Camiye gitmeyenler; toplanmak, ru be ru hatır sormak, birbirlerinden haberdar olmak, bireysel veya toplumsal meselelerini taze ve yerindeyken çözebilecek tabii istişari bir hayata ön ayak olmak istememektedirler. Belki de kimse kimin çorabı delik bilmek istemiyor.
Kadınların camiye rahatça gelebilmesi, cuma, bayram ya da cenaze namazına katılımı konuşulurken erkeklerin camiye gelip gitmediği de önemli bir mesele olarak gündeme geliyor. Milat’ta Ayşe Şener de bu noktaya dikkatleri çekerek, neden erkeklerin gelmediğini sorguluyor bugünkü yazısında. “Erkeklerimiz de camiye gelebilmeli” başlıklı yazısında “Biliyor musunuz? Erkekler camiye gelmiyor. Fakat kadınlar engellediği için değil. Kendi kendilerine izin vermedikleri için…” notunu düşüyor.
Şöyle yazıyor Ayşe Şener:
Son zamanlarda yeniden konuşulan şu malum konu: “Kadınların camilere özgürce gidebilmesi.” Aslında son zamanların değil, çok uzun zamanların, bitmeyen konusu… Cami tarihiyle eşit bir tarihe sahip.
Size de oluyor mu? Bu tip geciktirilmiş, olağanüstü bir cömertlik edasıyla sunulan hakları duyduğumda kulaklarımı tıkama duygusu yaşarım. Bu sanırım neden sonra, çok keyfi, “oo hoş gelmiş” bir özgürlüğün bir nevi uzatmalı kölelik olduğuna inancımla alakalı. Hey! Abarttım mı?
Bu konu bir yana. Fakat sizce de, erkeklerin tamamen özgür oldukları halde camiye gitmiyor olmaları daha ilginç değil mi? Hem gündem olmada da haddini ve yerini bilmeli kadınlar. Evlerinin en arka odalarında namaz kılmaları gerektiği gibi, gündemde de önde görünmeme edebini takınmalılar gibi geldi, şahsen bana…
Başlık mı? Hayır. Yanlış okumadınız. Yanlış yazmadım çünkü. Erkeklerimiz de camiye gelebilmeli, dedim. Samimi bir dilek. Çünkü erkekler, namazı, yani birazdan bütün hayata dağılacak olan kulluğun/şahsiyetli insan olmanın o sembolik yanını camide eda etmek konusunda, -geleneğin başından beri- kendilerini kadınlardan daha sorumlu tutmalarına rağmen, bu sorumluluklarını yerine getirme konusunda istenen seviyede değiller.
Biliyor musunuz? Erkekler camiye gelmiyor. Fakat kadınlar engellediği için değil. Kendi kendilerine izin vermedikleri için…
2012 veya 2014 yıllarında bir dünya araştırma şirketi veya Diyanet’in istatistiklerine rastlamışsınızdır. Bana kalırsa yakından uzağa çevremize şöyle alıcı gözle baktığımızda elde ettiğimiz veri minimum istatistiki bilgidir. Sağlamdır. Yerinden araştırma. Yerli ve milli. Birkaç ev bize arayıp taradığımız o manzarayı verir.
Cuma namazına gidenlerin oranı diğerlerine göre fena değil, diyebiliriz. Hatta bayram namazlarında bu oran tavan yapar. Fakat bu iki sebep dışında camiler; genellikle vakit namazlarında canından bezip bezmemekte kararsız, daha önemli başka bir işi olmayan, can havliyle kendini evden dışarıya atan emeklilerin yanı sıra hakikaten bir sorumluluk olarak, sevgiyle camiye koşanların pek az olduğu mekânlar değil midir? Yanılıyor olsak ne iyi olur. İstisnalar mı? Şu kaideyi bozamayanlardan mı söz ediyorsunuz?
Erkekler camiye gelemiyor veya. Hayat şartları, iş yükleri onları engelliyor.
Camiye geldiklerinden daha mutlu ayrılmıyorlar camiden belki de.
Camiye gitmeme eylemi içerik olarak şöyle bir niyet veya sonuca işaret eder. Camiye gitmeyenler cem olmak istememektedirler. Bu ayrılığın getirdiğidir. Camiye gitmeyenler; toplanmak, ru be ru hatır sormak, birbirlerinden haberdar olmak, bireysel veya toplumsal meselelerini taze ve yerindeyken çözebilecek tabii istişari bir hayata ön ayak olmak istememektedirler. Ortak sevinç veya üzüntü artık bu topluluğu hop oturup hop kaldırmamaktadır. Herkes biraz yalnızlığının bilincindedir. Herkes biraz kalabalığının eteğini basılmasın diye kenara çekmiş vaziyettedir. Saflar safiyetle dizilmemiş olup, bu kadar sık olması doğrusu can sıkıcıdır. Hem elli santim değil miydi mesafe kuralı? Bu ne samimiyet?
Belki de kimse kimin çorabı delik bilmek istemiyor.
Daima Allah’ın hep beraber misafiri olan bir toplumun ev sahibi olduğu ülkeyi hayal edin. Tövbelerini, pişmanlıklarını, değişmek isteyişlerini, hayata yeniden başlamak arzu ve gayretlerini paylaşan bir milleti hayal edin. Allah ile hem teker teker, hem hep beraber “halleşebilen”, ahvali hep beraber sorgulayan, eksik gedik ne varsa birbirini tamamlayan töreli bir memleketi…
Daima birbirlerinden haberdar olan bir toplumu kim yalan dolanla oyalayabilirdi ki?
Artık… Camiye gelmeyenin dikkat çektiği bir zaman diliminde değiliz.
Artık… Camiye gelenin dikkat çektiği bir zaman dilimindeyiz.
Sayılamayacak kadar nitelikli bir kalabalığı cezbetmiyor artık camiler. Sayılabilecek kadar azı ağırlıyor. Söylesenize bir camiye gelen on adamın omzu ne kadar büyüyebilir ve birbirine sımsıkı yaslanabilir. Hem bu kadar az kişiyle kılınan namazın sonunda boşluğa selam verdiğini düşünmeden edemez bir insan… Yolda yolakta da görmez, görse selam vermeye çekinir, yerinir. Birlik ve beraberliğin süreklilik arz etmediği bir milleti, ara bu kadar açılmışken refleks halinde hep bir olmaya daha fazla zorlayamazsınız. Barış zamanlarında Allah’ın “ev sahipliğinde” bir arada olmaya ihtiyaç duymayan bir toplumu zor zamanda birleştirecek bir sihri her zaman bulamayabilirsiniz.
“Bünyânun Mersûs/Sağlam ve yekpare bir bina gibi kenetlenmiş saflar halinde” diyordu ya Kitap’ta. İşte onun ilk ve sıklıkla provaları camilerde olması gerekmez miydi?
Ben mi yanılıyorum…
Pekâlâ, camiye gelmeyen erkekler nerelerde cem oluyorlar? Başka bir yazı konusu.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *