“Min b’âdihim” Onlardan (Sizden öncekilerden) sonra! Tarihe dair hafızaları harekete geçiren bir ifadedir… Öncekilerin sorumlu tutulduğu gibi, kuşanılması gereken sorumluluğu ön plana çıkaran bir vurgudur. İfade, sahadaki yüzlerin sürekli değiştiği düşüncesinin yerleşmesini ister. Yeni açılan bir sahnenin başrol oyuncusunu sahneye sürer gibi… Bekleyen büyük bir görevi ancak büyük adamlar taşır dercesine insanı sahneye davet eder…
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖي
Tüm çaba ve emeklere rağmen “Görünürde kazanıp, aslında kaybetmek” insanı çökertip yıkar!
Takatini yitirmiş, dizleri üzeri çökmüş, susuzluktan damağı kurumuşlar misali!
“Su görünümlü serap” peşinden koşarcasına tüm emek ve çabaların karşısında koskoca bir hiç!
Rıdvan Dinçer / İslam ve Hayat
“Muhakkak ki sizden önceki nesilleri, Resûlleri kendilerine apaçık deliler getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için helak ettik (yıkıma uğrattık) işte mücrim (suçlu günâhkar) toplumları böyle cezalandırırız.”(Yunus, 13)
Nasıl davranacak, hangi amelleri ortaya koyacaksınız? Geçmişin helak edilmiş, yıkımlar yaşatılan “mücrim” (suç işleyen)toplulukları, günah makinesi gibi işleyen toplumlardı. Ayetteki, “mücrim” vasıflandırması “inzal olmuş ilke ve sınırlara” karşıt olarak ortaya konan bireysel ve kolektif iradeyi kapsamına alır. Böylece Allah bizi işlenecek suç ve cezadan sakınalım diye uyarmakta, bir yandan “teşvik ve davet” bir yandan da “tehdit” içerikli hitabı ile yüzleştirmektedir… Keyfe tâ’melun! Hangi amelleri ortaya koyacaksınız.
Âdem ve Havva ebeveynlerini tanımayanlar, onlardan bihaber olanlar var mı? Varlık kökenleri konusunda Âdem ve Havva menşeli olduğumuzu söylemek, bilinenin ilanından başka bir şey değildir. Yaratılış ve Halife kılınış kıssası da böyledir, yeryüzünde bunları bilmeyen (millet) yok gibidir. “İnsan geldiği yeri unutamayacak kadar konuya vakıftır”. Varlık sahnesine çıkarılmadan önce, meleklere “insana ilişkin” bilmedikleri bir hâkikat Allah tarafından bildirilir… Daha bilmedikleri çok şey vardır aslında… Ama melekler hadlerini bilip bilmişlik yapmazlar! (Bizlere, haddinizi bilin dercesine.)
Konu, yaratılmış ve yeryüzü görevini, sorumluluğunu kabul etmiş olan insandır. Kendisinden talep edilen ise “kulluk eksenli bir temsildir.” Kendisini bekleyen bu görev “Dünya işletim sistemine uygun olacak bir işlevselliktir.” Yani belirlenmiş sistemi talep edilen ölçüler doğrultusunda işletmektir! Yeniden dünyayı keşfetmek değildir.
“Hani Rabbin meleklere “ Ben yeryüzünde bir Halife (sorumlu görevlendireceğim) kılacağım demişti…” (Bakara, 30)
Hilafet kavramı, kendisini çevreleyenleri yönetebilecek “Siyasal önderliği” kabiliyeti ön plana çıkaran bir kavramdır… Bu da “kulluk eksenli bir temsil” sorumluluğu ile görevlendirilmek ve hâkimiyeti altına verilen emanetleri gereğince taşıyıp hareket etmeyi gerektiren bir vazife ve mükellefiyettir. İlk insanın yeryüzüne ayak basması ile beraber bu mükellefiyetleri icra ile yükümlü tutulmuştur…
İlk adamlar… İlk adımlar… Allah’ın kabul öğretisi… Verilen nimetlerden istifade ve yönetme iradesi olan Hilafet, Âdem (a.s.)’ın iki çocuğu üzerinden “Kurban adama” kıssası ile örneklenir. Kıssa da “Allah’a yakınlaşma” boyun eğme, itaat etme ve yöneliş tarzında, insanın sorumluluklarına dikkat çekilir. “Gönülden gelen bir itaat ile sunulan kurban ve gönülsüz (mükellefiyet ciddiyetinden uzak) bir itaat ile sunulan kurban!” Bu kıssa da gönülsüz (kabul edilebilir ölçülerden uzak olarak ortaya konan) itaatin kabul edilmeyeceği öğretisi ile tanıştırılırız. Ortaya konan amel Allah sevgisi ve bağlılığından kopuk bir itaat ise Allah indinde bir kıymet taşımadığını biliriz.
Birbiri ardınca nice kalabalık toplumlar kulluk eksenli bir temsil “Halife olmak” ile sorumlu tutulmuşlardır. Bu nedenle Halife kılınmış olma hususu hayatımızda yer etmesi gereken makama oturtulmalı. Nice görkemli ihtişamından ötürü “kendilerini kuşatmış olanları” korku, ümit ve sevgi ile kendisine bağlamış olan zamanının “süper güçleri” bugün yoklar. Arkalarında nice eserler bırakarak yok olup gittikleri unutulmamalı. Tiranlar… Krallıklar… Kayserler… İmparatorluklar… Melik ve melikeler… Firavunlar ve gölgelerinde hayat süren topluluklar miadını doldurup gittiler… Tarihte hiç izi kalmamış olanlar dahil… Çevremizden yaprakların döküldüğü tarzda vadesi dolanlar göçüp gidiyor… Hayat kaldığı yerden devam ediyor… Ektiğini biçeceksin (sorumluk sende) dercesine!
“Şehirlerin anası olan Mekke’den” yeryüzüne yayılan davet ile “İnsan Hilafet sorumluluğu ile sınanmaktadır” uyarısı yapılınca, dalga, dalga yayılan bu uyarı ve davetkarşılık bulmuş neticede İslâm’ın ortaya çıkardığı Muhammed (a.s.) öncülüğündeki “önderlik” dönemin iki süper gücü (balonu) olan Pers ve Bizans’ın tarih sahnesinden silinmesini sağlamıştır. Akabinde geçen 1458 yıl, dile kolay… Bizlerden önce geçen nesiller göçüp gitti… Kaybedilen önderlik ile beraber, kaybettiren hatalar da tekerrür ederek devam etti. “Artık kulluk ekseninde kutsanan uluslar ve krallıklar var.” Artık, İslâm’a karşıt yeni isimlendirmeler ile ortaya çıkan yönetimler var… Zorbamı zorba! zalim mi zalim… Sapkın atalarının yolunu sürdürmekteler. Zannediyorlar ki hayat bitmeyecek!
İslâm’ın daha önce ortaya çıkardığı önderliğe muhtacız. İslâm’ın ortaya koyduğu hayat nizamına duyulan ihtiyaç “özlenen bir geçmiş öykünmesi ile gelmez.” Geleceğe ayna tutan bir geçmişin, temel kaynağa dönüş öğretisi ile önümüzün aydınlanması tek çıkar yoldur. Geleceğini bir kurtarıcı beklemek ile geçirenler daha çok bekleyecek! Hele hele “tek adam önderlik öğretisine” tutunup aldananlar ve aldatanlar hiç beklemesinler! Önderliğin, temsilin kaldığı yerden yeniden sahneye çıkması ve Müslümanlarda karşılık bulma bahtiyarlığı ancak ortaya konacak toplu gayret ve emeğin Allah tarafından ödüllendirmesi ile mümkündür.
“Şehirlerin anası Mekke’den” yükselen uyarı ve davet, içinden çıkılması gereken buhrandan uyandıracak işaretleri, dün olduğu gibi bu gün de barındırmakta ve sunmaktadır. Uykuları kaçırması gereken bir sesleniş ile ‘yattığınız yerden kalkın’ dercesine…
ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلَائِفَ فِى الْاَرْضِ مِنْ بَعْدِهِمْ لِنَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
“Sonra onların arkasından sizi arzda (yeryüzünde) halifeler (hâkim ve sorumlular)yaptık ki; hangi amellerde bulunacağınızı (nasıl davranacağınız-hareket edeceğinizi) görelim diye.” (Yunus, 14)
Kulluk eksenli önderlik bir hedef ve görevdir. “Sen çabala, tüm emek ve çabalarına el konulsun, başkaları masaya kurulsun, yönetsin” ferasetsizliği değildir. Kazanımlarını bırakmayan, özveri ve ciddiyeti kuşanan, Allah sevgisi ve korkusu ile yol alan uzun soluklu bir yürüyüş, sabrı gerektiren bir hareket, bir mücadeledir.
Mazlumların nefesi olmayı becerebilmek için, vahyin işaretleri duygularımızda ve davranışlarımızda ortaya çıktığında “bir mıknatısın etrafındaki metalleri çektiği gibi” iman kardeşliğinde (sımsıkı yapışma) ve yük yüklenicilerde bir artış gerçekleşir. İman ve sâlih amelin doğuracağı önderlik, temsil yolunda daha büyük buluşmalara kapı aralayacağı muhakkaktır.
Ayet, önceki tüm nesilleri kapsar nitelikte “iktidarların ve tebâ olanların hayatlarına ait tüm renkleri, hisleri, iyilik ve kötülükleri, kazanım ve kayıpları özetler gibidir. “Sonra, onların arkasından” ifadesi ile geçmişi mühürler ve kapatır. Yeni bir sayfanın açıldığını bildirircesine sınavını kötü vermiş ve kaybedenlerin ardından gelenler kimlerdir? Bu adaylar hanginizsiniz? “O, sen ve öne çıkacaklardır” der gibi…
Ayette, erkeği ve dişisi ile toplu bir iradenin harekete geçirilmesi murad edildiğinden “Ceâleküm Hulefâ” (Sizi sorumlular kıldı) ifadesi ile yüklenicilerin sayıca çokluğu veya azlığına bakmaksızın, “biz bilincinin” sağladığı gücü açığa çıkaracak toplu iradeye teşvik vardır. Bu iradeye dahil olmak kulluğun gereği olduğu gibi kişinin kendi yararını gözetmesidir.
“Hulefâ” yeryüzünde ilâhî iradeye uygun olan, kulluk eksenli sorumluluk ve görev yüklenenleri kapsamına alır. Bu da, insanlığı karanlıklardan çıkarıp aydınlanmaya taşıyacak “Önderlik görevidir.” Görev sahası “fi’l ârd” yani yeryüzüdür. Yere ve üzerinde taşıdıklarına ilişkin yapılması ve kaçınılması gerekenlerden sorumlu tutulan insan “ıslah” mı edecek, yoksa “ifsad” mı? Sorumluluğu yüklenmede ıslah etmek temel hedeftir.
“Mim bâ’dihim” (Onlardan -sizden öncekilerden- sonra!) Tarihe dair hafızaları harekete geçiren bir ifadedir… Öncekilerin sorumlu tutulduğu gibi, kuşanılması gereken sorumluluğu ön plana çıkaran bir vurgudur. İfade, sahadaki yüzlerin sürekli değiştiği düşüncesinin yerleşmesini ister. Yeni açılan bir sahnenin başrol oyuncusunu sahneye sürmesi gibi… “Bekleyen büyük bir görevi ancak büyük adamlar taşır” dercesine insanı sahneye davet eder… Başrolü burada tek kişi oynamaz “herkes bir başrol oyuncusu gibidir.” Her kul özeldir, yeter ki özel olduğunun bilincinde olsun.
“Nenzûr” (görelim!) ifadesi, takip edilip gözlendiğimizi, en küçük davranışlar ve hatta hislerimize “destur” çektirir tarzda bir etki bırakır.Bu gözlenme “imtihan” sebebiyledir. “Kazanacak olanlardan mı, yoksa kaybedecek olanlardan mısınız?” göreceğiz dercesine.
“Keyfe” Nasıl gerçekleştirecek, tercihiz hangi yönde olacak şeklinde işin keyfiyetini tanımlar.
“Keyfe tê’melun” (Hangi amelleri ortaya koyacağınızı göreceğiz!) Buna göre sizleri değerlendireceğiz, öğretisidir. Bu, nefis ve emrine amade kılınan nimetler ile ilgili tüm eylemlerimizi “hareket ve iş üretmeyi” kapsayan bir tanımlamadır. Gerek nefsimiz, gerek aile, akraba, çevre, ticaret ve tüm ilişkiler… Gerekse kutsallar ve onlara karşı tavır! Alanlarında, itaat ekseninde hayırlı (yararlı) eylemlere odaklanın, kazanım ve kayıplarınızın değerlendirilmesinde ana sermayeniz “amel” olacaktır, ortaya koyacağınız iradeye göre değerlendireceğiz uyarısı karşısında, “sermaye artırımına” gitmemiz lazım!
“Allah’a ve Resûlü’ne iman edin. ″Sizi kendilerinde halifeler kılıp harcama yetkisi verdiği’ şeylerden infak edin. Artık sizden kim iman edip infak ederse, onlara büyük bir ecir (mükafat) vardır.” (Hadid, 7)
“Salih ameller nehirlere benzer” yumuşaklıkları ve sertlikleri farklılık arz etse de tatlı, içimi hoş ve fayda eksenli akıp vardığı her yere canlılık ve değer katar. Damağı kurumuşların içini ferahlatması gibi… Salih amelin başı “Allah’ın ne dediğini öğrenme ve öğretmedir.” Bu nedenle, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözü hafızalarımızda değerli bir yer işgal etmektedir. Çünkü neyin salih amel veya ifsad olduğunu bununla biliriz. Salih amel bazen bir mazluma sahip çıkmak, zayıf bırakılanları korumak, aç olanı doyurmak, İslâm’a davet edip izzet ile buluşmalara bir basamak olmaktır… Bazen sabırdır, bazen tevekkül, bazen yalan söylememektir… Bazen de Yusuf gibi zindanları kurtuluş görmektir… Amel bir kuşa, bir canlıya bakarken üstün sanat karşısında “Allah’u ekber” coşkusuyla çevreyi buluşturabilmektir… Sevgidir, merhamettir, cesarettir… Amel masaya vurmak gerektiğinde masaya vurmaktır. Makam ve servetleri terk etmek gerektiğinde terk etmektir… Keyfe Tâ’melun! (Nasıl davranacak, hangi amelleri ortaya koyacaksınız?)
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 75)
Allah ve insan ilişkisindeki doğru denge “Allah’ın insan üzerindeki tasarruf yetkinliğini” görmekle mümkündür. İnsan bu tasarruf yetkinliğine boyun eğerek “emanetçi” olduğunu kabul edip gereğini yapmalı, hırsa kapılıp ”Allah’a rağmen” varlıklar üzerinde kendini sahip görmemelidir. Emanetçi olanlar her ne zaman sahip olmaya yeltenirse bozgunculuk ortaya çıkar, bir yerleri yaşanmaz kılar, vicdanları kanatır! Analar ağlar, yetimleri ve bebekleri inleten, çaresizliklere sürükleyen zulümlerin ardı arkası kesilmez. Bunlar, her gün ve her an hayatlar karartır. Bitmez ve tükenmez zulümler her yerde, dün olduğu gibi bu günde devan eder durur.
Bazen, “Sahile vurmuş çocuklar” ve çıkış, umut yolu arayan mazlumlar olarak görürüz onları… Veya yokluk ve yoksulluk pençesinde kalıp hareket edemeyenler olarak… “Akbabanın yem olarak başında beklediği bir çocuk!” olarak… Ya mazlum coğrafyanın çocuklarının tepelerine inen akbabalar! Veya cinnet aşamasına sürüklenen toplumda “savunmasız kalıp katledilen, hakları gasp edilen insanlar”…
Ya haksızlık ve zulümlere gözlerini kapatamayan, kapatmak istemeyen, erdemi kuşanan “Zulüm bizdense ben bizden değilim” diyen Rachel Corrie’nin Filistin’de işgalci buldozeri ile katledilmesi örneğinde olduğu gibi… Bilinenler hariç sayamayacağımız vakalar o kadar çok ki… Allah indinde suç olmayıp da cezalandırmalara –tehcirlere– ve katledilmeye maruz kalanların feryatları arşı inletir nitelikte…
Zulme maruz kalmanın rengi, ırkı, dili ve dini yoktur. Zayıf görüldüğünde akbaba gibi cesedinden bile nemalanmaya çalışılır mazlumların. Çifte standart uygulamasına maruz kalır “mazlumlar ve ötekileştirilmişler.” Sahillere vurmuş bir balinadan veya ağaçta mahsur kalmış bir kediden veya sokaklara hapsedilip önüne “ilaç tableti gibi” yem atılan köpeklerden daha değersiz olarak addedilir…
“Allah’ım hesabını nasıl vereceğiz, bizleri af et!” demek yeterli olsaydı: “Sonra onların arkasından sizi arzda (yeryüzünde) halifeler (hâkim ve sorumlular) yaptık” diye buyrulmazdı! Evet, Hilafet köklü olmayı, güçlü bir kökten beslenmeyi, temeli, dayanağı olan bir kimliği ön plana çıkarır. Hesap verme bilinci ile hayata baktırır. Ayet, her insana bir çağrı niteliğinde seslenir… Yeryüzü iktidarındaki rolünüzün sorumluluğunuzun farkında mısınız? Tıpkı Dâvud (a.s.)’ın hayatındaki kıssadan alınan mesaj gibi:
“Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevâya) uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azab vardır.” (Sâd, 26)
Ortaya konan her türlü çaba için “bu da ibadettir” diyerek ne zamana kadar avunmalar devam edecek… Tüm çaba ve emeklere rağmen “görünürde kazanıp, aslında kaybetmek” hüsrandan başka bir şey değildir. Bizleri bekleyen, öncelik taşıyan sorumluluk “kulluk eksenli bir temsildir.” Bu da “toplu bir irade” ile mümkün iken birey olarak İslâm’ın yaşanabileceğine hangi akıl inanır! Öyleyse toplu iradeye giden yolda hiç mi cebimizde bir çakıl taşı yok! Bu görev, yeryüzünü yönetebilecek “Siyasal Önderliğin” ortaya çıkması görevidir.
Rabbim! Kendini uzakta veya kenarda tutma anlayışından (zilletinden) kurtulmanın vesilelerini arttır, kirlerimizden silkinmeyi ve de çıkacak önderliğin sürdürülmesinde bizleri razı olacağın neferlerden kıl! Tüm emek ve çabaların karşısında koskoca bir hiç ile karşılaşmamak dua ve temennisi ile… Fî Emanillah.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *