“Dünyada her Müslüman dinin görevlisidir, İslâm devletinin de doğal vatandaşıdır. Müslümanlar yaşadıkları toprakları Daru’l İslâm’a dönüştürmekle mükelleftirler. Medine’ye hicret eden Peygamber (sav) Mekke’nin fethinden vazgeçmemiştir. Bugün Mekke’deyiz elbette bir gün bizim de Medine’miz olur.”
İslâm’a sığınan, İslâm’a teslim olan
Mustafa Çelik / Yeni Akit
İslâm, insanlığın son kurtuluş adasıdır. İslâm’a sığınan, İslâm’a teslim olan, İslâm’ı hayata hâkim kılıp tatbik eden kurtulur.
Müslüman akıllı olmalı ve ferasetle zamanı okumalı ve imanın ölçülerine vurmalıdır. Günümüzde İslâm coğrafyasını yangın yerine çevirenlerin önü bugün kesilemiyorsa bu; müstevli harbi ve mürtedlerin peyda ettikleri fitnelerle aynı güçte ve odakta birleşen zihinler sebebiyledir.
Müslüman bir coğrafyanın gücü silahıyla, tankıyla, parası ve puluyla ölçülmez aksine ferd, aile, cemiyet ve devlet seviyesinde bir tek İslâmi değerlerle mukayyed kalan salih evladlarıyla ölçülür.
Müslümanın bu dünyada her şeyi İslâm ile mukayyed olduğu gibi, vatanı da İslâm ile mukayyeddir. Memleketin halkı zalim olduğunda, Allah’ın dinini tatbik etmeye imkân kalmadığında, akıl, din, can, mal ve nesil emniyetleri tehlikeye girdiğinde vatanın anlamı kalmaz, hicret farz olur. Rabbimiz ferman buyuruyor:
“Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen müstaz’afin/çaresiz kalmış erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa Sûresi/ 75)
Bu âyetin bir manası da, vatanınızı dininizin iktidarına son veren, akıl, din, can, mal ve nesil emniyetlerini ortadan kaldıran zalimlere terk etmeyiniz demektir. Müslümanlar İslâm inancını benimsemiş olmaları hasebiyle, İslâm ümmetinin bir üyesi oldukları gibi, İslâm devletinin de vatandaşı olma hakkına sahiptirler. Dolayısıyla onların İslâm toplumuna ümmet ve İslam devletine vatandaş olarak bağlarının esasını “İslâm akidesi” teşkil eder. (Abdulkadir Udeh, et-Teşriu’l Cenaî fil İslâm, C: 1, Sh: 307)
İslam dinini benimsemiş bir kimse, nerede olursa olsun, İslâm devletinin vatandaşı kabul edilir. İslâm hukukçularının ifadesiyle “Daru’l İslâm” ehlidir. (el Buhari, Keşfu’l Esrar, C: 1, Sh: 284)
İslam inancını benimsemiş olması itibariyle bir Müslüman dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, ırkı, rengi, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun, İslâm devletinin tabii bir vatandaşı sayılır. Müslümanların yabancı bir ülkede yaşamaları, İslâm devletinin vatandaşları olmalarına engel teşkil etmez.
Müslümanı Müslüman yapan kalbindeki imandır. Toprak eğer üzerinde Kur’ân devlet olmuşsa Müslüman için vatandır!
Bir vatan hayal ediyorum; adetlerle değil, Allah’tan gelmiş olan âyetlerle idare edilen. Ne kadar firavuni engel varsa Rasûlüllah (sav)’in sünnet-i seniyyesiyle delen!
Sinmiş başlarla çalınmış miraslar geri alınmaz. İslâm coğrafyasını, vatan toprağını düşman karşısında tesbih çeken eller tetik çekmedikçe düşmanın işgalinden ve istilâsından kurtaramazlar.
Vatanı putlaştırmak şirktir. Ancak Müslüman bu dünyada vatansız da olmaz. Müslümanın inancında; devlet de, vatan da, servet de her şey insan içindir, insan da Allah içindir. Allah’ın davasına hizmet içindir. Müslüman insan vatan topraklarını müdafaa eder. Allah düşmanlarına, harbi ve mürted müstevlilere vatan topraklarının bırakın bir karışını miskal-i zerresini dahi bırakmaz. Vatanı işgale ve istilâya yeltenen ecnebiyle, mürted ve harbiyle savaşmaktan Müslüman çekinmez.
Müslümanlar vatanlarını nasıl savunurlar derlerse cevaben deriz ki, Gazze halkı gibi… Bir 7 Ekim sabahı kalktık ki; bir avuç yetim mücahid dünyanın en aşağılık yaratıklarını alınlarının çatından vuruyorlar. Bir sabah kalktık ki; sapan taşlı çocuklar büyümüş. Çıplak elle tank avlıyorlar.. Aksâ aşkına, süt kokulu kundaktaki sabiler aşkına; şiir gibi öldürüyorlar.. Surda bir gedik açtılar; mukaddes mi mukaddes. 2 milyarlık İslâm âleminin topyekûn o gediğe yüklenip Siyonizm azmanını tarihin çöplüğüne gömmesi her an mümkündür. Demek ki, yeryüzünün firavunları çoğalsa da imanın Musa’ları hiç eksik olmuyormuş.. İslâm kişiye vatanda vatan olmuşsa, Allah Rasûlü’nin 14 asır önce tebşir ettiği fırka-i naciye’den, taife-i mansura’dan olmanın onuruyla, vakarıyla, şükrüyle düşmanın karşısına dikilir.
İslâm coğrafyasının müdafaası ihmale gelmez. Moğollar, Türkistan’ı yıkarken kardeşlerinin yardımına gitmeyip sulh yolu arayan Bağdat, gün geldi yandı ve yıkıldı. Bugün İsrail’le sulh olacağını zanneden ülkeler de bir gün Siyonistleri karşılarında göreceklerdir. Şunu bilelim ki; İslâm coğrafyasında bir tek İslâm’ın dediği olur. Müslümanların vatanlarında İslâm’ın dedikleri olmuyorsa, vatan işgal ve istilâ edilmiş demektir.
Müslümanların vatanları Müslümanların doğdukları ve doydukları yerden daha büyüktür. İslâm nereye hâkim olmuşsa, nerede yaşanıyorsa orası Müslüman için vatandır.
Dünyada her Müslüman dinin görevlisidir, İslâm devletinin de doğal vatandaşıdır. Müslümanlar yaşadıkları toprakları Daru’l İslâm’a dönüştürmekle mükelleftirler. Medine’ye hicret eden Peygamber (sav) Mekke’nin fethinden vazgeçmemiştir. Bugün Mekke’deyiz elbette bir gün bizim de Medine’miz olur. Sabahın seheri günden ileri. Biz dinimiz İslâm’ı sevmişiz her şeyden ileri!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *