Haşr Suresi Bağlamında, Gazze Bize Ne Öğretir?

Haşr Suresi Bağlamında, Gazze Bize Ne Öğretir?

Prof. Dr. Abdurrahman Ateş: Tarihsel arka planı okumadığınız zaman Haşr sûresini anlama imkânınız yoktur. Konu Yahudiler olduğu için (söylüyorum bunu). Sistem aynı işliyor. ‘Hiçbir zaman Yahudiler sözlerinde durmazlar.’ Ben bu konuyu konuşurken ‘siyonizm’ kelimesini kullanmaktan özellikle imtina ederim. Beni bağışlayın. Allah Teâlâ ‘Yahudi’ diyor. Medine döneminde Allah Rasulü ve Müslümanlara reva görülen zulmün arkasındaki başrol oyuncuları olan Yahudiler, bugünkü Siyonistlerden farklı mıydı ki sizce?

Prof. Dr. Abdurrahman Ateş, Kayseri Filistin’le Dayanışma Platformu (KAYFIDAP) tarafından organize edilen bir konferansta konuştu. 19 Ekim 2025 günü Melikgazi Belediyesi konferans salonunda Müslümanlarla bir araya gelen Ateş’in konuşmasının içerisinde çok önemli ve dikkat çekici tespitler vardı. Bizler de Kayseri İktibas ekibi olarak Haşr sûresinin güncel tefsiri sadedinde sayılabilecek bu konferansa katıldık. Ateş’in konuşmasından hepimiz için hatırlatma mahiyetinde olan başlıkları sizler için derledik.

Editör: Ali Durmuş

Giriş; Acziyet ve İhanet Ayrımı

Ateş Allah’tan mağfiret dileyen ve Allah Rasûlü’ne salat ve selam göndererek başladığı konuşmasının girişinde, Gazze’de geçen iki yıllık süreçte acziyet içerisinde olunduğu için sızlanan Müslümanları eleştirdi. Ateş, acizlik kavramı ile ihanet kavramının karıştırılmaması gerektiğini söyledi. Acziyetin söz konusu olabilmesi için elimizin kolumuzun, ayağımızın, ağzımızın bağlı veya kullanılamaz halde olması gerektiğinin üzerinde duran Ateş, bunların geçerli olmadığı durumlarda Gazze’ye karşı harekete geçilmemesini ise ‘ihanet’ olarak nitelendirdi. Müslümanların Allah yolunda harcama konusunda asla gerekeni yapamadıklarını belirten Ateş konuşmasının devamında sözlerine şöyle devam etti:

“Harcayarak değil, Müslümanlar harcamayarak bile destek olabilirdi ama onu bile genel anlamda beceremedi. Ay’dan Merih’ten (başka dünyalardan)(1) bahsetmiyorum değerli kardeşlerim. Bu zeminden bahsediyoruz… İster Malatya, ister Kayseri, ister Ankara, ister İstanbul olsun hiç fark eden bir şey yok bu yönüyle. Bu açıdan, bu coğrafyadaki Müslümanlar başka coğrafyalardan daha önemli ve daha öncelikli bir göreve sahiplerdi. Çünkü, Beyt’ül Makdis bu coğrafyanın ecdadının elindeyken kaybedildi. Onun bir bedeli olarak, bir keffâreti olarak bütün dünya ülkeleri boş dursa da, bu coğrafyanın Müslümanları boş durmamalı idi. Çünkü bir şey sizin elinizdeyken sizin yüzünüzden kaybedildi ise, onun elde edilmesi için de en çok mücadeleyi siz vermek zorundasınız. O yüzden, her ülkeden her toplumdan daha önemli ve daha öncelikli bir görevin sahipleriyiz. Rolümüzü savsaklamaya hiç hakkımız yoktur. Burada, Gazze’de olup bitenleri tek tek tahlil ederek duygularınızı coşturacak bir konuşma yapmayacağım. Sadece çıktılarını konuşacağız. Belki Haşr sûresi bağlamında ‘Gazze bize ne dedi, bize neyi öğretti?’ gücüm yettiği kadarı ile bunu biraz ortaya koymaya çalışacağım. (Söyleyeceklerim işin) tamamı mı? Tamamı değil elbette ama, belki bir şifre, bir anahtar görevi görebilir düşüncesi ile bunu söyleyeceğim.

Gazze Mektebi

Neden Haşr sûresi(ni seçtim)? Enteresandır, bunu Kur’an’ın bir talebesi olarak itiraf edeyim ki, birçok ayeti son iki yılda yeniden anladım. Daha önce Haşr sûresini okuduğum zaman zihnimde oluşan anlam ile, bugün okuduğumda zihnimde oluşan anlam bir değil. Haşr sûresine benzeyen birçok konuyu ben Gazze’den öğrendim. Gazze bize bunu öğretti. Yani bir mekteptir bu anlamda Gazze… Bir mekteptir, bir ekoldür, bir okuldur… Bu mektep sözünü, sadece cümle arasına sıkıştırılmış (öylesine) bir kelime olarak söylemiyorum. Bu mektebin bir müfredatı, bir kayıt sistemi var. Bu müfredatın neticesinde mektebe kaydolanlar olduğu gibi; sınıfta kalan, uzatan, hatta kaydı silinenler de var… Bir mektep olacaksa, bu yönüyle olacaktır. O açıdan Haşr sûresini yeniden, bu gözle bir kez daha okuyalım. Tevbe sûresini yeniden bu gözle okuduk. Fetih sûresini ve Hudeybiye’yi yeniden bu gözle okuyoruz. (İnanın) aynı… Aynı şartlar. Allah Teâlâ; zaman, mekan ve insan faktörünü dile getirmeden Kur’an’da evrensel anlamda neden Tebük’ten bahseder Tevbe sûresinde? Neden Bedir’in sonuçlarından bahseder Enfal sûresinde? Neden Ali İmran sûresinde Uhud’un sonuçlarından bahseder? Neden Huneyn’in sonuçlarından bahseder Tevbe’nin bir pasajında? Neden Hendek savaşından bahseder Ahzab sûresinde? Ve neden Haşr sûresinde Nadiroğullarının sürgününden bahseder? Herhalde sadece tarihte bir varmış bir yokmuşu anlatmak için değil. Kıyamete kadar Müslümanların karşılaşabileceği olayların tablosu bundan ibarettir. Uhud’un sonuçlarını Ali İmran’dan okuyun, hiç değişen bir şey yok. Huneyn’i okuyorsunuz değişen bir şey yok. Sadece Huneyn neydi? Küfrün şirkin beli kırılmış, Allah Rasûlü Huneyn’e sefere çıkmıştı. Müslümanların Allah Rasûlü ile birlikte oldukları dönemde en yüksek sayıya ulaşan İslam ordusu, en yüksek donanıma sahip İslam ordusu vardı. Ama gelin görün ki, Allah Teâlâ 2025’te biz okuyalım diye onlara seslenerek şöyle diyor. Bunu sen okuyorsun, biz okuyoruz. ‘Çokluğunuz sizi aldatmıştı da sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak ikbalinize ve istikbalinize sırt çevirip arkanızı dönerek kaçmıştınız.’ (Tevbe 25) Kime söylüyor bunu? Allah Rasûlü’nün komutanlık yaptığı bir orduya söylüyor. Allah Rasûlü’nün neyi eksikti ki sizce? Dua mı dersiniz? Ne münasebet… Tedbir mi dersiniz? Hayır elbette. Müslümanlar Huneyn geçidinden geçerken adeta ‘Bugün bize kimsenin galip gelme ihtimali yok’ dediler. Ordunun bir ucu bir yerde, bir ucu diğer yerde. Bunu söyleyen Müslümanlar; Uhud’u unutmuşlar, Bedir’i unutmuşlar, Hendek’i unutmuşlar, irili ufaklı gazve ve seriyyeleri unutmuşlar ve sayılarına bakarak ‘Bize bugün kimsenin gücü yetmez’ demişler. Peki Allah ne dedi? ‘Sayınızın çokluğu size fayda vermedi. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen dar geldi. Dağıldınız…’ Allah Rasûlü, ashâb-ı kiram kaçarken bir sahabeye (sanırım Ümmü Süleym idi) ‘Çağır onları, Rasûlullah sizi çağırıyor de!’ dedi. Bedrin aslanları da orada kaçıyor idi. Neden Allah Teâlâ bize anlattı bunu? Çünkü savaşın gereklerini yerine getirmezseniz, Allah Teâlâ ne tarihe müdahale eder, ne de yardımının garantisi vardır. Siz size düşeni yapmalısınız. Bunun için sadece adım atmanız gerekir. Ötesini Allah dolduracaktır. Ama adım atmadan (son dönem Müslümanlarının yaptığı gibi) ‘Ya Rabb yeter artık, yardımını gönder’ (demekle olmaz). Allah Teâlâ’nın zulmü durdurmaya gücü yetmediğinden veya bunu görmediğinden değil! ‘Allah Teâlâ belki de tarihte benzeri olmamış bunca zulmü, soykırımı görmüyor mu?’ diye aklınızdan geçirebilirsiniz. [Elbette olmuştur ama bu şekilde gözümüzün kulaklarımızın içine girercesine de bir soykırıma şahitlik yapmadık.] Belki duyduk sadece, ama görseli yok. Günümüzde ise canlı yayında insanların cesetlerinin parçalanmışlığını duyuyoruz, görüyoruz, izliyoruz. Artık öyle bir noktaya geldi ki, beş kişi şehit olunca haber değeri bile görmeyebiliyor. Neden? 100 kişi ölünce haber değeri olur (diye düşünülür hale geldi). Ama Allah (doğrudan müdahale etmiyor), o izzeti benimle bize yansıtmak istiyor.

Allah’ın Yardımı Yasası

Demeye çalıştığım, Allah Teâlâ bir zafer için birilerinin adım atmasını ister. O adım, zaferin sağlanması için gerekli fiziki şartları içeren bir adım değildir. Ama Allah sadece adım atın diyor. Allah İsrailoğullarını anlatırken, Maide sûresinin 20-26. ayetleri arasında yine arz-ı mukaddesin kurtarılması konusunu anlatır. Arz-ı mukaddesin şirkin çizmeleri altında işgalden kurtarılmasını… Önde Musa (a.s.) arkada Müslümanlar var. Yani o günün şartlarında İsrailoğulları. Dediler ki, ‘Orada zorba bir kavim var. Onlar oradan çıksınlar biz öyle girelim (onlar orada oldukça biz, kesin olarak giremeyiz.)’ (Maide 22) Allah’tan korkanlar onlara hatırlattı. ‘Yapmayın, siz sadece kapıdan girin, zafer sizindir.’ (Maide 23) dediler. Şimdi (sorarım size) kapıdan girmenin zaferle ne alakası var? Şehrin kapısından gireceksiniz ve onlar teslim olacak. Var mı böyle bir zafer garantisi? Allah öyle yapıyor. Ne dedi bunlar; ‘Yok biz oturalım, onlar çıksınlar, her şeyi bize hazırlasınlar. Biz şehre öyle girelim. Gitmiyoruz.’ dediler. ‘Sen ve Rabbin gidin savaşın biz burada oturuyoruz.’ (Maide 24) Allah Teâlâ yapamaz mıydı? O nesil ne oldu biliyor musunuz? 40 yıl boyunca çölde rezil kepaze dolaştılar. Allah o izzeti onlara nasip etmedi. Onlardan sonra bir kuşak geldi de arz-ı mukaddes öyle fethedildi. Sebep? Onlar çıksın biz öyle yapalım dediler çünkü. (Gazze yakılıp yıkılırken) senin işin neydi? Müslümanların silahları ne işe yarıyor, uçaklarınız ne işe yarayacak şimdi? SİHA’larınız, İHA’larınız sadece Ukrayna’yı kurtarmaya mı yarayacaktı? Sadece Karabağ için mi gerekecek? Karabağ’a yardım ettiniz, petrolünü İsrail uçakları kullanıyor. Siz de buradan komisyon alıyorsunuz. Bunun için miydi? Allah Teâlâ bunu affetmez.

Tarihsel anlamda bir mukayese daha söyleyeyim. Hatalar benden doğrular Allah’tandır. Fil sûresinde de benzer durum vardır. Ebrehe Kâbe’yi yok etmeye çalıştı da, Kâbe’nin içi putlarla dolu olmasına rağmen Allah Kâbe’yi korudu. Hem de yeryüzünün en büyük hayvanı Fil’in temsil ettiği orduyu, gökyüzünde sürüler halinde uçan (küçük) kuşlarla helak etti ve tarihe gömdü. Beş ayette Allah bize bunu anlattı. Kâbe’nin içi putlarla dolu ama Allah Teâlâ kendi hukukuna tecavüz edildiği zaman müdahale etmedi. Kâbe’nin içi putlarla dolu diye Mekkelilerin gözlerini kör etmedi veya beyinlerini dumura uğratmadı. Kendi hakkına tecavüze bir şey demiyor. Ama insanların hukukuna tecavüz edilince hiç beklenmedik bir şekilde ve zamanda Ebrehe’yi tarumar etti.

Gelin bir de bunun karşısına bir olay daha koyalım. Allah’ın yardımı nasıl gelir nasıl gelmezin cevabıdır aslında. Bu Fil vakası yaşandığında Allah Rasûlü dünyaya gelmemişti. Aynı yıl dünyaya geldi. 40 yıl sonra peygamber oldu. 63 yıl yaşadı. Hülefa-i Raşidin dönemi geçti. Emeviler döneminde Haccac-ı Zalim emrinde bir ordu, hilafetin saltanata dönüşmesine isyan eden Abdullah b. Zubeyr ve arkadaşları güvenli bir yerdir diye Kâbe’ye sığındılar. Haccac orayı da tarumar etti. Mancınıklarla (yani bugünkü roketlerle tanklarla) Kâbe’yi yıktılar. Tahrip ettiler. Allah Teâlâ’nın hiç müdahalesi olmadı. Haccac-ı zalimin önüne kuşlar çıkmadı. Allah Teâlâ’nın engelleri de çıkmadı. Adım adım ilerlediler ve Kâbe’de Müslümanların bir çoğunu şehit ettiler. Kâbe’yi de yıktılar. Allah’ın yardımı neden yoktu orada? Allah bir Peygamber gönderdi bu topluma… 23 yıl onlara her şeyi açıkladı. Dini kemale erdirdi ve o noktada bıraktı. Hulefa-i Raşidin devrinde bunun zirvesini yaşattı. Müslümanlar çok çok önemli işlerle(!) uğraşmaya başlayınca, böyle bir zulüm düzeninin payandalığını yaptılar. Allah onları kendi haline bıraktı.

1917’de de İngilizler yine Kâbe’yi yaktılar, yıktılar, tahrip ettiler. Allah yine devrede değil. Niye? Ümmetin bu izzeti kuşanması gerekiyordu çünkü. Allah’ın yardım yasasını ben acizane böyle anlıyorum. Adım atarsınız, ‘kapıdan girersiniz’… Adım atmanız bir fethin garantisi olmayabilir. Fetih ile uzaktan yakından bir alakası da olmayabilir. Adım atmanın fetihle ne alakası olabilir ki? Musa (a.s.)’ın asasının denizi yarmadaki etkisi ne olabilir Allah aşkına? Arkada Firavun, önde deniz ve Müslümanlar ‘Eyvah bize yetiştiler, yandık!’ dedikleri bir anda Musa (a.s.) dedi ki, ‘Rabbim yardım edecektir, beni yalnız bırakmaz. Bana mutlaka kurtuluş için bir yol gösterecektir.’ (Şu’arâ Sûresi 62. ayet) Nasıl yani, önde deniz arkada Firavun, neyin yardımı olabilir ki? Kimsenin aklına gelmiyordu ki… Allah için yola çıkmışlardı. Allah ne dedi, ‘Âsân ile denize vur!’ Musa (a.s.) da ‘Âsâyı denize vurup ne yapacam?’ demedi… Sen vur, deniz bak nasıl yol açacak sana. ‘İyi de yol açılınca arkadan Firavun da gelecek.’ (diyenler olmuştur). Yahu âsânı denize vur demişse Allah’ın bir planı var. Sen vur… Musa (a.s.) itiraz da etmedi. Ne gereği var demedi. Asa’nın denizde ne etkisi olabilir ki Müslümanlar? Siz sadece adım atın.

Peygamberler ve onlarla beraber olanlar öyle şeylere maruz kalmışlar ki, Rasul ve beraberindekiler sarsılmışlar. ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ demesi gereken en son kişi Peygamber’dir. Ama bunu bile söyledi ve Allah’ın yardımı geldi. O izzeti kuşanan insanları Allah asla yardımsız bırakmamıştır. Onun için, bu iki yıl boyunca belki de üzerinde en çok düşünmemiz gereken konulardan birisi budur. Allah nerede? Allah bizi bekliyor. Bizim adım atmamızı bekliyor. Siz elinizdekiyle vurun. Allah öyle bir senaryo hazırlamış ki… Tarihte benzeri olmamış. Onun için, Allah’ın yardımı bizim o yardımı kazanma izzetine bağlanmıştır. Allah’ın yasası sürekli böyle işliyor.

Kur’an ‘Yahudi’ diyor; ‘Siyonist’ demiyor

Haşr sûresine geldiğimizde, ‘Haşr’ sadece ‘toplanma’ anlamında değildir. ‘Sürgün’ anlamı da vardır. Yahudilerin Allah Rasûlü’ne ihanetinden hareketle, Allah Rasûlü’nün onları Medine’den çıkarma teşebbüsüdür. Medine’de önde gelen Yahudi kabileleri Kaynukaoğulları, Kureyzaoğulları ve Nadiroğulları idi. Kayseri’nin büyük ilçeleri gibi düşünün bu kabileleri. Peygamber, Kaynukaoğullarını bir başörtülü kadının tesettürüne el uzattılar diye Medine’den sürgün etti. Değer miydi? Değerdi. Çünkü Allah Rasulü Medine’ye geldiklerinde şehri birlikte savunacaklarına dair anlaşma yapmışlardı. ‘Bir fidye söz konusu olduğunda birlikte ödeyeceğiz. Hep birlikte Medine’yi yöneteceğiz.’ diye anlaştılar. Allah Rasulü çok topluluklu toplumsal bir yapı oluşturdu ve onlar da bunu baştan kabul ettiler. Sonra Nadiroğulları sonra da Kureyzaoğulları bozdu anlaşmayı. Haşr sûresinde isim ve mekân yok ama tarihsel arka planda bu var. Tarihsel arka planı okumadığınız zaman Haşr sûresini anlama imkânınız yoktur. Konu Yahudiler olduğu için (söylüyorum bunu). Sistem aynı işliyor. ‘Hiçbir zaman Yahudiler sözlerinde durmazlar.’ Ben bu konuyu konuşurken ‘siyonizm’ kelimesini kullanmaktan özellikle imtina ederim. Beni bağışlayın. Allah Teâlâ ‘Yahudi’ diyor. Medine döneminde Allah Rasulü ve Müslümanlara reva görülen zulmün arkasındaki başrol oyuncuları olan Yahudiler, bugünkü Siyonistlerden farklı mıydı ki sizce? Siyonist deyince farklı bir şeyden bahsediyor gibi, biraz daha güzelleme yapmaya çalışıyoruz gibime geliyor. Allah bunlardan ‘Yahudi’ diye bahsediyor. 14 asırdır Maide sûresinde Rabbimiz söylüyor; ‘İman edenlere en azılı düşmanlık edenler olarak yahudileri ve sonra müşrikleri bulacaksın.’

Yahudiler ile İlgili İki Yanlış Zann

Haşr sûresinin nüzulünün arka planında Nadiroğulları vardır. Bir diğer konu, onlar Allah Rasûlü’ne bir suikast düzenlediler. Oldu bittiye getirip öldürmek istiyorlardı. Faili meçhul bir cinayete neden olacaklardı. Allah Rasûlü ilahi bir ikazla bunu haber alınca, oradan ayrıldı ve derhal birlik hazırlayıp Nadiroğullarını kuşattı, onlara süre tanıdı. Onlar da çıkmamakta direndiler. Sebebini Rabbimiz Haşr sûresinin 2. ayetinde söyler. Çok enteresan iki cümledir. ‘O Haşr (sürgün) günü ehli kitabı memleketlerinden sürgün eden Allah’tır.’ Sonra der ki Müslümanlara; ‘Siz onların oradan çıkacağını zannetmiyordunuz.’(2) ‘Onlar da evlerinin (kalelerinin) kendilerini Allah’a karşı koruyacağını zannediyorlardı. Ama Allah (O’nun azabı), onlara hesap etmedikleri bir şekilde geliverdi. Onların kalplerine bir korku saldı. Hem kendi elleriyle hem müminlerin elleriyle evlerini yıkarak oradan çıktılar.’

Şimdi burada iki cümleye takılıyorum. Siz onların çıkacağını zannetmiyordunuz. Niye? Çok güçlüler çünkü. Mümkün değil çıkaramazsınız. Siz öyle zannediyordunuz diyor Allah. Burada Allah Teâlâ genel bir kanaati söylemiyor. Müslümanların kanaatini söylüyor. Onlar da kendi evlerinin kendilerini Allah’a karşı koruyacağını zannediyorlardı. Bu ikisi de yanlış zandı. Birisi Yahudi zannı, biri Müslümanların zannı… Allah dedi ki, ‘Allah onlara hesap etmedikleri şekilde geldi.’ Kalplerine korku salınca evlerinin sağlamlığının hiçbir anlamı kalmadı ve kendi evlerini yıkarak çıktılar. Sürgün böyle gerçekleşti. İki yanlış zan üzerine Allah Teâlâ bir düşünceyi bina ediyor. Allah aşkına hepimiz bu coğrafyadaki Müslümanlar İsrail ile alakalı ne düşünüyorduk? ‘Dünya’nın yenilmez gücü. Mossad muazzam bir istihbarat ağı; erişilmez, girişilmez, ulaşılmaz.’ diye düşünülürdü. 07 Ekim 2023 sabahı ne oldu?

Şimdi bir şey diyeceğim, belki hepiniz bilirsiniz ama çok fazla dile getirilen bir bilgi değildir. İsrail’in elinde (Mossad elinde) Gazze’nin neresinde ne olduğuna dair hiçbir bilgi yok mu dersiniz? Bütün problem 20 asker mi, ne mesele? Bunu ben acizane işin içinde olan birinden duymuştum. Dedi ki, ‘07 Ekim sabahı Müslüman mücahitler onların bütün arşivlerini uçurdu. Arşivlerin kopyası olabilir ama şifrelerini bilen bütün elemanları gitti. Bunların yerine koyacakları eleman yok. Şifreleri çözemiyorlar bütün problem bu.’ Dolayısı ile bir günde hazırlanan bir operasyon değildi bu tufan. Ebu Ubeyde ilk günlerde ne demişti? ‘Biz istemeden alamayacaksınız.’ dedi ve öyle oldu. İki yıl boyunca bulamadıkları gibi alamadılar da… O yüzden, güçlü görünen, erişilmez ulaşılmaz zannedilen güçlerin Allah tarafından nasıl dize getirildiğinin belki Kur’an açısından bize anlatılan örneğidir Nadiroğulları. Siz onların yenilmeyeceğini zannediyordunuz, onlar da bize güç yetiremezler diyorlardı. Yahudiler Aksa Tufanı’nda iki yıl boyunca ne ile mücadele etti. Karşılarında bir devlet ordusu mu vardı? El yordamı ile yaptıkları silahlar, onların dünyaya meydan okuyan tanklarını birer birer tarumar etti. Bu, onların nasıl bir zaaf içinde olduklarını, Müslümanlar istediği zaman Allah’ın iradesi devreye girdiğinde nasıl bir başarı elde edileceğinin somut bir göstergesi olmuştur. Sadece bundan mı ibaret? Güç dengesi ile alakalı değil sadece. Burada bize şöyle bir ders de çıkar. Demek ki aslında galip gelmek için fiziki şartlar yetmiyor. Ya da düşmana korku salmak için, düşmanı hezimete uğratmak için sadece sayı ve güç önemli değildir. Haşr sûresi, adım atmanın, kat ve kat daha fazla olan sayıları dize getirebiliyor oluşunun bize anlatılmasıdır.

Ağaçları Kesemedi Müslümanlar…

Sûreye devam edecek olursak, Allah Teâlâ Haşr sûresinde, bir de ağaçların kesilmesinden söz eder. Yahudiler direndikleri ilk zamanlarda Allah Rasûlü ağaçların kesilmesini emretti. Bu emir Allah Rasûlü’nden kaynaklanmadı. Ama onun bu emrini Yahudiler, polemik ve demagoji konusu yaptı. ‘Ne biçim peygambersin, ağaçlardan ne istiyorsun, savaşı anladık da neden ağaçları kesiyorsun?’ dediler. Allah Teâlâ sözü aldı ve beşinci ayette, ‘…herhangi bir ağacı kesmeniz veya onu olduğu gibi bırakmanız da hep Allah’ın izniyledir.’ dedi ve yapılan fiili Allah üstlendi. Neden burada Allah ağaçtan bahsetti ki? Bu sûrenin ortasında ağacın kesilmesi meselesi ne önem arz ediyor ki? Yahudilerin can damarı vahy, maneviyat veya inanç falan değildir. Onların can damarı maddiyattır. “Yemin olsun ki, (Yahudileri) müşriklerden bile daha fazla yaşamaya en hırslısı olarak görürsün; her biri bin sene yaşamak ister…” (Bakara 96) Bu Yahudilerin can damarını kesmenin bize anlatılan biçimidir. Bugün boykotun önemini biz bir kez daha öğrenmiş olduk.

17 Ekim 2025 günü medyaya düşen bir haber vardı. Serbest bırakılan İsrail esirlerine İsrail şirketi bütün ürünlerinin bulunduğu hediye paketi hazırlamış. Size, malum markanın telefonlarını çöpe atın veya aldığınız İsrail mallarını çöpe atın demiyorum. Bunun manası yok, kastım o değil. Bunu umursamadan, kime destek verdiğimizin farkında olmadan alışveriş yapılmasından bahsediyorum. Ağaçları kesemedi Müslümanlar, kesemedi… Bunu yaparken de Yahudilerin bir karakterini onlardan ödünç aldılar. Milattan kaç bin yıl önceki Yahudilerin/İsrailoğullarının karakterini ödünç alarak yaptık bunu. Mersin’den Hayfa’ya, Tel Aviv’e gemi gitmiyor belki, onu anladık… Başka kanallar kullandılar. Fas’tan, Yunanistan’dan dolambaçlı yollar kullandılar. Direkt var mı gemi dendiğinde, ‘Yok canım yok..’ (dediniz). Kimse bunu olmamış gibi yok sayamaz. Zulmün bir desteğidir bu. Bu Yahudileri terbiye etme konusunda öncelikli ve en önemli bir meseleydi. Çünkü İsrailoğulları maneviyatla değil maddiyatla ayakta duruyorlar. Müslümanlar bunu yapamadı.

Günahların Hiyerarşisi

Allah Teâlâ, Mumtehine sûresinde Müslümanlarla başka inanç mensupları arasındaki münasebeti 8. ve 9. ayetlerde özetler. ‘Sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan çıkarmayanları veli edinmenizi ve onlara iyilikte bulunmanızı Allah yasaklamadı.’ Bu iki şartı yerine getiren bir topluma Müslümanların iyilik yapabileceğini söylüyor. Devamında Rabbimin üç madde sıralıyor, ‘Din konusunda sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardımcı olanları veli edinemezsiniz. Kim bunu yaparsa zalimdir.’ Din konusunda Müslümanlarla savaşanları biliyoruz. Yurtlarından kimin kimi çıkardığını da biliyoruz. Bilmeyen ahmaklar da olabilir. Allah’ın söylediği üçüncü sınıf kimdi? Müslümanların yurtlarından çıkarılmasına yardımcı olan, lojistik destek verenler… (Kastedilen) sadece silah yardımı değil; beslemek de dahil, kalkındırmak da dahil, bütçelerini düzeltecek bir katkı sunacak işlem veya müşteri olmak da dahil, yapamazsınız. Yaparsanız zalimsiniz. Hani çok meşhur bir olaydır, bu dönemlerde çok yad edildi, İzz b. Abdüsselâm… 1200’lü yıllarda Haçlı seferlerinin Müslümanları perişan ettiği dönemlerde, Müslüman coğrafyada Beytül Makdis’in yine hedef olduğu dönemlerde bir mutasavvuf ve aynı zamanda direniş ruhu olan ve kimseye eyvallah etmeyen gerçek bir ilim adamıdır İzz b. Abdüsselâm. Ona bir terzi ‘Bana Haçlı askerlerinin siparişleri geliyor onlara elbise dikiyorum. Bu elbise dikmemle zalime destek olmuş sayılır mıyım?’ diyor. İzz b. Abdüsselâm ona, ‘Sen zalime destek olmuş olmazsın bizzat zalim olursun. Sana iğne iplik temin eden zulme destek olmuş olur.’ diye cevap verir.

Biz boykotu sadece siyasi ideolojik bir kavrama dönüştürdük. Hocalarım beni bağışlasınlar, söyleyeceğim şey fetva değildir ama günah hiyerarşisi ile alakalı bir şey söyleyeceğim. Mesela zina yapmak mı büyük bir vebal, namazı terk etmek mi? Bizim toplumumuza göre zina çok daha büyük fahşiyattır. Ama Allah’a göre namazı terk etmek daha fahiş bir günahtır. Zina ettiği için sahabe döneminde kimse küfürle nitelenmemiştir ama namazı terk ettiği için küfürle nitelenmişlerdir mesela. Günah hiyerarşisi ile kastettiğim budur. Şimdi bakın, bir markette domuz eti satıldığında, içki satıldığında bu coğrafyanın Müslümanları bir rezerv koyuyor. Neden gidip o marketten alışveriş yapmayayım diyor. Şuramdan (kalbimden) söylüyorum, bir insanın marketinde-işyerinde içki satması, domuz eti satması, İsrail’e açıkça destek veren/bunu ilan eden firmanın ürününü satmaya göre çok basit kalır. Allah Rasûlü döneminde zina ettiler, tövbe ettiler. İçki içtiler tövbe ettiler. Hırsızlık yaptı tövbe etti, bitti. Peki İsrail’e destek veren bir ürünü alan Müslüman, sözüm ona, oraya gönderdiği kurşunun parasını vermek sûreti ile birinin şehadetine neden oldu ise bunun bedeli nedir? Tövbe mi dersiniz? Her günahın tövbesi aynı cinsten değildir. Her günahın tövbesi de ayrı olur. Kâbe içine girip dua etmekle her günah bağışlanmaz. Bunun telafisi yok. Neden? Çünkü senin yaptığın yardım birisinin ölümüne araç oldu.

Geçen gün bir cenaze yemeğinde (sizin burada da cenaze evinde yemek verirler herhalde) bir baktım birisinin elinde bir poşet ve içinde o malum meşrubat var. Getirdi, insanlar yemek yiyordu. (Ama kusura bakmayın Gazze sürecinde hiç kimsenin eskisi gibi olmadığı gibi ben de eskisi gibi değilim. Eskisi gibi olma imkânı yok artık. Firavuna giderken kavli leyyin ile gidersiniz. Ama gözünün içine baka baka beraber namazda aynı safta duran insanların düşmana açıkça yardım etmesine ben tahammül edemiyorum, edemem.) Taziye, teselli anlamında birkaç söz ettikten sonra bunu söylemeden olmaz diye düşündüm. Bana katılmayabilirsiniz ama benim görüşümdür. Bir şey söylemeden gitmeyeceğim buradan dedim. Kola getirenler ve içenler de oradaydı. ‘Bir dahaki taziyenizde bir de bira getirseniz olabilir’ dedim. Bira bile getirseniz bu belki de anlaşılabilir. Adam teselli olmak için böyle bir şey yapıp aklı başına gelince pişman oldum nefsime uydum diyerek tövbe edebilir. Ancak diğeri öyle değil. Göz göre göre ve bile bile yapıyorlar (boykotu deliyorlar). İki yıldır bunu duymayan, algılamayan, anlamayan var mı Allah aşkına. Dünyanın öbür ucundan 497 kişinin %80’i ateist olan adamlar (Sumud filosuna katılarak) geldi, onları neyin bekleyeceğini bilmeden insan olma paydasında birleştiler. İsrail’in korkulu rüyası oldular. Müslüman olmak gerekmiyor, insan olmak yetiyor. Bu insanların dertleri neydi? Boykotu çiğneyenler Mars’tan Venüs’ten gelmiyor, bizim çocuklarımız. Sizin burada durum nasıl bilmiyorum. Bulunduğum gittiğim birçok yerde aynı tablo vardı. Geçen başka bir yere gittim. ‘Hocam o kahve markası burada yeni bir mağaza açılışı yaptı’ dediler. Paris’te Ürdün’de mağaza kapatılıyor, burada ciro yüksek olduğu için mağaza açıyorlar. Ondan sonra ‘Allah yardım etsin’ diyoruz. Allah yardım etmez. Bu bizim imtihanımız.

Gazzeliler her hâlükârda kazanmıyor mu sizce? Allah’ın lügatinde ‘mağlubiyet’ Müslümanlar için söz konusu olmamıştır. Kur’an’da ‘Rumlar mağlup oldular’ der ama Müslümanların yaptığı hiçbir mücadelede ne Uhud’da ne Huneyn’de mağlubiyet kelimesi kullanılmaz, yanlış yaptıkları anlatılır. Öldürülebilir Müslümanlar, bir nesil yok edilebilir ama yine de adı kazançtır. İsterseniz Burûc sûresini okuyun. Müslümanları hendeklere dolduranlar, yakanlar ve yakanlarla birlikte hendeklerin başında onların icraatını seyredenler, hepsine ‘kahrolsun’ der. ‘İman edip salih amel işleyenler var ya, onlar için bu büyük kazançtır.’ (Burûc 11) Aslına bakarsanız o kâfirlerin yok ettiği nesilden kimse yok şu anda. Ama Allah ‘Bu büyük bir kazançtır’ diyor. Nasıl bir kazanç ki? Bizim cepheden bakınca ne elde ettiğimizi kıyaslıyoruz. Mesele o değil ki… Mü’min ya öldürülür kazanır ya galip gelir kazanır. İki türlü de ücretini alır. Kaybeden sadece seyredenlerdir. Dolayısı ile biz bu anlamda Allah Rasûlü’nün Nadiroğullarının ağaçlarını kesmesinin bir boykot anlamına geldiğini bir türlü öğrenemedik. Onlara ekonomik anlamda ders vermek anlamına gelen bir eylem olduğunu bir türlü idrak edemedik.

Ka’b b. Malik Kıssasında Bizim İçin Örneklik Var

Vahyin aydınlığında meselelere bakmak gerekiyor kardeşlerim. Ka’b b. Malik ve arkadaşları (üç kişi) Bedir’e katılan ve Bedir şerefini üzerinde taşıyan bu insanlar Tebük seferine katılmadılar. Sebep? Mevsim sıcaktı, yol uzun ve meşakkatli, ürünler bol… Medine’de kalmayı tercih ettiler. Dönüşte Medine’de bu şekilde mazeretli/mazeretsiz kalan onlarca insan var. Adına Müslüman denilen veya adına Münafık denilen ama işi savsaklayan insanlar vardı Medine’de… Allah Rasûlü münafıklara uyguladığı tarife ile Ka’b b. Malik ve arkadaşlarına uyguladığı tarife neden farklı sizce? Bir Müslümana bu eziyet yapılır mı(!) Ka’b b. Malik geldi ‘Benim hiçbir mazeretim yok, katılmadım’ dedi. Allah Rasûlü ‘Kimse bunlarla konuşmayacak’ dedi. Bir insanın bir insanla konuşmaması için üç gün süre veren Allah Rasûlü, bütün toplumu boykota çağırdı. Ka’b anlatıyor, ‘Gidiyorum Rasulullah’a, ona yaklaşmak için selam veriyorum. Bana duyurmamak için yüzünü çevirip selamımı sessizce alıyor.’ Elli gün boyunca bu şekilde devam ediyor. Neyi mi anlatıyorum? Gazze bu iki yıllık süreçte Müslümanlarla birlikte olmaktan kaçınan, meydanlarda görünmek istemeyen, küçümseyen, boykotu lüzumsuz gören, Hamas’ın selefiliğini bahane ederek kendi tasavvufi tarikat anlayışını gündeme getirmek sûreti ile Kassam’ın selefiliğini gündeme getirerek boykotu müridlerine asla tavsiye etmeyen ve buna girişmeyin diyen, iki yıldır hiç meydanlarda boylarını gösterdiğini görmediğimiz bu insanları da bir kenara not eder misiniz? Bunun bir bedeli olması lazım. Ka’b b. Malik örneğini bunun için verdim. Allah Rasûlü Tebük seferine katılmayan diğerlerine yaptığı muameleyi neden ona yapmadı? Kimse konuşmasın dedi. Neden? Çünkü yaptığı normal bir şey değildi. Başka günahları işleyen hiç kimseye Allah Rasûlü böyle bir prosedür uygulamadı. Bunu ciddi anlamda söylüyorum. (Biz Gazze konusunda) kimi not edeceğiz? Siyasileri, sivil toplum kuruluşlarını, tarikatları, cemaatleri… v.s. her kim buna omuz vermemişse, iki yılın sonunda mücahitlik tafraları atmalarına müsaade etmeyelim lütfen. Ben not ettim sizler de not edin. Yarın bir gün karşılaştığımız zaman eskisi gibi olmayacak. Bu söylediğim, ilişkiyi kesin anlamında değildir. Ancak hiçbir zaman (ilişkimiz) önceki gibi olmamalı. Ka’b b. Malik’in yanında, bizim yaptığımız daha büyük bedeller gerektirir. Ya da şöyle diyelim, Allah Rasûlü bugün olsaydı ne yapardı sizce? Tebük seferi neden yapılmıştı? Bizans harekete mi geçmişti, hayır sadece hazırlık yapmıştı. Onlar harekete geçmeden kendi vatanlarında kıstırmak için kilometrelerce yol yürüdü, Ceyş’ül Usra oldu. Saat’ül Usra diyor Rabbimiz, ‘Zorluk Seferi’. Allah Rasûlü hayatımızda olsaydı şimdi ne derdi? Allah Rasûlü bizim kendisine kurban olmamızı istemiyor, kendisine ‘Gül Muhammed’ dememizden hoşlanmıyor. O değil mesele… Sadece ‘Benim gibi yapın’ diyor.

Haşr sûresinin devamında Kur’an’ın temel ilkelerinden birinden bahseder. ‘Allah Rasûlü size ne dediyse onu alın, sizi neyden alıkoyduysa ondan kaçının’ bağlam itibarı ile Nadiroğullarının ganimetleri ile alakalı da olabilir ama kesinlikle genel anlamda bir ilkedir. Bu hengamede Allah Rasûlü’nün ne diyebileceğini gerçekten tahmin etmek çok zor mu? Kimi boykot ederdi, kiminle konuşmayı kesin derdi? Emin olun bunu Allah Rasûlü’nü tanıdığınız oranda tespit edebilirsiniz.

Mekke Müşrikleri, Medine Münafıkları ve Günümüzdeki Emsalleri

Medine’de o dönem Müslüman toplumu oluşturan mağdur, muhacir kesim var. Bir de ensar var (başkalarını kendisine tercih edenler, îsâr [yani özgecilik, diğergâmlık] yapanlar var. Sûrenin sonraki bölümü bunlardan bahseder. Allah Teâlâ, Müslümanların hata yapanlarını bağışlayacağını bize öğrettiği tabloyu bize anlatır. ‘Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!’ (Haşr 10) Sonrasında bu Nadiroğulları ile alakalı sürgün olayı ile, Yahudiler ve münafıklar üzerinden bize mesaj veriyor. Bunun yansımasını neden bize anlatıyor Rabbimiz? 11-16. ayetler arasında bu konuyu anlatır. Mesela münafıkların Yahudilere söz verdiğini anlatır. ‘Eğer siz yurdunuzdan çıkartılırsanız size yardım ederiz. Sizinle savaşılırsa biz de sizinle birlikte Müslümanlara karşı savaşırız.’ (Haşr 11) Ama münafıklar Yahudileri yalnız bıraktılar. Sadece bu mu? Burada peki ne anlamamız lazım? Şimdi şöyle bir cümle kursam beni aşırıcıkla itham etmeyin. (Dikkat edin) Medine münafıklarının bir şahsiyeti, bir kişiliği, bir onuru var. Mekke müşriklerinin de öyle. Risâletin Mekke döneminin son yıllarına doğru müşrikler Müslümanları boykot ettiler. Boykot kararını alanlar müşriklerin azgınları idi. Bu kararı verenler Müslümanların çektiklerine tahammül edemediler. Kabile refleksi diyebilirsiniz, aşiret taassubu diyebilirsiniz, ne derseniz deyin ama kendi yaptıkları anlaşmayı kendileri iptal ettiler. Neden? Çünkü bu kadar da olmaz dediler. Mekke dönemindeki müşriğin bir asaleti varmış. Medine döneminde de münafıklar Müslümanlara ihanet ederek Yahudilerin yanında kalmaya söz verdiler ama yapmadılar. Allah bunu bana neden anlattı ki? Onların kaypaklıklarını anlatırken bir taraftan da işte bu dediğim durumu bize yansıttı. Bugün ümmet dediğimiz coğrafya Müslümanları yalnız bıraktı. Yetmedi, Müslümanları yurtlarından çıkaran, onlarla din konusunda savaşan insanlara açıkça destek verdiler. Allah aşkına, Kolombiya Katolik bir ülkedir. İsrail’e karşı bir güç oluşturalım demesi gereken Kolombiya mı idi? İstanbul’da İDEF Savunma Sanayi fuarı açıldı. Müslümanlar ‘Bunu yapmayın’ dediler (dinlemediler).(3) Aynı fuar İspanya’da da açılacaktı, anlaşmalara rağmen iptal ettiler. İsrail’e silah taşıyan gemilerin boğazdan geçmesine müsaade etmedi. Sumud’un İspanya’dan kalkmasının esprisi neydi? Allah aşkına Kayseri’de, bizim Malatya’da, Ankara’da veya İstanbul’da, Barcelona’da yapılan büyüklükte bir miting yapıldı mı? ‘Miting yapılınca ne olacak?’ diyebilirsiniz. Avrupa’da yapılan mitingler hükumetleri sarsıyor veya doğru karar almalarına vesile oluyor. İngiltere’yi, Almanya’yı, İtalya’yı hizaya çekti. Neredeyse hilafet Endülüs’ten çıkacak diye beklemeye başladık. Olması gereken onlar değil, bizdik. Müslümanlar bu yönüyle Gazze’yi yalnız bıraktı. Bırakmakla kalmadı, bir de Gazze’ye düşen bombaların hepsinde birçok Müslümanın katkısı var. Uçakların bombalama sürecinde onların gazlarını/yakıtlarını sağlayan, Müslüman coğrafyaların petrolleridir. Bu ihanet asla unutulmayacak, unutulmamalıdır. Bu barış görüşmelerinde ateşkes sağlanmasından sonra sanki her şey bitti gibi davranılıyor. Yapmayın Allah rızası için. Rehavet her dönemin problemidir, her hareketin başlangıç dönemlerinde bir coşku, bir ruh, bir direniş ve bir asalet tavrı vardır. Sonra insanlar işler rayına oturduğunu zannedince rehavet başlıyor. Hadid sûresi 16. ayette ‘İman edenlerin, Allah’tan gelen hakikate, indirdiği vahye boyun eğme ve kalplerinin ürpermesinin zamanı hâlâ gelmedi mi? Onlar, zamanla kalpleri katılaşıvermiş ve birçoğu yoldan çıkmış olan önceki kitap ehli gibi olmasın.’ Bu ayetin muhatabı kim? Muhatap Bedir’e ve Uhud’a katılan Müslümanlardı… Kalplerin katılaşma süreci bizlerde de başlayabilir. Müslümanlar aldanmayacak. Bu olay yeni başlamadı. Bitmeyecek de… Genç kardeşlerimiz belki bilmezler ama yaşı müsait olanlar bilirler. 1982’de Sabra Şatilla’da ‘Silahları bırakın barış olacak’ dendi. Gittiler bir gecede binlerce insanı katlettiler. Kasap lakaplı Ariel Şaron yaptı bunu. Tarihte ilk defa olmuyor bunlar. Şundan emin olmalıyız ki, oradaki Müslümanlar dünyadaki Müslümanların tamamından çok daha iyi tanıyorlar Yahudi zihniyetini. Buna rağmen (Hamas) anlaşmayı kabul ettiyse, sadece Hudeybiye’nin hatırına kabul etti. (Şuan) aleyhte olabilir ama ilerde feth-i mubînin adı da olabilir. Hz. Ömer, Allah Rasûlü’ne öyle demedi mi? Maddeleri hazmedemedi ve ‘Sen Allah’ın Rasûlü değil misin?’ dedi. Allah Teâlâ fetih diye nitelendirdi Hudeybiye anlaşmasını. İki yıl sonra gerçekleşecek Mekke’nin fethinin habercisi oldu. Mesele esasında bu da değil. Fetih olmayadabilir. Ama Müslümanlar anlaşmanın Müslümanların lehinde veya aleyhinde olduğunu tartışmak yerine şunu tartışsınlar: Biz o Müslümanları neden buna mahkûm ettik? Bunun bedeli Allah tarafından bir şekilde ödetilecek. Rabbimiz bunu anlatıyor.

Müslümanların Hervele ve Remel’i

Sonra sûrenin devamında, ‘Sizin onların kalbinde oluşturduğunuz korku, onların Allah’tan olan korkularından daha fazladır.’ diyor Rabbimiz. ‘Onlar Allah’tan çok sizden korkarlar.’ Nasıl yani? Onlar ifadesi hem Yahudiler hem de onlara destek sözü veren münafıklardır. Müslümanlar korkutucu ve aynı zamanda caydırıcı bir güçtür. Bu, Müslümanlara Allah Teâlâ’nın yüklediği bir roldür. Bu cümleyi bugün okuyoruz. Müslümanların zalimlere, kâfirlere karşı pozisyonu bu olmalı. Zalimler bir işi yapacakları zaman Müslümanların gücünü dikkate alarak derin derin düşünmeleri, korkmaları gerekirdi. Yeryüzünde bugün İslam düşmanlarının, Gazze’nin o sıkışık tünellerinde kalan Müslümanların dışında korktuğu hiç kimse yok. Bu cümlenin muhatabı bugün yeryüzünde sadece onlar, beni bağışlayın. Bugün Yahudiler için ‘Allah’tan daha çok korkma nedeni’ olan onlardır. Şovmenlerinden değil de samimi olarak Sumud filosuna katılan kardeşlerimizden zaman zaman duyuyoruz, ‘İsrail askerlerinin ellerinde son teknoloji silahlar olduğu halde tir tir titriyor’ diyorlar. Evet Müslüman’dan korkulması lazım. Eğer Müslüman’dan korkulmuyor ise Müslümanların o inançlarını gözden geçirmesi lazım. İçinizden Hacca ve umreye gidenler vardır. Gitmeyenlere de Allah nasip etsin. Şimdi orada Allah Rasûlü’nün bir uygulaması var. Gitmeyenler de bilsinler. Tavafta ‘remel’, Safâ-Merve’de sa’y yaparken ‘hervele’ isimli bir uygulama var. Allah Rasûlü hicret ettikten 6 yıl sonra Kâbe’yi ziyarete geldiğinde, belli bölgede ‘koşar adımla ve pazularınızı açarak (Türkçesi gövde gösterisi yaparak) yürüyün’ dedi. Bu yürüyüş başka yerde caiz değildir. Buna tavafta remel, sa’y ederken hervele denir. Allah Rasûlü bunu neden ortaya koydu? Müşrikler Kâbe’yi boşaltıp geriden (hicretten sonra ilk defa tavafa gelen) Müslümanları seyrederken, Müslümanların hicretten sonra nasıl zayıfladıklarını, muhtaç duruma düştüklerini ve sefil olduklarını gözlemleyerek sevinmek istediler. Bunu haber alan Allah Rasûlü güçlü görünmeleri ve bu izlenimi vermemeleri için bunu yaptı. Gazze sürecinde iki tane Hacc dönemi geçirdik. Binlerce umre yapıldı. Müslümanların Hervele ve Remel’inden kim ne kadar etkilendi? Şöyle bir hakkıyla orada dolaşamıyorsunuz bile. Korkutan Müslümanlar yok. Sadece elinde silah olan Kassam’ın mücahitleri değil, altı bez bağlı bebekler bile İsrail için korkutucudur. Çünkü onlar büyüdüğü zaman canına ot tıkayacağını biliyorlar, öyle değil mi Allah aşkına? Bugün mesela 5-6 yaşındaki Gazze’nin kurtulan çocukları bu zulmü unutacak mı dersiniz? Ortalama 70 yaşına kadar yaşarlarsa, bu çocukların yaşadığı süre içerisinde İsrail zulmünü yeryüzünde haykıracak bir nesil daha olacak. İsrail’in derdi bu… Ama yok edemeyecekler. Allah Teâlâ bize Yahudileri/düşmanları korkutacak bir güç olmamızı özellikle istiyor ama yok. Peki neden yok? Bunun reçetesini Allah Rasûlü vehn hadisinde söyler. Peygamber, ‘Çeşitli ümmetlerin sizi yok etmek için bir araya gelecekleri günler yakındır.’ dediğinde sahabe sordu, ‘Ya Rasûlullah bu bizim azlığımızdan mı?’ Allah Rasûlü, “Bilakis o gün (sayıca) çok olacaksınız. Fakat selin üzerindeki köpük ve çer çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanınızın kalbinden korkunuzu çıkarıp atacak ve kalbinize ‘vehn’ gelecek” buyurdu. (Ashaptan biri) “Ey Allah’ın Resulü ‘vehn’ nedir?” diye sordu. ‘Hayatı sevmek ve ölümden korkmaktır.’ dedi. Ölümle aranıza duvar çektiğinizde bütün amaç dünya olduğunda kalbinize vehn girer ve vehn girince düşmanın korkusu kalmaz. Düşman bunu çok iyi bilir. Bu yüzden Allah Teâlâ böyle bir rol yükledi bize.

Haşr sûresi 14. ayette Rabbimiz dedi ki, ‘Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde (mertçe ve açıktan) savaşamazlar.’ Böyle gizli kapaklı, haince saldırılar. ‘Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır.’ Keşke bu özellik çağımızda Müslümanların özelliği olmasa idi. Allah bize bunu Yahudilerin özelliği olarak söylüyor. Oysa yaşadığımız iki yıllık süreçte Müslümanların parçalanmışlığını görmek/gözlemlemek gerçekten acı verici. Gazze gibi bir zaman diliminde Müslümanlar bir araya gelememişse ne zaman gelir. Bu anlamda Allah Teâlâ bunu sadece iş olsun diye söylemedi. Devamında Rabbimiz Kur’an ile alakalı bir temsil getirdi ve 21. ayette dedi ki, ‘Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu Allah korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.’ Niye bu konu ile alakalı bu sözü söyledi? Kalbi katılaşan insanlar Kur’an’dan öğüt almak anlamında faydalanamazlar. Eğer birisi Kur’an’dan faydalanmıyor ise kalp katıdır. Yaşanan olaylardan etkilenmiyordur, umursamıyordur. Duygusal anlamda sadece bir iki dakika gözyaşı döküp kaldığı yerden aynı lagalugaya devam edecektir. Dolayısı ile, vahyin ağırlığına dağ bile dayanamayıp paramparça oluyor. Ama insan eğer vahy ile birlikte olmazsa farklı bir noktaya gelebiliyor.

Sonuç

Sonuç olarak Haşr sûresini yeniden bir kez daha bu gözle okumakta fayda var. Bize ne söyler, nereye konumlanmamızı ister? Düşmanımızın ne yapmaya çalıştığını bize öğreten sûredir Haşr sûresi. Bu iki yılın sonucunda, Allah’ın 14 asırdır Müslümanlara hatırlattığı ‘Yahudilerin azılı düşman oluşu’ konusunu Müslümanlar ayetlerden anlamadı, Gazze öğretti… Allah Teâlâ’nın zaman zaman bizim örnek getirdiğimiz ayetini, bel hum edal; eğer bir insan Allah’ın buyruklarına aykırı davranırsa hayvanlardan aşağı duruma gelebildiğini’ bu dönemde daha iyi anladık. Hiçbir yırtıcı hayvan, ne kendi türdeşini ne de başka hayvanların tamamını yok edecek bir anlayışa/hayata sahip değildir. Bakın hayvan diyorum. Allah Teâlâ’nın neden bunu söylediğini yeniden anladık. Yeryüzünde böyle bir varlık yok. Çoluk çocuk, kadın, masum demeden bir soykırım uygulayacak bir hayvan yeryüzünde yoktur. Ne aslan ne kaplan, ne sırtlan böyledir. Onlar hayvanlardan aşağı olduğunu Gazze bize öğretti. Bakın dünyada Yahudilerden özellikle İsrail’den nefret bu zamanki kadar hiç olmamıştır. Allah Teâlâ’nın her olayın arkasından bir hayr murat ettiğini gerçekten bu kadar iyi anlatamazdınız. Bugün bütün dünya insanlığı, dinli/dinsiz, kutsalı olan/olmayan fark etmiyor İsrail’den nefret ediyor. Filistin’i ortadan kaldırmaya çalıştıkça Filistin daha fazla var olmaya devam ediyor. Dünyanın öbür ucunda hiç umulmadık bir biçimde insanların Filistin’e sahip çıktığı bir dönem yaşıyoruz. Vahyin ilk dönemlerinde İslam, Ebu Leheb sayesinde Mekke dışına çıkmıyor mu? Bazen böyle oluyor. Bu süreç bize korku duvarlarını yıktırdı. Yenilmez hiçbir toplum, erişilmez bir güç olmadığını bir avuç Müslüman dünya halklarına öğretti. Korkutucu güç olmak için (teknolojik) silahlarınız olması gerekmiyor. Yerin altında bile korkutucu güç olabilirsiniz. Bir devleti, bir teknoloji ve silah devini dize getirebiliyorsunuz. Gelecek için nesillerin yetiştirilmesi gerektiğini Gazze bize öğretti. Hanım kardeşlerim, özellikle bugünden tezi yoktur. Kendimiz iyi birer Müslüman olabiliriz ancak arkadan gelen neslin Müslüman bir nesil olması için mücadeleden başka seçeneğimiz yoktur. Annesine benzemeyen kızların, babalarına benzemeyen oğlanların bulunduğu bir toplum olma hakkımız yok. Gazze’de bunu öğreniyoruz. 7 yaşındakilerle 70 yaşındakiler arasında konuşma akletme farkı yok bakın. Allah’ın bize öğrettiği ‘Hasbünallahu ve ni’mel vekîl’in ne anlama geldiğini, nasıl söylenmesi gerektiğini teorik anlamda biliyorduk ama pratiğinin ne anlama geldiğini yeniden öğrendik. Nesil öyle yetiştiriliyormuş. Çocuklarınıza ‘Bu daha çocuk’ demeyin, onların varlığı bile gerçekten bir gücü korkutabiliyor.

Şunu özellikle tavsiye ederek bitireyim. Biz çocuklarımıza tarihten önemli gördüğümüz, sadece hayatlarını kitaplardan okuduğumuz o sahabenin neslinden örnekler veririz. Sahabe neslinden vereceğimiz örneklerden daha fazlası bugün Gazze’de var. Sahabede çocuklarının cesetlerini poşetle taşıyan bir Müslüman örnek yok. Yahya Sinvar gibi bir örnek yok. Yok yani… Sadece kafası canlı olan; elini, kolunu, bacağını (gözüne konan sineği bile kovabilmek için) hareket ettiremeyen ama İsrail’in korkulu rüyası olduğu için helikopterden atılan bombayla öldürülen bir sahabe yok. Buna mukabil, zalimler için Firavun’u örnek göstermeyi bırakın, Yahudiler içindeki örnekler yetiyor. Allah hepinizden razı olsun. Rabbimiz hesabımızı kolay kılsın. Allah Teâlâ bizi, İsrail zulmünü ortadan kaldırmaya ve Müslümanların bir fethe/zafere kavuşmasına vesile kılsın inşallah. (Amin)”

Dipnotlar

1 Metin içerisinde parantez içerisinde verilen ifadeler, konuşmacının tamamlamadığı ancak metin bağlamında editörün uygun gördüğü küçük eklemeleri içermektedir.

2 Prof. Dr. Abdurrahman Ateş, Kayseri Filistin’le Dayanışma Platformu (KAYFIDAP) tarafından organize edilen bir konferansta konuştu. 19 Ekim 2025 günü Melikgazi Belediyesi konferans salonunda Müslümanlarla bir araya gelen Ateş’in konuşmasının içerisinde çok önemli ve dikkat çekici tespitler vardı. Bizler de Kayseri İktibas ekibi olarak Haşr sûresinin güncel tefsiri sadedinde sayılabilecek bu konferansa katıldık. Ateş’in konuşmasından hepimiz için hatırlatma mahiyetinde olan başlıkları sizler için derledik.

3 Konuşmanın bu kısmında Abdurrahman Ateş şu notu düştü: “Şunu belirteyim, Gazze sürecinde iki yanlış anlayış oldu. Bir anlayış iktidarı bunun üzerinden mahkum etmek, diğeri de iktidara bu meselede hiçbir şey söylemeden yağlamak şeklinde gerçekleşti.”

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *