“ABD’nin askeri hamlelerinin İsrail adına caydırıcılığı tahkim etme; diplomatik hamlelerinin de Arap devletleriyle İsrail arasındaki normalleşmenin bozulmasını engelleme amacını taşıdığı söylenebilir. Bu anlamda Biden yönetimi, somut bir askeri destekle İsrail’in mevcut zafiyetini telafi ediyor.”
Berk İlhan / AA
İsrail ve Filistin arasındaki son çatışmaya Amerika Birleşik Devletleri (ABD) oldukça aktif bir şekilde müdahil oldu. Bölgeye uçak gemileri, taarruz grupları ve savaş uçakları gönderdi. İsrail’e ek askeri yardımların yanı sıra üst perdeden diplomatik destek de verdi. Bu noktada ABD’nin bu krizdeki konumunu anlamak için hem Biden yönetimi altında genel dış politika davranışına hem de bu kriz özelindeki davranış ve beklentilerine bakmakta fayda var.
“Biden doktrini”
Öncelikle ABD’nin İsrail lehine bu kadar açık ve sert bir şekilde krize müdahil olması geleneksel İsrail yanlısı politikasından ziyade Joe Biden yönetiminin Ukrayna ve Tayvan yaklaşımıyla beraber düşünülmeli. Bu anlamda ABD dış politikasında resmi olarak bu şekilde ifade edilmese de “Biden doktrini” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşımdan bahsetmek gerek. Bu Ukrayna ve Tayvan gibi aktörlere güçlü taahhütlerde bulunan ve bunu demokrasi ve otoriteryanizm karşıtlığı söylemi üzerinden kuran bir dış politika yaklaşımı.
Bu anlamda Biden yönetimi altında ABD oldukça agresif bir şekilde hasım veya rakip gördüğü aktörlere karşı küçük aktörleri destekliyor. Bu diğer büyük aktörleri başta kendi arka bahçelerinde dengelemekten çekinmeyen oldukça atılgan bir yaklaşım. Böylelikle ABD hem genel olarak uluslararası düzende hem de önemli gördüğü bölgelerde müttefiklerini koruyarak oldubittilere göz açtırmayacağının altını çiziyor. Bu anlamda Avrupa’da Ukrayna’yı, Doğu Asya’da Tayvan’ı, Orta Doğu’da da İsrail’i sahip çıkılması gereken bir müttefik olarak görüyor.
Güçlü komşularına karşı zayıf kalan aktörleri desteklemek güç dengesi mantığı açısından uluslararası siyasette yaygın bir davranış. ABD dış politikasında da bolca örneği mevcut. Burada kastedilen ABD’nin son yıllardaki Rusya, Çin ve İran gibi güçlere alan bırakma siyasetinin bir sona geldiği. Bunu da Biden yönetimi altında oldukça agresif ve cüretkar bir şekilde yapması. Bu müttefiklerine “sizi korumamız için bize ödeme yapmalısınız” diyen Donald Trump’tan da krizlerde topu uluslararası kurumlara ve müttefiklerine atıp kenara çekilen Obama’dan da farklı bir yaklaşım.
Kriz özelinde bakıldığında ise ABD’nin askeri hamlelerinin İsrail adına caydırıcılığı tahkim etme; diplomatik hamlelerinin de Arap devletleriyle İsrail arasındaki normalleşmenin bozulmasını engelleme amacını taşıdığı söylenebilir. Bu anlamda Biden yönetimi, somut bir askeri destekle İsrail’in mevcut zafiyetini telafi ediyor. Bir kara operasyonu sırasında da İsrail’in diplomatik olarak yalnızlaşmasını minimize etmek istiyor.
Bölgesel savaş ihtimali
Ancak ABD’nin bölgeye ek güç sevkiyatı ve askeri teyakkuz hali diğer aktörleri İsrail’e karşı caydırsa bile bu sefer de İsrail’i cesaretlendirebilir. İsrail, olası bir operasyonda ileri gidip İran veya vekillerine yönelik orantısız misilleme saldırılarında bulunabilir. Bu da söz konusu aktörleri cevap verip vermeme ikileminde bırakır. Eğer el yükseltmeyi seçerlerse bir şiddet sarmalına girilerek savaşın yayılma riski ortaya çıkar. Mevcut durumda İsrail’in tek başına bu aktörlerle baş etmesi oldukça zor ve maliyetli görünüyor.
Bu anlamda Amerikan müdahalesinin ana hedefi İsrail’in kara operasyonunu başlatması durumunda savaşın İsrail ve Hamas arasında izole bir şekilde geçmesi. Diğer aktörlerin katıldığı ve İsrail için birden fazla cephenin açıldığı bir çatışmayı ABD de en az İsrail kadar tercih etmeyecektir. Çünkü böyle bir durumda ABD’nin daha çok müdahil olma riski var. ABD, İsrail’i desteklese bile kendini gereksiz gördüğü bir Orta Doğu savaşının içinde bulmak istemeyecektir.
Öte yandan İran, topraklarına saldırılmadığı sürece müdahil olmayacağını ilan etti. Ancak Hizbullah savaşa dahil olabileceğini ima eden açıklamalarda bulunuyor. Irak’taki Bedir Örgütü de aynı şekilde ABD müdahil olursa savaşa girebileceğinin sinyali verdi. Yine Yemen’deki Husiler de ABD’nin doğrudan müdahale etmesi durumunda çatışmaya dahil olabileceklerini ilan etti. Burada İran’ın ikircikli tutumunun altını çizmek lazım. İran bir yandan kendi adına farklı bir açıklama yaparken diğer taraftan kendine yakın aktörler aracılığıyla da çatışmayı tırmandırabileceğinin mesajını veriyor.
Bu tip kriz durumlarında aktörlerin söylem ve çıkarlarının çok yol gösterici olmadığını da söylemek lazım. Öncelikle gerçekten de bölgesel bir savaş olması durumunda müdahil olan aktörlerin kaybedecek çok şeyi var. Çünkü kimse bir tüketme savaşına dönüşebilecek bir çatışmaya girmek istemeyecektir. Yani görünürde savaşa girmek aktörlerin stratejik çıkarına değil. Ancak bu tip durumlarda rasyonel hesapların yerini korkuya bırakma durumu var. Taraflar bir anda kendilerini şiddet sarmalanın içinde bulabilir. Zaten bölgesel bir savaş çıkarsa bu aktörlerin rasyonel hesapları sonucu değil zincirleme reaksiyon şeklinde tetiklenen bir çatışma biçiminde olacaktır. Örneğin Birinci Dünya Savaşı böyle bir savaştı. Avrupalı devletler kendilerini, çıkarlarına olmasa da genel bir savaşın ortasında bulmuştu.
Diğer taraftan diplomasi zeminine bakıldığında ise başta kayıtsız şartsız İsrail’i destekleme görüntüsünden sonra gerek Biden gerek Dışişleri Bakanı Antony Blinken söylemlerini biraz daha yumuşattı. Ancak bu ton değişikliği yaygın kanaatin aksine uluslararası baskılarla değil daha çok sahadaki gerçeklikle alakalı. İsrail’in politik dağınıklığı ve askeri olarak hazırlıksız durumu her iki tarafın da elini bağlıyor.
İsrail’in ikilemi
İsrail şu anda belki de tercih etmediği bir zamanda çatışmaya girmiş, diğer bir ifadeyle askeri hazırlığının tam olmadığı bir sırada operasyona kalkışmış olacak. Yine siyasi liderlik krizinin olduğu ve güvenlik bürokrasisinin ciddi bir başarısızlığının yaralarının sarmaya çalıştığı bir süreçten de geçiyor. Bu konuda Amerikalı ve İsrailli yetkililerin kara operasyonu konusunda temas halinde olduğu anlaşılıyor. Nitekim Amerikan tarafı da İsrail’in çıkış stratejisi olmadan böylesi bir operasyona girişmesinin risklerini gündeme getirmeye başladı.
Tüm bunlar düşünüldüğünde İsrail’in aslında bir ikilemle karşı karşıya olduğunu da belirtmek lazım. Çünkü söz konusu kara operasyonu başlamazsa İsrail’in caydırıcılığı büyük zarar görecek. İsrail şimdilik Gazze’ye stratejik amacı belirsiz intikam saldırılarında bulunurken askeri hedeflere yönelik nokta operasyonlar ve hassas vuruş yapması gereken bir şehir savaşı için askeri ve istihbari anlamda ne kadar hazır olduğu şüpheli.
Sonuç olarak, Biden yönetiminin küresel dış politika duruşu düşünüldüğünde ABD’nin Orta Doğu’ya yaklaşımı daha net anlaşılabilir. Bu anlamda ABD’nin krize bu denli müdahil olmasının bölgeye özel ilgisinden kaynaklanmadığını söylemek lazım. ABD’nin hem diğer bölgelerdeki rakiplerini cesaretlendirmeme hem de İsrail’in güvenlik zafiyetlerini kendini daha geniş bir çatışmaya sokmadan dengelemeye çalıştığı söylenebilir.
[Bekir İlhan, University of Cincinnati, School of Public and International Affairs’te Siyaset Bilimi alanında doktora adayıdır.]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *