Dünya, işgalci İsrail’in yaptıklarına kör ve sağır olsa da Allah her daim görüp, gözetendir ve Allah, kafirleri mü’minlerin elleriyle cezalandırmak istemektedir. İşte biz her daim boyunlarımıza astığımız evin anahtarlarını yurtlarımıza dönebilmek için saklıyoruz…
Bünyamin Zeran
Ne söylense ne yazılsa! Yazıların kifayet etmediği anlar vardır. Kelimeler düğümlenir insanın boğazına. Sussan kalbine ihanet edersin susmasan bir gürültünün içinde boğulup gidersin. Kalmakla gitmek arasında can çekişirsin. Acının coğafyasında en gösterişli tualler çocukların gözleri olur, annelerin direngen duruşları, yiğitlerin cesurca ölüme atılışları… sapan taşlarıyla başladı hikayemiz ve devam etti düşmana kök söktürüşümüz. Bizi düşmanın kılıcı değil de en çok dost bilinenlerin sessizliği öldürüverdi. Sonra buna da alıştık. Ölürsek bir yiğit gibi ölmeyi şiar edindik. Biz, Yahudilerin, Hristiyanların ve onların sadık hizmetkarları müşriklerin Allah’a şirk koştuğu şeylerden korkmadık hiçbir zaman. Biz korkulmaya layık olanın Allah olduğu bilinciyle yaşadık her daim. Bizim büyük büyük dedelerimiz, Ahmet Yasinlerimiz, Fethi Şikakilerimiz, Rantisilerimiz ve daha adını saymakla övünç duyacağımız nice alimlerimiz ve şehitlerimiz bu topraklardan yetişti. Bize şahitlik ettiler. Bizim en büyük övüncümüzdür Allah’tan korkarak onun adına yaşamak. Biz böyle gördük bizden önceki şehitlerden…
Çocuklarımız kapkara gözleriyle bizlere bakarak büyüdüler. Ölümün en dehşetlisini, şehadetin arzulanışını bizde sevdiler. Topraklarımızın siyonistler tarafından onların iplerini ellerinde tutan ağababalarının sonsuz destekleriyle nasıl karış karış işgal edildiğini görerek, yaşayarak büyüdük. Biz ümmetin yetimleriyiz sahibimiz yalnızca Allah’tır. Sahibi Allah olanın yetimliği gam değildir böyle biline. Bizi düşmana toprak satmakla suçlayıp başımıza gelenleri hakettiğimizi söyleyenlere söylenecek belki çok söz var ama en azından biraz tarihimizi okuyun deriz. 1945 yılına gelindiğinde Yahudilerin tüm Filistin coğrafyasında yalnızca yüzde beşlik bir alana sahip olduğunu görürsünüz. Siyonistlerin bizim topraklarımızı ancak efendilerinin onlara takdim ettiği en gelişmiş silahlarla, milyar dolarlarla, gaspla, tecavüzle aldığına biz şahidiz ve biliyoruz.
Biz ölüyoruz diye üzülüyorsunuz ya üzülmeyin bizim ölülerimiz cennete, kafirlerin leşleri cehenneme gidecek. Peki sizin suskunluğunuz, sizin ölmüşlüğünüz nereye yazılacak! Arkamızdan gıyabi cenaze namazları kılıyormuşunuz, şehitler diridir siz kendi ölmüşlüğünüz için kılın o cenaze namazlarınızı. Gördük biz o sırça köşklerin nasıl devrildiğini, kendini dev aynasında görenlerin ne kadar küçük ve aciz olduğunu. Nerede mi gördük? Refah sınır kapısından siyonist zihniyetlerden icazet alamadığınız için yardım tırlarını dahi geçiremediğinizde gördük. Dünyada iki milyar müslüman olduğu söyleniyor inşallah öyle bir inançlı kesim vardır. Resulün Bedir’deki duası geliyor aklımıza “Allah’ım! Bu bir avuç mücâhidi helâk edersen, artık sana yeryüzünde ibâdet edecek kimse kalmaz!” Biz bu topraklarda düşmana kaybedersek ümmet kaybedecek biliyoruz. Ümitsiz olmadık hiçbir zaman. Rabbimizin vaadine inandık ve sığındık.
Çocuklarımızın cesetlerini kucakladık, bazen kardeşler birbirlerinin cesedine sarılıp ağlaştı. Hanımlar beylerine, beyler hanımlarına ağlaştı ama yılmadık, korkmadık inanın. Çocukların o gözlerindeki direnişe aşık olduk biz. Cephelerde dualarımız, şiirlerimiz, marşlarımız ve bizi düşmana karşı dipdiri tuttu birlikte okuduğumuz ayetlerimiz. Bizim namazlarımızda saflarımız daha sıkı, gönüllerimiz daha bir coşkundur her daim. Düşmanına dahi bilge Aliya’nın dediği gibi adalatten başka borcumuz olmadığını bilecek kadar vakuruz. Göz yaşlarımızla yazdık çocuklarımızın bedenlerine isimlerini… öldüklerinde kimsesiz sayılmasınlar diye. Hangi çocuk kalbi bunu kaldırabilir bir düşünün ölmeden önce… belki bir çoğunuz için Filistin ya da İslami bir duruş öncelik sıralamanız içinde sonlara kalıyor olabilir. Birçok işinizi hallettikten sonra oturup savaşı bir film izler gibi izliyor olabilirsiniz. Biz bu filmi 1917 yılından bu yana sistemli bir şekilde yaşıyoruz. Sizden önemli bir farkımız şu ki biz celladına aşık olanlardan değiliz ve ila nihaye olmayacağız.
Biz savaşmayı biliriz zira onun içinde büyüdük, kök saldık. Ölüm bizim buralarda ekmek gibi su gibi azizdir. Ölümlerimizle düğünlerimiz aynı anda olur. Ölürken diriliriz diğer yandan dirilirken direnişe kasemler ederiz. Düşman ise ne yaşamayı bilir usulünce ne da savaşmayı… hastaneleri bombalar, kreşleri bombalar, ibadethaneleri bombalar, pazar yerlerini vurur. Yaşlısı, genci, çocuğu, kundaktaki bebeği, hamile kadınları, yaralısı, nefes alan ne varsa kim varsa tonlarca bomba yağdırır üzerine. Sonra da arsız bir şekilde dünyanın en ahlaklı ordusuna sahip olduğunu ilan ederler. Ariel Şaron’un 1982 yılında Sabra-Şatilla kamplarında Lübnanlı Hristiyan Falanjistlerle yaptığı katliam bu alçaklıklarının sadece biridir. Dünya, işgalci İsrail’in yaptıklarına kör ve sağır olsa da Allah her daim görüp, gözetendir ve Allah, kafirleri mü’minlerin elleriyle cezalandırmak istemektedir. İşte biz her daim boyunlarımıza astığımız evin anahtarlarını yurtlarımıza dönebilmek için saklıyoruz. Ve yüksek sesle dua ediyoruz “Rabbim kafirler toplumuna karşı bize yardım et, kafirleri bizim ellerimizle cezalandır…” diye.
Savaşırken elbet şunu biliyoruz ki biz zaferden sorumlu değiliz. Nice nebiler öldürüldü, niceleri yurdundan çıkmak zorunda kaldı. Biz Rabbimize döndüğümüzde kaçmadık, savaştık diyeceğiz. Canımızı ve malımızı cennet karşılığında Allah’a sattığımızı ilan ettiğimiz söz üzere yaşadık ve öldük diyeceğiz. Ama Rabbim “Neden Allah yolunda zayıf düşmüş erkek, kadın ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?” ayetinin muhatabı olanlar kendi hesaplarını Allah’a vereceklerdir. Aslolan insanın kendi sorumluluğundan kaçmamasıdır. Yüzünü Allah’a çevirmiş ve sorumluluğu için bedel ödeyenlere selam olsun.
Dünyada son üç yüz yıldır akan kanlar bizimdir. İspanya’yla başlayan, Hollanda ve Portekiz’le devam eden sonrasında İngiltere’nin azgınlığıyla zirve yapan, son demlerde de Amerika ve Rusya ile devam eden zulümler mazlumun coğrafyasında gerçekleşmektedir. Azgın katiller için sadece Müslüman olmak yetmiyor, sömürülecek kaynakların olması o coğrafyayı işgal için gerekli ve yeter şart olarak tanımlamaktadır. Geçmişte Aztek ve İnkaların altın ve gümüşü, Arjantin, Brezilya gibi yerlerin şeker plantasyonları, Hindistan’ın baharatları, Arap topraklarının petrol ve doğalgazları vs. kısacası tüm dünyanın yer altı ve yer üstü kaynakları sırf daha fazla güç devşirmek için işgal edilmiştir. İşgal edilen topraklarda insanlar vahşice işkence edilerek öldürülmüş, kadınlarına tecavüz edilmiş, topraklarda, madenlerde zorla çalıştırılarak köleleştirilmiş veya sürgünlere terk edilmiş. Dünyanın her yanındaki mazlumlar bizimdir ve biz yeryüzünde dinin Allah’a ait olmasının anlamını, insanların tek olan Allah’a ulaşmasının önündeki engelleri kaldırarak her türlü zulümden insanlığı arındırmak olarak anlamaktayız.
Dünyada Müslümanların üzerinde bir Oblomovluk çökmüş durumda. Onlar için zamanın tekdüzeliğini hiçbir şey bozmamakta, yaşayışlarını herhangi bir raslantı dahi değiştirecek olsa bundan çok korkmaktadırlar. Zira konforlarından hiçbir fedakarlık yapmak istememektedirler. Biliyorum ki bir süre sonra bu savaş da tıpkı önceki savaşlar gibi unutulacak ve tarihi bir vesika olarak anılacak. İnsanlar, hiç bebekler öldürülmemiş gibi, kadınlar tecavüze uğramamış gibi gündelik hayatlarına, zevklerine hobilerine geri dönecekler. Arakan’da, Bosna’da, Irak’ta, Suriye’de, Doğu Türkistan’da, Sabra-Şatilla’da, Cezayir’de, Libya’da, Ruanda’da ve sair yerlerde olduğu gibi. Oysa her savaş müslümanın bilincini daha bir bileylemeli değil mi? Parasızlığı takva zanneden, parayla tanıştıktan sonra konformist bir yaşama alışan kimseler gibi olmayı şiar edinmek bizi ötekinden nasıl ayırdedecek?
Biz bu dünyaya ebedi yaşamak üzre gelmedik. Elbette öleceğiz ve ölüyoruz da. Bir şiir gibi ölmek düşsün payımıza ve biz öldükten sonra da dilden dile okunsun şiirlerimiz. Çocuklarımızın gözyaşları, kadınlarımızın cesareti, annelerin oğullarını cihada hazırlayışı bizi itsin savaş meydanlarına. Ben Filistinim, elimde sapan taşıyla büyürüm. Sen başka bir coğrafyanın ferdi olabilirsin. Sen ise elinde ilmin ışığı, vahyin sözleri ve İslam’ın siyasi bilinciyle her daim dipdiri kalırsın. Zihnimiz İslam’ın aydınlığı ve adaletine koşulsuz imanı ile dolup taşarken bizi inancımıza yabancılaştırmalarına müsaade etmeyiz. Mefistofeleslerin Faustları ayartmaları gibi bir oyuna gelmeyiz. Zira Rabbimizin Allah olduğunu ve şeytanların bize her yandan yaklaşarak bizi kendi saflarına çekmeye gayret edeceklerini her daim aklımızda tutarız.
Ölüyoruz tüm dünyanın gözleri önünde ama ölmeden de dirilinmiyor ki… Çocuklarımızın gözlerindeki ışıltı getirecek zaferi, dünyanın tüm suskunluğuna rağmen. “Size gerçek, gerçeğin ta kendisi olarak diyorum ki: Toprağa düşen bir buğday tanesi yok olmazsa, yalnızca bir buğday tanesi olarak kalır; ama yok olursa, o zaman bereketli ürün doğrur.” (Yuhanna XII. Bap, 24) Biz burada bir buğday tanesi olarak yok oluyoruz ki bereketli nice mücahitler dirilsin bizim şahitliğimizle diye. Ben Filistinim, Filistin ise müslümanların yüz akıdır. Bilincini İslam ile şekillendiren ve kafire en ufak bir şekilde meyletmeyen her kişi bir Filistin olarak kıyamete kadar varolacaktır. Selam olsun onlara…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *