Bilâd-ı Şam’ın Filistin, Gazze ve Suriye bölgesi dünyanın siyasi gündemindeki yerini korumaktadır. İslam beldeleri/beldelerimiz, şehirlerimiz kadim hınçların, hiç eksilmemiş kin ve düşmanlıkların, nifak oyunlarının, kurulan tuzakların makarrı olmaya devam etmektedirler. Kısacası İslam milletiyle küfür milleti arasındaki mücadele bütün hızıyla sürmektedir.
New York-Tel Aviv Hattında Gazze İçin Çözüm Aramak
Buna karşın ülkelerimizden, kâfir düşmanın kin, nefret ve hıncını izale edip, kurulan tuzakları boşa çıkarmaya, düşmana korku dosta güven vermeye yönelik sahici sorgulamalar, derde deva müzakereler sadır olmamaktadır. Toplumlarımızda ölümcül bir sürüleşme yaşanmaktadır. Düşmanın kin kusmukları sürüleşmiş insanımıza rahmeti ilahî gibi gelmektedir. Şeytanla aynılaşmış düşmanın mekirleri büyük bir şamata ile, hikmete ram edilmektedir. Halbuki düşmanın siyasi oyunlarını çözmek bu kadar zor olmamalıydı. Düşman, Müslümana has basiretten mahrum olduğu için en ince siyasetleri bile kabadır. Fakat sürüleşmek, akletme, tefekkür ve tezekkür melekelerini dumura uğratmaktadır.
Bu söylediklerimizin elle tutulur gözle görülür örneklerini her gün defalarca yaşamaktayız. Türkiye’de yaşayan halkın yarısı bütün meseleleri ülkenin reisine havale etmiş bulunmaktadır. Rasûlullah (sav)’in bazı sorularını sahabenin “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” diye cevapladığı bilinmektedir. Bu cevap sahabenin, Allah ve Rasûlünün önüne geçmekten mutlak surette kaçınma edebinden kaynaklanıyordu. Sürüleşmiş kitleler ise düşünme, akıl terazisinde tartma zahmetine katlanmaktan kaçınmaktadırlar. Reyleriyle seçtikleri reislerinin yanlış yapabileceğine ihtimal vermemektedirler. Fethullah Gülen cemaati, reislerinin (Hoca Efendi) bir yanlışı, bizzat kendi satırlarından gözlerinin içine sokulsa bile, vallahi diyorlardı, Hoca Efendi bir konuda bir şey söylediği ya da bir hususta bir davranış ortaya koyduğu zaman, onun bir bildiği vardır diyoruz. F. Gülen’in sürüleştirdikleri de böyleydi.
Dergimizin yayınlanmasından beş gün önce (25 Eylül’de) dünya ve Türkiye yine bir siyasi mizansene sahne oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan birkaç günlüğüne Amerika’ya gitti. Önce (23 Eylül) New York’ta BM’in Gazze oturumunda genel kurula hitap etti. Ardından (24 Eylül) dostu, ABD Başkanı Donald Trump’ın Arap-İslam ülkelerinin (Türkiye-Suudi Arabistan-Katar-BAE-Mısır-Ürdün-Endonezya-Pakistan) liderleriyle gerçekleştirdiği bir özel oturumda, dostunun sağ yanında yer aldı. Erdoğan, kendisine yöneltilen “Gazze Zirvesi’nde Donald Trump’la birlikteydiniz. Buradan barış için, oradaki masum siviller için somut bir adım çıkmasını bekliyor musunuz?” sorusuna cevap olarak Trump’la Katar Emirinin yapacakları açıklamalar doğrultusunda yayınlanacak sonuç bildirgesini işaret ediyor ve “çok çok verimli güzel bir toplantıyı bitirdik” dedikten sonra, “sonucu da hayrolsun” diye ekliyordu. ‘Hayır’ gibi İslamî terimlerin Trump’ın ev sahipliği yaptığı mahfillerde bu kadar pervasız kullanılmasına daha önce şahit olmamıştık. Siyonist Amerikan devletinin Siyonist başkanının, Siyonizm’i Allah sanan Arap-İslam liderleriyle Siyonist amaçlar uğruna yaptığı bir toplantı için ‘hayır’ duasında bulunmayı gerekli kılan zihinsel donanımı anlamakta güçlük çekiyoruz.
Toplantı Türkiye’de, bilhassa hükümete yakın basın-yayın organlarında yere göğe sığdırılamadı. Sığdırılamazdı çünkü toplantının oturma düzeni ülke insanının birçoğunu mest etmişti. ABD adında bir büyük şeytanı yöneten yönetmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sağ yanına almış, diğerlerini de iki yanına yaymıştı. O oturma düzeninde Erdoğan eş başkan gibi duruyordu. İşte ülkenin akademisyen, gazeteci, kanaat önderi gibi kalburüstü tabakası, toplantının bütün kerametini bu görüntüden devşirmekteydi. Değil mi ki ABD Başkanı, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı ile diğer liderler arasındaki farkı fark ettirmiş, işte bu, Erdoğan’ın dünya liderliğinin eş başkanı olduğunun resmiydi!
Erdoğan’a, toplantı çok çok verimliydi dedirten neydi? Bunu anlamak için cılız da olsa bir soru sorulması gerekmez miydi? Gerekmedi, çünkü görünen köy kılavuz istemezdi. Gerçekten de görünen ‘küresel köy’ kılavuz istemiyordu. Toplantı nasıl verimliydi, kim kime ne verdi de ‘çok çok verimli’ oldu? Mesela Filistin’e Trump ne verdi? Gazze’nin açlıktan ölen asil çocuklarına Trump’la birlikte ev-bark mı verdiniz, ekmek-aş, ilaç, doktor, yiyecek mi gönderdiniz? Epstein mimlisi Trump’a üç trilyon dolardan fazlasını, küçük kızlarının oyunları eşliğinde veren Arap liderler Gazze’ye ne verdiler? Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak siz nutuktan başka ne verdiniz, Siyonist ABD’den ve beslemesi İsrail’den ne aldınız da verimli toplantı oldu? Bunlar sorulmamaktadır.
ABD Başkanı da söz konusu toplantıya olan beğenisini “harika” ve “başarılı” gibi sözcüklerle ifade etmiştir. Trump’ın dilinde Gazze konulu bir toplantının harika, çok iyi, başarılı sözcükleriyle yer bulması hiç tereddütsüz, ABD’nin ve İsrail’in çıkarlarına uygunluğunun, Siyonist hedeflere hizmette kusursuzluğunun ifadesiydi.
ABD Başkanı Donald Trump Arap-İslam liderleriyle yaptığı toplantıda ülkesinin Gazze Şeridi’ndeki savaşı sona erdirmek için çalışacağını söyledi. “Bu toplantı önemli olacak ve savaşın sona erdirilmesini müzakere edeceğiz, belki de şimdi sona erdireceğiz” dedi. Trump Gazze’de Müslüman bir halka yaşatılanın, tarihte belki de hiç görülmemiş bir kin ve düşmanlıkla tâbi tutulduğu bir toplu imha olduğunu söylemeden, “Gazze’deki savaşı bitireceğiz” diyor. ‘Donald Trump’ derken, Tayyip Erdoğan’ın dostu, Gazze’deki yüz bine varan şehidlerin birinci dereceden katili, İslam düşmanı bir haydut devletin başkanından söz edildiğini hiçbir Müslümanın unutma lüksü yoktur. Gazze soykırımının birinci dereceden sorumlusu Trump’ın ikiyüzlülükleri, yalan-dolanları bir tarafa, “Gazze’deki savaşı bitirme” sözü bile tam bir aldatmacadır. Unutmak ve unutturmak isteyenlerin aksine, bilenler bilmektedir ki Trump’ın zihninde Gazze bir emlak ofisi, Gazzeli bebeklerin kemikleri üzerinde yükseltilen, Akdeniz’e nazır modern villaların süslediği bir inşaat şantiyesidir. Trump, Hamas’ın silahları elinden alınmış ve tamamen etkisiz hale getirilmiş, iki milyonu aşkın Müslüman nüfusun ya sürüldüğü ya imha edildiği, İsrail haşeratının cirit attığı bir Gazze hayal etmekte, bir Firavun rüyası görmektedir. Trump’ın “Gazze’deki savaşı bitireceğiz” sözü bunları içermektedir. Bu durumda Trump’ın ve ABD’nin bu şeytani tuzaklarını dünyaya, Trump’ın ve haydut devletinin hayırhahlığı gibi tanıtan herkesin en az Trump kadar Siyonizm’e hizmet ettiğini söylemek inancımızın gereğidir.
Erdoğan’ın New York’taki faaliyetlerinden biri de BM’in Gazze oturumunda, genel kurulda yaptığı konuşmaydı. Erdoğan hiçbir işlevi olmayan BM genel kurulunda Gazze’deki yıkımı gösteren resimler paylaştı. New York’u herhalde, Rockefeller Center’da Türk-Amerikan Ulusal Yönlendirme Komitesi tarafından verilen akşam yemeğine katılmadan ve mikrofona bir şeyler demeden geçemezdi. Erdoğan bu Siyonist merkezde Türk diasporasının önemini, Trump ile geliştirdiği dostluğu ve Büyükelçi Thomas Barrack’ın misyonunu özetlemiş, Türk-Amerikan ilişkilerinin müttefiklik ve stratejik ortaklık temelinde ilerletilmesi için çalışmalarını sürdürmekte olduklarını söylemiştir. Erdoğan’ın Rockefeller Center’da ABD Ankara büyükelçisine neden parantez açtığını bilmemekteyiz ama bu olumlu atmosfere samimi gayretleri ile ciddi katkısının olduğunu söylediği kişinin, (Trump’ın naibi olarak) İsrail’i yeniden tanımlayan, İsrail’in istediği her şeyi yapma serbestisi olduğunu söyleyen, İran ve Hizbullah’ı başı koparılması gereken iki yılan olarak niteleyen, Trump’ın Erdoğan’ı Washington’a çağırma sebebini ifşa eden büyükelçi Thomas Barrack olduğunu hatırlatmak isteriz.
Biraz da Washington
Siyasi gündemin Eylül ayına damgasını vuran önemli başlıklarından biri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyaretiydi. Trump çağırmıştı Erdoğan’ı. Onu ağırlamaktan memnuniyet duyacağını söylemişti. Trump’la Erdoğan 25 Eylül günü (Türkiye itibariyle) akşam saatlerinde, adı beyaz, kendisi kara sarayda buluştular. Basın toplantısından sonra, iki saat yirmi dakika süren basına kapalı toplantıya geçildi. Erdoğan, ABD Başkanıyla yaptıkları toplantıdan, “atılan çamurlarla kirletilemeyecek kadar güzel bir ziyaret” diyecek kadar memnun kalmıştı. Erdoğan’ın Washington ziyaretinde 50 milyar doları bulduğu ifade edilen alış-veriş listesi, F-16, F-35 alımı ve F-35 sistemine dönüş isteği gibi konular bir başka değerlendirmenin konusudur. Biz burada özellikle Erdoğan’ın Trump tarafından ABD başkentinde ‘ağırlanmasını’ değerlendirmek istiyoruz.
Basın toplantısına ABD Başkanının Erdoğan’a olan övgüleri damgasını vurdu. Trump, dostu Erdoğan’ı, kendi ülkesinde, tüm Avrupa’da ve tüm dünyada çok saygı gören biri olarak takdim etti. Trump Erdoğan hakkında ayrıca şunları söyledi: “O zor ve inatçı bir adam. Genelde inatçı insanları sevmem ama onu her zaman sevmişimdir. O zor bir adam ve ülkesinde harika işler çıkarıyor. Hem savaş hem de ticaret konusunda muazzam bir ilişkimiz var ve bugün her iki konuyu da konuşacağız.”
ABD Başkanı Trump’ın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yönelik sınır tanımayan övgülerinin derinlerde yatan sebebi ne olabilir? Yüzeysel bir bakışla bu taltifin iki sebebi olabileceği akla gelmektedir. Birincisi, Trump’ın birtakım siyasi çıkarlar icabı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sağdan yanaşıyor olması, ikincisi de övgülerinde samimi, gerçekçi ve dürüst olmasıdır. Kalpleri bilen sadece Allah’tır fakat Trump’ın, İsrail’in en büyük destekçisi, hamisi ve vasisi ABD’nin Başkanı olması, İslam’a ve Müslümanlara bakışı, Gazze’deki kıyıma alkış tutması gibi göstergeler kalplerde olana ışık tutmaktadır. Trump’ın, 25 Eylül günü de sözleri arasına sıkıştırdığı Rahip Brunson ‘sopası’ ve 2019 yılında Erdoğan’a yazdığı ağır hakaretler içeren mektubu vb. kalbinde olanları sızdırmaktadır.
Kanaatimizce Donald Trump, Tayyip Erdoğan sevgisi ve övgülerinde tabir caizse ‘reel politik’ bir faydaya yaslanmaktadır. Trump Erdoğan’ı ‘fayda’nın gerektirdiği kadar sevmekte, cesur bulmakta ve takdir etmektedir. Tayyip Erdoğan, Arap-İslam aleminin en önde gelen ülkelerinden birinin başkanı olarak batıyla uyumludur, ABD ile iyi geçinmektedir ve NATO üyesidir. NATO’ya olan sadakati, NATO’nun kurucu devletlerinden de ileridedir. Erdoğan, başkanı olduğu rejimin NATO ile olan velayetini en uç noktaya taşımıştır. Avrupa Birliği ve batı, Erdoğan ve partisinin bir nevi kızıl elmasıdır. Tayyip Erdoğan batı değerlerine bağlıdır. Dünya görüşü olarak geleneksel İslamî değerlerle batılı seküler-demokratik düşünceyi telif etmiş ve muhafazakâr demokrat düşünceye bağlanmıştır. Erdoğan’ın takiyye yaptığını sananlar büyük bir aldanış içindedirler.
Tayyip Erdoğan’ın dünya siyasetindeki safını belirleyen asıl unsur İsrail’dir. Erdoğan kameraların önünde konuşurken Siyonist çetenin başkanı Netanyahu’ya ‘kâfir’ diyecek kadar ağır sözler sarfetmektedir. Bu sözlerinden Trump’ın rahatsız olmadığını düşünmek mümkün değildir. Fakat faydacılığın peygamberi Trump neticeye bakmakta, elde edeceği ‘kaz’ karşılığında böyle bir sataşmaya razı olmaktadır. Trump, hükümeti, Amerikalılar ve Siyonistler bilmektedir ki Tayyip Erdoğan gününü İsrail’in kelimelerin aciz kaldığı vahşetini durdurmaya yönelik hiçbir etkili adım atmadan tamamlamaktadır. Erdoğan siyasî, diplomatik, ticarî, kültürel vb. alanların hiçbirinde İsrail’in -küçük de olsa- canını yakacak bir eylemde bulunmamıştır. İsrail bir tek adımını bile Türkiye yüzünden atamamış olmadı. Tayyip Erdoğan’ın 7 Ekim’den itibaren sık sık ‘taraflar’ kelimesini kullanması, İsrail’e yaşama hakkı tanıdığı anlamına gelmektedir.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın açıklaması, Erdoğan’ın Trump’la görüşmesine farklı bir boyut kazandırmıştır. Barrack şöyle konuşmaktadır: Trump zekice ve stratejik bir hamle yaparak Erdoğan’a en çok ihtiyaç duyduğu şeyi yani ‘meşruiyeti’ sağladı. Asıl mesele S-400, F-35 vs. değil, meşruiyettir.
Barrack, Erdoğan-Trump zirvesini “Ortadoğu’daki kaosu bitirmek için büyük bir fırsat” olarak tanımlamaktadır. “Ortadoğu’daki kaosu bitirme”nin, (Büyük Ortadoğu’yu, yani) büyük İsrail’i gerçekleştirme, Batının tüm Ortadoğu’daki çıkarlarına tehdit oluşturmama ‘efendiliği’ anlamına geldiğini hamaset söylemleriyle sekir hali yaşayan yığınlar anlamamaktadırlar. Barrack (artık nasıl yaptıysa) 2045’te dünya nüfusunun on, Müslüman nüfusunun beş milyar olacağı hesabını yapmıştır. Barrack küçücük İsrail’in beş milyarlık Müslüman dünyasına saldırmaya devam edeceğini aklına sığdıramamaktadır. Mahmud Abbas ve diğer Arap-İslam (sözde) liderleri ise beş milyarlık Müslüman aleminin on milyonu bulmayan İsrail’e hoşt demesini göze alamamaktadırlar. Trump’ın sevgisi bundandır.
İşte, sadece küçük bir özetini sunmaya çalıştığımız bütün bu sebepler nedeniyle Erdoğan ABD Başkanının sevgisine mazhar olmaktadır. Erdoğan bu kadar elektrikli ortamda bile ülkesini (içinde İsrail’in de bulunduğu) batı paktı dahilinde tutmaktadır. Gazze’nin yerle bir edilmesi, yüz bin Müslümanın öldürülmesi Erdoğan’da -konuşmaktan başka- bir tepki doğurmamaktadır. Unutmamak lazım ki, Amerika’nın 6. filosunu Türkiye kıyılarına yaklaşmasın diye taşlayanları taşlayan, Amerika’nın hatırı için Kore’ye asker gönderen ve orada ölecekleri peşinen şehid ilan eden, bu ülkeyi ve bu halkı NATO’ya ipotek eden bir siyasi geleneğin mirasçısıdır Erdoğan. Gerçi icraatlarıyla o geleneğin de gerisine düşmüştür. Süleyman Demirel, üstelik Türkiye’nin -Demirel’in kendi ifadesiyle- on sente muhtaç olduğu yıllarda, ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı ambargoya cevap olarak ABD’nin (İncirlik dışında) 21 üssünü kapatmıştı. Türkiye teknoloji, enerji, para ve nüfus bakımından en güçlü olduğu bu dönemde üs kapatmak şöyle dursun, ABD-İsrail hattına olan bağlılığına fütur getirmemekle meşguldür.
Tayyip Erdoğan Filistin için ‘iki devletli çözüm’ formülünü her fırsatta tekrar etmektedir. İngiltere ve Fransa başta olmak üzere 157 ülkenin Filistin devletini ‘tanıması’ da sözde iki devletli çözüm içindir. Her şeyden önce iki devletli çözüm başlığı, Hamas ve onun gibi, İsrail’i mutlak kötülük olarak kabul eden İslamî örgütleri kesin olarak dışlamaktadır. Bunun yerine tüm Filistin topraklarının Mahmud Abbas yönetimindeki, meşruiyetini Müslümanların şerefli mücadelesinden değil, ABD ve diğer batılı ülkelerin oyunlarından alan bir devlet müsveddesi tasarlanmaktadır.
Şeytanın ilk örneği denebilecek İngiltere ve sonraki örneği ABD’nin İsrail’in geleceği için herkesi şaşırtacak planlarının bulunduğu kesindir. İsrail’in Hamas gibi küçük bir Müslüman örgütün verdiği mücadelede siyasi ve ontolojik varlığı tam bitmek üzereyken -tarihteki hakem olayını çağrıştıran hilelerle- İsrail’e nefes aldırılmak istenmektedir.
Soykırımcı İngiltere ve Fransa’nın, yüz yıl öncesinde dünyanın en püsküllü belasına sarmalayarak cehennem kuyusuna atar gibi attıkları Filistin devletini tanıma şaklabanlıkları gerçekten insanın ağzını açık bırakmaktadır. Esasında Avrupa devletlerinin Filistin’de iki devletli çözüm ve Filistin devletini tanıma söylemlerinin ne anlama geldiğini tam olarak kavramak isteyenlere, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un BM genel kurulundaki konuşmasını baştan sona dinlemelerini tavsiye ederiz. Macron sözlerine, Hamas’ın bir terör örgütü olduğunu, Antisemitizme karşı savaşmaya devam edeceklerini, İsrail’in yanında olduklarını söyleyerek başlamıştır. Macron bütün dünyanın gözünün içine bakarak, askeri olarak Hamas’ın, liderleri ve karar alıcılarının ortadan kalkmış durumda olmasından duyduğu memnuniyeti ifade etmiştir. Macron’la, ondan birkaç gün sonra aynı kürsüde konuşan İsrail terör şebekesinin başkanı B. Netanyahu aynı şekilde, Hamas’ın, Hizbullah’ın vb. liderlerini yok etmiş olmalarını dünyaya minnet gibi sunmuş, Macron’la aralarında fark olmadığını göstermiştir.
Macron ve Netanyhu gibi konuşanlardan biri de çok güvendiği ABD tarafından vize bile verilmeyen, o sebeple uzaktan sesini duyurmaya çalışan Mahmud Abbas olmuştur. Abbas, Filistin’i tamamen yok etmeyi en büyük hedef yapmış İsrail’in var olma hakkını tanıma gibi bir hamakate imza atmıştır. Bir ayağı mezarda olan Abbas maalesef ahirete İsrail ve ABD’ne arz ettiği kulluğun utancından başka hiçbir şey götüremeyecektir. Gazze için tüy kadar bile bir şey yapmamış olan Mahmud Abbas kendisini, Gazze’de yönetimi üstlenecek yegâne otorite olarak pazarlamaktadır. Hamas’ın silahlarını elinden almaya İsrail’den de heveslidir. Mahmud Abbas, Gazze’yi yutacak ve akan kanları heder edecek olan çağdaş, demokratik bir Filistin rejimi için duacıdır.
Böyle bir siyasi yelpazede Trump’ın Tayyip Erdoğan’ı çok cesur bulmasından, Suriye’de iki bin yıldır yapılamayan bir devrimi yapmakla tebcil etmesinden daha doğal ne olabilirdi? Trump’ın, Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanı olarak Ortadoğu’da İsrail’in hiçbir oyununu bozmayan, bilakis ABD-İngiltere-İsrail ekseninde ‘efendi’ hizmetler sunan bir lidere olan hürmeti, ‘cesaretine’ olan hayranlığı da bundandır.
Kur’an, yağmurla oluşan coşkun sel sularının üzerindeki köpük gider, alttaki asıl su kalır diye özetlenebilecek bir temsil vermektedir. Elbet Gazze’nin bu günleri de geçecek, Allah’ın başka günleri gelecektir. Ama biz kulların, Allah’ın türlü imtihanları vasıtasıyla deneneceğimiz gerçeği hiç değişmeyecektir. Bütün izzet, şeref ve yücelik Allah’a, Rasûlüne ve müminlere aittir. Meşruiyetin kaynağı da onlardır. Gerisi köpüktür. Allah’ı, Rasulünü ve müminleri dost edinenler kazançlı olacaklardır.













Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *