Sırtlarındaki “yöresel” Arap kıyafetlerinden başka İslam ile hiçbir bağları olmayan bu liderlerin, Gazze/Filistin konulu son toplantılarından çıkan sonucun özeti, kendilerine dokunmadığı sürece Siyonizm’in Dünya’yı ateşe vermesinde hiçbir beis yoktur!
Geçtiğimiz hafta Bahreyn’in başkenti Manama’da (16 Mayıs 2024 günü) 33’üncü Arap Birliği Liderler Zirvesi düzenlendi. İsrail’in Gazze’ye devam eden saldırılarını ele alındığı zirveye, Manama’daki son derece şatafatlı Sahir Sarayı ev sahipliği yaptı.
Zirveye; Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve Bahreyn Kralı Hamed bin İsa Al Halife’nin yanısıra Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Devlet Başkanı Yardımcısı ve Başbakan Muhammed bin Raşid, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ve Ürdün Kralı II. Abdullah’ın, ayrıca Irak Cumhurbaşkanı, Moritanya Cumhurbaşkanı, Komor Adaları Cumhurbaşkanı, Cibuti Cumhurbaşkanı, Yemen ve Libya Başkanlık Konseyi Başkanı da zirvede hazır bulundu. Kuveyt, Fas, Lübnan, Umman, Cezayir, Tunus ve Sudan hükümetleri ise temsilci gönderdi.
Anlayacağımız, “Avrupa’nın Orta Doğu” diye adlandırdığı ekümenin tüm Arap kulları oradaydı.
Adet olduğu üzere yeni bir proje üretmeyerek dağılan zirve sonuçları, Arap ve Müslüman kamuoyunu yine şaşırtmadı. Ancak yeni nesil liderler, uluslararası aktörlere tam biat halinde olduklarını bir kez daha deklare etme şansı buldu.
Muhakkak bilenlerimiz vardır ama bilmeyenler için küçük bir hatırlatma yapalım. Arap Liderler zirvesi, Arap Birliği’nin yedi kurucu devleti olan Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye’nin katılımıyla, Mısır Kralı I. Faruk’un daveti üzerine Mayıs 1946’da İskenderiye’de ilki düzenlenerek başladı. Şimdiye kadar ise 15’i acil ve 33’ü normal olmak üzere 48 Arap Liderler Zirvesi düzenlendi. Geçtiğimiz yıl 32.’si düzenlenen zirveye, Suriye’de uyguladığı katliamlardan dolayı 2011 yılında zirveden atılan Suriye lideri Beşer Esed, Katar’ın tüm tepkilerine rağmen ilk defa yeniden katılmıştı. İlk zamanlar Arap dünyasının sorunlarını çözüme yönelik kararlar alınmaya çalışılsa da, bu zirvelerde sadra şifa doğru düzgün bir karar alınamamış. Sırtlarındaki “yöresel” Arap kıyafetlerinden başka İslam ile hiçbir bağları olmayan bu liderlerin bir kısmı devrilerek, bir kısmı öldürülerek zirveden ayrılmış ve yerine yeni liderler gelmiş. Özellikle 1970’lerden itibaren ise, tamamen ABD ve İsrail’in hamisi gibi hareket eder olmuşlar. Alınan kararlarda, (ne şiş yansın ne kebap bâbında) Arap ve Müslüman halkların tepkisini sönümlemeye ve Batı’daki patronlarını razı etmeye ayarlı bir dil kullanılmaya hep özen gösterilmiş. Öyle ki, 1974’te Rabat zirvesinde geçen; “1967 saldırısında işgal edilen tüm Arap topraklarının geri verilmesi ve Kudüs şehri üzerindeki Arap egemenliğine halel getirecek hiçbir durumu kabul etmeme gerekliliği ve FKÖ’yü Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak kabul edilmesi” yönündeki ifadenin aynısı, aradan geçen 50 yıl aradan ve binlerce ölümün ardından 2024 yılındaki 33. zirvede yine yer alabiliyor.
Müslüman halklar ve şimdilerde tüm dünya tarafından dile getirilen, Arap (ve güya Müslüman) liderlerin bir araya gelemediği eleştirisini tamamen yanlış anlayan bu sefih adamlar; yaşanan onca acı, işgal ve zulümden sonra, ancak ve ancak binbir güçlükle(!) “Orta Doğu Uluslararası Barış Konferansı düzenlenmesi” çağrısında bulunabildi. Mazlum Müslüman halkların onyıllarca umut bağladığı bu adamların dünyadaki saltanatlarını bozmamak adına vicdanlarını on paraya küresel sisteme nasıl sattığını izlerken, Hamas’ın yaptığı direnişin ne kadar izzet ve şeref timsali olduğunu insan bir kez daha anlıyor. ABD ve Arupa’daki bir çok üniversitedeki gençlerin bile fıtratlarını harekete geçirecek evsafta bir katliam, Arap liderlerin ancak kendi “ulusal” çıkar planlarını revize etmesi işlevi görebiliyor.
Ev sahibi olan Bahreyn Kralı Hamed, Arap Birliği Zirvesi’nin bu yıl “yıkıcı savaşlar, insani trajediler, Arap halklarının barış, güvenlik ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditlerle karmaşık uluslararası ve bölgesel koşulların gölgesinde düzenlendiğini” belirtti. Filistin başta olmak üzere, bölgede adil ve kalıcı barışın sağlanması için dayanışma ve diyalog yolunu benimseyen ortak Arap tutumuna olan ihtiyaca vurgu yaptı. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres da, “Gazze’deki savaş tüm bölgede enfeksiyona sebep olabilecek açık bir yaradır” diyerek, esas endişenin “Gazze”deki soykırım değil, ucunun diğer Araplara da dokunacak bölgesel bir savaş olduğunu açık açık ifade etmiş oldu. Ayrıca Guterres, 76 yıldır devam eden ve ısrarla görmezden gelinen işgale haklı bir başkaldırı olarak görülmesi gereken Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının, (muhtemelen karaktersiz Arap liderlerinden aldığı cesaretle) “meşrulaştırılamayacağını” söyleme hadsizliğinde bulunduktan sonra, Hamas saldırılarının Filistin halkının maruz kaldığı toplu cezalandırmanın da haklı gerekçesi olamayacağını söyledi. Öyle ya, tam da tüm Arap liderlerine imzalattırılan “İbrahim Anlaşmaları” ile istedikleri rüzgârı yakalamışken Hamas’ın ‘pişmiş aşa su katması’ olacak iş değildi(!) Ama Dünya halklarının artan tepkilerine verecek bir cevapları da olmalıydı.
Yayınlanan Bahreyn bildirisi, bir yandan Ortadoğu’da savaşın yayılmasından duyulan korkuyu ifade ederken diğer taraftan Arap ülkelerindeki diğer meseleleri ve krizleri, kontrol altına alınmaları, etkilerinin sınırlandırılması ve yayılmalarının önlenmesi açısından ele alıyor.
Bazı İngiliz yayın organları tarafından “Bildiri, İsrail’in üzerinde siyasi baskı oluşturuyor” diyerek ballandırılmaya çalışılan bildiri tam bir rezalet esasında. Her zamanki gibi Gazze’de yaşanan vahşet kınanarak İsrail’in derhal Refah’tan çıkması ve katliama son vermesi istendi. İnsani yardımların önünün açılması kibar bir dille rica edilerek Arap ülkelerine, işgal güçlerinin ordusunu Gazze’nin tamamından çekmeye, ablukayı kaldırmaya, yerinden edilenlerin geri dönüşüne ve Gazze’nin yeniden inşasını gerçekleştirmeye zorlamak için gerekli önlemleri almaları çağrısında bulunuldu. Bildiride yer alan “Başta Hamas olmak üzere tüm Filistinli gruplara, Filistin halkının tek meşru temsilcisi olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altında bir araya gelmeleri ve Filistin halkının meşru haklarını elde etme, bağımsız ulusal devletlerini kurma özlemlerini gerçekleştirme çabaları çerçevesinde kapsayıcı bir ulusal proje ve birleşik bir stratejik vizyon üzerinde anlaşmaları çağrısı”nı okuduğunuzda, zirvenin ne amaçla toplandığını ve ifa ettiği “bel’am”lık vazifesini anlamış oluyoruz. Çoğu bildiride sürekli dile getirdikleri ve zaten ABD’nin de dünden razı olduğu “1967 sınırlarına dönülmesi” ve iki devletli çözüm tuzağına da, Hamas’ın artık razı olduğu yönünde bir algı da yayılmaya çalışılıyor. Anadolu Ajansı tarafından yayımlanan “Hamas, Arap Birliği Zirvesi’nin sonuç bildirisini memnuniyetle karşıladı” haberinin de, Türk hükumetinin baskıları ile servis edildiği kanaati var bende…
Uzun lafın kısası, yıllardır Allah’ın buyruklarını az bir bedel karşılığında tağutlara satan liderlerin safında bir değişme yok, Allah ve Rasulü’nün safında duranlarda da bir değişme yok. Siyonizmin kendilerine dokunmadığı sürece Dünya’yı ateşe vermelerini izlemekle yetiniyorlar. Gazze ve Filistin halkı ise yapayalnız ama alnı ak bir şekilde davalarına sahip çıkıyor. Ancak şunu unutmayalım ki bu ateş hepimize dokunacak… Herkes payına düşen kadar bedel ödeyecektir. Rabbimiz bizlere ibadet yollarımızı göstersin. Muhakkak ki Allah en doğrusunu bilir.
(Venhar)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *