinde bir kamplaşmaya meydan vermemek için, mesela Türkiye’nin ‘İslam dünyası’nda doktriner tartışmalar açması, yani, dinin anlaşılmasına ilişkin yeni yorumlar getirmekte öncü rolü oynaması, Türkiye’nin misyonuna da uygundur.
Bu arada bilinmelidir ki, dünyanın her tarafında geçerli bir tek ‘ılımlı İslam’ modeli yoktur. ‘Ilımlı İslam’, az da olsa, ülkeye, topluma ve siyasî konjonktüre göre değişiklik arzedebilir. Bu uğurda pragma neyi gerekli kılıyorsa, o şekilde hareket edilir. İşte Türkiye’de bu kapsamda periyodik olarak uygulamaya konulan islamizasyon politikaları ne yazık ki, İslam’ın müntesipleri tarafından İslamlaşma olarak algılanmakta ve sistemle aralarına mesafe koymanın önüne geçmektedir.
‘Ilımlı İslam’, İslam’ı dönüştürme projesidir ve bu projenin bazı önemli karakteristikleri vardır. Dinin, Kur’an’ın vaz ettiği İslam olmaktan çıkıp, ‘Ilımlı İslam’ olması için bulunması gereken şartlardan biri, İslam’ın demokratikleştirilmesidir. Öngörülen, bir ‘demokratik İslam’dır. Bugün dünya çapındaki pek çok İslam karşıtı siyasi güç odağı, İslam’ı yeryüzünden tamamen silmek, İslamî olan her şeyi yok etmek arzusundadır. Fakat aynı merkezler bunun mümkün olmadığını da pekala bilmektedirler. Böyle olunca, ortadan tamamen kaldıramadıkları İslam’ı kendi siyasetlerinin ve ideolojilerinin yanına çekerek uzlaşmak, İslam’ı dönüştürerek, pörsüterek, kendileri için ‘zararsız’ bir hale getirmek istemektedirler. İslam’dan kurtulmak mümkün olmayınca, İslam’la birlikte yaşamak tek çıkar yol olarak kalmaktadır. Fakat madem öyle, İslam demokratikleştirilmeli, “birlikte yaşamaya elverişli” hale getirilmelidir. Böyle bir yöntem, proje sahiplerine göre Türkiye’nin bir şeriat devleti olmasını gerektirmediği gibi, laikliği reddetmeyi de gerektirmemektedir! Türkiye’nin ‘özgürleşmesi’ ve demokratikleşmesi, dolayısıyla modernleşmesi de bu planın tutmasına bağlanmaktadır.
Dünya çapındaki ‘Müslüman muhalefet’e silah doğrultmak, gayeye erdirici çözüm olarak görülmemektedir. Silahın dışında bir ‘panzehir’ vardır ve bu panzehirin de ancak Türkiye’de üretilebileceği belirtilmektedir ki, bu ‘panzehir’ ‘demokratik İslam’dan başkası değildir…
Demokrasi ve demokratik kültürün temel şartları olan özgürlük, insan hakları, feminizm, çoğulculuk gibi kavramlar ‘müslüman’ zihninde ne kadar yer edinirse, demokratik İslam da o oranda tutunacaktır. Türkiye, batı tarzı yaşam biçimini seçmiş, demokrasi ile İslam’ı bağdaştırabilmiş, halk olarak laiklikten pek de şikayeti olmayan, ‘İslam ülkeleri’ arasındaki tek örnektir. Fakat Türkiye, tek de olsa, önemi büyük olan bir ‘örnek’tir. Zira, hilafet son olarak burada ilgâ edildi. İki asra yakın süren haçlı seferlerine Türkler karşı koydular. Türkiye’nin çok önemli bir devlet tecrübesi var. Türkiye bugünlere, Tanzimat ve meşrutiyet gibi mühim aşamalardan geçerek gelmiştir. ‘Demokratik kültür’e öyle birden bire erişmemiştir. Bu açıdan Türkiye tecrübesi ciddiye alınmaktadır.
‘Ilımlı İslam’ laiklikle İslam’ın bağdaştırılması girişimidir. Artık zamanımızda, İslam’la laikliğin çelişmediğini vurgulayan, bilakis İslam’ın Kitabı’nın laikliğe geçit verdiğini iddia eden belli bir entelijansiya da oluşmuştur. Hatta daha bir on yıl öncesinde ‘şeriatçı’ olarak temayüz etmiş birçok etkili isim, artık, kendi geçmişini inkar pahasına, adeta “boşuna kürek çekmişiz, hata etmişiz” edasıyla günah çıkartmakta, özür dilemektedir.
‘Ilımlı İslam’ teorisyenleri, Din’in katı ve monolitik bir şekilde yorumlandığından şikayet eder görünüyorlar. Böylece İslam hoşgörülü, herkesi kuşatıcı(!), birleştirici ve ılımlı olacak; bölücü, dışlayıcı olmayacak. Bunlar ilk bakışta oldukça ‘soft’ söylemlerdir ve bu nedenle de dinî şuuru ‘soft’ olan pek çok insanı kolayca etkilemektedir. İslam’ın ‘katı’ yorumlanması, oldukça kaypak bir söylemdir. Katılıktan kasıt, İslam’ın tevhid eksenli temel umdelerinden taviz vermemek, uzlaşmacı, eklektik, pragmatik, çıkarcı, fırsatçı davranmamak ise, İslam zaten böyle bir dindir ve onun böyle yorumlanmaya tab’an ihtiyacı yoktur. Esasen dini böyle yorumlamamak için özel bir çaba sarfedilmesi gerekmektedir.
İslam’ın herkesi kuşatıcı ve birleştirici olması da mümkün değildir. Çünkü İslam, ‘herkes’ denilen sayısal üstünlüğü üstünlük saymamakta ve ‘herkes’i tek bir çizgi üzerinde, tevhid akidesi üzerinde buluşmaya çağırmaktadır. Tevhidi, pazarlıksız, kayıtsız-şartsız bir şekilde kabul etmeyenler, kim olursa olsunlar, İslam onlar için ‘birleştirici’ olamamaktadır. Ayrıca ‘herkes’ denilen insan yığınlarını İslam hakikatin ölçüsü olarak kabul etmez. Bilakis, ‘herkes’e tabi olmanın insanı dalalete düşürebileceği tehlikesine karşı uyarır.
Aslında dinî yorumun herkesi kuşatması gerektiğini savunanlar, kelimenin zahirde ifade ettiği gibi her kesim insanı da kastetmekte değildirler. Kastedilen ‘herkes’, Müslümanların Din’den hareketle, velî, kardeş, dost olarak kabul etmedikleri, İslam dışında gördükleri kendileridir. ‘Radikal’ ve fundamentalist olarak tanımladıkları Müslüman unsurları, kendi ‘kuşatıcılık’ alanlarına dahil etmemektedirler. Demek ki ‘kuşatıcılık’ söyleminin pratikte, onu yüceltenler açısından da bir değeri yoktur.
İslam’ı ılımlılaştırma girişimlerinin yeni olmadığını biliyoruz. Peygamberimiz Muhammed (sav)e Mekke kafirlerinin, biraz sen bizim dinimizi kabul et, biraz da biz senin ilahına tapalım yollu tekliflerle yanaştıkları malumdur. Kur’an-ı Kerim, Mekke kafirlerinin, hem de ta risaletin başından itibaren, Peygamber Muhammed (sav)’in kendilerine yumuşak davranmasını arzu ettiklerini, böylece kendilerinin de Muhammed’e yumuşak davranacaklarını vaat ettiklerini haber vermektedir.(Kalem 68/9) Ayetteki, ‘yumuşak’ olarak tercüme ettiğimiz kelime ‘dehene’ fiilidir ve kök olarak yağcılık yapmak, içindekinin hilafını yapmak, aldatmak, ikiyüzlülük yapmak, münafıklık yapmak anlamına gelmektedir. Demek ki Mekke müşrikleri Peygamber’den böyle bir ikiyüzlülük ve yağcılık istiyorlardı. Şu halde, günümüzde Müslümanlardan, dinlerini ‘ılımlı’ yorumlamayı isteyenler, onlardan ikiyüzlülük ve münafıklık talep etmektedirler.
Peygamber (a.s) Mekke müşriklerinin her türlü ‘yumuşaklık’ talebini kesin bir dille reddetmişti. Peygamber’in onların bu tehlikeli tekliflerine rağbet etmemesinin yegane garantisi, nazil olmaya devam eden Kur’an vahyi idi. Eğer Kur’an’a Muhammed (a.s) gibi iman edersek ve ona kalbimizi tam açarsak, münafıklık yapmamanın garantisini Kur’an bizim için de sağlayacaktır.
İslam’ı ılımlılaştırma sürecinde Türkiye’nin yaşadığı tecrübe oldukça öğreticidir. Türkiye’de İslam’ın tamamen kökünün kazınamayacağı teslim edilince, Ali Şeriati’nin ‘Safevî İslam’ı’ kavramsallaştırmasına paralel bir ‘Cumhuriyet İslam’ı’ öngörülmüş ve bu proje de, ölümü görüp sıtmaya razı olan halk nezdinde tutmuştur. 1946’ya kadar kendisine hep ölüm gösterilen toplum, bilhassa 1950’den itibaren artık sıtma görmeye başlamış ve bununla sevinmesini bilmiştir! Dönemin ‘asrın müceddid’leri, yeni havuç politikalarının özünü kavramaktan uzak, Amerika ve Türkiye sağcılığına, demokratlığa, ehli kitaba v.b. övgüler düzmekle tecdid yaptıklarını zannetmişlerdir.
Türkiye’de rejimin İslam’a olan yönelişi, bir sıkma bir gevşetme politikası halen sürmektedir ve şu an ‘sıkma’ devresindedir.
İslam’ı dönüştürmeye çalışanlar, onun ihtiyacı olmadığı halde sahih İslam anlayışını radikal ve fundamentalist gibi yaftalarla anmaktalar. Oysa İslam İslam’dır. İslam tevhid dinidir. Hem göklerde hem de yeryüzünde sadece Allah’ın egemenliğini kabul eder. İnsan hayatının bu esasa göre düzenlenmesini emreder. Allah’ın egemenliğini tartışan zihin, Müslüman zihin değildir. İşte bu sebebe binaen, iş bu malul zihinler, ‘ılımlı İslam’ gibi yeni projeler üretmeye ihtiyaç duymaktadırlar. Ilımlı İslam denilen yorum, demokrasi adı altında, beşerî hayatı, kendi heva ve hevesiyle insanın düzenlemesini öngören insanların yorumudur.
Ilımlı İslam projesi, İslam’ın modern ve barışçıl bir yorumunu yapma iddiasındadır. Aşırılıkları reddeden, mutedil, savaş yerine sevgiyi ve barışı(!) öneren, gerginliği terk etmiş bir İslam yorumu… Soft bir İslam… Bir hoşgörü dini…
‘Ilımlı İslam’ın temel renklerinden biri, aşırılıkların reddi ve İslam’ın terörle bağdaştırılamayacağı söylemleridir. İslamın aşırılıkları reddettiği doğrudur, fakat her zaman yapıldığı gibi, burada da kelimelerin ve kavramların içi tahnit edilmekte ve başka anlamlar doldurulmaktadır. Acaba ‘aşırılıktan’ kasıt, aşırı namaz kılma, aşırı oruç tutma, aşırı şekilde haram yemekten kaçınma, aşırı şekilde içki ve kumardan, aşırı şekilde zinadan uzak durma mıdır? Acaba Muhammed (sav)in Müslümanlığı mı aşırılıktır, yoksa, Abdullah b. Übey b. Selul’ün ‘Müslümanlığı’ mı? Musâ’nın Müslümanlığı mı aşırılıktır, yoksa Samirî’ninki mi? İsa’nın Müslümanlığı mı aşırılıktır, yoksa Pavlus’un Müslümanlığı mı? Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Onların kastettiği aşırılık, İslam’ın bir din olduğu, dünya hayatını düzenlemek için inzal edildiği ve İslam’ın tamamen Allah’ın otoritesine teslimiyet düzeni olduğu inancından taviz vermeyen ve hiçbir ideolojiyle, hiçbir siyasî güçle İslam’ın bu temel vasıfları üzerinde pazarlık masasına oturmayı kabul etmeyen yorumlardır. İşte bu kıyamın adı, ılımlı İslam projesi literatüründe ‘aşırılık’ olmaktadır. Bu literatürde bütün Rasuller’in aşırılıkçı sayıldığından hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Son ayların gündem konusu olan Avrupalı kafirlerin karikatür saldırıları bunun en açık delilidir.
İslam’ın terörü reddettiği doğrudur. Fakat kimse bu ‘terör’le neyin kastedildiğini sormamaktadır. İslam’ın reddettiği söylenen terör, acaba, yukarıda izaha çalıştığımız, İslam’ın Kur’an’daki gibi anlaşılması ve tavizsiz yorumlanması mıdır? Evet, tam olarak böyledir. Dünya siyasetini elinde bulunduran güç odakları, İslam’ın tevhid akidesini, Allah’ın vaz ettiği hükümlerini, haram-helal ayrımını, namazını, örtüsünü ‘terör’ kapsamında ele almaktadır. Sözün özü, bir İslam düşmanının, “İslam terörü reddeder” demesinin manası, “İslam İslam’ı reddeder!”den başka bir şey değildir. Çünkü İslam, lâdînî batı medeniyetinin önündeki yegane engeldir. Bu engeli aşmanın yolu da, İslam’ı terörle eş anlamlı hale getirmekten geçmektedir. Dolayısıyla, “İslam terörü reddeder” kabilinden açıklamalar yaparken, böyle bir tuzağa karşı da müteyakkız olmak gerekmektedir.
Peki, ılımlı İslam fiilen nasıl işleyecek? Ilımlı İslam’ı kimler temsil edecek? Ilımlı İslam ile radikal İslam’ın ilişkileri nasıl düzenlenecek? İkisi arasında bir gerilim yaşanacak mı? Bu soruların cevabı, Müslümanlar açısından hiç de iç açıcı değildir.
Ilımlı İslam, radikal İslam adını verdikleri Kur’an İslamı’nın önünde bir dalgakıran işlevi görecektir. İslam’ın her an büyümekte olan yeniden dirilişinin önünü kesmek için ılımlı İslam adı verilen nifak projesi kullanılacaktır. Bu durum çok açık biçimde ifade edilmektedir. Amerikan yönetimine yakın olup, dünya siyasetine yön veren etkin kişi ve kuruluşların raporlarında açıkça, “Bu düşünceler savaşında ılımlı İslamcıları, teröristler tarafından ortaya atılan deforme olmuş İslam görüşüne karşı çıkmaları için cesaretlendirmeliyiz” demekte hiçbir çekince gösterilmemektedir. Yine önemli bir Amerikalı stratejist, siyasi savaşta fanatiklerin karşısına ılımlıların çıkartılması gerektiğini belirtmekte ve sırf bu gerekçe ile ABD’nin İsrail’le Filistin arasında barışı bir an önce sağlaması, İran politikasındaki liberal unsurlara karşı daha esnek bir tutum sergilemesi ve Afgan ve Pakistan halklarına daha cömert yardımda bulunması tavsiyesini yapmaktadır. Türkiye’de İslamî geçmişi olan kişilerin kurduğu bir partinin iktidar edilmesi bu projenin somut adımlarından biridir. Aynı stratejist, “misilleme hareketleri askeri açıdan ödünsüz, siyasi açıdan hassas, kapsamlı bir stratejiyle yönetilmeli” demektedir.
Sözü geçen strateji kuruluşları, projenin bir parçası olarak, halkı Müslüman olan ülkelerde sufizmi destekleme kararı almışlardır. Ilımlı İslam modeli için mistisizm en iyi araçlardan biridir. Mistisizmle çoğulculuk, farklılıkları törpüleme, otoriteye itaat gibi temalara ilginç referanslar sağlanmaktadır. Türbe ziyaretleri, evliya kültü gibi geleneksel motifler bu sürece ‘olumlu’ katkılar yapmaktadır.
Başta ABD olmak üzere, dünya siyasetinin patronlar kulübünün bu kararları, Türkiye gibi ülkelerde derhal mâkes bulmuş durumdadır. Niceliksel olarak hızla büyüyen bir takım gruplar, Müslümanlar karşısına, amerikan ağzı bir ılımlı İslam söylemiyle çıkmakta gecikmemişlerdir. Bu grupların, kendi siyaset ve din anlayışlarının, İran türü radikal İslami akımların önündeki en büyük dalgakıran vazifesi gördüğü açıkça ifade edilmektedir. Şu anda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme sürecini, yukarıda sözünü ettiğimiz, ‘ılımlı İslam’cı bir parti, hem de ‘başarıyla’ yürütmektedir.
Bu tür ‘dalgakıran’ gruplar ve partiler, Beyaz Saray’da iftar verilmesi, ABD Deniz Kuvvetleri’nde mescid açılması (1998), ilk asker-imamın orduda görev yapmaya başlaması, 90’lı yıllarda ABD Posta Servisi’nin Ramazan ayı için pullar bastırıp dağıtması gibi olayları Amerika’nın dine saygısı olarak lanse etmektedir. Bu örgütlerin yaymaya çalıştığı ılımlı/uzlaşmacı/işbirlikçi İslam anlayışına göre ABD’nin İslam’la herhangi bir problemi yoktur! ABD ‘gerçek İslam’dan yanadır ve gerçek Müslümanlarla herhangi bir alıp veremediği yoktur; onun sorunu terörist müslümanlarladır!
İşte bu anlamda, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) gibi uluslararası kuruluşlara önemli vazifeler düşmektedir. Bu tür örgütler de, güçlenen İslamî diriliş önünde dalgakıran vazifesi görecek, ‘aşırı akımlara karşı çıkmak’ adı altında, İslam’ın bir devlet düzenine dönüşmesi uğrunda girişilen her türlü mücadeleyi bertaraf etmeyi görev bilecektir. Bilinmelidir ki, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınması arzusu da, bizzat AB üyesi ülkeler tarafından bu gerekçeyle istenmektedir.
Kalem erbabı bir müslümanın ifadesiyle, “ılımlı Müslüman, Zulm’ün safında ve mazlûma silâhını çevirerek ‘konuşlanan’ ancak, namaz vakti geldiği zaman yine aynı safda riyâ namazı kılan müslümandır.” Sanırım Mâun suresi bu konuyla yakından alakalıdır. Ilımlı İslam projesi, Müslümanların, kurtlar sofrasındaki kuzular gibi olmasını hedeflemektedir. Ilımlı İslam İslam değil, bir nifak hareketidir; süregelen islamizasyon politikalarının yeni bir türüdür. Ilımlı İslam münafıklık istemektedir. Bilinçsiz, basiretsiz, namaz kılan ama, eleştiri oklarını kafirlere değil, Müslümanlara doğrultmuş, yeri geldiğinde de silahını aynı hedefe doğrultmakta beis görmeyecek sözde Müslümanlar peyda etmek, ılımlı İslam’ın amacıdır.
‘Ilımlı İslam’ın kabul edilemezliğinin bir sebebi de şudur: Burada İslam tanımlanan olmaktadır. Halbuki İslam tanımlayandır, belirlenendir. İslamın kendisi siyaset belirler, insanları kategoriye ayırır, dünya görüşü vaz eder. Fakat ‘Ilımlı İslam’ projesi, hariçten başkalarının İslam’ı kendilerince ölçüp biçmeleri, şekilden şekle sokmalarıdır. İslam bunu bir iman meselesi olarak görür ve buna teoride asla izin vermez. Pratikte izin vermemek ise, İslam’ın müntesiplerine düşmektedir.
‘Ilımlı İslam’, İslam dışı insanların tanımıdır. Bizim tanımımızın me’hazı Kur’an’dır. İslam sadece İslam’dır. O, Nuh’dan, İbrahim’den, Musâ’dan, İsa’dan beri süregelen ve en son Muhammed Mustafa ile taşahhus eden, Allah’ın sahih dinidir. Bu din bizim dinimizdir ve bir tek dinimiz vardır.
Not: Bu kavram, ilk olarak dergimizin 2006 yılı Nisan sayısında yayınlanmıştır.
İKTİBAS
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *