Atasoy Müftüoğlu: Sağcılık, muhafazakarlık, konformist dindarlık kötürümleştirir

Atasoy Müftüoğlu: Sağcılık, muhafazakarlık, konformist dindarlık kötürümleştirir

Yoldaki İşaretler kanalına konuk olan Atasoy Müftüoğlu, “Kendisini İslam’a nispet eden herhangi bir topluluğun; etnik mutlakiyetçilik ve mezhep mutlakiyetçiliğine, etnik homojenlik ve mezhepçi homojenliğe İslam’ın cevaz vermediğini bilmesi gerekiyor.” dedi.

Yoldaki İşaretler’in yeni bölümünde Yusuf Manav, Mustafa Erdem Yavuz ve Mehmet Oğuzhan Kaya’nın konuğu Atasoy Müftüoğlu oldu, “Sağcılık kötürümleştirir, muhafazakarlık kötürümleştirir, bu sahte dindarlıklar ve konformist dindarlıklar kötürümleştirir, zihin dünyamızı ve ruh dünyamızı felç eder.” vurgusunda bulunuyor.

Müftüoğlu’nun konuşmasının bir bölümü şöyle:

“Bugün ulus devlet olarak tanımladığımız kategorilerin hiçbirisi bağımsızlığını tamamlayabilmiş değildir. Bağımsızlıklarını tamamlayamadıkları için emperyalist vesayete açık durumdadırlar. Tüm bu ulus devletler o vesayet sebebiyle emperyalistlerle ittifak içinde. İttifak ilişkisi içinde bulunanlar kendi bağımsız iradeleriyle hareket etme özgürlüğüne sahip değildirler. Bunun için Amerika adına Orta Doğu’da İsrail ve Amerika adına bir vekaleti sürdürüyorlar. Onun için ulus devletler Emperyalist Amerika’nın müttefikleri olmaları hasebiyle Amerika ve İsrail’in bölgedeki çıkarları doğrultusunda hareket etmek durumundadırlar.

Filistin sorunu ortaya çıktığı günden beri yani 75 yıldan beri bu İslam dünyası olarak tanımladığımız dünya İslam’ı temsil etmediği halde, İslam dünyası olarak tanımlanmayı hak etmediği halde İslam’ı araçsal bir unsur olarak kullanıyor. 75 yıl boyunca Apartheid devletini, ırkçı Apartheid devleti karşısında hiçbir siyasal irade ortaya koymayı başaramamışlardır. Bu zaman zarfında, 75 yıl zarfında bu ülkeler siyasal, entelektüel ve ahlaki ölüler olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Bu ülkeler, Türkiye de dahil olmak üzere, Filistin sorununu, Gazze sorununu, Kudüs sorununu sürekli olarak politik propaganda aracı olarak kullanmakta, seçim malzemesi olarak maalesef kullanmakta, kullanabilmekte. Bu konuda eşi ve benzeri görülmemiş bir ikiyüzlülük sergilemekte, hatta yüzsüzlük sergilemekte ve ancak bütün bunları yaparken gerek Gazze’ye, gerek Filistin’e, gerek Kudüs’e siyasal anlamda hiçbir şekilde bir katkıda bulunma iradesine sahip olamamaktadır. Çünkü ulus devletler kendi realizmleri sebebiyle İslami dayanışmaya karşıdırlar.

Şimdi gerek Hizbullah, gerek Hamas, İslami Cihad gibi direniş örgütleri bölgede statükonun gidişatına müdahale ettikleri için soykırımla karşı karşıya gelmişlerdir. Fakat asıl problem iki yıl kadar önce İsrail’le normalleşme kuyruğuna giren İslam dünyası ülkeleri bu normalleşmenin sonuçlarıyla ilgili olarak daha büyük bir ikiyüzlülük sergilemişlerdir. Bu normalleşme aracılığıyla İsrail’in siyonist projesini diplomatik yollarla hayata geçirme imkanına sahip olacağını bugün dünya kamuoyu bilmiyor. Daha doğrusu İslami kamuoyu bilmiyor. Çünkü İslami kamuoyu propaganda yoluyla, hamaset yoluyla, popülizm yoluyla istisnasız her gün sahte gerçeklikler üretiyor. Bu sahte gerçeklikler yine dini motifler kullanılarak kitlelere aktarılıyor ve kitleler bu sahte gerçekliklere inanıyorlar. Sadece kitleler değil, kendilerini Müslüman, muhafazakar olarak tanımlayan bürokrasiler, akademisyenler, gazeteciler, yazarlar da bu sahte gerçekliğin yanında hizalanmak suretiyle gerçekliğe yabancılaşıyorlar.

Bugün ortaya çıkan bu patolojik durumun devlet ideolojileri tarafından değil, devlet emperyalizmleri tarafından topluma empoze edildiğini düşünüyorum. Kendisini İslam’a nispet eden herhangi bir topluluğun; etnik mutlakiyetçilik ve mezhep mutlakiyetçiliğine, etnik homojenlik ve mezhepçi homojenliğe İslam’ın cevaz vermediğini bilmesi gerekiyor. İslam’a herhangi bir parçaya indirgemek kadar İslam’a yönelik bir kötülük olamaz. Mezhep mutlakiyetçiliği ve etnik mutlakiyetçilik ve homojenlik dayatması kabul edilebilir, anlaşılabilir, meşrulaştırılabilir, sıradanlaştırılabilir bir şey değildir. Burada büyük bir anormalliğin normalleştirilmeye çalışıldığı, ulus-devlet bencillikleri adına, ulus-devlet çıkar ve ihtirasları adına bunun yapılmakta olduğunu düşünüyorum. Bu duruma hiçbir şekilde İslami bir gerekçe bulunamaz. Mezhepçi karşıtlıkların ve etnik karşıtlıkların İslam’ın bu kuşatıcı misyonuna çok büyük zararlar verdiği muhakkaktır.
Ancak bütün bunların nasıl bu noktaya geldiğine ilişkin tarihsel çözümlemeler yapılması gerekiyor. Bu çözümlemeler yapılmamıştır.  Çünkü bunlar, bu çevreler bugün asıl konuşulması gereken konuları kesinlikle konuşmuyor. Bugün Türkiye örneğinden yola çıkarak belirtmek gerekir ki İslami düşünce hayatı, kültür hayatı, edebiyat hayatı, ilahiyat hayatı bir Lale Devri döneminde yaşıyor. Bugün İslam dünyası toplumları ontolojik ve epistemolojik bir emperyalizme mahkum olmuş durumdadırlar. Ve fakat bu mahkumiyetin farkında değildirler. Bugün sorumluluk üstlenmemiz gereken en hayati konu İslam’ın ontolojik ve epistemolojik özgürlüğünü sağlama konusudur. Filistin’de ve Lübnan’da emperyalist dünyanın kendilerine dayattığı gelenekçi, görenekçi, daha doğrusu konformist dini telakkileri kabul etmedikleri için hem Hamas hem Hizbullah direniş mücadelesini sürdürüyor.

Yeni bir kurucu kuşak, yeni kurucu fikirler, düşünceler gerçekleşmediği takdirde biz bu köhneliklere katlanmaya devam edeceğiz, katlanmaya devam edeceğiz. Müslümanlar sağcılığa maruz kalacaklar, hiçbir şeyi muhafaza etmeyen çıkar muhafazakarlıklarına maruz kalacaklar, çıkar dindarlıklarına maruz kalacaklar. Bilmek ve anlamak gerekir ki sağcılık kötürümleştirir, muhafazakarlık kötürümleştirir, bu sahte dindarlıklar ve konformist dindarlıklar kötürümleştir, zihin dünyamızı ve ruh dünyamızı felç eder.
Bugün genç kuşaklar kozmopolit bir üst kültür oluşturmak mecburiyetinde. Çünkü şunu bilmek gerekir ki etnik homojenlik ve mezhepçi homojenliklerden bir medeniyet programı, projesi çıkarılamaz. Tarihte tek etnik aidiyet temelinde, tek mezhep aidiyeti temelinde bir medeniyet kurulmamıştır. Medeniyetler çeşitliliklerle kaim olan unsurlardır ve medeniyetler bütün bu çeşitlilikler arasında bir ortak anlayış zemini kurmuşlardır. Bu karşılıklı saygı temelinde ifadesini bulan bir şeydir.

Konformist kültür ve din algısıyla hesaplaşmayı sadece ve sadece  Merhum Mehmet Akif gündeme getirebilmiştir. Eğer Mehmet Akif İstiklal Marşı şairi olmasaydı bu taşıdığı eleştirel fikirler sebebiyle bugün aramızda zındık ya da sapık olarak anılıyor olacaktı. Ama Mehmet Akif sadece İstiklal Marşı şairi olarak biliniyor, Safahat da gereği gibi okunmadığı için o eleştirel dil ve düşünce maalesef gereği gibi toplum gündemine nüfuz edemiyor. Cumhuriyet Türkiye’si dikkate alınacak olursa örneğin Necip Fazıl Bey, İdeolocya Örgüsü’nde tamamen faşizan bir model gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Nurettin Topçu’nun evinin duvarında Hitler’in fotoğrafı asılıdır. Bunlar bu faşizan etkinin buradaki tezahürlerine işaret ediyor. Bugün geldiğimiz noktadaki mezhepçi ve etnik mutlakiyetçiliğin geçmişte pek çok temelleri vardır. Dolayısıyla İslam’ın ilk yüzyıllarındaki bütün kültürlere hitap eden o kozmopolit üst kültüre bugün de ihtiyacımız var.”

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *