ABD’deki benzerlerine bakılarak kurulmuş olan Wagner tarzı yapılar hakkında kamuoyundaki tartışmalar, bu oluşumların faaliyetlerine odaklanmıştı. Halbuki çok daha derinde; özelleştirilmiş, yani devlet otoritesinin dışında oluşmuş bu tarz yapıların hususiyeti de tartışılmaya muhtaçtı.
Prof. Dr. Taşansu Türker / AA
Wagner özel silahlı birlikleri, uzun zamandan beri gündemde olan bir yapılanma. İlk başta Batı’daki, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) benzer yapılar -en bilineni olan “Blackwater”- ile beraber tartışılmıştı. Bilindiği gibi bu yapılar neredeyse 20 yıldan beri akademik literatürde ve dahi basında da tartışılagelmiştir. Özellikle ABD’nin ikinci Irak müdahalesinden sonra bu yapılar daha da fazla kamuoyu gündeminde yer bulabildiler. Açık ki, kamuoyundaki bu tartışmalar da aslolarak bu oluşumların faaliyetlerine odaklanmıştı. Halbuki çok daha derinde; özelleştirilmiş, yani devlet otoritesinin dışında oluşmuş bu tarz yapıların hususiyeti de tartışılmaya muhtaçtı.
Özelleştirilmiş silahlı taşeron yapıları anlamak
Şiddet kullanma tekeli olarak modern devlet kavramının yerine bu tarz özelleştirilmiş silahlı taşeron yapıların “ordu” adıyla anılması herhalde ilk elde üzerinde düşünülmesi gereken husus olsa gerektir. ABD’de ülkenin sermaye-devlet ilişkilerindeki özgün konumu bu yapıların kendiliğinden oluşumuna cevaz vermiş ve fakat yine ABD siyasal sisteminin kuruluşundaki kuvvetli denge-fren ve denetim mekanizmalarının bu tarz yapıların sakıncalarını tehdit edebileceğine dair iddialar da aynı dönemde ortaya çıkmıştır. Her halükarda ABD sistematiği içinde bu yapılar kendilerine bir yer bulabilmişti. ABD dışındaki dünyada ise özellikle de modern devletin korunması gerektiğine dair ön kabulü bulunan kesimlerde, ilk olarak bu yapılara dair terminoloji tartışılmıştır: Özel ordu. Bu kavram bile bu kesimlerce bir “oxymoron” olarak kabul edilmiştir. Zira ordunun “millet” ile bütünleşmesi çok da uzak bir tarihe götürülemezdi. Ancak Napolyon ilk “milli ordu”yu tesis edebilmişti. Burada bahsedilen “millet” kavramına “devlet” kavramının da içkin olduğu hatırlardan uzak tutulmamalıdır. Yani bahsedilen “milli devlet”in ordusudur. Son 2 asırda insanlığın bu keyfiyetin semerelerinden faydalandığı ve ordu kavramının devlet ile ilişkisinin ve devlet eliyle denetiminin “millet meşruiyeti” çerçevesinde farklı ölçülerde sürdüğü, vakıadır.
Modernitenin aşındırılmaya başlandığı soğuk savaşın son 20 yılı ve özellikle de “katı olan her şeyin buharlaştığı” soğuk savaş sonrası dönemin önemli bir tartışma alanı, “devlet”lerin “millet”ler ile kurduğu farklı katmanlardaki ilişkilerin sorgulandığı ama “sermaye”nin önünün pervasızca açıldığına yönelik eleştiriler olsa gerektir. Modernitenin sunduğu imkanlar ve hakların, yarattığı mağduriyetlerin tazmini bahanesiyle ama aslolarak sermayenin yaşadığı tahditlerin ilgası amacıyla epeyce yıpratıldığı bu dönemin konusu olan askeri alanın özelleştirilmesi, ABD’nin gelişmişlik seviyesini ve kendi tarihinden getirdiği hususiyetlerini temellük etme şansı olmayan başka ülkelerce de takip ettirildi. Bunların başında da kendisini küresel bir güç olarak konumlandırmaya çalışan Rusya vardı.
Amerikancılığın bir sonucu
Rusya’nın soğuk savaş sonrası dönemdeki inişli çıkışlı reform siyasetinin temel öğesi, ABD kurumlarını kendi ülkesinde yaratma çabası olarak özetlenebilir. Rusya’yı reform çizgisinde Amerikancılığa iten faktörler; hem Rusya’nın kendisini dünyada konumlandırdığı yer hem Rus elitlerince tek iyi örnek olarak ABD’nin saygıyla karşılanması hem de modernitenin yıpratılıp eski imparatorluk dönemine imkan tanıyan söyleminin yarattığı psikolojik tatmin şeklinde sıralanabilir. Bir diğer önemli faktör ise Rusya’daki karmaşık ve henüz siyasal ve ekonomik elitler düzeyinde oturmamış statükonun yarattığı “iş dünyası-suç dünyası” ilişkileri şeklinde formüle edilen durumun, aslında yeni bir sermaye kesiminin oluşumundaki tabii ve zaruri “kriminal” bağlam çerçevesindeki ihtiyaçlara da cevaz vermesidir.
İşte Wagner gibi bir yapı da bu yukarıdaki çerçevenin sonucu olarak oluşmuştur. Yani, 23 Haziran akşamından bu yana yaşanan somut ve yakıcı mesele aslolarak Rusya’nın siyaseti, iktisadı, toplumu ve hatta kültürel yapısındaki daha kavramsal yarılmaları teşkil eden akıl dünyasındaki derin karmaşa ile ilgilidir. Kısaca gelişememişlik ve ihtiras arasındaki dengesizliğe dayanan bu zihni karmaşa; çok kimlikli ve çok teşkilatlı, esnek imparatorluk aklı ile standardizasyonun ve tekleştirmenin fevkalade örneği olan Sovyet aklı arasındaki kontrolsüz bir salınımdır. Açıktır ki, bu muazzam salınım her katmanda ve alanda derin sarsıntılara da sebep olmaktadır.
Prigojin kimdir?
Wagner’in kurucusu Yevgeniy Prigojin, hayat hikayesiyle de ilginç bir karakter olarak tanınmaktadır. 1970’ler ve 80’lerde adi suçlardan bir hükümlü olarak belli ki, sonraki dönemde istihbari çevrelerle teması olmuş ama aslolarak Putin’in iktidarı ile parlamış bir “iş insanı”dır. Kremlin’in “catering” işleri yanında, ilerleyen tarihlerde doğrudan Kremlin’in dolayısıyla güvenlik bürokrasinin de desteği Wagner’i oluşturmuştur. Rusya’nın son 10 yılda yoğunlaşan küresel düzeyde Batı ile bölgesel mücadele doktrininde de Mali’den Somaliland’e kadar pek çok farklı bölgede ama Türkiye’de en çok bilinen bölgeler olarak Suriye ve Libya’da da askeri operasyonlar yürütmüştür. Bu taşeronluk statüsü, Rusya devleti tarafından da hem resmi olarak uluslararası politikada gerektiği zaman Rusya’yı temize çıkarmak hem de Rus ordusunun resmi olarak faaliyet yürütürken karşılaşacağı zayiatın iç politikadaki hukuki ve siyasal sonuçlarından kaçınabilmek adına tercih edilmiş; Wagner, Rusya’da “en ziyade müsaadeye mazhar girişim” halini almıştır.
Ukrayna-Rusya savaşında Wagner etkisi
Wagner’in asıl faaliyet alanı 2022 Şubat ayından bu yana Ukrayna olmuştur. Rusya’nın bu cephedeki savaşının başından beri yaşadığı kapasitesizlik, Prigojin ve Rus ordu elitleri (Başta Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu ve Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov olmak üzere) arasında bir anlaşmazlığı savaşın daha ilk aylarından itibaren oluşturmaya başlamıştır. Hatırlanacağı üzere Rus ordu elitleri ile Rusya Federasyonu’na bağlı Çeçenistan Cumhuriyeti Başkanı Ramzan Kadirov arasında benzer bir anlaşmazlık daha önce de kamuoyuna yansımıştı. Rusya İmparatorluğu’nun ordu yapısı olan “çoklu komuta” yaklaşımını belli ki bir zaruret çerçevesinde ama belki biraz da emperyal yapıya duyulan irrasyonel özlemin de teşviki ile kabul etmiş olan bugünkü Rusya idaresi için bu sorun aslında sadece Ukrayna savaşı özelinde bile ilk değildir. Ancak yine belli ki, Kadirov vakasından da gerekli dersler çıkarılmamıştır.
Rostov-Na-Donu (Yaroslavl’daki Rostov ile karıştırılmaması gereken, Rusya’nın güneybatı kanat ve Kafkasya merkezi) Wagner güçlerinin kontrolünde gibi görünmektedir. Rusya tarihi boyunca pek çok ayaklanma ya bu bölgeden kuzeye Voronej üzerinden Moskova’ya ya da İdil boylarından Nizhny Novgorod üzerinden Moskova’ya yönelmiştir. Rostov ayrıca neredeyse tüm Ukrayna operasyonunun kalpgahı niteliğindedir.
Putin’in önündeki alternatif senaryolar
Bugün sabah Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in açıklamalarında da Rostov’daki durumun hassas olduğu ifade edilmiştir. Aynı konuşmada Putin, yaşanan durumu bir “ayaklanma” ve “isyan” olarak tarif etmiş, “sert bir şekilde” karşılık göreceğini de eklemiştir. Bu sürecin ne kadar sürat ile gerçekleşeceği krizin bundan sonraki mahiyetini de belirleyecektir. Hızlı ve kesin olmayan bir cevap, sorunun büyümesine müsaade edeceği gibi; büyüyen sorunun Rusya’da daha büyük ve farklı katmanlarda total bir türbülansa yol açabileceği ve hatta bir çöküşe sebebiyet verebileceği de herhalde Rusya karar alıcılarının da malumudur.
Rusya’nın önünde şu halde Putin’in hep imrendiği tarihsel figür olan Büyük Piyotr’un gerçekleştirdiği gibi “strelets”leri (ç. “Streltsi”, tüfekçi manasında, bizdeki Yeniçerilere benzeyen hassa birliği) yok etme imkanı olduğu iddia edilebilir. Bu da kapasite ile ilgilidir. (Bu çerçevede Rusya Ordusu ve özellikle “Rosgvardiya” ve GRU birliklerinin durumu, “Streltsi”nin ilgası sonrası oluşturulan ve marşları “Türkler ve İsveçliler bilir.” diye başlayan “Preobrajenski Polk” ile karşılaştırılmalıdır.) Unutulmamalıdır ki, “Vaka-i Hayriye” de ilk denemede başarıya ulaşılamamış bir sonuçtur. Eğer bu analoji çerçevesinde devam edilecekse ve Rus devleti sorunu çözebilecekse de bu durum Piyotr’un iki yüzü arasındaki seçimi Putin’in önüne koyacaktır: Batı’yla reformlar yoluyla buluşmayı hedefleyen Piyotr ve yakın çevresinde savaşarak etki sahibi olmak isteyen Piyotr. Açıktır ki; Rus hariciyesi ve iktisadi elitleri yetki alanlarında başarılı performansları ile birinci kategorideyken, Rus güvenlik bürokrasisi yetki alanlarında başarısız performanslarıyla ikinci kategoridedir.
[Prof. Dr. Taşansu Türker, Mülkiye Karşılaştırmalı Siyaset Ana Bilim Dalı Başkanı’dır.]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *