Karşı karşıya bulunduğumuz tarihsel olaylar, hareketler, ayaklanmalarla ilgili olarak niceliksel ölçütler kullanmak gibi bir zaafımız var. Sorgulayıcı bir zihne sahip olmadığımız için, eski sorulara eski yanıtlar veriyoruz. Olaylarla ilgili kalıplaşmış yaklaşımlar sebebiyle sözcükleri, tanımları bağlamlarından kopararak sorumsuzca kullanabiliyoruz. Modern tarih boyunca hep galiplerin hikâyelerine maruz bırakılmış tarihin edilgin unsurlarına dönüştürüldüğümüz için, küçük de olsa, geçici
Karşı karşıya bulunduğumuz tarihsel olaylar, hareketler, ayaklanmalarla ilgili olarak niceliksel ölçütler kullanmak gibi bir zaafımız var. Sorgulayıcı bir zihne sahip olmadığımız için, eski sorulara eski yanıtlar veriyoruz. Olaylarla ilgili kalıplaşmış yaklaşımlar sebebiyle sözcükleri, tanımları bağlamlarından kopararak sorumsuzca kullanabiliyoruz. Modern tarih boyunca hep galiplerin hikâyelerine maruz bırakılmış tarihin edilgin unsurlarına dönüştürüldüğümüz için, küçük de olsa, geçici de olsa, yüzeysel de olsa ucuz başarı hikâyelerine ihtiyaç duyuyoruz.
Ortadoğu ve Mağrip ülkelerinde yaşanmakta olan isyanlar, ayaklanmalar çevresinde sürdürüle gelen yorumlar tartışmalar, eleştiriler, demagojiler çevresinde sağlıklı bir değerlendirme yapmamız gerekiyor. Öncelikle belirtilmesi gereken ve hayati önem arzeden bir konu var: Evrensel bir dünya görüşü olarak İslam’a inanan, insanlığın ortak geleceği ile ilgili sorumluluklar almak isteyen genç kuşakların, algısal ufuklarını kısıtlayan, engelleyen ve kapatan, hizipçi/mezhepçi/kabileci yaklaşımları aşarak, küresel bir misyona/vizyona sahip olmaları, bu misyon doğrultusunda zihinsel bir dünya tasavvuru/tahayyülü oluşturmaları zorunludur. Bütün dünyayı ilgilendiren temel sorunlar, gelişmeler, olaylar, altüst oluşlar; bütün dünyanın ilgisini/dikkatini çekebilecek ikna edici yanıtlar ister. Burada sözü dolandırmadan, hiç bir tevile ihtiyaç duymadan, Ortadoğu ve Mağrip ülkelerinde yaşanan ayaklanmalarla ilgili olarak söylemek ve vurgulamak istediğimiz temel gerçek şudur: Bütün ayaklanmalar, isyanlar, seçimler Arap-İslam dünyasının dünya sistemi içerisindeki jeopolitik rolünü kesinlikle değiştirmemiştir, görülebilir bir gelecekte de değiştirmeyecektir.
Müslümanların karşı karşıya bulundukları tarihsel altüst oluşlarla ilgili olarak sağlıklı bir yorum yapabilmeleri için, kendilerini kısıtlayan durumlardan özgürleşmeleri, tabu kırıcı bir yaklaşım içerisinde bulunmaları, eleştirel bir bağımsızlık içerisinde bulunmaları şarttır. Gerektiğinde insanlar tarafından üretilen her şey eleştirilebilir. Müslüman toplulukların, cemaatlerin, kendi gerçekleriyle büyülenmeleri kadar büyük bir bağnazlık olamaz. Günümüz dünyasında, direniş mücadeleleri dışında; İslamî cemaatler, akımlar, partiler seküler-liberal demokratik akımlara eklemlenerek var olmaya çalışıyor. Cemaat yapıları teslimiyeti ve itaati esas alan bir örgütlenme biçimini seçiyor, hemen her ülkede, Türkiye’de de yaşandığı üzere, batınî ve içsel bilgiyle sınırlı bir din algısı yaygın ve etkili hale geliyor. Tasavvufi oluşumlar hukuki ilkelere meydan okuma biçiminde şekilleniyor. İbadetler manevi/ruhani egzersizlere dönüşüyor. Kur’an-ı Kerim’in batınî ya da sezgisel yorumu Şeriat’ın otoritesini tanımıyor.
Siyasal diktatörlerden kurtulan toplumlarımızda, yerel diktatörlerin yerine emperyal sermayenin diktatörlüğü geçiyor. Yerel diktatörlerin zulümlerini ısrarla konuşurken, küresel diktatörlüklerin kitlesel katliamlarını tartışmayı unutuyoruz. Yerel diktatörlerden nefret ediyoruz, ancak, yerel diktatörlerden kurtulmak için, emperyal diktatörlerin, eli kanlı diktatörlerin yardımlarına ihtiyaç duyuyoruz. Tarihin kendisi olan tanıklıklar gerçekleştiremiyoruz. Duygusal muhalefet ya da duygusal muvafakatin sınırlarını aşamıyoruz. Ortalık gözü yaşlı romantik duygusallıklardan geçilmiyor.
Neoliberal düşünce sistemi, günümüzde dünya çapında dolaşımda olan bir sisteme dönüşmüştür. Neoliberal ideolojiler meşrulaştırma araçları olarak kullanılmaktadır. Bütün insan ilişkileri ekonomik ilişkiler tarafından belirlenmektedir. Piyasa köktenciliği bütün sorunlara piyasaların yanıt bulacağı inancındadır. Neoliberal anlamda küresel oyun sahnesi her geçen gün daha genişliyor, büyüyor; özellikle genç kuşaklar küresel ufuklardan etkileniyor. Homojenleştiren, standartlaştıran piyasa kültürlüleri, kimlikleri baskılıyor, dönüştürüyor. Neoliberal zamanların çocukları bir şekilde Batı’ya gitmenin yollarını arıyor, bu yolu bulamayanlar ise neoliberal Batı modelini ülkelerine taşımak için ayaklanıyor.
Müslümanların, İslamî hareketlerin, yerel sınırları, perspektifleri aşan evrensel bir projeye sahip olmamaları sebebiyle “Tarihin Sonu” tartışmalarını sürdürenler bugün yeni bir büyük düşünce ve düşünce sistemi, rakip ve alternatif bir modelin hayata geçirilemeyeceğini, neoliberal felsefenin büyük sorunları yanıtladığını ve tarihin geldiği son nokta olduğunu savunabiliyor. Halen İslam toplumlarında genç kuşaklar, evrenselleşen, homojenleştiren tüketim kültürüne katılmaya devam ediyor. Toplumlarımız, halklarımız küresel ölçekte ideolojik kontrol altında tutuluyor. Hayatın her alanında ve her koşulda tevhidî bir bilince sahip olsaydık, tevhidî dünya görüşüne dayalı bir ahlakı temsil ediyor olsaydık, bu kontrollere karşı dirençli olabilecektik. Toplumlarımızda coğrafi ve yerel sınırları olmayan bir mantığın egemen olmaya başladığını görüyoruz. Güçlü kültürler daha çok, daha hızlı ve daha kolay bir biçimde küresel dolaşımı gerçekleştiriyor. Güçlü küresel akımlar yerel kültürlere değişimi dayatıyor. Toplumların neyi, nasıl tercih edeceklerine ilişkin ortak bir düşünce yaygın hale geliyor. Bu düşünce adına istediği yere müdahale edebilen emperyal bir irade karşısında bulunuyoruz. Demokrasi ihracı, demokrasi dayatmaları bu zeminde gerçekleşiyor. Küresel etkiler gündelik hayatlarımıza, pratiklerimize nüfuz ediyor. Kültürler coğrafi sınırlardan bağımsızlaşıyor. Güçlü küresel akışlar karşısında yerel nitelikli engeller bir varlık belirtemiyor. Büyük, etkili, kuşatıcı çağrısı olmayan kültürler, büyük çağrısı olan kültürlere boyun eğiyor. Denetimsiz ve tek yönlü bir etkiye maruz kalan toplumlarımız özellikle de genç kuşaklar, modernitenin imkânları karşısında, nasıl bir tavır geliştireceklerine ilişkin her hangi bir kararlılığa sahip değiller.
Hepimiz hayata dair duruşumuzun İslamî içeriği boyutu/mahiyeti üzerinde, içtenlikli bir özeleştiri yapabilmeliyiz. Ortadoğu ülkelerinde isyancı kitlelerin hangi değerlere önem verdikleri, hangi nedenlerle isyana kalkıştıkları, hangi İslamî nitelikleri ve içerikleri paylaştıkları tartışma konusudur. Diktatörlüklere karşı ayaklanan dışlanmışlar, açlar, yoksullar, mazlumlar, geleceksiz genç kuşaklar, İslamî bir dil kullanmıyor; muktedirlerin, müstekbirlerin oluşturduğu dilin ve söylemin imkânlarıyla, bu dilin sınırları içerisinde kalarak ayaklanıyor. Bu dil aracılığıyla ayaklanmaları meşrulaştırmaya çalışıyor. Hiç kimsenin Ümmet’in sorunları çevresinde her hangi bir kaygısı ve talebi yok. Bütün bunları söylerken/savunurken, bu ayaklanmalara katılan, bu konuda risk alan, fedakârlık gösteren kitlelerin insani duruşları/öfkeleri/çabaları/fedakârlıkları da saygıyı/takdiri hak ediyor diye düşünmeli ve takdir duygularımızı ifadeden geri kalmamalıyız.
Bizler, dünya Müslümanları olarak, yerel/mezhepsel/ulusal sınırları aşarak, dünya Müslümanlığını kuşatacak, yeni düşünceler, büyük düşünce sistemleri, evrensel misyonumuzu somutlaştıracak bir model geliştirmediğimiz takdirde tarihi yeniden başlatamayız. Bunun için toplumlarımızın evrensel zihinlere, kadrolara, çözümlemelere sahip olmaları gerekir. Avrupa aklı tarafından sömürgeleştirilen zihin dünyalarımızdan kovulan yaklaşımlarımızı/ kavramlarımızı/ dilimizi/ tavrımızı/ tarzımızı özgürleştirmeden gerçek hedeflere ulaşamayız. Hepimiz maruz kaldığımız yapısal muhafazakârlıkların neden olduğu felç edici semptomlar taşıyoruz. Kendi yetersizliklerimizle, niteliksizliklerimizle, etkisizliklerimizle hesaplaşamamaktan kaynaklanan itiraf etmediğimiz derin sorunlarımız var. İslamî bir seçeneği bütün boyutlarıyla ortaya koyamamak, tartışmaya açamamak gibi bir aczimiz var, bu aczimiz nedeniyle ahlakdışı bir referans sistemine katlanıyoruz.
İslam toplumları ile ilgili olarak sürekli gündemde tutulan kimi önyargılar var. Bu önyargılar toplumlarımızda zaman ve mekânın hep aynı kaldığı, hiç değişmediği ve değişmeyeceği yönündeki önyargılar. Ortadoğu’da yaşanan siyasal huzursuzluklar, ayaklanmalar bu önyargıları yalanlıyor. Burada belirtilmesi gereken husus, yaşanan değişimin hangi yönde ilerlediğini tesbit etmektir. Yaşanmakta olan değişim “İslamî yönde gerçekleşen bir değişim değil, kimi İslamî unsurları da içerisine alan bir değişim. Bütün toplumlarda geleneksel kimlikler büyük ölçüde aşındığı için, genç kuşaklar yeni bir kültürle özdeşleşiyor. Bu kültür hem yerel, hem de küresel unsurların bileşimi olan yersiz-yurtsuz bir kültürdür.
İslam toplumlarının karşı karşıya bulunduğu şiddetli sorunlarla ilgili olarak, yerleşmiş beklentilerin dışına çıkarak, acımasız bir özeleştiri ve acımasız bir durum değerlendirmesi yapabilmeliyiz.
Romantik beklentiler ve nostaljik umutlar, toplumlarımızın gerçekle ilişkilerini koparmalarına neden oluyor. Güncelliklerin sınırlı bağlamına kapandığımız için, kapsamlı dünya yorumlarına yönelemiyoruz.
‘Müslüman aklı’nı geçmişten şimdiki zamana taşıyamadığımız için, taklit ile yeniden inşa arasında ciddi gerilimler yaşıyoruz, yapısal muhafazakârlığın yanılsamalarını aşamıyoruz.
Geçmişe dönük ilgilerimiz sebebiyle şimdiki zamanı gereği gibi algılayamıyor, bu nedenle de zamanın dışında kalıyoruz. Hayatın tüm alanlarını düzenleyen yasalar/kurallar içeren İslam’a yabancılaşıyor, kamusal alana ilişkin İslamî sorumluluklarımız olduğunu unutuyor, ahlaki alana çekilmiş bir İslam yaklaşımı oluşturuyoruz.
Seküler zamanlarda, seküler mekânlarda, seküler dünya görüşü tarafından kısıtlanarak, sınırlandırılarak, kuşatılarak yaşanılabileceğine inanan muhafazakârlıklar sergiliyoruz.
İktibas, Şubat 2012
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *