Utanç Biriktirmek

Utanç Biriktirmek

Atasoy Müftüoğlu: “İslam dünyası ülkeleri antiemperyalist ve antisiyonist bir tercihte bulunarak, tarihin doğru tarafında, tarihin ahlaki tarafında yer almış olsalardı, emperyalist ve siyonist vahşet, bugün yaşadığımız kadar sınırsız ve dokunulmaz olmayacaktı. Antiemperyalist-antisiyonist direniş ve bağımsızlık mücadelesi Gazze’yi, bağımsızlık yanlısı dünya halklarının bilincine/ kalbine/vicdanlarına/eylem ve etkinliklerine kazandırdı.”

Atasoy Müftüoğlu

Günümüz toplumlarında, anlamlara/ilkelere/amaçlara ve ahlaka yönelik ilginin yerini; çıkarlara/ayrıcalıklara/ihtiraslara ve tahakküme yönelik ilgiler aldı. Kültürsüz ve görgüsüz çevreler, iktidar ayrıcalıkları paylaşılmaya başlayınca, haysiyetlerini bir kenara bırakarak, çıkar mücadelelerini bir hayat memat mücadelesi haline getiriyor. Bugünün dünyasında/toplumlarında, çıkarlara ve iktidara sahip olma mücadelesi, siyasal bilince, siyasal kültüre, siyasal ahlâka sahip olma mücadelesine geçit vermiyor. Günümüz insanı, bilinçli Müslüman olmanın yollarını öğrenmek yerine, her şeyden önce, her şeyi bir kenara bırakarak, pragmatik olmanın yollarını öğrenmeye çalışıyor. Pragmatizmi vazgeçilemez bir tercih olarak yorumlayan günümüz insanı, hakikat ve adaleti sevmek yerine, önyargılarını ve bencilliklerini seviyor.

Etnik-mezhepçi-hizipçi-partizan önyargı duvarlarını aşamayan düşüncenin, evrensel insanlık ailesine katılamayacağını bilmek gerekir. Bugünün toplumlarında yerli-milli hassasiyetler/özellikler-sorumluluklar, İslami hassasiyetleri/özellikleri ve sorumlulukları aşındırıyor. Günümüz İslam toplumlarının en hayati sorunu; İslam’ı, hamasetin/oportünist muhafazakârlığın, yerli-milli retoriğin sömürgeciliğinden kurtarma sorunudur. Bu sömürgecilik biçimi, evrensel İslam düşüncesini bütünüyle marjinalleştiriyor. Bu sömürgecilik, acilen yüzleşilmesi gereken sorunları görmezden gelerek, sorunların derinleşmesine, çözümlenemez hale gelmesine neden oluyor. Önyargılar ve bağnazlıklar, insan bilincinin/kalbinin, yerli-milli sınırları, mezhepçi sınırları aşma yeteneğini yok ediyor. Her önyargı bir cehalet ortamında/ikliminde şekilleniyor. Önyargıların neden olduğu bilinçdışı saldırılar/karşıtlıklar/rekabetler/düşmanlıklar, derin ve sınırsız bir önyargı bataklığı oluşturuyor. Önyargı bataklıklarında yaşayanlar, başkalarını anlama/paylaşma ve onlara saygı duyma yeteneklerini kaybediyor. Önyargı bataklıkları, bilinçli farkındalıkları, bilinçli varoluşları, diğerkâmlıkları ve ilişkileri imkânsız kılıyor.

Hiç bir şekilde sorgulanmayan, sorgulanmak bir yana, sistematik bir biçimde tahkim edilen önyargılar, önyargı alışkanlıkları içsel çöküşü, içsel çürümeyi derinleştiriyor. Önyargılar, kolektif bilince hayat hakkı tanımıyor. Önyargı bataklıkları olumsuz, karanlık düşünceler ve tavırlar üretiyor. Günümüz dünyasında/toplumlarında hegemonik ihtiraslar, hegemonik müptezellikler, nitelikli bir toplumsal hayatın, kültürel hayatın inşasını engelliyor, geciktiriyor, sabote ediyor. Bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda, her tür müptezellik kamusal tartışma konusu olmaktan çıkarılmış bulunuyor. İslami bilinç, düşünce/dayanışma, herhangi bir milliyetin/milliyetçiliğin sınırları içerisine kapatıldığı için, bugünün, utanç verici tarihi karşısında, teknobilimsel dijital evrenselleşme karşısında, İslami anlamda, etkili olabilecek, yankısı olabilecek, hiç bir eleştirel duruş/tavır/tarz ve içerik ortaya konulamıyor. Teknobilimsel modernitenin insanlığa saygısı olmayan sınırsız tahakküm tutkusu, sömürgeciliğe/soykırımcılığa hizmet ediyor.

Siyasal kimsesizliğe mahkûm edilen, insanlık tarihinin en büyük, en derin, en tanımsız acılarına/yalnızlıklarına maruz kalan, en büyük umutlarla, en büyük hayal kırıklıklarını birlikte yaşayan Filistin’de, Gazze’de, tarihsel zamanın en büyük kayıtsızlığını, en büyük çaresizliğini ve iradesizliğini sergileyerek, Amerikan emperyalizmiyle ittifakı/dostluğu normalleştiren bir siyasal kültür, haysiyet ilkesine yabancılaştığı için bu doğrultuda tercihler yapabiliyor. Filistin ve Gazze’yi yalnız bırakma pahasına, Amerikan emperyalizminin vesayetini meşrulaştıran, normalleştiren, sıradanlaştıran, emperyalist tahakküm ve aşağılanmayı bir haysiyet sorunu olmaktan çıkaran, emperyalist gerçekliği siyasal gündemin dışına çıkaran, gündemden düşüren, oportünist muhafazakârlığın, oportünist dindarlığın ve siyasetin İslam’a aidiyet iddialarının bütünüyle sahte olduğunu, bütün boyutlarıyla teşhis ve teşhir etmek gerekir.

İslami varoluş ve mevcudiyet, antiemperyalist bir bilinç ve irade ortaya konulduğunda somutlaşır.

Günümüzde, kendi ülkelerinde, kendi halklarına karşı mutlak güç gösterileri gerçekleştiren İslam dünyasının megaloman yerel tiranları, haçlı ve Siyonist emperyalizm karşısında, mutlak bir teslimiyetçilik sergiliyor. İslam dünyası toplumları/kültürleri/siyasetleri, aczin/iradesizliğin, teslimiyetçiliğin, onursuzluğun karanlığına gömüldükleri halde, bu meş’um durumla ilgili olarak, kararlı bir sorgulama yapma ihtiyacı duymuyor. Masum bir halkın, masum bebeklerin/çocukların/kadınların soykırıma tâbi tutulabildiği bir dünyayı bütün unsurlarıyla reddetmeyen bir İslami varoluş düşünülemez. Günümüz İslam toplumlarında, emperyalizmin sadık kullarını, memurlarını, İslam’ın bayraktarlığını yapan, İslam’ın memurları sayan, aptallaştırıcı bir hamaset sömürgeciliği hakimiyetini sürdürüyor. Emperyalist korkunçluklar, kudurmuşluklar ve vahşet bir şekilde anlaşılabilir bir durumdur, ancak, emperyalist korkunçlukları/kudurmuşlukları ve vahşeti gözardı ederek, emperyalizmi dost-müttefik olarak kabûl eden bir zihniyet anlaşılabilir, mazur görülebilir bir zihniyet değildir. Günümüz İslam toplumlarına hakim olan siyasal iktidarlar, bir yanda, ilgili toplumlarda küstah/kibirli/sapkın keyfilikler, bencillikler ve küstah ayrıcalıklar sergilerken, bir diğer yanda, mutlak kötülüklere, mutlak ihanetlere teslim olmakta bir sakınca görmüyor.

Günümüzde, emperyalizme karşı verilmesi gereken, antiemperyalist ebedi mücadeleyi, bağımsızlık ve haysiyet mücadelesini, İslami direniş mücadeleleri hareketleri temsil ediyor. Evrensel İslami ufku-dayanışma ve sorumluluğu Müslüman halkların bilincinden/kalbinden/ruhundan uzaklaştıran yerli-milli tiranlar, dünyanın en savunmasız halkının direniş mücadelelerini de politik istismar konusu yapabilecek kadar ahlaki bir sefalet sergiliyor. Günümüz İslam toplumları, içerisinde yaşadığımız toplum da, içeride her dönemde yeni düşmanlar icat ederek, dışarıya yönelik olarak da, fütuhat söylemleri üreterek faşizan eğilimleri normalleştirebiliyor. Bugün, toplumlarımızda tahakküm, güç, kibir, görgüsüzlük, şımarıklık gösterileri sıradanlaşıyor. Hangi gerekçeyle olursa olsun, sağcı milliyetçiliklerle, faşizmlerle imtizaç eden bir dindarlık ya da muhafazakârlık düşünülemez. İslam dünyası toplumlarında, romantik umutlar ve popülist paranoyalar tehlikeli yanılsamalar oluşturduğu için, hayatlarımızı, gerçeği söyleme, yazma, savunma, temsil etme gücüne sahip olmayan sözcüklerle sürdürmeye devam edebiliyoruz. Tarihin son yüzyılı boyunca, İsrail’in Filistin halkına yönelik olarak gerçekleştirdiği zulümleri/kötülükleri takbih etmek üzere, İslam ülkesi olarak anılan ülkelerin hazırlayageldikleri “kınama bildirileri” kadar anlamsız/etkisiz/faydasız/tuhaf/teatral, İsrail tarafından hiç dikkate alınmayan bir çalışma yapılmamıştır. Hangi toplumda olursa olsun, pragmatik tüm konum konumlanmalar, yapılanmalar, tercihler, bağlılıklar ve ilkesizlik dünyayı, hayatı, toplumu bulanık görmekle, çarpık görmekle sonuçlanıyor.

İslam dünyası toplumları, bu toplumlarda faaliyet halinde bulunan düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, seküler/ırkçı/sömürgeci gerçeklik yaklaşımları/yorumları tarafından, entelektüel emperyalizm tarafından etkisiz hale getirilen, tarihin dışına sürgün edilen gerçeklikleri, İslami ontoloji ve epistemolojinin nerede olduğunu, yaşayıp yaşamadığını hiç bir şekilde gündeme almaya cesaret edemiyor. Akademik hayat, eğitim hayatı, akademik/epistemolojik emperyalizme sonuna kadar açık olduğu için, hiç bir alanda, İslami alanda da bağımsız içerik bilgi/yorum üretemiyor. Ulus-devletlerin tarihe girişiyle birlikte, İslam’ın evrensel siyasal ideallerinin, siyasal vizyon ve misyonunun sona erdiğini de kaydetmek gerekiyor. Bu zaman zarfında, İslam’ın siyasal idealleri, sadece, İran’da İslam devrimiyle birlikte yeniden tarihe girdi. Ancak, İslam’ın siyasal ideallerinin İslam Devrimi yoluyla tarihe girişi, modern/emperyalist/seküler/ soykırımcı dünya sistemini derinden rahatsız etmeye devam ediyor. Sömürgeci paradigmaları, entelektüel emperyalizmi sorgulama iradesine sahip olmayan bir düşünce dünyası, bağımsız bir epistemoloji oluşturamadığı için, engin bir gerçekliğin ve bütünlüğün ufku olan İslam’ı da taşralılığa mahkûm ediyor. Günümüz toplumlarında, Türkiye’de de, İslam’a nisbet edilen bütün dini tezahürler, taşralılığın sınırları dışına çıkma iradesi gösteremiyor.

En büyük terörizmin, en kapsamlı terörizmin, yüzyıllardır devam edegelen sistematik terörizmin, emperyalizm ve sömürgecilik olduğunu kaydetmek gerekir. Bu anlamda modern tarih büyük bir terör tarihidir. Bugün, Amerikan emperyalizmi sağcı bütün diktatörleri desteklediği gibi, Müslüman halklar da, namaz kılan, görkemli camiler inşa ettiren diktatörleri çok seviyor. Kendilerini her durumda çok haklı gören otoriter politik figürler, ortak insanlık erdemlerine yabancılaştıkları için, karşı karşıya bulundukları kaotik çürümeyi görmüyor. Hayatlarını umut artıklarıyla, umut kırıntılarıyla sürdüren Müslüman topluluklar, sistematik bir biçimde dezenformasyon bombardımanına maruz kalan toplum, gerçek olanla, gerçek olmayanı ayırt etme yeteneğini kaybetmiş bulunuyor.

Toplumlar-halklar-kültürler, yapay zekâ çağında, neyin gerçek, neyin sahte olduğunu öğrenemeyecekler. Sosyal medya bugün, bütün toplumlarda anti-sosyalliklere neden oluyor. Günümüz dünyasının, toplumlarının, sosyal medyanın kötü yönde kullanımını engelleyebilecek ahlaki imkanları yok. Günümüzün sağcı-muhafazakâr otoriter rejimleri, iyilikleri/erdemleri/nitelikleri temsil ederek galip gelmek yerine, toplumun muhalif kesimlerine zulmederek, kötülük yaparak galip gelmeye çalışıyor. Toplumlarımızda, akademik içeriğin ve özgürlüğün sınırlarını siyasal iktidarlar belirlediği için, üniversiteler, toplumsal yıkım karşısında, toplumsal eleştiri yapamıyor. Üniversitelerin genç kuşaklara politikayla ilgilenmemeleri gerektiğini öğütlemeleri, bu kuşakların dünyanın ve tarihin dışında yaşamaları gerektiğini öğütlemekten farksızdır. Genç kuşaklar, genç ve yeni bir bilinç üreterek, genç ve yeni bir ufuk üzerinde çalışarak, yeni bir geleceğin imkânları üzerinde, yeni tahayyüller geliştirebilmelidir. Kültürel/entelektüel/akademik çoraklığın/kuraklığın derinleştiği toplumlarda, bütün statükoları, statükocu kurum ve yaklaşımları, mevcut durumu eleştirel bir zeminde sorgulayarak/eleştirerek, yeni bir dili/söylemi yeniden yapılandırmak gerekir. Konformist düşünce biçimlerini aşabilmek için, entelektüel bir devrim üzerinde, entelektüel bir devrimin imkânları üzerinde yoğunlaşmak hayati önem arz eden bir konudur. Mevcut durumdan, düzenden çıkar sağlayan topluluklar/çevreler, hiç bir şeyin değişmesini istemezler. Bu kesimler, ahlaki temelde, eleştirel ve ilkesel temelde, yeni bir toplumsallaşmaya geçit vermezler.

İktidar ve çıkarlar için, her şeyi meşrulaştırmaya çalışan, bu doğrultuda bütün kavramları araçsallaştırabilen toplumlarda, hiç bir şekilde hakikate ulaşılamaz. İslami bir geleceği tahayyül ve tasavvur edebilmek için, her şeyden önce, İslam’ı, politik popülist istismarcıların tekelinden kurtarmak gerekir. Daha iyi, daha onurlu, daha bağımsız, daha anlamlı, daha bilinçli tercihler yapmak yerine, emperyalist vesayeti tercih etmek, utanç biriktirmekte ısrar etmek anlamı taşır. Amerikan emperyalizmini dost-müttefik olarak tercih eden İslam dünyası ülkeleri, bu tercihleriyle tarihin yanlış/kirli/karanlık ve kanlı yanında yer alarak, tarihin karanlık sayfalarında yer aldılar. Aziz Filistin-Gazze halkının travmatik bir şekilde yerinden, yurdundan, kültüründen tarihinden edilmesi, modern/seküler/ırkçı vahşetin-kötülüğün sınırsızlığına ve dokunulmazlığına işaret eder.

İslam dünyası ülkeleri antiemperyalist ve antisiyonist bir tercihte bulunarak, tarihin doğru tarafında, tarihin ahlaki tarafında yer almış olsalardı, emperyalist ve siyonist vahşet, bugün yaşadığımız kadar sınırsız ve dokunulmaz olmayacaktı. Antiemperyalist-antisiyonist direniş ve bağımsızlık mücadelesi Gazze’yi, bağımsızlık yanlısı dünya halklarının bilincine/ kalbine/vicdanlarına/eylem ve etkinliklerine kazandırdı. Entelektüel emperyalizmin İslam dünyası halklarının/toplumlarının/kültürlerinin zihin ve ruh dünyasında açtığı derin yaralarla, yüzlerce yıldan beri yüzleşilmediği için, bu yaralar sarılmadığı/iyileştirilmediği için Müslüman halkların zihin ve ruh dünyalarıyla birlikte, onurları/bilinçleri/kalpleri de çok derin yaralar aldı. İslam toplumlarını yöneten kadrolar kendi ihtiraslarını ve iktidarlarını putlaştırma konusunda yoğunlaştıkları için, sözünü ettiğimiz derin yaralarla hiç bir şekilde ilgilenmiyor, bu yaraları umursamıyor.

İslam toplumlarına/halklarına musallat olan konformist kültür ve konformist din algısı, bütün özgürlük/bağımsızlık tahayyül ve tasavvurlarını imkânsız kılıyor. Maalesef, aziz İslam’ı da araçsallaştırmak suretiyle sürdürülen oportünist muhafazakâr rövanşist siyaset, şantajcı müptezelliklere tenezzül edecek şekilde irtifa kaybediyor. Yeni bir entelektüel özgürlük/bağımsızlık projesi için, aklımızı/kalbimizi/ruhumuzu ve bedenimizin bütün imkanlarını varoluşsal bir bütünlük içerisinde harekete geçirmemiz, önyargı bataklıklarında büyütülen, varoluşsal bütünlükleri paramparça eden kabilecilikleri/hizipçilikleri, kirli/patolojik bütün bencillikleri acilen aşmamız gerekir. İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, sömürgeci entelektüel saldırılarla, seküler entelektüel saldırılarla yüzleşmeyi-hesaplaşmayı başaramamıştı. Şimdi de, İslami düşünce/kültür/edebiyat hayatı, milliyetçi saldırılara, resmi/yerli/milli/mezhepçi saldırılara maruz kaldığı halde, bu saldırılarla yüzleşmek yerine, bu saldırıyı içselleştirerek, bunlarla bütünleşmeye çalışıyor.

İslam toplumları, entelektüel haçlı seferlerine maruz kaldıkları dönemler boyunca, hem zihinsel anlamda, hem de ruhsal anlamda büyük yabancılaşmalar yaşadı. Bu yabancılaşmaların en büyüğü olan İslami bilincin paramparça edilmesiyle ilgili, bu parçalanmaları aşmak üzere, hiç bir ciddi entelektüel/akademik çaba ortaya konulabilmiş değildir.

Hangi toplumda olursa olsun, bir toplumda “biz”, “onlar” karşıtlığını aşabilecek ortak bir duyarlılık/hassasiyet oluşturulmadıkça, ilgili toplumlar, kültürel/siyasal anlamda bir hayatiyet ortaya koyamazlar. Kendilerini İslam’a nisbet etmeye devam eden toplumlarda, kültürel anlayışsızlık, kültürel karşıtlık asla kabul edilemez. Kültürel anlayışsızlıkların bilinçdışı etkilerden, bayağı önyargılardan kaynaklandığını bilmek gerekir. Yakın geçmişte, Türkiye’de muhafazakâr-dindar kesimler, aşağılanma ve dışlanma travmaları yaşamışlardı. İçerisinde bulunduğumuz dönemde de, seküler kesimler aynı travmalarla sınanıyor. İslam, bütün insan topluluklarına kültürel bir anlayışla yaklaşır. Ötekileştirilenleri, muhalifleri ya da seküler toplulukları, İslam’ı kullanarak marjinalleştirmeye, etkisizleştirmeye çalışmak İslam’a bühtan etmek anlamı taşır. Ortak bir iyilik ve gelecek tasavvuru kapsayıcı/kuşatıcı bir kültürel duyarlılık temelinde oluşturulabilir. Ötekileri ya da muhalifleri korkutmaya çalışmak, korkutmak, iftihar edilebilecek bir haslet değildir, önemli olan ötekilerin/muhaliflerin gönlünü kazanabilmektir. Müslümanlar olarak, aklımızı ve kalbimizi birlikte kucaklayarak her tür faşizan tecritçiliği aşmanın, kültürel yaraları iyileştirmenin yollarını bulabilmeliyiz.

Toplumlarımızda, kendi çıkar ve iktidar ihtiraslarını putlaştıran politik kadrolar, ego temelli politik tercihleriyle, kültürel anlayışsızlıkları, kültürel karşıtlıkları bilinçli olarak çoğaltıyor, tahkim ediyor. Toplumlarımızda, ne yazık ki, içerisinde yaşadığımız toplumda da, kültür inşa etmek yeteneğinin, anlam ve erdem üretme yeteneğinin yerini, propoganda sloganları üretme yeteneği almıştır. Politik figürler entelektüel yetenekleri/birikimleri/nitelikleri yoluyla değil, popülist propoganda klişeleri aracılığıyla kendi kendilerini pazarlıyor.

İslami aidiyet duyarlılığını, bilincini, ahlakını kaybetmemiş olanların, demokrasi tiyatroları yoluyla, pragmatizmin başka hiç bir kutsalı olmayan, insanlık tarihinde benzeri görülmeyen, çok yüzlü, çok müptezel, çok aşağılık figürleri iktidara taşıdığını görmeleri gerekir. Günümüzde, iktidar ve tahakküm prangalarına mahkûm olan politik figürlerin, pragmatizmden başka tutunabilecekleri hiç bir şey yoktur. Pragmatizmler, oportünist muhafazakârların tutundukları pragmatizmler de, bugün bütün özgün kendilikleri, özgün kimlikleri, özgün varoluşları, özgün kişilikleri silip süpürüyor.

Pragmatizmi mutlak bir siyaset tarzına dönüştüren zihniyetin, bir daha ahlaki hayata dönmesi, ahlaki hayatı yaşaması düşünülemez. Pragmatizmin neden olduğu kişilik-bilinç parçalanmalarına, ahlaki parçalanmaya maruz kalanların, zihinsel-ruhsal bağımsızlığa sahip olmaları beklenemez.

İslam’ın/hakikatin tek sahibi olduğunu iddia ederek, bu iddialara dayanarak, başkalarını dışlayanların/aşağılayanların, bu iddialara dayanarak başkaları üzerinde tahakküm oluşturmaları, İslam ve hakikat iddiaları, bir propoganda gösterisinden, politik aldatmacılıktan ibarettir. İslam’ın politik aldatmacılık adına istismarı, bayağılığın dip noktasında politika yapıldığına işaret eder. Bilinç dolu zamanlarda, eleştiri ve sorgulama dolu zamanlarda yaşamadığımız için, bugün, büyük sayıların fiziksel mevcudiyeti, propoganda/hamaset kültürü yoluyla istenilen doğrultuda yönlendirilebiliyor, kitleler bu yolla aptallaştırılabiliyor, etkisizleştirilebiliyor. Önyargı bataklıklarında yaşamayı tercih edenler, hiç bir zaman yeni bir hikâye, yeni duruş, yeni bir gündem oluşturamazlar.

Pragmatizme ve paraya tapınan muhafazakâr kesimlerin “her gey mubah” siyaseti ahlâkın ölümüne neden oluyor. Her şey mubah siyaseti “bize katıl, ötekiliğini/başkalığını/yolsuzluklarını, görmezden gelelim” yaklaşımını sıradanlaştırıyor. Oportünist muhafazakârlık/dindarlık, karşı karşıya bulunduğumuz çok ağır toplumsal sorunlarla ilgili hiç bir sorgulama yapmıyor sessiz tanıklık yolunu seçiyor. Yalnızca sayısal üstünlük mücadelesi veren oportünist/popülist siyasetin, bugün, toplumsal tuhaflıkları/seviyesizlikleri/grilikleri/sığlıkları/sahtelikleri, acımasız/ölümcül karşıtlıkları/rekabetleri, korkuları/ umursamazlıkları/sahicilik ve özgünlük kayıplarını görmeleri gerekir. Günümüzde toplumlarımız, daha ilkeli, daha ahlaki hayatları imkânsız kılan, bilim ve teknoloji tarafından üretilen tehditleri, tekno-bilimsel aklın ruhsuzlaştırıcı/duygusuzlaştırıcı etkileriyle yüzleşmek istemiyor. Toplumlarımız maddi ihtiyaçlar/sorunlar dışında hiç bir şeye ihtiyaç duymuyor, bilgiyle ilgilenmiyor. Bilgiye ihtiyaç duymayan toplumda bütün bireyler herkesleşerek aynılaşıyor, iletişim teknolojileri yoluyla büyük sürülere dönüştürülüyor. Dijital dünyaya, medyaya hapsedilen hayatlar, gerçek hayata yabancılaşıyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *