Fransa’daki şiddet ne anlatıyor?

Fransa’daki şiddet ne anlatıyor?

27 Haziran 2023’te, 17 yaşındaki Nael M.’nin dur ihtarına uymadığı polisin silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetmesiyle başlayan protestolarda yağma ve şiddet ön plandaydı.

Dr. Deniz Bağrıaçık / AA

Fransa’da neler oluyor?

Yaşanan trajedi sonucunda polis memuru derhal kasten adam öldürme suçu ile gözaltına alınırken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “Olayın nedeni ne olursa olsun, bu bir gencin öldürülmesini asla haklı kılmaz.” açıklamaları dahi Nanterre’den, Paris, Lille, Marsilya, Bordo, Tours, Lyon gibi şehirlere yayılan şiddetin önüne geçemedi. Öyle ki, olayların 2005’te yaklaşık 3 hafta kadar süren ayaklanmaları hatırlatması ve sosyal medyanın da etkisiyle şiddetin dozunun hızla artarak devam etmesi ülkede güvenlik açısından büyük bir sorun teşkil etti.

Gettolaşan banliyölerde hayatlarını sürdüren Kuzey Afrika kökenli bu gençlerin demografik yapıları incelendiğinde ortaya çıkan tabloda, ülke genelinin yaklaşık 3 katı üzerinde seyreden bir yoksulluk, ailelerinin düşük eğitim seviyeleri, yaşam koşullarının kötülüğü göze çarpıyor. Ayrıca bu bölgelerde birçok genç okuldan uzak bir hayat sürüyor. Aile yapılarında sorun bulunan gençlerin protestolarında ağır şiddetin benimsenmesinin sebepleri arasında Kovid-19 salgınıyla artan eşitsizliği ve gündelik hayattaki ayrımcılığı göstermek mümkün. Gençlerin mevcut toplumsal düzenin içerisinde kendilerine yer edinememeleri sonucunda varlıklarını ancak radikal bir şiddetle gösterdikleri söylenebilir. Tüketim kültürünün içerisinde ulaşamadıkları yerleri yağmalamaları, yıkmaları ve devletin kurumlarını hedef almaları ise son derece tehlikeli bir resim ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletlerin de (BM) dikkat çektiği, Fransız polisi içerisindeki “ırkçılık” uyarısı toplumda yankı bulurken ülkeyi güvenlik ve ayrımcılık konuları üzerinden ayrıştıran ve uzun yıllar süreceği tahmin edilen tartışmaların bir kez daha yeniden alevlendiği görülüyor.

Fransız Devleti protestolara nasıl tepki veriyor?

Protestoların ilk kritik gecesinin ertesinde, Cumhurbaşkanı Macron parlamento ve senato başkanlarıyla görüşmeler yaparken, Fransa Başbakanı Elisabeth Borne da meclis parti grup başkanlarıyla bir araya gelerek 2005’ten daha sert seyreden olaylara karşı tüm senaryolar hakkında istişarelerde bulundu.

1955 ile 2015 yılları arasında 6 kez ilan edilen olağanüstü hal yeniden gündeme gelirken, 45 bin güvenlik gücünün sokağa müdahalesi, kimi şehirlerde sokağa çıkma yasakları, toplu ulaşımın saat 21.00’de sona ermesi gibi önlemlerle protestolar kontrol altına alındı. 7. günün sonundaysa maddi ve manevi bilanço 2005’ten daha ağır oldu.

Devletin güç gösterisine karşın, yabancı basın Macron’un kontrolü kaybettiği ve dış müdahale gibi konulara geniş yer verdi. Macron’un 27 Haziran ayaklanmalarında kontrolü kaybettiği kesinlikle söylenemez ve dış müdahale de mümkün değil. Ancak, 2015’ten itibaren, önce terör saldırıları daha sonra 2018 sarı yelekliler hareketi, 2019 emeklilik reformu ağır grevi, Kovid-19 salgını ertesinde ise 2023 yılı boyunca akıllara kazınan çöplerin dahi toplanmadığı bir Fransa, siyasi istikrar açısından da çok olumsuz bir ülke resmi çiziyor.

Fransa’nın başta Avrupa Birliği (AB) ve diğer uluslararası örgütlenmelerdeki rolü düşünüldüğünde sokak hareketlerinin şiddeti, müdahalenin biçimi, siyasi istikrarın bozulması, ülkenin gerek güvenlik gerekse uluslararası siyasetteki konumu etrafında bir spekülasyon yaratmaya yetiyor. Öte yandan Fransa’nın dünya tarihindeki sokak hareketlerine öncülüğü, farklı ülkelerde yaşayan benzer göçmen gruplarına da ilham olabileceği düşünülerek bu ülkelerde de bir tedirginlik yaratıyor.

Olayların başlamasının ardından yaklaşık 7 gün içerisinde yaş ortalaması 17 olan 3 bin 243 kişi gözaltına alındı. Fransa İçişleri Bakanı Gerald Dermanin’in açıklamasına göre bu sayının yüzde 60’ının herhangi bir sabıka kaydı yok. Devlet olağanüstü önlemler almaktan ve hatta güç gösterisinden kaçınmazken şiddet, yağma ve yakma görüntüleri bir kez daha Fransa özelinde akıllara kazındı.

Ülkenin genelinde, yalnızca birkaç gün yoğun olarak süren eylemlerde, Guyana’da 1 can kaybı yaşanırken 700 güvenlik gücü mensubu yaralandı. Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire’in açıklamasına göre olaylar 1 milyar avro zarara yol açarken 5 bin araç ve bin bina yakıldı. 10 bin çöp kutusu ateşe verildi. 250 jandarma ve polis karakoluna saldırı düzenlendi. Rakamlar 2005 ile karşılaştırıldığında şiddetin dozunun hızla artmasında en büyük etken gençlerin birbiriyle çok hızlı bir biçimde haberleşmelerini, bir araya toplanmalarını sağlayan ve şiddette birbirleriyle yarışmalarını yüreklendiren sosyal medya oldu.

Olası senaryolar nelerdir?

Gerek devletin sert müdahalesi gerekse Nael’in ailesi tarafından yapılan şiddeti sonlandırma çağrıları olayların hızını kesmiş gibi gözükse de halihazırda emeklilik reformu, artan eşitsizlikler ve enflasyon konuları da göz önünde bulundurulduğunda gelecek ayların kritik olduğu söylenebilir. Fransa’yı zor bir sonbahar dönemi bekliyor. Ancak bu konuda belirleyici olacak ana etmenler arasında kontrol altına alınan enflasyon, emeklilik reformunun uygulanma şekli, banliyölerle sağlanacak diyalog biçimleri sayılabilir.

Avrupa’da protestoları gördüğümüz ülkeler yine frankofon bir etkide ve benzer göç hikayeleri bulabileceğimiz şehirler. Olayların başka ülkelere yayılmasına sebebiyet verecek asıl unsurun benzer şehirleşme yapıları; ayrımcılık, yoksulluk ve eşitsizlik gibi ana etmenlerin benzerlikleri olduğu söylenebilir. Aşırı sağın hem Fransa’da hem Avrupa’da yükselişi de olaylarla mücadeleye yanlış bir siyasi yön kazandırırken göçmenler üzerinden yapılan siyaset olayların bir kez daha alevlenmesine yol açabilir. Aşırı şiddet yanlısı radikal grupların göçmen nüfusunun temsilcisi olarak görülmesi de yeni ayrımcılıkları besleyebilir.

Fransa’da göç politikaları çok tartışılan bir konu. Fransa dışarıdan göç almak zorunda olan bir ülke. Özellikle diploma gerektirmeyen hizmet sektörü için dışardan gelecek göç yaşamsal olmakla birlikte, sosyo-ekonomik olarak dezavantajlı ülkelerin göçmenleri stereo tipleşen bir profil nedeniyle Fransa’nın “Cumhuriyet” değerlerine bir tehdit olarak görülüyor. Bu bakış açısı ve halk arasındaki ön yargılar gerek güvenlik gerekse ekonomik sıkıntıları göçmen toplulukların üzerine yükleyebiliyor. Bunun da siyasi bir malzemeye dönüşmemesi ve göç politikalarını etkilememesi neredeyse imkansız. Bu sebeple, önümüzdeki yıllarda Fransız vatandaşlığı, yasal izin süreçleri ve ülkeye giriş çıkışlarda denetimlerin sıkılaşacağı şüphe götürmüyor.

Bununla birlikte, bu tarz şiddet olaylarının önüne geçmekte en büyük fayda sağlayacak olan etken göçmenleri sosyo-ekonomik olarak ülke ortalamasının altına çeken kentleşme modellerinden çıkararak, devletin farklı kurumlarına ayrımcılık eğitimleri vermek; gençleri toplumsal hayata dahil edecek, yaşadıkları ülkenin değerleri ile uyumlu sosyal politikalar geliştirmek ve olaylarda temel rolü olan aileleri güçlendirmek olacaktır.

[Dr. Deniz Bağrıaçık, sosyolog ve yazardır.]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *