Sırat-ı Müstakim: Nedir, Ne Değildir?

Sırat-ı Müstakim: Nedir, Ne Değildir?

Baştan sona, doğumdan (mükellefiyet) ölüme bu bilgi ve bilinç içinde, ‘hak vaki olana değin ahde vefa göstermek’ (Hicr 99), ‘emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmak’ (Hud 112) ve de ‘Dua, niyaz ve ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi Allah içindir’ (En’am 162) duygu, inanış/düşünüş ve duruşu (salih ameller bütünü) tek çıkışımızdır.

Mustafa Bozacı

Bu yazımızda bir mü’min ve müslimin günde 5 vakit çok kere tekrarladığı, kendilerinin iletilmesini istedikleri ‘sırat-ı müstakim’ kavramını, terkibini incelemeye çalışacağız.

‘Ana yol, doğru ve apaçık’ anlamlarına gelen ‘sırat’ ile ‘dengeli ve dosdoğru’ anlamlarına gelen ‘müstakîm’ kelimelerinden oluşan ‘sırat-ı müstakîm’ ifadesi ‘dosdoğru, tam kıvamında -eksiği, fazlası olmayan-, apaçık ve hak yol’ anlamındadır. Bir yönüyle ‘aşırılığı olmayan, tam ve eksiksiz, vasat olan’ anlamındadır. Ez cümle ‘hedefe ulaştıran en kısa/en kolay/en-tek garanti/şaşmaz-şaşırtmaz/en-tek doğru yol’ olarak anlaşılabilir. Dahası ‘eğriliği olmayan, saptırmayan, hedeften şaşırtmayan’ boyutlarıyla… Hani denir ya ‘efradını cami, ağyarını mani’ olarak…

Peygamberimizin (as) beyanıyla sırat-ı müstakîm ‘Kur’an’ (Tirmizi Fezailül Kur’an 14) ve ‘İslam’ (Müsned IV, 182) olarak tarif edilmiştir, en genel ve de özgün anlamda. Bakara 174. ayetin vurgusu da bize bunu öğretmekte, öğütlemektedir: ‘Hak Rabbinden gelendir. Sakın şüphe edenlerden olma!’. Yani, bizler kulluk sürecimizde, tâbi kılındığımız imtihan içeriğince çıktığımız arayışta, başıboş bırakılmış değiliz; hak ve hakikatin, hikmetli her işin, bizleri asıl menzile götürecek verilerin, bilgilerin künhüne ancak vahye muttali olarak, talebelik ederek, onu bizlere ileten son elçi Muhammed (as)’ı örnek alarak, tâbi olarak ulaşabiliriz.

Ragıp el İsfahani (Müfredat ‘kvm’ maddesi) ‘istikamet’ genellikle ‘düz bir çizgi gibi doğru yol hakkında kullanılır, der. Resulullah da bunu bizzat yere çizdiği dümdüz bir çizgi ile ve önceki tüm resullerin yol ve yöntemlerinde olduğu gibi ifade etmiştir (İbni Mace ‘Mukaddime’ 1). Keza sırt-ı müstakime riayet, temel ilkeleri olarak ‘Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, O’na (cc) kulluk etmek ve peygamberine uymak şeklinde olmak durumundadır, başka değil! (Ayrıntılar için bknz; TDV İslam Ansiklopedisi ‘sırat-ı müstakîm’ maddesi)

Mukatil b. Süleyman’ın Fatiha suresinin 6. ayetiyle ilgili ‘sırat-ı müstakîm’; ‘İslam’dır, zira diğerleri –din- müstakîm değildir.’ açıklaması da önemlidir. Buradaki ‘ihdina/bizi hidayet eyle’ ifadesinin de İbni Mes’ud’a göre ‘erşedna/bizi irşad et’ şeklinde okunduğunu/anlaşıldığını eklemiştir. (Tefsir-i Kebir, 1. cilt, s. 47)

Burada meseleyi ayrıntılandırmadan önce namazlarda her rek’atta Fatiha suresi ile dillendirdiğimiz ‘Bizi sırat-ı müstakîme ilet’ dua ve niyazının, ‘nimet verilenlerin yolu’ vasfı, Nisa 69. ayette buyrulduğu üzere ‘nebiler, sıddıklar, şahitler/şehitler ve salihlerdir’ ki bunlar da ‘Allah ve resulüne külli ve tam bir itaat ile’, yani tüm boyutlarıyla emirler ve nehiyler konusundaki hassasiyet, sadakat ve ciddiyet üzre olmak durumundadır. Fatiha suresindeki istisnalara gelince; ‘gazaba uğramışların ve dalalete düşenlerin/sapmışların yollarına düşmeden, onlara benzemeden, onlardan ayrı olarak’ kısmı da bizlere ‘ağyarını mani’ kısımla ilgili, genellikle şirke düşmüş, kitaplarını tahrif etmiş ‘Yahudi ve Hıristiyanlar’ olarak anlaşılsa da hak yoldan sapmış, şeytan ve avanesinin peşine düşmüş, iğvasına kapılmış -bu asli bir yönelim ve tercihtir, yoldan çıkmadır, yoksa günahın mümkünlüğü değildir kast edilen, malumunuz- tüm müşrik, küffar, füccar taife için geçerli bir vurgudur.

Peşi sıra gelecek teyakkuz durumu da Al-i İmran 8. ayetteki vurguyla ‘Bizi hidayet ettikten sonra, sırat-ı müstakîme yönelttikten sonra kalplerimizi saptırma…’ dua ve niyazıdır. ‘Katından rahmet’ ise aynıyla Kur’an-ı Kerim’dir; bir ziya, bir şifa, bir rızık, bir rahmet, bir lütuf, bir inayet ve ‘ürvetü’l vüska’ olarak ve de Resulünün (as) –tüm resullerin (aleyhimüsselam)- yolu, yöntemidir; örneklediği, yaşayarak öğrettiği, tâbi olacağımız, itaat edeceğimiz kılavuzlukları, ‘üsvetün hasene’ olarak…

Bu arada ‘yol’ olarak kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ‘sebil, sırat, tarik ve sünen’ kavramları da kullanılmakta ve bunlar bazen ‘seviyy/tam eksiksiz, sevaü/doğru-kısa’, ’sae/kötü’ gibi olumlu ve olumsuz sıfatlarla geçmektedir.

Sırat-ı müstakimle ilgili bu verilerden, bilgilerden sonra gelelim; ayartıcılara, çeldiricilere, saptırıcılara… A’raf 16. ayette mündemiç olarak diyor ki şeytan ‘..Senin sırat-ı müstakîminin üzerine oturacağım..’, devamında 17. ayette de ‘onlara önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından yaklaşacağım’ ve en nihayet ayetin devamında –az sonra değineceğiz anladıklarımıza- ‘onların çoğunu şakirlerden/şükredenlerden bulmayacaksın.’ Evet, şeytan vadini (vaid yolundaki saptırıcılığını) tutuyor, sürdürüyor, insandan taifesini de yedeğine alarak! Bu böyle son saate kadar sürecek ve Furkan 27. ayetin beyanıyla o şükretmeyen çoğunluk ‘..keşke resulle beraber yol tutsaydım.’ diyecek. Ama nafile!

Şimdi, ne demek önden arkadan, sağdan soldan yanaşmak?! Amaç ne?! Şeytanın ifadeleri olduğu düşünüldüğünde ve sırat-ı müstakim üzere oturarak bunu yaptığına göre nedir muradı, hedefi ne, hedef kitlesi kim?!

Şöyle bir okuma yapsak; şeytan, ins ve cinden taifesiyle o sırat-ı müstakîm üzerine oturacak, gelene geçene, o yolun yolcularına vesvese verecek, onları yoldan caydırıp saptıracak, buna gayret edecek, onların misyonu da bu, vizyonu da! Son saate kadar dur durak bilmeden, yorulmadan, yeter demeden saptırabildiklerini saptıracak, yoldan çıkarabildiklerini çıkaracak ve gerisin geri döndürecek, sayısını/askerlerini çoğaltabildiği kadar o yolculardan devşirmeye, apartmaya gayret edecek! Tüm gücüyle, bütün imkanlarıyla! Ama imansızca, kendi sapkınlığına bedel olarak! Lakin o şeytan ‘Allah’ın samimi/halis kullarının üzerinde bir etkisinin de olamayacağını’ biliyor da işte o kullar bunun farkında mıdır, belli değil! En azından çoğunluğa, isyankarlara bakınca! (Hicr 36-44)

Okumamıza devam edelim: ‘Önden yaklaşmak’; gelecek, maişet/fakirlik endişesi, kariyer, konfor alanları, A’raf 20. ayete göre ‘melek olma, ebedi yaşama’, Ta-Ha 120. ayete göre ‘ölümsüzlük ağacı ve yok olmayacak bir egemenlik’ vb. anlamlara alınabilir. ‘Arkadan yaklaşmak’; atalar yolunun terki, dinin değiştirilmesi (yanlışın izalesi, tashih endişesi, putlarının yıkılması) endişesi, geçmişle yüzleşmek vb. anlamlarda okunabilir. ‘Sağdan yanaşmak’; muhafazakarlık, gelenekçilik, (bunlardan mütevellit olan ekleme ve eksiltmeler), ılımlılaştırma, sisteme uyumlu hale getirme, itirazları törpüleme, ‘Allah diyerek/Allah adına kandırmak’ (Fatır 5), maslahat ve meşruiyet sarmalları, Allah’ın affediciliği (günahta ısrar, dünyaya dalma, tövbeden imtina manasında) ve şefaat, kabirde temizlenme, cehennemde yanıp çıkma gibi büyük günahları da içeren bir keyfe keder bir yelpazede duygu, düşünce ve davranış kuruntusu olarak görülebilir. ‘Soldan yanaşmak’ ise; modernizmin (post’u dahil) dürtüleri, ifsadı, ekleme ve eksiltmeleri, hümanizm, insan hakları, demokrasi vb. illizyona dayanan kavramsallaştırmaları vb. algılardır denilebilir.

Burada feraset ve basiret sahiplerine ne kaldı? Dört yönden kuşatıldık mı?! Yok mu bir açık kapı? Nedir hal çaresi?! Evet, Kur’ani bütünlükte, ona sığınıp dayanarak baktığımızda hiç de çaresiz değiliz! ‘Çaresizseniz, çare sizsiniz!’ metaforunu da aşacak şekilde bakıyor ve görüyoruz ki, ‘üst’ yön de açık, ‘alt’ yön de!..

Üst taraftan bir lütuf, bir inayet, bir nusret, bir ışık, bir rahmet, bir şifa, bir rızık olarak vahiyle muhatabız. Yüceler yücesinden uzatılan kopmayacak bir ip… O ipe sarılmak, kurtulmak için ‘Kur’an’ı mehcur olmaktan çıkarmak’ (Furkan 30) gerekmektedir. Toptan sarılacağız (bir kısmına inanıp bir kısmını inkarla değil, Bakara 85), hep birlikte sarılacağız (parça parça olmayacağız, bölünmeyeceğiz, En’am 159), sımsıkı sarılacağız (tüm benliğimizle, gücümüzün yettiğince Hud 112). Parçalar halinde anlamaya çalıştığımız ve farklı ayetlerle açılım yaptığımız Al-i İmran 103. ayetin bu buyruğu, beyanı, aklı başında olana, kalbi körelmeyene, ahdine sadık olana yeterli imkan değil midir? İşte ‘iman varsa imkan da vardır.’ ifadesinden bu anlaşılsa gerek! Meselenin teoriye bakan, asılla ilgili kısmı bu…

Alt tarafın açık olması sadedinde; kulun gayreti, cehdi, ayakların vurgusuyla amellerimiz (salihane ve muhlisane), peygamberî uygulama ve örneklikler, resul ve nebilerin yol ve yöntemleri, sa’yimiz (meşkur olması niyetiyle, İsra 19), kulluğumuz/ubudiyet bilinci zikredilebilir. Meselenin pratiğe bakan, usulle ilgili kısmı da budur…

Şairin (M. Akif) dediği gibi; ‘Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol/Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol’ dediği de bu olsa gerek!

Bu saatten, bu okuma ve çıkarımlardan sonra kalkıp şeytana küfretmenin, günah için onu suçlamanın ve varlığından şikayetin, niye yaratıldığının sorgulanmasının bir kıymet-i harbisi olabilir mi?! Bu imkan ve şeraitte, ‘kolay olan bize kolaylanmışken’ (Leyl 7) öne sürecek bir mazeret, dört yönden kuşatılmış olmak gibi bir kaçamak söylem kalır mı?!

Şeytan ve taifesi (ins ve cinden, Nas 6) aydınlıktan karanlığa, nurdan zulümata çağırır, olanca güç(süzlük)leriyle çıkarmaya çabalarken, bizleri karanlıklardan aydınlığa, zulümattan nura davet eden, çıkaracak olan yegane tutamağımız vahiy (ve onun sahih uygulayıcısı resulün siret ve sünneti ondan mülhem ve onda mündemiç) elimizde, önümüzde iken nedir bu atalet, nedendir bu meskenet!? Yeryüzünü sarıp sarmalayan ifsadın, küfrün, ayyuka çıkan zulümlerin, yalanların talanların; fahşanın bizlerin elindekini kadrini kıymetini bilmemekten, liyakatten yana eksikliğimizden, nitelik yoksunluğumuzdan, gücümüzü yanlışa yormaktan, zulme/şeytan ve avanesine aldanmaktan (Nur 21), yukarıda da alındığı üzere Kur’ân’ı mehcur bırakmaktan (Furkan 30) ve hepsini içerecek şekilde Allah’ı hakkıyla takdir edememekten (Zümer 67, Hac 74, En’am 91), Al-i İmran 103. ayetin hilafına iş tutmaktan, dünyaya dalanlarla beraber dalmaktan (Müddessir 45), oyun ve oynaş olan geçici dünya hayatına aldanmaktan (Ankebut 64), ahireti ertelemekten, kulluğumuzu/ubudiyeti ihmalden, müstağni tutumlardan (İnfitar 6), ez cümle ‘tağuttan; şirk ve küfrün her renk ve tonu, biçimi, kurumu, yolu yordamından teberi edememek (Nahl 36) vb. arızalar, edilgenlikler, ihmal ve ihlallerden kaynaklandığı apaçıktır.

Şu da var ki Ankebut suresinin 69. ayeti mucibince Rabbimiz; yolunda, O’nun uğrunda, İslam davası için (içeriden ve içtenlikle) cehd edenleri/elinden gelenleri ardına koymayanları (her yönüyle, fıkhından kıtal’ine değin) yollarına ileteceğini müjdeliyor, vaat ediyor. Günahın mümkünlüğü ve tövbe kapısının açıklığı (Nisa 48)/(bile bile ve ısrarla yapmadan Al-i İmran 135) bir bahsi diğer olarak… Sınırları koyan da Rabbimiz, asgari sorumlulukları yazan da; neden razı olup, nelerden razı olmayacağını buyuran da O (cc)!

Başlarken her işimize ‘Euzü besmele’ ile ‘Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınıp, Rahman Rahim O’nun adıyla başlayarak’, bitirdiğimizde de ‘Son sözümüz, son dua ve niyazımız, temennimiz alemlerin rabbi olan Allah’a hamd etmektir’ (Yunus 10) şiarı olmazsa olmazımızdır. Baştan sona, doğumdan (mükellefiyet) ölüme bu bilgi ve bilinç içinde, ‘hak vaki olana değin ahde vefa göstermek’ (Hicr 99), ‘emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmak’ (Hud 112) ve de ‘Dua, niyaz ve ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi Allah içindir’ (En’am 162) duygu, inanış/düşünüş ve duruşu (salih ameller bütünü) tek çıkışımızdır. Bütün bileşenleri hesaba katılarak; eksiltmeden, artırmadan, güç ve imkanlarımızı yanlışa yormadan… Kıskançlık, çekememezlik ve hasedden uzak kalıp bir ve beraberce; yardımlaşarak, dayanışarak (Nisa 76)…

Elbette bu yol ve yolculuk sabır sebat isteyen, öncesinde bilgi ve bilinç isteyen, sadakat, liyakat ve fedakarlık isteyen, hak edişi sorumluluktan ayırmayan, şeytanın aldığı izin gereği –heva ve hevesin, nefsin arzuları dahil- süreçte bir sürü tuzak, engel, çeldirici bulunabilecek olan, yol işaret ve işaretçilerine azami özen gösterilmesi gereken (burada dahili ve harici olarak bu yol işaretleriyle oynayacak, işlevini ters yüz edecek bedhahlar her daim bulunabilecektir), sürekli bir teyakkuz hali gerektiren, alıcı-verici ayarlarının sağaltılması, tashih edilmesi (Kitap elimizde, kılavuzumuz belli) gereken, oluşabilecek arızî durumlarda fabrika ayarlarına dönülmesine -fıtrat-, navigasyonla rotanın yeniden ele alınmasına (bu da bir farkındalık, nitelik gerektirir ve asla-usule riayeti, ittibayı zorunlu kılar), kılavuzun hiç elden bırakılmamasına, yol azığı (en yalın haliyle Kur’an, İslam ve temsil-i nübüvvet) ve yol refikleri (mü’minler ancak kardeştirler’ (Hucurat 10) ile daha kolay kotarılabilecek ve hedefe ulaşılabilecek, azim bir iştir.

Bu azim yolun ve yolculuğun hitamı, ödülü, karşılığı da bir o kadar büyük olacaktır (Al-i İmran 133).

Rabbimiz bu yol ve yolculukta ‘ayaklarımızı sabit kılsın, üzerimize sabırlar yağdırsın ve bizlere küffar topluluğuna karşı (şeytan ve ins-cin taifesi dahil) yardım eylesin’ (Bakara 250) ve dahi ‘müslüman olarak canımızı alsın’ (A’raf 126 ve Yusuf 101). (AMİN YA MUÎN)

Son olarak, dedik ya sırat-ı müstakim Rabbimizin yoludur, O’na ileten yoldur, mana ve murad olarak Kur’an’dır, İslam’dır, resulün örneklediği yoldur diye ve bu yola saptırıcı olarak ins ve cin şeytanlarının dört bir yandan oturacakları/oturdukları uyarısı bilgisiyle; işte bu hakikat gereğince Zümer suresinin bu ilişkiyi, bu ikilemi izaha kavuşturan, sebep sonuç bağlamında düşünülmesi gereken 36. ayeti ile bitirelim: ‘Kim Rahman’ın zikrinden/dininden/Kur’an’dan yüz çevirirse, görmezden gelirse ona şeytanı musallat ederiz de o (şeytan/cin ve insten) ona (Rahman’ın/Allah’ın zikrinden/Kur’an’dan yüz çevirene) yakın/arkadaş olur.’!

Ve kalpler de ancak Allah’ın zikriyle itminan bulur (Rad 28)!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *