Levent Karataş’ın “Manifesto”su

Levent Karataş’ın “Manifesto”su

Farklı sayıda dizelerden oluşan “Manifesto”, Rus tarihine yapılan bir telmihi yüklenerek başlıyor, ikinci bentte “hükümet istasyonları”nın özellikleri sayılmaya devam edilmekte… Genel olarak kötümser ve karamsar bir havayı yansıtsa da umut verici, meydan okuyucu dizelere sahip…

MANİFESTO

Levent Karataş

Stalin Anna Ahmatova’ya ne yaptıysa,
Dalkavuklar da şaire aynı şeyi yaptı.
“Tehlikeli bir şiir olmasın” diyoruz her seferinde,
Ama canımızı derinden yakan hükümet istasyonları var.
İnce linçleri var, dur durak bilmiyor nefretleri;
Ellerinde bir kabak oyucu var sanki.
Kalbimizin elmaslarını, mücevherlerini çalıp,
Çalıntı bir şeytan sırıtışıyla,
Genetik artıklarla yağmalıyorlar yaşamı.

Evet, ikiyüzlüler,
Yalancılar,
Binlerce yüzlüler ejderhalar;
Hatta evet,
Allah’ın kulu bile değiller, yan sanayiler, robotlar…

Senin bir rüyan var mı şimdilerde güzel ülkem?
Irmaklarla anlattığın güzel rüyaların vardı eskiden.
Anadolu’nun saf rüyalarına inanç beslerdik gençken;
Irmak ve ağaç güzelliğinde rüyalara,
Deniz, zeytin, incir, dut ve iğde güzelliğinde düşlere.

Şairin de bir rüyası var güzel ülkem,
İdealist cumhuriyet kuşağının düşlerinden,
Saf bir hayalimiz var sevgili yurdum,
İzin ver gerçek olsun şiirimizin rüyası.
Bunu senin kılavuzluğunda yapamayacağımızı biliyorum;
Bunu senin kötücül dikey yardımlarınla başaramayacağımızı…
Bunu, nasıl yapacağımızı bilmiyoruz ama,
Senin kötücül olduğunu biliyoruz, gizli bekçi.

Tehlikeli yazmak istemiyoruz;
Fakat sen gizli bekçi,
Sen bize,
Sert doğuracak ölümcül çarpıklıklar sergiliyorsun;
Linçten vazgeçmedin, küfürden, hakaretten.
Militan ölülerini alkışlayan halkını,
Polisinle korumaktan başka ne yaptın?

Allah iyi ki gökyüzünde!
Biliyoruz ki o da güvende değil artık.
Göğü de, ilahî adaleti de yok etmek işin senin,
İyi ki, iyi ki maşasın sen, etnik gizli bekçi.
Ya hiç olmasaydın şeytanın çocuğu,
İngilizlerin ahır uşağı olmuştuk hepimiz.

Tehlikesiz yazmak istiyoruz, evet;
Kuş yuvalarının mimarisini meselâ,
Balıkları ve de okyanusları.
Mimlenip televizyonumuza, leopar belgeselleri izlemek,
Ahtapotları daha yakından tanımak.
Sade bir hayat sürmek istiyoruz;
Yeni hayatımıza cesaret edemeyen sensin.
Biz şairiz, şiiri seviyoruz, gizli bekçi;
Her gün yeniden ve yeniden başlıyoruz,
Dünyayla temasımız yeni başlıyor, dalkavuk yığını.
Sana mutlak iyi bir şey söylemeliyim:
Başka bir sosyolojide yaşayamayız biz, gizli bekçi.

Temmuz-Ağustos 2023, Acıbadem

***

“Manifesto” Levent Karataş (Kars, 1972)’ın 1 Ağustos 2023’te Bu Çağ dergisinin internet sayfasında yayımlanan şiiri. 

İlk şiir kitabı Düşüyorum Galileo’yu 1992’de yayımlayan Karataş, sonraki yıllarda Masal (2006), Bir Doğu Uykusu (2006), Güzel Cumartesi (2010), Piyano Fabrikaları (2014), Bir Dünyalı-nın Mesafesi (2014), Son Görüş (2017), Ona Yaşadığımı Söyle (2019), Fantom Ağrı (2021) gibi şiir kitaplarına da imza attı. Şiirin yanı sıra deneme ve öykü türünde eserleri de olan Levent Karataş, edebi ürünlerini Varlık, Adam Sanat, Gösteri, Kitap-lık, Sombahar, Yasak Meyve, Şiir-lik, Şiir Atı, Şiir Oku, Şairin Atölyesi, Akatalpa, Ecinniler, Bu Çağ, Yeni Yüzyıl, Cumhuriyet, Cumhuriyet Kitap vb. gibi dergi ve gazetelerde yayımladı. 

Farklı sayıda dizelerden oluşan “Manifesto” Rus (SSCB) tarihine yapılan bir telmihi yüklenerek başlıyor: 

“Stalin Anna Ahmatova’ya ne yaptıysa
Dalkavuklar da şaire aynı şeyi yaptı.”

Peki Stalin ne yaptı romantik Rus şiirinin önemli kadın şair temsilcisi Ahmatova (1889-1966)’ya? 

Ahmatova, 1935-40’larda, Rus diktatörü Stalin’in devlet terörü estirdiği yıllarda yaşanan trajedileri anlatan şiirleriyle dikkatleri üzerine çekti. Özellikle o dönemde zulme uğrayan kadınların kederlerini şiiriyle kayıt altına aldı. 

Ahmatova’nın eşi Nikolay Gumilyov, Sovyet rejimine muhalefet ettiği gerekçesiyle 1921’de kurşuna dizildi. Kendisi ise 1922’de tehlikeli bulunarak rejimin lanetlemelerine maruz kaldı. 1925-1940 arasında şiirlerinin yayımlanması yasaklanmış olan Ahmatova, bir süre sonra Sovyet Yazarlar Birliği’nden ihraç edilerek adeta “ağaç kabuğu” yemeye veya ölüme terkedilmiştir. 

Demek ki Levent Karataş, Ahmatova’nın Sovyet diktatör Stalin ve onun yardakçısı olan her tür tüzel veya özel kişiyi iki dizeyle bugüne aktarıyor. Sırf aktarma mı bu? Değil tabii ki. Güncelleştiriyor. Bugünün benzeri süreçlerine bağlıyor. Transfer edip “yerli ve milli” egemen bir Türkiye sosyolojisine bağlayıveriyor. Şair, üçüncü dizeden itibaren bu sosyolojinin alametlerinden pasajlar sunmaktadır:

“… canımızı derinden yakan hükümet istasyonları var
İnce linçleri var, dur durak bilmiyor nefretleri;

(…)

Genetik artıklarıyla yağmalıyorlar yaşamı.”

İkinci bentte “hükümet istasyonları”nın özellikleri sayılmaya devam edilmektedir. Malum, bunlar kamu kurumu, STK yahut kişisel troller şeklinde arz-ı endam ederler. Neymiş özellikleri, bakalım: Karataş, ikiyüzlülük, yalancılık gibi didaktik dil unsurlarıyla cepheden fotoğraflar onları. Aynı zamanda, ağzından ateşler kusan, uğursuz, şeytansı, can alıcı mitoloji hayvanı “erderha” ile devam eder betimlemesine, hem de “ejderhalar” şeklinde, çoğul bir ifade ile. Bendin son dizesi ise daha bir manidardır: “Allah’ın kulu bile değiller, yan sanayiler, robotlar…” Öyle ya işaret edilenler dinlerini, özellikle de İslam’ı her fırsatta söz sermayesi olarak kullanmıyor mudur? Bunlarda sahicilik aramak mümkün mü? Ancak çakma (“yan sanayi”) mamulatı robotik kimlikler olabilir…

Sovyet diktatörün Ahmatova özelinden verilen ve fakat bütün muhaliflerine yaptığı kıyımın Türkiye yereline transferi üçüncü ve dördüncü bentlerinde kesinleşir, netleşir. Bununla birlikte “güzel ülkem” hitabının yer aldığı bu iki bent, gerek şiirsel gerekse düşünsel söylemler itibariyle “Manifesto”nun en zayıf halkaları arasında yer alır. “Ülkem”in yanı sıra “Anadolu”, “idealist cumhuriyet kuşağı”, “yurdum” gibi TC’nin ilk dönem Memleketçi şairlerinin veya sonraki yıllardaki köy edebiyatçısı yazarların dili gelmiş oturmuştur adeta metne. Bunları bir teşbih olsun diye söylüyorum, kuşku yok; zira şair Türkiye’nin mevcut sosyolojisine karşı geliştirdiği ana fikri pekiştirirken, durduğu yeri de netleştiriyor. Fakat tam da bu noktada şu soruyu sormak istiyor insan: Şairin bu iki bent ile takdim ettiği “hayal” ve “rüya” soslu tarihî sürece eklemlenmiş bir zihniyet değil mi bugünün elebaşları olanlar? Diğer bir ifade ile şanlı (!) rejim hangi döneminde bir özgürlük yurdu sundu halkına? 

Metnin beşinci bendinden itibaren seslenilende yine bir değişiklik olur. Bu kez “gizli bekçi” diye hitap edilen kişi farklı negatif özellikleriyle sorgulanır.  Şiirin sonraki dört bendinde de görürüz bu sorgulamayı: Sözgelimi beşinci bent “Senin kötücül olduğunu biliyoruz, gizli bekçi” dizesiyle biter. Altıncı bent ise “Sen bize,/Sert doğuracak ölümcül çarpıklıklar sergiliyorsun;/Linçten vazgeçmedin, küfürden, hakaretten (…)/Militan ölülerini alkışlayan halkını/Polisinle korumaktan başka ne yaptın?” şeklinde dizelere sahiptir. “Gizli bekçi” yedinci bentte “maşa”, “etnik”, “şeytanın çocuğu” gibi sıfatlarla anılırken, son bentte “dalkavuk yığını” şeklinde bir hitaba maruz bırakılır. “Gizli bekçi”yi ihtiva eden bu dört bent bize onun kimliği hakkında somut tespitler yapma imkânı sunmuyor. Fakat Stalinist bir tutumu sürdüren yahut destekleyen negatif bir kahraman olduğunu düşünebiliriz…

Bu arada yedinci bentte dikkatimizi çeken birkaç hususa temas etmeden geçmek istemiyoruz. “Allah iyi ki gökyüzünde!” dizesiyle başlayan bu parçanın devamında “artık” onun da “güvende” olmadığı, zira “etnik gizli bekçi”nin “göğü de, ilahî adaleti de yok etmek” işine giriştiği dile getirilmektedir. Burada Allah’ın mekânı ile ilgili “tespit” dikkat edilirse ünlem işaretiyle vurgulanmış. Allah’ın mekânı bu şekilde “sabit”lemenin Türklerin “gök tanrı” çağından bugüne getirdikleri ve mistik, folklorik bir niteliğe büründürdükleri söylemi tekrarlamak düşüncesinden kaynaklandığını sanmıyoruz. Gerçi buna dair “ima”ların olması metni zenginleştirir. Kaldı ki bu parçada “göğü” ve “ilahî adaleti” yok etmeye teşebbüs eden “gizli bekçi”nin “etnik” kelimesiyle nitelendirildiğini belirtmiştik. Peki, şairin burada özellikle dile getirdiği nedir? Adaletsizliklerin, nefret edilesi her türlü zulmün arşı tuttuğunu mu söylüyor şair? Üstelik bunların geleneksel (mitolojik ve mistik) bir “Tanrı” inancı içinde olanların eliyle gerçekleştiğine mi işaret ediyor? Ve kendi göksel “Rab”lerine yönelik kastedişlerden bile çekinmediklerini mi belirtiyor? En iyisi muğlak kalsın…

Şiirin en uzun parçası olan son bende “Tehlikesiz yazmak istiyoruz, evet” dizesiyle girilmiş. Böylece şiirin başlangıç dizeleriyle bir bağ kurulmuş oluyor. Stalinist diktatörlüklerin tehdidine binaen bir istek değildir bu. Sorunsuz, zulümsüz bir ortamda yaşama talebidir. Zira “kuş yuvalarının mimarisi”ni, “balıklar”ı ve “okyanuslar”ı yazmak, “leopar belgeselleri” izlemek, “ahtapotlar”ı yakından tanımak, “sade bir hayat sürmek” ancak sorunsuz, zulümsüz ortamlarla mümkündür. Oysa “gizli bekçi” böyle bir hayata cesaret edememektedir. 

Genel olarak kötümser ve karamsar bir havayı yansıtsa da şair umut verici, meydan okuyucu dizelerle tamamlamış metnini: 

“Her gün yeniden ve yeniden başlıyoruz,
Dünyayla temasımız yeni başlıyor, dalkavuk yığını.
Sana mutlak iyi bir şey söylemeliyim:
Başka bir sosyolojide yaşayamayız biz, gizli bekçi.”

İşbu yazının sonunu şöyle bağlayayım: “Manifesto”yu fark ettikten ve hakkında üç beş satır kelam etmeye karar verdikten sonra Levent Karataş’ın şiirlerini toplu bir şekilde okuma eylemine giriştim. Ankara ve Bursa sahaflarını hızlıca tarayıp şairin bulabildiğim bütün şiir kitaplarını alıp okudum. Edinemediğim ve dolayısıyla okuyamadığım “Düşüyorum Galileo” ve “Ona Yaşadığımı Söyle”deki şiirleri ve mensur eserlerinde yazıp söylediklerini ayrı tutarak şu tespiti yapabiliriz: “Manifesto”daki dil, üslup ve içerik yaklaşımı genel olarak Levent Karataş’ın şiirsel birikimiyle tümüyle örtüşmüyor. Gerçi “Bir Dünyalının Mesafesi”nin başına konulan “Ben” başlıklı metinde “Dünyayı iyi izlemek gerekir. Baharı, yağmurları ve kiraz çiçeklerini. Bu edinim bana, şimdiki zamanın şiirini yazmak için özüme ısrar etti. Ellerime emretti ve ben de yalın dünyalıkla modern bir şiir kurmaya çalıştım; bu nedenle bütün entelektüel edinimleri bırakarak, bütün hayat edinimlerini şiire taşımaya çalıştım.” (s. x) dese de, “Manifesto”da yapılan bundan daha ötede bir şey… 

Peki, “Manifesto”yu bir şekilde ilişkilendirebileceğimiz başka bir şiiri hiç mi yok Levent Karataş’ın. Kuşkusuz var. Sözgelimi Masal kitabındaki “Saraylar ve Altınlarım İçin” şiiri. Şöyle başlıyor: “korkularını ve sessizliğini duyuyorum onların/zarif kötülüklerini/‘bizimle uğraşma’ diye/kanlı yüzler gösteriyorlar/kim olduklarını bilmiyorum/ ve ‘saklı seçilmiş’ olduklarını…//tanrı seviniyor onlar ölünce (…)” (s. 46) 

Belki tematik bir uyum olarak Son Görüş’te yer alan “Vitrin”deki şu satırlarla da ilişkili bulabiliriz “Manifesto”yu: “Hep darmadağın ettikleri evlerimizde bizleri yakacaklarını düşünüyoruz/Hep darmadağın ettikleri evlerimizde bizleri yakmayı planlıyorlar çünkü/Ben ütopyamda yamyamlar çağında kara şileplerden beni attıkları zift rengi okyanusa dalıp/kıyıda beni bekleyen yüzme bilmeyen denizkızını öpmek istiyorum.” (s. 28) Aynı kitaptaki “Düet”te yer alan “…Yeis içindeyiz A’bi/Aslı’yı tutukladılar! Karnında sözü olanları fişlediler!” (s. 32) gibi dizeleri de bu çerçevede düşünebiliriz. 

Fantom Ağrı’daki “Birinci Perde” şiirinin şu dizeleri benzeri nitelikler sunar mesela: “Sünni devlet iğneyle kazdı bu kuyuyu/Sünni devlet kefenle çıktı yola/Sünni devletin sakınımlı bir kalbi vardı:/açelyaları, zambakları, karanfilleri –devrimci imgedir diye-/uzak dur diye, çocuklar öğrenmesin diye, başkalaşımlara/uğratan-oryantalist üst aklın Arap kalbi/orada aşk ve çocuk birbirine katıştı/ölmedin, bir egzistansiyalist gençlik ölümü saklı kaldı sende.” (s. 24)

Her ne kadar okuyamasak da okuyan şiir yorumcusu arkadaşların aktarmalarına göre “Ona Yaşadığımı Söyle” kitabında da şairin kalemini tanıklık ve karşı koyma bilinciyle kullandığını öğreniyoruz. Dahası vaktiyle Hilmi Yavuz’vari bir geleneğe bağlı olan Levent Karataş’ın zamanla Pablo Neruda çizgisiyle kesişimler gösterir hâle geldiğinin de dikkatlerden kaçmadığı belirtiliyor ki, bütün bunlar, “Manifesto”yu daha bir anlamlı kılıyor.

Bağlayalım: Bir şiir tahlili için işbu yazının birtakım eksiklikler taşıdığını biliyorum. “Manifesto” için yaptığım mesaiye yenilerini ekleyeceğimi düşünüyorum.

Cevat Akkanat

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *