Ne güzel şeydir ‘yaradılışı’ hatırlamak ve ne için yaratıldığını bilmek. Aydınlatan bir güneşin vâr olduğunu bilmek ve şükretmek.
Bitmesini istemediğimiz şarkılar vardır ve yazılar ve ilişkiler, dostluklar vardır. Filmler, hikayeler ve hatta hayatlar vardır. İçimizden çıkaramadığımız anılar vardır, hep yaşattığımız ve yaşatmaya çalıştığımız.
Umutlarımız vardır mesela; Nietzsche’nin tersine. “Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır”tezinin tersine “Rabb’inin rahmetinden sapıklar dışında kim ümidini keser ki?” diye iman etmişizdir bir kere. Ve bu imandan da pişmanlık duymamışızdır hiçbir kere.
Bitmesini istemediğimiz hassasiyetlerimiz vardır mesela. Merhamet duygumuz vardır ve düşünme yetimiz vardır mesela. Ahlakımız, onurumuz ve iffetimiz vardır.
Bir de aynılaştırmak isteyenler vardır hiç ümitlerini kaybetmemecesine. Büyük çabalar harcarlar canhıraş üstümüzde. Düşüncelerimizi durdurup tekleştirmek isterler ve bireyselleştirmek isterler bizleri. Çocuklarımızda ve kadınlarımızda yapmak isterler en çok da.
Anlamlarımızı yok etmek, kavramlarımızın içini yeniden doldurmak isterler.
Öfke bir çağlayan olur ya hani içinizde, hani hak vardır alınacak ve alamazsınız ya hani. Sıradanlıklar sıkar, durgunluklar bozar ve bezdirir ya insanı. Yırtmak, yolmak, kaybolmak, en derinlere saklanmak gelir ya hani içinizden.
Bir düzen istersiniz bu kokuşmuş düzensizlik içinde. Nasıl’ı bilemezsiniz ama. Tutunacak bir dal ararsınız da elinizde kalır ya hani. Çünkü tutunacak dalı bilmezsiniz, yapışırsınız bir dala, çürük çıkar ya hani…
Tutunduğunuzda elinize gelmeyecek tek bir şey var; o da yalnızca Allah’ın ipidir ancak. Ve ne yazık ki bu ipi bilmeyenler, bilip de bilmemezlikten gelenler nasıl da intihara giderler göz göre göre…
Yaşam zaman zaman insanı bir uçurumun kenarına kadar götürebilir. Farkında olmamaktır yaşanan hayat, bir firar, bir düş…
Kendinizi bilmez halde oluşunuz ve taa derinlere saklanmak gelmesi içinizden. Kıymetsizdir o an dünya üzerindeki tüm yaşananlar. Hüzün vardır sadece. Bir tufandır yaşadıklarınız. Arkanıza bakmak istemezsiniz, lakin bir kazı yeri gibi darmadağındır hayatınız.
Unutmak ister ve fakat unutamazsınız; hatırlamak istemezsiniz çünkü zaten unutamazsınız. Gel-git’ler yaşarsınız çaresiz. Başka başka kapıları zorlarsınız, fakat ümitsiz. Öfkedir sizi oraya çeken ve belki çaresizlik! Bir yanan meşaledir içinizdeki. Keder zorlamaktadır kapılarınızı.
Yaşanan hayatın hüzünlü bir tarafı vardır. Ve cesaret ister hayatın hüzünlü tarafına dokunmak aslında. Cesaret de inanmakla vardır insanda. Kurtulabileceğiniz bir ipe tutunmakla ancak.
Bu öyle bir iptir ki; sapasağlam, öyle sıkı, öyle dayanıklı, öyle merhamet dolu, öyle affedici, öyle emin, öyle güçlük ve sıkıntıların üstesinden gelen, sevgi ve dostluk hissi veren aynı zamanda cezayı da layığıyla veren, hiç ölmeyen hep var olup ve hep var olacak olan ve çok sabır gösteren…
Aslında her şeye Kâdîr olan!
Bilmek ve tutunmak, sımsıkı yapışmak ne güven vericidir. İhtiyacımız olanı farkındalığımız da bilmek!
Ne güzel şeydir ‘yaradılışı’ hatırlamak ve ne için yaratıldığını bilmek. Aydınlatan bir güneşin vâr olduğunu bilmek ve şükretmek.
“Amel defteri açıldığı zaman; Gök yerinden oynatıldığı zaman; Cehennem alevlendirildiği zaman; Cennet yaklaştırıldığı zaman; İnsan önceden ne hazırladığını görecektir.” (81/ 10-11- 12- 13- 14)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *