Abdurrahman Arslan, Liberalizm ve Muhafazakarlık

Abdurrahman Arslan, Liberalizm ve Muhafazakarlık

Aslında Liberalizm teorik anlamda çoktan çöktü ve bu, sahipleri tarafından da sürekli dile getiriliyor. Liberalizm, modernizm, sekülerizm, kapitalizm, özgürlük, eşitlik, Demokrasi ve hatta Pozitivizm o denli iç içe girmiş kavramlar ve değerler ki… Ancak ilginç olan bir şey var. Liberalizm, tüm kurumlarıyla hala sahada, uygulamada…

İsa Dervişoğlu / Gazete İpekyol

Bu günlerde değerli yazar Cevdet Işık, sosyal medya hesabından Patrick J. Deneen’in “Liberalizm Neden Çöktü?” adlı kitabından bazı alıntılar paylaştı. Kitabı okumuş değilim ancak paylaşımlar etkileyiciydi.

Kitapyurdu.com sitesinde kitabı tanıtım bölümünden:

“Liberalizm iflas etmiştir ama verdiği sözleri tutmadığı için değil, bilakis tuttuğu için iflas etmiştir. İflas etmiştir, çünkü başarılı olmuştur. Liberalizm “daha fazla kendisi oldukça” iç mantığı ve iç çelişkileri daha görünür hâle geldikçe, iddialarını çürütüp liberal ideolojiyi fiilî gerçekliğe dönüştüren patolojiler üretmiştir.

20. yüzyılın önde gelen üç ideolojisi –komünizm, faşizm, liberalizm– arasından sadece liberalizm varlığını devam ettirebiliyor. Liberalizm ideolojik açıdan tarafsızmış gibi davranmayı, hâkimiyeti altındaki zihinleri şekillendirmek gibi bir niyetinin olmadığına inandırmayı başarmıştır. Liberalizmin özgürlük, zevk ve refah gibi vaatleri belki de uzun ömrünün bir sırrıdır. Liberalizm halkların eşitliğine vurgu yapıyor, ama günümüzde başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, liberal ülkelerde maddi eşitsizlik giderek artıyor. Liberalizm bireyin özgürlüğüne dayanıyor, ama insanlık tarihinde görülmedik şekilde tahakküm kuran bir kamu örgütlenmesi liberal politikaların uygulandığı ülkelerde zorunlu hâle gelmiş durumda. Liberalizm aristokrasiyi kabul etmiyor, ama küresel elitlerin dünya hâkimiyetini sağlıyor.”

Bazı çöküşlerin çatırdamasını pek hissedemiyoruz zira zamana yayılır ve nihai çökme çok ani gerçekleşebilir. Sovyetler ve Komünizm’in/Sosyalizm’in aniden çöktüğünü sanmamız gibi. Ancak Sosyalizmin teoride ne denli çöktüğü tartışılırdır… Tabii ki nasıl’ı, neden’ine göre daha az önemli.

Aslında Liberalizm de teorik anlamda çoktan çöktü ve bu, sahipleri tarafından da sürekli dile getiriliyor. Liberalizm, modernizm, sekülerizm, kapitalizm, özgürlük, eşitlik, Demokrasi ve hatta Pozitivizm o denli iç içe girmiş kavramlar ve değerler ki…

Ancak ilginç olan bir şey var. Liberalizm, tüm kurumlarıyla hala sahada, uygulamada. Ve o, kendini gerçekleştirdikçe yani gerçek yüzünü gösterdikçe/teori ve pratik çelişkisi artıyor ve bu açı genişledikçe çöküşe gidiyor. Zira o, bu süreçte geniş çoğunlukları da çökertiyor. Kısaca liberalizm, çökerttikçe çöküyor denebilir.

Tam da burada sözü Abdurrahman Arslan’a bırakalım:

“Rönesans sonrasında Batıyı kuran üç büyük ideoloji vardır. Biri modernizmdir, biri muhafazakârlıktır, biri de sosyalizmidir. Modern düşünce bir liberal proje olarak dünyaya gelmiştir. Liberalizm sonradan doğmamıştır. Tam tersine Hıristiyanlığın kurmuş olduğu dünyaya ilk itirazı eden düşünce liberal düşüncedir. Liberalizm hem Hristiyanlığın rahminde dünyaya gelmiştir, hem de onu aşındırmıştır. Sonra büyüyüp geliştiğinde ise dini kontrol altına almıştır. Ona yaşayabileceği bir özgürlük alanı vermiştir ama onun büyümesine de izin vermemiştir. Marksizm dine karşı bir felsefedir ama dini bugünkü durumuna getiren liberal felsefedir.  Liberalizm ilk doğduğunda dinsizlik olarak da tanımlanmıştır. Çok sonraları bir özgürlük olarak ortaya çıkmıştır. Ama neye karşı bir özgürlük? Dine karşı bir özgürlüktür. Buna bir tepki olarak da muhafazakârlık ortaya çıkmıştır.

Bizler iki kavram üzerinden konuşuyoruz özgürlüğü. Birisi liberalizm, birisi demokratlık… Bu ülkenin yüzde doksan sekizinin Müslüman olduğunu söylüyorlar. Kimler liberal, kimler demokrat bu beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyor. Ama ben bir Müslümanın nasıl liberal olduğuna, ya da nasıl demokrat olduğuna şaşıyorum. Bu adam ya İslam’ı bilmiyor, ya da demokratlığın ya da liberalliğin hangi kabuller üzerine kurulduğunu bilmiyor. Onun için açık söylemek gerekirse ben bu hususta onlara acıyorum. Evet, ben de özgürlükten yanayım ama İslam ahlakının belirlediği bir özgürlüğü kabul ediyorum. Onun dışındaki bir özgürlük anlayışını kabul edemem, bu mümkün değil… Elbette ki biz de köleliğe karşıyız, şiddete karşıyız… İlla ki demokrat veya liberal olmamız gerekmez bunlara karşı olmak için.

Liberalizm ‘azat olmak’ anlamındaki ‘liber’ kelimesinden gelmektedir. Liberalizmin özgürlük anlayışı ‘birey’ temellidir. İslam’ın özgürlük anlayışı ise ‘ahlak’ ya da ‘değer’ temellidir. Mesela adaleti savununca siz, bir bakıma özgürlüğü de savunmuş olursunuz. Ama aynı zamanda özgürlüğe bir sınır da getirmiş oluyorsunuz. Çünkü özgürlüğün nerede başlayıp nerede bittiği meselesi sizin ya ‘adalet’ ilkenizin ya ‘ahlak’ ilkenizin ya da dinî bir ilkenizin içerisinde saklıdır. Oysa modern özgürlük kavramı bütün bunları hiçe sayarak oluşturulmuştur.”

Abdurrahman Arslan, Muhafazakarlığın dinle/dindarlıkla ilişkilendirilmesi yanılgısını kıskıvrak yakalıyor, değişim kavramının bağlamını, vahyin muhkemlerinin/sabitlerinin mahiyet ve değerliliğine vurgu yaparak diyor ki:

“Aslında muhafazakârlık da liberalizmin temel argümanlarına karşı çıkan bir düşünce değil. O sadece diyor ki; “bu değişim çok hızlı oluyor, bunu biraz yavaşlatalım.” Müslümanın ise zamanın ve mekânın ötesinde olan değişmez muhkemleri vardır. Biz müteşabih olanı, yani yoruma açık olanı, yani değişebileni ancak ve ancak muhkemin dünyasından bakarak tayin edebiliriz. Tek başına bir ‘değişim’ söylemi İslam açısından anlamlı değildir. Ancak kendi muhkemine bağlı kalarak bir değişimin üzerinde konuşabiliriz.”

Muhafazakarlık, aslında zayıf/seyreltilmiş bir muhalefet işlevi görerek Liberalizmi ayakta tutmuş, dallanıp budaklanmasını sağlamış en önemli etkenlerdendir. Her türlü münafıklığın/çifte standardın yuva yapabileceği bir zemin olan muhafazakarlık, her türlü acımasız ideolojik uygulamalar için aynı işlevi görebilen bir kirliliğe tekabül eder.

Biraz da mezkur kitaptaki çarpıcı paylaşımlar ışığında mülahaza edelim:

“- Liberalizmin en cazip yanı geçmişi reddetmesi değil, Batı siyasal kimliğinin temelini oluşturan temel kavramlara dayanmasıydı.

– Liberalizmde yurttaşlara sivil güç vaat edilir, oysa gerçekte siyasal açıdan zayıftırlar; aynı şekilde sonsuz seçme hakları olduğu söylenir, oysa bunlar gerçekte bir köleliğin derin yansımalarıdır.

– Liberalizm kadını ev işlerinden kurtarmakla özgürlüğün aynı anlama geldiğini söyler ama pratikte erkeği olduğu gibi kadını da çok daha kapsayıcı bir esarete mahkum eder.

– Liberalizm hep insanların nasıl yaşaması “gerektiği” ile ilgili bir anlayışla hareket etti fakat bu normatif bağlılıkları tarafsızlık kisvesi altında gizledi.

– Siyaset büyük ölçüde pasif bir nüfusun dikkatlerini dağıtmak üzere pazarlanıp ambalajlanan gösteri sporuna indirgenmiştir. Seçimler insanların kendi kendilerini yönettikleri görüntüsü yaratmakta ama esasen çalışan ve tüketici olarak sürdürdüğümüz yaşamlarımıza geri dönmeden önceki sivil dürtülerimizden geriye kalanları tatmin etme işlevi görmektedir.

– Liberal yasa ve liberal piyasa radikal bireysel özerkliği güvence altına almak adına gerçek kültürün yerine kapsayıcı bir antikültürü getirir.

– Liberalizm sık sık resmedildiği gibi sadece anayasal bir hükümet ve hakların yasalarla garanti altına alınmasından ibaret dar bir siyasal proje değildir. Aksine bütün insan yaşamını ve bütün dünyayı değiştirmeyi amaçlamaktadır. Birincisi, antropolojik bireycilik ve iradeci seçim kavramı; ikincisi, insanın doğadan ayrılıp ona karşı koyması gerektiği düşüncesi: Liberalizmin ayırt edici olan ve insanın özerk davranış alanının olabildiğince genişlemesini öngören yeni özgürlük anlayışını onun bu iki devrimi yaratmıştır.”

(Liberalizm Neden Çöktü?, Patrick J. Deneen)

Sonuç olarak, bize özgürlük, eşitlik gibi kavramlarla gelen uygulamaların, çağrıların bağlamının göründüğü gibi olmadığı artık gün yüzüne çıkmıştır.

Bu dünyaya ait olan ontoloji ve epistemoloji de çökmüştür ve bu, itiraf edilmektedir.

“Toplum kavramının temelinde pozitivist felsefe ve kabuller yatar. Birey kavramının temelinde de pozitivist felsefe ve kabuller yatar. Pozitivist hakikat telakkisi üzerine kurulmuş bir sosyal dünyaya ait kavramlardır bunlar. Yaklaşık yirmi yıl kadar önce pozitivist felsefe Batı’da birdenbire çöktü ve artık kaynak olmadan çıktı.”

(Abdurrahman Arslan)

Tabii ki çok uzun konular bunlar. Ancak buradaki meramım özet olarak üç ana eksene oturuyor:

Seküler kavramlar ve yaklaşımlarla İslam’ın/vahyin kavram ve anlamlandırma biçim ve bağlamlarının farklı oluşu.

Pozitivist mutlakçı dayatmanın çökmüş olması, epistemolojik çöküşün, hakikatin mahiyeti ve anlamlandırılmasında vahyin artık inkar edilemezliği.

Ve son olarak, masum gibi görünen Muhafazakarlığın, dini değil liberal bir anlam ve yaklaşıma tekabül ettiği.

Bu sonuç, ileriki süreçte pratik büyük değişimleri/çöküntüleri de beraberinde getirecek beklentisi çok güçlü ancak genel anlamda bu çöküşü, hiçbir şey yapmadan beklemek sağlıklı ve ahlaki olmayacaktır.

Hem tüm bu uygulama ve yanılsamalara karşı daha özgüvenli ve sağlıklı duruşlar sergileyip çöküşlerin zararını azaltmalı hem de Vahyi -temel sabitleri- referans alarak yeniden yorumlama, evrensel ve sistemsel yöntemler, yeni bir epistemoloji oluşturma gibi temel ve insani bir görevimiz olduğu bilinciyle harekete geçmeyi başarmalıyız.

Selam ve dua ile.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *