Atasoy Müftüoğlu: “Kendilerini tarihin tek gerçek öznesi sayan Batılı sömürgeciler, Müslüman halkları, modernliğin edilgen tüketicileri haline getirdiler. Bu nedenle, edilgen tüketiciler, gerçek bağımsızlık ve özgürlük için konuşulması/tartışılması gereken varoluşsal meseleleri, varoluşsal bir iradeye nasıl sahip olunabileceğini hiç konuşmuyorlar…”
Atasoy Müftüoğlu
Filistin’e, Gazze’ye yönelik olarak, 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren, Amerikan-İsrail alçaklığının birlikte gerçekleştirdiği, masum çocukları, masum kadınları, masum yaşlıları da içerisine alan, katliam ve soykırım süreçlerinden sonra; İslami düşünce hayatının, İslam dünyası olarak bilinen dünyanın soyut-folklorik mevcudiyetini, Doğu Batı ilişkilerinin mahiyetini, modernitenin, modern kavram ve kurumların barbarlıklarını, vahşetlerini; tahakküm ve terör üreten araçsal aklın evrenselleştirilen kötülüklerini, bu kötülüklerin bütün boyutlarını, eleştirel bir zeminde, nihai anlamda sorgulamaya başlaması gerekiyor. Gazze’ye ve Beyrut’a yönelik topyekün imha savaşının, Amerikan-İsrail alçaklığıyla birlikte modern-seküler dünya görüşünün, siyaset tarzının özünü yansıttığını bilmek-görmek gerekiyor.
Günümüzde, İslam ülkesi olarak anılan ülkelerin, ahlakı, vicdan ve merhameti, adalet ve hakkaniyeti umursamayarak, savsaklayarak, erteleyerek; kendilerini, ölümcül bir hesapçı rasyonaliteye hapsetmeleri sebebiyle, İslami kesimler, oluşumlar, cemaatler, partiler vb. karşı karşıya bulundukları karanlık ve ırkçı bir tarihle yüzleşmeye cesaret edemiyor, bu doğrultuda, ahlaki/entelektüel/siyasal bir irade ortaya koyamıyor. Irkçı ideolojiler, modern tarih boyunca soykırımı amaç edinen, soykırımdan yana olan, sömürgeci bir dünya oluşturdular. Sömürgeci dünya-kültür, teknolojinin insanlıktan daha değerli olduğunu savunan, korkunç bir zihin dünyası oluşturdu. Bu zihin dünyası, teknoloji merkezli bir hayat tarzını şekillendiriyor.
Amerikan-İsrail alçaklığının, yetmiş beş yıl boyunca Filistin halkına yönelik olarak işlediği sistematik insanlık suçlarının boyutlarının, farkına ve bilincine varılmış olsaydı, Müslümanlar olarak, eleştirel/siyasal bir kamuoyu oluşturabilseydik, karşı karşıya bulunduğumuz hayati sorunları erteleme yolunu seçmeseydik, Filistin’e yönelik yetmiş beş yıllık kuşatmanın, çok anormal bir gerçeklik olduğunu fark etmiş olsaydık, bugün, daha farklı bir konumda bulunuyor olabilirdik. 7 Ekim 2023 savaşı ve soykırım sırasında, İslam toplumlarının, Müslüman halkların normal hayatlarını sürdürmeleri, İslami bir gelecek umudunu yok ediyor. İslami gelecek umudunu, modern barbarlık ve vahşete karşı, Amerikan-İsrail emperyalizmine karşı, olağanüstü imkânsızlıklar içerisinde bulundukları halde, Hamas ve diğer İslami direniş hareketleri temsil ediyor. Şaibeli-biçimsel bağımsızlıklarla malûl bulunan İslam dünyası ülkeleri, içerisinde bulundukları, alçaltıcı, rencide edici, hiçleştirici bağımlılıklar sebebiyle, direniş mücadeleleri karşısında utanç verici sessizlikler sergiledikleri gibi, Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere, İsrail’le diplomatik ve ticari ilişkilerini sürdürebildiler.
Yetmiş beş yıldan bu yana, varoluşsal tehditler altında yaşayan Filistin halkına, İslam dünyası denilen dünya hiç bir şekilde siyasal yardımda bulunamıyor, bağımsız siyasal gücü olmadığı için, siyasal bir yaptırım-irade ortaya koyamıyor. Batı aklının, bilgisinin, düşünme biçiminin, Kuzey Atlantik kültürünün, küresel hakimiyetinin gerçekleştirildiği günden bu yana, İslami akıl/bilgi/düşünme biçimi, madun akıl/bilgi ve düşünme biçimi olarak konumlandırıldı. Seküler epistemik yayılma ile birlikte, emperyalist evrenselcilik de hayata geçirilmiş oldu. İslami aklın, bilginin, düşünme biçiminin yapısal bir maduniyete dönüşmüş olması nedeniyle, İslam toplumlarında düşünce/kültür hayatı, akademik hayat seküler epistemolojiyi sorgulayamıyor, aşamıyor. Toplumlarımızın, oryantalist epistemolojinin tahakkümü karşısında İslami dikkat, duyarlılık ve sorumluluğu nasıl kaybettiğini tartışmaya cesaret edemiyoruz.
Aydınlanma değerlerinin, kavram ve kurumlarının sömürgecilik yoluyla evrenselleştirilmesiyle birlikte, İslam ve Müslümanlar, geçmişin ve yerelin sınırları içerisine kapatıldı. Bu tarihten itibaren, İslam ve Müslümanlar, geçmişin ve yerelin ufkunu aşan somut tahayyüller, projeler üretemediler. İslam’ın evrensellik bilincinden koparılması, taşralılaştırılması, İslam toplumlarını, yapısal bir edilgenliğe sevketti. Yerli-milli-kabileci-mezhepçi bencillikler, patolojiler, Müslüman halkları, İslam medeniyeti vizyonuna-misyonuna yabancılaştırdı. Bugün, İslam toplumları, estetik kültürü bütünüyle yok eden, popülist-sağcı barbarlıkla, tüketimciliği bir tatmin yolu olarak gören bir zihniyet tarafından dönüştürülüyor. İslam toplumlarında, hamaset yoluyla, romantik-ütopik iddialar yoluyla, insanı-toplumu köleleştiren hastalıklı zihniyeti, teşhis ve teşhir etmek gerekiyor. Günümüzde, teknolojinin, ırkçı-sömürgeci amaçlar doğrultusunda kullanılıyor oluşu, geleceğin, teknolojik bir diktatörlük biçiminde somutlaşabileceğini gösteriyor. İslam dünyası, İslami dayanışmaya yabancılaşarak, kendilerini, yerli-milli, ezan-bayrak, şanlı tarih retoriğine hapsettikleri için, güç ilişkilerinin dayattığı, ideolojik-politik çerçevenin dışına çıkamıyor. Yerli-milli retoriği, evrensel İslami bilinci, acımasızca paramparça ediyor. İslami dayanışmayı gündemine almayı düşünmeyen, buna cesaret edemeyen, İslam dünyası, kurumsallaşan/siyasallaşan ve küreselleşen Yahudi/Hıristiyan dayanışmasından hiç bir suretle ders almıyor, ders almak istemiyor.
İslami anlamda dayanışmaya, müzakere/müşavere/muhasebe/diğerkâmlık kültürüne yabancılaşan İslam toplumları, kabile/hizip/parti/mezhep/etnik köken bencilliklerini, hanedanlık rejimlerini, tek adam rejimlerini içselleştirdikleri için, İslam, somut, küresel bir siyasal gerçekliğe dönüşmüyor. Bugün, İslam toplumları, sağ-sol-seküler kesimler, büyük ölçüde, Amerikan kültür emperyalizmiyle bütünleştikleri için İslami direniş mücadelelerini/hareketlerini anlamak ve paylaşmakta ciddi zorluklar yaşıyor. Amerikan kültür emperyalizmi, bugünün dünyasında, sömürgeci çıkarlara hizmet edecek ulus’lar icat etmek, sömürgeci çıkarlara hizmet edecek İslam’lar icat etmek için olağanüstü çabalar harcıyor. Bugün, sömürgeci stratejilerle, tasarımlarla uzlaşabilecek, seküler/liberal bir İslam tasavvuru üzerinde, küresel çapta çalışmalar yapılıyor. İslamcı yönelişleri, oluşumları, hareketleri, inşaları, projeleri etkisiz kılabilmek için, köktenci seküler seferberlikler hayata geçiriliyor. İslam toplumlarında, Türkiye’de de, kimi aydınların/ilahiyatçıların seküler düşünce lehinde yaptıkları tercihlerin, köktenci seküler sömürgecilik tarafından nasıl fethedildiklerini gösterir.
İslam dünyası toplumları-ülkeleri, selim aklı, ahlaki aklı, bütünüyle yok eden, araçsal aklın ve rasyonalitenin, her tür kötülüğü sıradanlaştıran emperyalizmi karşısında, yerli-milli romantizmlere tutunmaktan başka bir şey yapmıyor, daha doğru bir ifade ile yapamıyor. İslam toplumlarında popülist propoganda söyleminin yükselişi, kolektif bir bilinç kaybı yaşadığımızı gösterir. İslami iradeyi somutlaştıramayan, iradesiz İslam ülkeleri, ırksal nefrete dayalı bir soykırım sistemi olan siyasal Siyonizm karşısında ölümcül bir sessizlik içerisinde oldukları kadar, gerçeklikten ölümcül bir kaçışı da sergiliyor.
Filistin’i, uçsuz bucaksız bir mezarlığa dönüştüren modern-seküler barbarlık karşısında, modern-seküler-liberal siyaset hiç bir şekilde bir suçluluk duygusu yaşamıyor. Aynı şekilde, modern seküler/liberal barbarlık karşısında alçaltıcı bir edilgenliği seçen İslam ülkeleri de, bu edilgenlikle ilgili, bu sessizlikle ilgili hiç bir suçluluk duygusu yaşamıyor. Her ırkçılık evrensel insanlıktan nefret ediyor. Her ırkçılık önyargıların kirliliğini ve zalimliğini normalleştirmeye çalışıyor. İslam dünyası toplumlarında da, Türkiye’de de yaşandığı üzere, azınlık unsurlara, Kürtlere, Alevilere vb. asimilasyon siyasetlerinin dayatılıyor oluşu, önyargıların içerideki zalimliğine işaret ediyor. Gerçeklikten ölümcül bir kaçış içerisinde bulunan İslam ülkelerinde, dini hayat, mistik-metafizik- mezhepçi spekülasyon yoğunluklarıyla günü kurtarmaya çalışıyor. İslam toplumlarında, kendilerini yasaların üzerinde konumlandıran, istisnai adaletsizliklere, yolsuzluklara karar veren, her durumda ayrıcalıklı olduklarına inandıkları ya da inandırıldıkları için, Allah’ın (c.c.) hükümlerini unutturarak, bu hükümlerin yerine kendi hükümlerini koymaya çalışan tiranlar, toplu katliam örgütü, soykırımcı Siyonizm karşısında bütünüyle iradesiz toplumları temsil ettiklerinin farkında değiller. Bu tiranlar, utanç verici soyut mevcudiyetleriyle yüzleşmek yerine, varoluşlarını etnik karşıtlık, mezhepçi karşıtlık temelinde meşrulaştırmaya çalışıyor.
Kanlı ve karanlık bir uçurumun içerisinde bulunan modern tarih, bütün sömürgeleştirme girişimlerini, uygulamalarını, dayatmalarını “özgürleştirme” girişimi olarak tanımlıyor. Para’ya, kâr’a, tahakküme tapınan, tabiata karşı savaş açan, çok büyük yıkımlara neden olan büyüme ideolojisini mutlaklaştıran, insani/ahlaki/manevi aidiyete hiç bir şekilde önem/değer vermeyen modern tarih ve uygarlık, içerisinde bulunduğumuz dönemde de yapay zekâ yoluyla, yapay ve yalan dünyalar/ilişkiler/akımlar/ortamlar oluşturmaya çalışıyor. Sosyal medyanın sorumsuzlukları, keyfilikleri, ajitatif tavrı/tarzı, fütursuzlukları, toplumsal sorunları derinleştiriyor. Emperyalistlerle iş birliği içerisinde olan, emperyalistlerin müttefiki olan İslam ülkeleri-toplumları, bu toplumların düşünce kültür/ilahiyat hayatı, İslami onuru, bağımsızlığı savunmak, temsil etmeye çalışmak yerine, bunu asla düşünmüyor, bunların yerine mezheplerini savunma, temsil etme yolunu seçiyor. Bu ülkelerde, mezhepçi patolojiler, bugün, entelektüel bir sefalete dönüşmüş bulunuyor. İslam toplumlarında halen yaşanagelen derin teslimiyetçiliklerin, derin edilgenliklerin nedenleri hakkında hiç bir şekilde soru sormamayı tercih eden, bu konuda derin bir suskunluk içerisinde bulunan Müslüman aydınlar/ilahiyatçılar/gazeteciler vb. paradigmatik bir körlük içerisinde bulundukları için, geçimlerini mezhep karşıtlığı üzerinden, etnik karşıtlıklar üzerinden sağlamaya çalışıyor. Paradigmatik körlük içerisinde bulunan aydınlar/ilahiyatçılar/gazeteciler, sömürgeci/emperyalist/Siyonist/oryantalist/seküler/dijital haçlı seferleri karşısında, ahlaki bir seferberlik, bir bilinç ve dayanışma seferberliği başlatmaları gerekirken, bunu yapmıyor, çıkarcı bencillikler, bencil çıkarcılıklar etrafında, çok derin bir popülizme düşme pahasına, demagoji üretmeye devam ediyor.
Küresel bir kötülükle karşı karşıya bulunan Müslüman halklar-toplumlar-cemaatler vb. kötülüğün engellenebilmesi için, daha çok ahlaka, daha çok akla, daha çok bilince, daha çok dayanışma sorumluluğuna sarılmaları gereken iyi insanların, somut anlamda sorumluluk alarak, kötülükler karşısında bir irade oluşturmaları gerekirken, İslami bütünü hizipçi-mezhepçi-partizan parçalara bölmeye devam etmeleri, küresel kötülükleri daha güçlü, daha kalıcı hale getiriyor. Günümüzde, Siyonist, emperyalist soykırımın mutlak benzersizliği ile karşı karşıya bulundukları halde, soykırım süreçlerine karşı etkili müdahale iradesine sahip olmayan İslam toplumlarının, Gazze halkını kendi kaderlerine terk eden kayıtsız ve pasif tanıklıkları, katlanılması, onaylanması, anlaşılması asla mümkün olmayan, ahlaki bir gerçeklikle karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Bugünün dünyası olumsuz özgürlükleri, ahlaksız/hayasız özgürlükleri, ahlaki kayıtsızlıkları, küresel bir siyaset felsefesi haline getiren, neo-liberal bir dünya haline gelmiştir. Her yanlışa, her adaletsizliğe hemen müdahale etmeleri gereken sorumlu Müslümanların yerini, bugün, ne yazık ki, her yanlışlığı, her adaletsizliği sessizlikle karşılayan, neoliberal muhafazakârlıklar, sağcılıklar alıyor. Muhafazakârlıklar, anlamları, temel ilkeleri ilkesel bir varoluşu muhafaza etmek yerine, faydacı olanları muhafaza etmeye çalışıyor. Hayatlarımızda, yalnızca çıkarcı anlar var, bir gelecek dikkati/hassasiyeti yok. Bütün bu nedenlerledir ki, aziz ve mükerrem İslam, ahlaki anlamda, tarihsel anlamda, mutlak bir zorunluluk olmaktan çıkıyor, çıkarılıyor.
Araçsal rasyonalitenin azgınlaşarak, zalimleşerek, ahlaksızlığı, akılsızlığı, adaletsizliği, soykırım ve katliamları sıradanlaştırdığı bir dönemde, kavrayış yetersizliği içerisinde bulunan Müslüman aydınların, tek boyutlu, bencil yorumlarını, indirgemeci analizlerini terkederek, dünya tarihinin ırkçı ve ideolojik temelde nasıl şekillendirildiğini, bu tarihin, İslam’ı-Müslümanları nasıl etkisiz hale getirdiğini araştırmaları, bu konular etrafında yoğunlaşmaları gerekir. İslam toplumlarında, İslam’a asla yakışmayan devlet putperestlikleri ile lider putperestlikleri, evrensel İslami ufuklara, umutlara, dayanışmalara, tahayyül ve tasavvurlara geçit vermiyor. Öncelikle ırkçı ve ideolojik bir tarihle yüzleşmeleri gereken Müslüman aydınların, akademisyenlerin mezhepçi ve etnik patolojilerle vakit öldürmeleri, çok yönlü, çok boyutlu düşünsel-entelektüel yoğunlukları imkânsız kılıyor. Muhteşem İslami direniş hareketleri İslami onuru savunma, temsil etme mücadelesi verirken, İslam ülkeleri, radikal Siyonist ve emperyalist kötülükler karşısında, radikal bir umursamazlık sergiliyor. Radikal Siyonist-emperyalist kötülük, insanlık tarihinin bütün ahlak-bilgelik-erdem sistemlerine alçakça meydan okurken, direniş mücadeleleri, evrensel umut mesajları üretmeye devam ediyor. Günümüzde sekülerleşme süreçlerinin doğal bir sonucu olarak, teknolojik diktatörlük, insanı, tarihsel bir özne olmaktan çıkarır, teknolojik diktatörlük ve terörist akıl insaniliği ve ahlakiliği bütünüyle yok ederken, Türkiye’de ne oldum delisi muhafazakâr kesimler, popülist-sağcı-otoriter propoganda klişeleriyle boğucu bir toplum, boğucu bir hayat oluşturmaya devam edebiliyor.
İslam dünyası toplumları, sömürgeci kültürün epistemik bir boyutu olduğunu, bu boyutun, sömürgeleştirilen halkların inanç/düşünce/kültür/eğitim ve değer sistemlerini bütünüyle değersiz ve geçersiz kılma amacına yönelik olduğunu gereği kadar idrak edebilmiş değiller. Modern bilgi ve kültürün, sömürgeci amaçlar doğrultusunda inşa edildiği için, nesnellik ve masumiyet iddialarının sorgulama konusu yapılması gerekir. Toplumlarımızda, özellikle epistemik iktidar konusunda yaşanan idrak yetersizliği sebebiyle, kültürel/ideolojik/sömürgeci önyargılar sorgulanamıyor. Modern tarihin, kültürel önyargılarla oluşturulduğunu ne yazık ki gereği gibi görmüyoruz, gerçeklikle kurgunun farkını ayırt edemiyoruz. Sömürgeci bilgi-epistemolojinin insanlık ailesi bünyesinde uzlaşmaz farklılıklar ürettiğini, Filistin özgürlük mücadelesi sırasında somutlaşan, Haçlı emperyalizmi ile, İslami direniş hareketleri arasındaki orantısız savaş sırasında, bu farklılığın nasıl dehşet verici boyutlara ulaştığını bütün insanlık gördü. Burada, Batılı bilgi sisteminin, sömürgeci söylem tarafından şekillendirildiğini hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.
Aziz İslam’ın tarihe girişiyle birlikte, Müslümanlar, İslami bilgi’yi, bütün insanlığa ulaştırmak üzere, bütün farklı kültür ve medeniyetlerle, bilimsel fikir alışverişine cesaret ettiler. Sömürgeci tarihle birlikte, bilimsel fikir alış-verişi imkânsız hale geldi. Bu nedenledir ki, bugün, Batı bilimi, İslami bilimlere olan borcunu inkâr ediyor. İslami düşünce, kültür, ilahiyat hayatı, kültürel/ideolojik/sömürgeci önyargıların hamaset söylemi aracılığıyla, şanlı tarih söylemi aracılığıyla etkisiz kılınabileceğine ilişkin çok derin bir yanılsama içerisinde bulunuyor. İslam toplumlarında, iktidar çıkarları doğrultusunda üretilen propogandacı yanlış bilinç, toplumları sağırlaşmaya, körleşmeye sevk ediyor. Popülist propoganda söylemi, toplumu ahlaki ve manevi anlamda savunulamaz bir çöküşe mahkûm ediyor. Gerçeği çarpıtan propoganda dili, popülist yanılsamalar üretiyor. Yanlış bilinç temel/ilkesel varoluş ve duruşu yerinden ediyor. Kitleler yanlış bilinç yoluyla her zaman ikna edilebildikleri için, yanlış bilinç yoluyla iktidara ulaşılabiliyor, iktidarlar sürdürülebiliyor.
Dünya Müslümanlığına çok ağır, çok onurlu sorumluluklarla birlikte, ortak bir bilinç, ortak bir çaba, ortak bir irade ve adanmışlık yükleyen; Filistin-Gazze direniş hareketlerine yönelik, eşi ve benzeri görülmemiş emperyalist haçlı saldırıları karşısında, İslam toplumları, kimi duygusal/sembolik protestolar dışında, gerçek dünyadan bağımsız romantik masallar tarafından kötürümleştirildikleri için, hiç bir sorumluluk, çaba ve adanmışlık üstlenemediler. İslam dünyasında sömürgeciler tarafından icat edilen ülkeler, resmi bağımsızlık dışında, bir bilinç ve irade bağımsızlığına sahip olmadıkları için, kardeşlerine yönelik İslami sorumluluklarını yerine getiremiyor.
Kendilerini tarihin tek gerçek öznesi sayan Batılı sömürgeciler, Müslüman halkları, modernliğin edilgen tüketicileri haline getirdiler. Bu nedenle, edilgen tüketiciler, gerçek bağımsızlık ve özgürlük için konuşulması/tartışılması gereken varoluşsal meseleleri, varoluşsal bir iradeye nasıl sahip olunabileceğini hiç konuşmuyor, bütün İslam toplumlarında, düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, otoriter/popülist/sağcı/muhafazakâr iktidarları güçlendirmek için, yeni gelenekler, yeni mitolojiler, yeni kahramanlık öyküleri icat ediyor. Hangi toplumda olursa olsun milliyetçiliklerin kazanması, İslam’ın kaybetmekte olduğuna işaret eder. Her milliyetçilik bağnazlıkla malûl’dür. Yerli-milli söylemi, varoluşun/tarihin/insanlığın temel/büyük meseleleri/problemleri karşısında etkisizdir. Milliyetçilikler yerellikleri temsil ederken, İslam, evrenseli temsil eder.
Kimler tarafından hangi amaçlarla üretilmiş olursa olsun, etnik mutlakıyetçilikler ve mezhepçi mutlakiyetçilikler, mutlakıyetçi önyargılarla malûl, mutlakıyetçi aptallıklar tarafından üretilir. Evrensel varoluşlar, umut ve ufuklar sınırları aşan dayanışmalarla, sınırları aşan evrensel içerik üretimiyle başlar. Mutlakıyetçi aptallıkların, İslam ailesi bünyesinde neden olduğu parçalanmışlıkları derinleştirdiğini, her parçalanmanın, İslam’ı çok daha güçsüz hale getirdiğini görmek/anlamak gerekir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *