Gazze’de soykırım yaşanırken ABD’nin Orta Doğu’da kurmaya çalıştığı yeni denklemi değerlendiren Dr. Ufuk Necat Taşçı’ya göre, Trump döneminde duyurulan sözde “Yüzyılın Anlaşması” yalanının Arap toplumları tarafından kısa ve orta vadede kabul edilmesi artık mümkün değil.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ufuk Necat Taşçı’nın AA için yaptığı değerlendirme şöyle:
Son 7 aydır rahmetli Alev Alatlı’nın nasihatnamesinde “Güneş her gün daha mütekamil bir dünyaya doğmaz.” vecizesini daha da iyi anladığımız bir tarihsel süreçten geçiyoruz. Gazze’de devam eden İsrail soykırımı 40 bine yakın sivil, kadın ve çocuğu hayattan koparırken bir taraftan da bölgesel çatışmaların, uluslararası sistem kaynaklı çıkmazların konuşulduğu ve elbette küresel güçlerin Orta Doğu politikalarının zorlu şekilde sınandığı bir döneme evrildi.
Orta Doğu’da normalleşme dönemi sona erdi
Şüphesiz ki Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bahse konu küresel aktörlerin başında gelen ve işlerin kendisi adına kontrolden çıktığı birincil aktördür. Bilhassa 70’lerin sonlarında İsrail ve Arap ülkeleri arasındaki normalleşme sürecinin sınırlı kalmasıyla istediğini elde edemeyen ABD’nin 2020’de 4 Arap ülkesinin İsrail ile normalleşmeyi kabul etmesiyle emellerine ulaşması an meselesiydi. Ancak İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de işlediği soykırım, İsrail ile normalleşme konusunda hevesli olan Arap devletlerinin liderlerini de kısmen geri adım atmak zorunda bıraktı. En azından eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde duyurulan sözde “Yüzyılın Anlaşması” yalanının Arap toplumları tarafından kısa ve orta vadede kabul edilmesi artık mümkün değil. Pek çok ülke Filistin davasını benimsedikleri için olmasa da toplumlarının baskısı ve şahsi ikbal kaygılarıyla şu an için İsrail ile direkt bir normalleşme sürecini dillendirmeye mahir gözükmüyor.
Nitekim 7 Ekim’den beri arabuluculuk için kamuoyu önünde yoğun çaba sarf ederken, diğer taraftan Gazze’den gelmesi muhtemel göçü durdurmak için arka planda uzun süredir duvar ören, ek güvenlik önlemleri alan Mısır örneği herkesin malumudur. Diğer taraftan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Güney Afrika’ya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) İsrail yöneticilerine yakalama kararı çıkmaması adına çeşitli jestler yapmayı teklif ettiği konuşuluyor. Ürdün Dışişleri Bakanlığı’ndan İsrail’i hedef alan açıklamalar yapılıyor ama diğer taraftan Kraliçe Rania El Abdullah İsrailli annelerle yaptığı empatiden bahsedip, onların çektiği acıları dile getiriyor. 2020 yılında ABD Başkanı Trump’ın açıkladığı ve Filistin’in neredeyse fiilen teslim olması anlamına gelen Yüzyılın Anlaşmasını toplumlarına bir kazanım olarak sunan bu rejimler şu an çok ciddi bir çıkmaz içinde.
ABD-Suudi Arabistan tarafında neler oluyor?
Politik pragmatizmi ve statükoyu korumak adına Filistin davasına yönelik verilen tavizlerin savrulduğu bölgede en dikkati çeken gelişmeler ise şüphesiz Suudi Arabistan tarafında yaşanıyor. ABD’nin hem Asya Pasifik’te Çin’e karşı kurmak istediği dengeler için hem de Orta Doğu’da İsrail’in güvenliği ve İran’ı dengelemek için ayrı bir önem atfettiği Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesinde de ana gündem artık Gazze’deki gelişmelere göre şekillenecek.
Geçtiğimiz günlerde ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Riyad’da bir araya geldiği Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman ile görüşmelerin merkezinde de bu husus vardı. Washington ve Riyad arasında son haftalarda hızlanan görüşmelerin iki ülke arasında çok kapsamlı bir anlaşmayı beraberinde getirmesi muhtemel görünüyor. ABD’nin Suudi Arabistan’a yapay zeka ve kuantum bilişim yatırımlarından sivil nükleer program desteğine kadar birçok unsuru barındıran anlaşmanın önünde ise şu an aşılması gereken 2 engel duruyor. Gazze’deki savaşın derhal durdurulması ve Filistin devletinin kurulmasına dair bir “yol haritası” talebi olan Suudi Arabistan, bu hususların sağlanması koşuluyla İsrail ile normalleşme ihtimalini masada tutuyor.
İki ülke anlaşma maddelerini belirlemelerinin hemen akabinde İsrail’e bir seçenek sunmayı ve Riyad’ın taleplerinin kabul edilmesi durumunda normalleşmenin gerçekleşeceğini açıkça ifade ediyor. ABD’nin Rusya, Çin ve İran üçlüsüne karşı Suudi Arabistan’ı yanında görmek istemesi görünürde İsrail’e karşı da bir baskı unsuru olarak öne çıkıyor. Ancak bu noktada “Artık her şey için çok mu geç?” sorusu karşımıza çıkıyor.
ABD tarafından yapılan açıklamalarda anlaşmanın mümkün kılınabilmesi yukarıda belirtilen hususların hepsinin aşılması şartına bağlanıyor. 4 Arap devletinin 2020’de iştirak ettiği Abraham Anlaşmaları zemininde modellenmesi beklenen yeni anlaşma Gazze’de gelinen noktadan sonra ne kadar masumane olur, bunun tartışılması gerekiyor.
Abraham Anlaşmaları’nda Filistin devletinin toprakları Gazze, Negev Çölü’nde iki arazi ve İsrail işgali altındaki Batı Şeria’da küçük bir bölümden oluşuyordu. Mescid-i Aksa olmak üzere, Kudüs’teki Müslümanlara ait ibadethaneler ve kutsal mekanlar İsrail’in egemenliğinde kalıyordu. Yani anlaşma bir oldu bittiyle siyasi “istikrar” ve iyi ilişkiler gölgesinde dünya kamuoyuna sunulan bir tuzaktı.
7 Ekim’den beri devam eden soykırım sonrasında artık adı dahi anılmayan bu sözde anlaşmanın şu an ABD-Suudi Arabistan anlaşması üzerinden canlandırılarak gündeme gelmesi, Gazze’de yaşananların acısını unutturacak bir nitelik taşımıyor. Yani Suudi Arabistan’ın kamuoyu önünde sergilediği bu “hassasiyetinin” arka planında Filistin’in sadrına şifa bir sonuç yok, hiç de olmadı.
Kamuoyunu diplomatik anlaşmalar ve bölgedeki Çin, Rusya ve İran gibi aktörlere karşı konsolide etme bahaneleriyle ikna etmeye çalışan ABD yönetimi Suudi Arabistan’la anlaşıp, Suudi Arabistan-İsrail arasında ilk diplomatik teması kurdurarak soykırımdan ve İsrail’in askeri başarısızlığından bir galibiyet devşirmeye çalışıyor.
Bu saatten sonra, İsrail-Filistin meselesinde konuşulması gereken tek adım 1967 sınırları çerçevesinde iki devletli çözümden başkası değildir. ABD dışişleri misyonlarının raporlarında belirttiği üzere, Gazze’deki soykırım İsrail ve ABD’ye karşı Orta Doğu halkları nezdinde nesillerce sürecek bir öfkeyi ortaya çıkardı. Eskiden İran ve vekilleri üzerinden bölgeyi okuyan, Filistin meselesinde bu bahaneyle ABD ile çıkar ilişkisi inşa eden rejimler de ya halklarının vicdanına direnip yok olacak ya da bu oldu bittiye izin vermeyerek onurlarını kurtaracaklardır.
Hamas ateşkes teklifini kabul etmesine rağmen Refah’ta başlayan son İsrail operasyonu, Gazze’de aylardır soykırıma uğrayan Filistin halkının hakkaniyet odaklı beklentilerinin meşruluğunu gözler önüne serdi. Bunu gözetmeyen bir uluslararası sistemin, küresel aktörün ve bölge ülkelerinin gelecekte hem stratejik hem de manevi anlamda yaşayacağı kayıplar kimseyi şaşırtmamalıdır.
[Dr. Ufuk Necat Taşçı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Öğretim Üyesi]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *