Bana mı benziyor denemelerim? Peki aslında yazana mı benzemeli yazdıkları? Rol mü bu yazdığım zamanlardaki halim, yoksa yazdıklarımdan aldığım rolü mü takınıyorum, çözemiyorum. O zamanların içinde yaşamak, zaman mı olmak?
Ne yöne gideceğini bilmediğim bir yazı bu aslında. Öylesine! Belki aklıma estiği gibi. Bazen böyle yazmak, böyle de boşaltmak istiyorum içimdekileri. Deniyorum..
Yazmayı deniyorum. Denemeyi seviyorum. Deneme yazıları okumayı seviyorum. Onlarda kendimle ilgili bir şeyler bulmayı seviyorum. Her okuyanın kendinden bir şeyler bulduğu gibi.
Kelimeleri kuralsız dizmeyi ve onlara kuralsız anlamlar vermeyi seviyorum. Karman çorman. Umursamıyorum. Kuralsız ama anlamlı olmaları için yazıp yazıp siliyorum ve bunu da seviyorum.
Neyi silebilir bu denli kolay insan hayatında kelimelerden başka? Nasıl silip çıkarabiliriz yaptıklarımızı hayatımızdan? Telafisi var mı yaptıklarımızın? Ya hayatımızın?…
Yazdıklarım okunurken her insanın zihninde beliren farklı anlamları, farklı yansımaları düşünmek! Heyecan veriyor benim için ne ifade ettiğinden başka, okuyanlara ne ifade ettiği anlattıklarımın. Benim hissetmediğimi hissediyor belki şimdi. Ne mutlu bana, hissettirebildiklerim için ona. Ben başka başka yazılarda başka başka düşüncelerin sağanağında, ıslanmak gibi bir derdim olmadan dolaşıyorsam ve okurken sırılsıklam oluyorsam bu hoşuma gittiği içindir. Elbet benim yazdıklarımda da korkmadan usulca dolaşarak bir şeyler bulabilir insanlar diye düşünüyorum.
Bana mı benziyor denemelerim? Peki aslında yazana mı benzemeli yazdıkları? Rol mü bu yazdığım zamanlardaki halim, yoksa yazdıklarımdan aldığım rolü mü takınıyorum, çözemiyorum. O zamanların içinde yaşamak, zaman mı olmak?
İçinde olmayı seviyorum zamanın. Geleceği hem merak ediyor hem de geldiğinde götürdükleri için üzülüyorum. Hem gelsin diye bekliyorum, hem de seviniyorum gelmiyor diye. Umursamak istemiyorum umursanmazlığımı. Geleceği bekliyorum sabırsızlıkla gelsin diye. Zamana kızıyorum, geçsin artık diye; ama yarınlar dün oldu. Gün sessiz…
…
Geçen sene bugündü o gün. Aslında her zaman gitmediğim yerdi o gittiğim yer. Seviyordum orayı daha önce gitmiyor ve bir şey hissetmiyor olsam da. Acı kahveyi hiç tatmamış olsam da orada tatmış ve çok da sevmemiştim aslında. Ama sonra tekrar tekrar içtim sevmediğim o acı kahveyi… Sonra çok sevdiğim gibi…
Bazen önüne geçemediğimiz, yaşanması sanki zorunluymuş gibi olan durumlar çıkıyor karşımıza. Engel olamıyoruz, sebebini bilemiyoruz, niçin böyle olduğunu kestiremiyoruz. İşte öyle anlarda kapıp koyuveriyoruz kendimizi olaylar karşısında, bazen de kelimelere… Sanki deli akan bir nehrin sularında sürükleniyoruz da kurtulamıyormuşuz gibi. Boğulacakmışız gibi. Çaresizce sürükleniyoruz. Korkuyoruz beceriksizliğimize kızıyoruz. Biliyor ve fakat yapamıyoruz, kurtulmak istiyor beceremiyoruz. Yüreğimiz büyüyor, ama korkudan, ama yaşadıklarımızdan. Bu büyüme öylesine hızlı ki sanki bir anda içimizi kaplayıp sığmaz olacak ve bizi paramparça yapacak.
Tekrar başa dönelim, yeniden soralım, mesela yanlış yerlerde yanlış noktalamalar kullanırsam ne olur? Noktamı kaybedersem mesela. Ya virgülü nereye koyacağımı bilmezsem, ünleme anlamını veremezsem mesela? Ne olur hiç düşündünüz mü? Kendimizi kaptırdığımız zamanlarda, parçalanır gider miyiz yoksa?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *