Ahlaki bütün kötülüklerin kapitalizm adı altında bir sisteme dönüştüğü günümüzde, siyasal/kültürel yozlaşmalar, adaletsizlikler herhangi bir rahatsızlığa yol açmıyor; Müslümanlar da bu ahlaki kötülüklerin bir parçası haline geliyor.
İçerisinde yaşadığımız dünya piyasaların, teknolojilerin ve ideolojilerin dünyası olduğu için, bu dünya temel insanlık duygularına, durumlarına, sorunlarına, yaklaşımlarına yer vermiyor, bu duyguları tanımıyor, bu duygulara meydan okuyor. Çıkarların ve nazların dünyası olan neoliberal dünya, insanlığa ideolojik kavramsallaştırmalarla yaklaşıyor. İdeolojik kavramsallaştırmalar ve yaklaşımlar hiçbir şekilde sağduyu ve soğukkanlılık içermiyor, aklıselim ve nesnellik içermiyor. Yalnızca maddi araçların ve refahın oluşturduğu modern uygarlık bütün tanımları kendi mantığı ve modern araçsal akıl doğrultusunda mutlaklaştırarak sabitleyen bir uygarlıktır. Bu uygarlığın mantığını sömürgeci, benmerkezci, seçkinci tahakküm ideolojisi oluşturuyor.
Bugünün dünyası emperyalizm çağının başladığı 1870’li yıllardan bu yana, beyaz Hıristiyan-Avrupa düşüncesinin ideolojik dayatması altında bulunuyor. Laiklik kavramının da ilk kez 1870’li yıllarda kullanıldığına dikkat etmek gerekiyor. Modernlikler bugünün dünyasında zihinsel/entelektüel iktidarı temsil ediyor. Batı, kendi siyasal/ekonomik/ kültürel modelini Batı dışı dünyaya tek model olarak dayatınca, Batı dışı dünyayı anlama, çözümleme ve bu dünyaya saygı duyma düşüncesi ortadan kalkıyor. Modern zihinsel iktidar, siyasal/kültürel yapılar modeller arasında farklılıklar olabileceğini kabul etmiyor.
Avrupa modeli, modern model, farklı modellerden birisi olarak değil, tek model olarak dayatılınca gerilimler, karşıtlıklar ve çatışmalar ortaya çıkıyor. Modern zamanlarda, modernizmin oluşturacağı türdeşliğin, etnik çatışmaları yok edeceği iddia ediliyordu, uluslar üstü popüler kültür aracılığıyla kapitalist kültürün dünyayı türdeşleştireceği sanılıyordu. Bu kibirli iddialara rağmen, bu günün dünyası etnik çatışmalar, kültürel çatışmalar ve ırkçı çatışmalara sahne olmaya devam ediyor. Batı dışı dünyanın, Batılı kavramsal çerçevelerle çözümlenemeyeceği, yapılandırılamayacağı gerçeği üzerinde neoliberalizmin diktatörlüğü, neoliberal hayat tarzı, seküler dünya görüşü, özgürlük kavramını ve düşüncesini yozlaştırıyor. Özgürlük adına herkesin dilediği gibi hareket etmesi durumunda sorumsuzluklar ve karmaşa kaçınılmaz hale geliyor. Kişisel ihtirasları ve çıkarları tatmin uğruna her yola başvurmak özgürlük fikrine zarar veriyor. Her şeyi mubah telakki eden bir özgürlük yaklaşımı, bugün olduğu gibi, toplumları derin bir fesad’a sürüklüyor. Ahlaki sınırları olmayan bir özgürlük ya da serbestlik anlayışı, amaçsızlık temelinde yaşanan bir hayat tarzı oluşturur, bu hayat tarzı her tür sapmaya ve sapkınlığa zemin hazırlar. Değerlerden bağımsız bir özgürlük anlayışı savunulamaz. Her tür aşırılığa, amaçsızlığa, sapkınlığa izin veren bir özgürlük düşünülemez. İnsanlığın ahlaki anlamda mahvına yol açabilecek bir özgürlükten söz edemeyiz. Özgürlük, insanı anlamlı, amaçlı, düzenli bir hayata hazırlar. Başkalarına zarar verme, başkalarını tahkir ve tezyif etme, başkalarını taciz etme, başkalarına saygısızlık etme özgürlüğü olamaz. Kör ve kirli bencilliklerle özgürlükler arasında bir ilişki kurulamaz. Özdenetim yeteneği olmazsa, insanlar iradelerine hakim olamazlar. Değerli, erdemli, makûl, doğru, güzel, meşru ve haklı olanı yapmakta özgür oluruz.
Batı referanslarına dayalı kültürel, siyasal, ekonomik, hukuksal kurumları ihraç amacına yönelik “insan hakları emperyalizmi” batı değerleriyle uyumlu rejimler, toplumlar, yapılar oluşturmaya çalışıyor. İslam ve Müslümanlar söz konusu olunca Batı dünyası hemen ideolojik ve ırkçı gündemi, ideolojik/ırkçı yaklaşımı seçiyor. Modern-seküler-liberal zihinsel iktidarın sistematik baskıları sebebiyle maalesef İslamî temellendirmeleri kullanamıyoruz, kendi meşruiyet referanslarımıza itibar etmiyoruz.
Müslümanlar, İslamî anlam ve amaçları kavramsal ve kurumsal anlamda somutlaştırmaksızın, İslamî varoluştan söz edemez, İslamî anlamda kendilerini gerçekleştiremezler. Neoliberal diktatörlüğün izni ve himayesi altında bir İslami dünya kuramayız. İnsanlığa ve tarihe bir bütünlük içerisinde bakarak, analitik bir perspektife sahip olarak dünyada neler olup bittiğini anlamaya ve çözümlemeye çalışmalıyız. Tarihi geriye doğru ilerletmek mümkün olamaz.
Müslümanlar olarak bugün, İslamî mirasın/birikimin/bilincin, modernliklerle hesaplaşabilecek bir noktaya gelmesi için çok çaba harcamamız gerekiyor. Müslümanların geçmişte neler yaptıklarını anlatmak yerine, bugün ne yapmaları gerektiğini, bugünü nasıl dönüştürmeleri gerektiğini tartışmaya açmamız gerekiyor. Tarihi oluşturma iradesine ve eylemine sahip olmadığımız takdirde, emperyal güçler, insanlığın geleceği üzerinde tahakkümlerini sürdürecekler. Zulme, adaletsizliğe maruz kalanların, zulme ve adaletsizliğe rıza göstermeleri beklenemez, zulme ve adaletsizliğe maruz kalanlar elbette muhalefetlerini; rahatsızlıklarını, öfkelerini dile getirecek, elbette direnişe geçecekler. Günümüzde gelenekçi, teslimiyetçi unsurlar her durumda “ne yapabiliriz ki”, biçiminde mazeretler üretirler; direnişçiler ise, her şartta yapabileceğimiz şeyler var diyerek eylemlerini sürdürürler. İslamî dilin/söylemin gerçeklikle bir biçimde ilişki kurması gerekir. İslamî dil/söylem duygusal bir içerikle sınırlandırılamaz.
Küresel etkiler sebebiyle kendi hayat tarzlarımızı korumamız, savunmamız ve temsil etmemiz gün geçtikçe daha da zor hale geliyor. Kitlesel popüler kültürün küreselleşmesi, rock müziği, futbol, sinema, televizyon, uluslararası eğlence, küresel ikonlar aracılığıyla küreselleşmenin olumsuz etkilerine maruz kalan genç kuşaklar kendi dünyalarına, kültür ve uygarlık değerlerine daha çok yabancılaşıyor.
Müslümanlar olarak öncelikle düşünsel/entelektüel/kültürel bir nüfuz’a sahip olabilmeliyiz. Kültürel etkiye sahip olabilmek için, ekonomik/endüstriyel güce sahip olmak gerekmez. Geleneksel cemaatler toplumsal/kültürel/evrensel düşünce açısından hiç bir üretkenliğe sahip değiller. Bu nedenle bu cemaatler ağır bir sessizlik içerisindeler. Bu cemaatlerde hiç bir şekilde bir üretkenlik yok, yeni bir fikir yok, yalnızca geçmişten alıntılar var. Cemaatler daha çok üstad’larının kehanetleriyle ilgileniyor, bu kehanetlerle iftihar edebiliyor. Taklitçi itaatkârlıklar üretkenlik ve özgürlükten yoksun oldukları için yeni düşüncelere, yorumlara ihtiyaç duymuyor. Yeni düşünce ve eylem biçimleri üzerinde yoğunlaşmadığımız takdirde içerisinde bulunduğumuz belirsizlik durumundan çıkamayız. İnsanların, kültürlerin, malların ve enformasyonun coğrafi sınırları aşarak gerçekleştirdiği yoğun ve etkili hareketlilik karşısında yerelliklere, etnik ve mezhepçi ilgilere kapanamayız. Kendi tarihimizi, toplumumuzu, hayatımızı inşa etme yeteneğine sahip olabilmek için, ümmet ve insanlık bilinci doğrultusunda nitelikli sorumluluklar alabilmeliyiz. Kültürü, tarihi, toplumu, siyaseti dönüştürme gücümüz yokmuş gibi davranamayız. Tarihsel olayların ne yönde hareket ettiğini, bu olayların dinamiklerinin neler olduğunu çözümleyebilmeliyiz. İslam dünyası toplumlarında, siyasal toplumun yok edilmesi sebebiyle, tarihe uyanmak kolay olmuyor. Küresel hareketlilik çağında farklı kimliklere, farklı aidiyet ve yorum biçimlerine kapanmak ilişkisizliği seçmek anlamı taşır, farklı bir aidiyete kapanmak bir çıkmaza kapanmaktır. Kendi yorumlarına, kendi gündemlerine, kendi tarz ve yöntemlerine kapananlar, bu yöntemleri mutlaklaştıranlar kendi kendilerini felce uğratır, kendi kendilerini anlayamaz/tanıyamaz hale gelirler.
Çok hoyrat bir dünyada yaşıyoruz. Ekonomik tercihler, bütün tercihlerin, bütün değerlerin, bütün değer sistemlerinin önüne geçiyor. Zayıfları da, güçlüleri de aynı hukuki, insani, ahlaki çerçevelerin içerisinde değerlendiren bir dünyada yaşamıyoruz. Kesinlikle ahlaki mülahazaları olmayan politik uygulamalar çağında yaşıyoruz.
İslam’a ve Müslümanlara yönelik, insanlığımıza yönelik emperyal alçaklıklar, ideolojik ve ırkçı alçaklıklar artarak sürüyor. Ahlaki bütün kötülüklerin kapitalizm adı altında bir sisteme dönüştüğü günümüzde, siyasal/kültürel yozlaşmalar, adaletsizlikler herhangi bir rahatsızlığa yol açmıyor; Müslümanlar da bu ahlaki kötülüklerin bir parçası haline geliyor. İslamî bilincin, algısal bütünlüğün parçalanması, bozulması sebebiyle moda eğilimler doğrultusunda İslamî yorumlar yapılabiliyor. Eleştiriye kapalı mekanik bir eğitim anlayışı sebebiyle, eleştiriye kapalı cemaat yapılanmaları sebebiyle hiç bir sapma sorgulanamıyor. Her tür sapma ve yabancılaşma ile ilgili olarak radikal ahlaki eleştiriler yapmamız gerekirken, yapmıyoruz. “Hoşgörü” temelinde yeni bir dini yaklaşım oluşturulurken, her durumda “hoşgörü” talebinin bir ahlaksızlıktan, aşırılıktan, ölçüsüzlükten, kirlilikten ve kötülükten kaynaklandığını hatırlamalıyız. Yalnızca bir cemaatin bencil çıkarlarını gözetmek adına oluşturulan bir dini söylemin meşrulaştırılması karşısında sessiz kalamayız. Dini motifleri kullanarak, çok büyük propaganda yalanlarıyla kendi tarzlarını ve yöntemlerini mutlaklaştıran cemaat, kitleler üzerinde haksız bir tahakküm biçimi oluşturuyor. Aziz İslam’ı yanlış/kirli/oportünist kavramlarla uzlaştırmaya çalışan bir İslamî akım, bir cemaat hareketi düşünülemez. İslam toplumlarında, Türkiye’de olduğu gibi, eleştirel bir bilince sahip olmadığımız için, cemaatler sorgusuz-sualsiz oluşturulan bir meşruiyete sahipler. Müslüman kitleler her şeyi unutabilir, sorun haline getirmeyebilir, İslamî oluşumları isabetli olarak değerlendiremeyebilir, tartışamayabilir, dini motiflerle süslü propaganda yalanlarına kapılabilir ancak, düşünen/sorgulayan/ bilen/sorumlu olan Müslümanlar her şeyi hatırlamak, hatırlatmak, yanlış ve çıkarcı uygulamalar, sapmalar karşısında uyarı görevlerini yerine getirmekle yükümlüdürler.
İktibas, Aralık 2010, sayı 384 (Eylül 2013, sayı 417)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *