Sorunlar ve zorluklar aynı zamanda fırsattır. Bugün İslam alemi çöküşte değildir. Aksine bir farkındalık yaşıyoruz. Koşullar ne kadar kötü olursa olsun bize düşen görev insanları katletmeye ve felakete götürmeyen bir çözüm bulmak.
Suriye’de savaşın başlamasından sonra ailesiyle İstanbul’a gelip yerleşen İslam alimi Cevdet Said ile Yeni Şafak adına Hatice Saka önceki gün bir söyleşi gerçekleştirdi. İslam dünyasının sorunları ve çözüm önerileri temelinde yapılan söyleşide Said’in ‘demokratik mücadele’ çağrısı dikkat çekerken, Erdoğan’ın İslam dünyasının liderliğine yönelik bir soruya ise, ‘dünyada adil bir sistem kurmak için bütün müslümanların yardımlaşması gerekir’ şeklinde cevap verdi.
İşte Hatice Saka’nın soruları ve Cevdet Said’in cevapları:
Dünyadaki Müslümanların büyük çoğunluğu Türkiye’nin İslam ülkelerine liderlik edeceğini düşünüyor. Sizce Türkiye’ye böyle bir misyon yüklenmesinin sebebi ne?
İslam tarihinde Rasulullah’tan (s) sonra dört râşid halife geldi. Bunlardan hiçbiri iktidara kaba güç kullanarak gelmedi ve hiçbiri yönetimi oğluna miras bırakmadı. Bütün bunlara rağmen halifelerin üçü katledildi. Son iki halifeyi katleden ise sahabi çocukları! Dördüncü halifeden sonra, iktidar yeniden kılıçla el değiştirmeye ve babadan oğula geçmeye başladı. Ne yazık ki o günden bu yana İslam dünyası kılıç problemi yaşamakta, iktidarın darbeler veya verasetle el değiştirmesine şahit olmaktadır. Ancak Türkiye’de demokrasi kök saldı. Bir başkanın “halka danışacağız” dediğini ilk kez Türkiye’de duyduk. O halde önümüzde demokratik mücadeleye devam etmekten başka seçenek yok.
Size göre Türkiye Ortadoğu’da nasıl bir rol oynadı? Başkan Erdoğan’ın Ortadoğu siyasetini nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’nin dış politikası konusunda detaylı bir görüş sunamam. Bu konuyu yakından izleyenlerin açıklaması daha doğru olur. Ancak şimdiye kadar Türkiye’nin Ortadoğu politikalarında doğru adımlar attığını ve bizlerin Türkiye’nin, Türkiye’nin de Ortadoğu’nun bir parçası olduğunu düşünüyoruz.
Dünyada âdil bir sisteme hayati derecede ihtiyaç var. Bunu Erdoğan’ın önderliğinde Müslümanlar gerçekleştirebilir mi?
Bütün Müslümanların bu konuda yardımlaşması gerekir. Tüm Müslümanların, geniş bir coğrafyada İslam’ı temsil sorumluluğunu üstlenen Türkiye ile dayanışması gerekir. Adaletsizlik büyük tehlikelere ve kaosa neden oluyor. Tüm insanlık âdil bir sistemin gelmesini bekliyor. Adaletli davranan korkmaz ve rahat uyur. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın dediği gibi, “Onlar için ne korku ne de hüzün vardır.” sözü gerçekleşir. Dünyadan kodamanların sömürmesine ve ezilmişlerin sömürülmesine son vermemiz ve belli bir tabakaya mensup olanların imtiyazlarını elbirliğiyle kaldırmamız gerekmektedir. Tüm insanlığı ortak bir söyleme, eşitlik ilkesine davet etmek için işbirliği yapmalıyız.
İslam’ın cihat anlayışı konusundaki fikirlerinizi öğrenebilir miyiz?
Yüce Allah buyuruyor ki: “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz.” İslam’da ötekilerle ilişki ‘iyilik’ ve ‘adalet’ üzerinde kurulur. Enbiyanın mesajlarından ve Kur’an-ı Kerim ayetlerinden anladığım kadarıyla caiz olan savaşın iki şartı vardır: Birincisi, savaşa ancak meşru bir otorite (yönetim) girebilir. Yani zor kullanarak veya darbe sonucunda değil, insanların rızasıyla iktidara gelen bir iktidar savaşa girebilir. İkincisi ise, kime karşı savaşa girilebileceğiyle ilgilidir. İnsanları belli bir dine veya mezhebe zorlayanlara, düşünceleri yüzünden ya da dünyevi çıkarları sebebiyle insanlar üzerinde baskı kurup onları başka yerlere göç etmek zorunda bırakanlara karşı -daha iyi bir çözüm yöntemi bulunmadığı takdirde- savaşa girilebilir. Tabii ki bu ikinci şart, öncelikle birinci şartın gerçekleşmesine bağlıdır. Allah Rasulü (s) bu iki şart dışında yaşanan fitne veya savaşlara asla katılmamamızı emretmiştir.
Yani günümüzde Kuran-ı Kerim ve hadisler ışığında savaşlara girilmiyor değil mi?
Prensip olarak savaş konusunda bu şekilde davranmak gerektiğini söylüyor. Fakat bence şiddet çıkmaza girdi. Şöyle ki, savaş ilk atom bombanın atılmasıyla öldü. Büyük devletler artık savaşmaz oldu. Küçük devletler ise savaşa girdiği takdirde büyük devletler çıkarlarına göre hareket eder hale geldiler. Tıpkı İran’da sekiz yıl süren İran – Irak savaşında olduğu gibi. Humeyni zehir içer gibi ateşkes anlaşmasını imzaladı ve Kissinger’in ‘keşke her iki tarafı da yenebilsem’ yönündeki temennisi gerçek oldu. O sebepten dolayı ben savaşın ölümünü ilan ettim. Amaçlarını gerçekleştirmek için silaha başvuranlar kendilerini ve kaderlerini silahları üreten ‘sinsilere’ bırakıyorlar. Hala ‘nasih ve mensuh döneminde’ yaşıyor olmamız ve onların sattığı ölü malların faydasına inanmamız silah tacirlerini sevindiriyor.
O zaman cihadı yalnış tanımlanıyor değil mi?
Cihad nedir diye soranlara şunu diyebilirim. Cihad kıyamet gününe kadar devam edecektir. Çünkü cihat ancak Kuran ile olur ve Kuran’da, “Onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver.” Bunun anlamı da şudur: “Cihat insanları düşünce, bilgi ve ilimle ikna etmekle olur.”
Suriye’de yıllardır süren bir savaş var. Siz şiddete karşınız. Bu şiddet nasıl son bulabilir?
Suriye sorunu çok büyük bir sorun ve Suriye konusunda tüm tarafların daha bilinçli hareket etmesini beklerdik. Ben ümit ediyorum ki Müslümanlar arasında yaşanan bu şiddet iletişim yoluyla sona erecek.
Peki Suriye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Tüm olumsuzluklara rağmen kalbimde Suriye’yi güzel bir geleceğin beklediğini hissediyorum. Çünkü Suriye halkı İslami değerlere sıkı sıkıya bağlı ve bu hafife alınacak bir şey değil. Bu sebeple Suriye’yi güzel günler beklediğine inanıyorum. Suriye kadim medeniyetlerin beşiğidir ve İslam medeniyetinin kutsal saydığı topraklardır.
Müslüman ülkelerin sorunu bitmiyor. Bu sorunun kaynağı nedir?
İslam alemi hasta. Yeni dünya düzenini anlayıp ona dahil olmamız gerekiyor. Batıdan nükleer bomba da dahil olmak üzere eski silahlarını alıyoruz. Bunu şu örnekle daha iyi açıklayabilirim. Batılı ülkeler boyunlarına mavi boncuklar takıp bizi büyüden kurtacaklarını söyleyen dolandırıcılara benziyor. Onlara inandığımız için bütün yollar çıkmaza giriyor. Sorunu çözmek için kendimizde bir güç göremiyoruz. Peki ne yapıyoruz? Tek seçeneği onlardan silah almak olarak görüyoruz. Çağdaş problemlerin kültürümüzde açtığı yara çok derin. İlime ve bilgiye sarılmayız. Fakat bunun yerine silah satın almaya devam ediyoruz. Bu hastalığın tedavisi savaşmak değil. Bunun tek tedavisi ilimdir. Bu hastalığı şiddet ve savaş iyileştirmez.
Ortadoğu’da yakın zamanda bilim ile savaşlar bitecek gibi görünmüyor. Peki nasıl bir çıkış yolu önerirsiniz?
Sorunlar ve zorluklar aynı zamanda fırsattır. Bugün İslam alemi çöküşte değildir. Aksine bir farkındalık yaşıyoruz. Koşullar ne kadar kötü olursa olsun bize düşen görev insanları katletmeye ve felakete götürmeyen bir çözüm bulmak. Hastayı öldürmeden, eleme ve kayba neden olmadan çözümler üretebilir. Çözüm savaşmayı red etmek ve silahlı kuvvetlere katılmamaktır. Bu kolay değil ama direnç gösterilmeli. Peygamberlerin “insanlığa hizmet etmek” ilkesiyle gönderildiklerini unutmamalıyız. Çünkü onlar kendi kurallarını uygulamak için gelmedi.
Hakk’a çağıranı duymayan bir ümmet miyiz?
Birçok düşünce adamı , alim ve entelektüel sorunların asıl kaynağı. Halbuki onların görevi gerçeği göstermek. Allah bize Fatiha suresinde “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet” der. Burada üç çeşit kişiye işaret edilir. Birincisi gazaba uğrayanlar; hakkı bilen ama tabi olmayanlar. İkincisi dalelatte olanlar bunlar doğruyu bilmeyenler. Üçüncüsü ise “sıratul mustakim” olanlar yani dosdoğru yolda gidenler. Günümüzde dosdoğru olanlar ile yoldan çıkmışlar delalet içinde olanlar konusunda çatışmaya giriyor. Oysaki dosdoğru olanların görevi halkı iyiye ve güzel yöneltmektir. Bu nedenle, hakikati açığa çıkarmak ve onu en önemli değişim araçlarından biri haline getirmeleri gerekir. Yolunu kaybedenleri suçlamaya hakkımız yok. Gerçeği açığa kavuşturmadığımız için kendimizi suçlamalıyız.
Ama delalette olanlar dosdoğru olanları dinlemiyorsa ne olacak?
İnsanlar yaratılışları gereği doğru yolda eğilimindedir. Delalete düşmelerinin en büyük sebebi dosdoğru yolda gidenlerin onlara yardım etmemesidir. Allah bize Enbiya Suresi’nde diyor ki: “Onların çoğu gerçeği bilmiyorlar, ama buna rağmen yüz çeviriyorlar.” Doğru bilgi yayılırsa insanlar hak yolundan dönmezler.
Kudüs meselesi bir türlü çözülmüyor. Filistinliler’in her türlü girişimi sonuç vermiyor. Bir İslam alimi olarak Kudüs meselesi konusunda söyleyecekleriniz önemli?
Çok uzun zaman önce Cezayirli büyük düşünür Malik bin Nebi’nin “Dirilişin Şartları” adlı bir kitabını okumuştum. O dönemde yaptığı tespitler beni çok etkilemişti ve şoke olmuştum. İslam ülkeleri her zaman şunu tekrar ediyorlar: “Filistin sorunu İslam aleminin en büyük ve önemli sorunu diyorlar. Ancak Malik bin Nebi diyor ki: “Filistin sorunu bir hastalık değildir. Aksine hastalığın bir belirtisidir.” Bu hastalık için Nebi, “Müslümanlar kullanılabilir, yönlendirilebilir ve yönetilebilir oldular. Bunun belirtisi de Filistin’in tek gündem olması” diyor. İslam dünyası kendi tarihinde de olan bu konuyu halen idrak edebilmiş değil. Malik bin Nebi, Şam’daki evimi ziyarete geldiğinde Filistin sorununu kırmızı bir mendile benzetmişti. Bu mendili tutan kişi boğayı kızdırıyor ve kendine çekiyor. Daha sonra onu katlediyor. Bu şimdiye kadar duyduğum en çarpıcı tespit oldu. Tamamen Filistin meselesini ortaya koyuyor. İsrail kurulmadan önce İslam ve Arap aleminin büyük sorunları vardı ve devam ediyor. Kendi içlerindeki problemleri düzeltmeden Filistin sorununu çözemezler.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *