Çocuklarımıza Nasıl Sahip Çıkarız?

Çocuklarımıza Nasıl Sahip Çıkarız?

Eğitim denilince aklımıza sadece öğrenciler ve çatısı olan bir okul gelmemelidir. Küreselleşen dünyada; medya, moda, çevre… Yani algılayabileceğimiz her şey eğitime dahil olabilir.

Çocuklarımıza Nasıl Sahip Çıkarız?

-12 YILLIK EĞİTİMDE ZORUNLU OLMASI GEREKEN 15 DERS-

Ne diyordu Atasoy Müftüoğlu: “Önemli olan, insanların coşkularını ve heyecanlarını harekete geçirmek değil; düşüncelerini, bilinçlerini, vicdanlarını, iradelerini ve sorumluluklarını harekete geçirebilmektir.”

Bu minvalde, insanların üzerinde kolaylıkla ittifak edebileceği, eğitimde zorunlu olması gereken 15 ders;
1- Empati Dersi: İnsanların kin ve kibirden sıyrılarak birbirini anlayabilmesi için. Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkalarına yapmamak için.
2- Eleştirel Düşünme Dersi: Eleştirinin olmadığı yerde her şey çürümeye mâhkumdur. İnsanların eleştirel düşünmeyi-sorgulamayı öğrenebilmesi için.
3- Bilinç Dersi: Kandırılmamak yani hem maddi hem de manevi olarak sömürülmemek için. Hayatta karşılaşabilecek herhangi bir durumda-olayda hüküm vermeden önce bilgi sahibi olmak gerektiğini bilmek için.
4- Tahammül-Sabır Dersi: Başkalarının varlığını kabul etmenin ilk şartı onları saygıyla dinlemektir. Bu ders, öğrencilere dinlemeyi öğretebilmek için.
5- Mantık Dersi: Bireyin elindeki materyalleri birleştirerek her durumda akıl yürütebilmesi için.
6- Kapitalizm Dersi: Hem emperyalistlerin tuzağı hakkında hem de israf ve tasarruf hakkında bilinçlenmek için.
7- Fikir-İcat Dersi: Bilime ilgi duyan çocuklara, fikirlerini geliştirebilecekleri her türlü mekan ve materyalleri sunmak için. Bu ders, dünyayı güzelleştirecek olan fikirleri geliştirebilmek için.
8- Değerler Dersi: Amacı olmayan, hayatın anlamını kaybeden, boşluğa düşerek uyuşturucuya tutunan gençlere, nelerin değerli (şefkat, merhamet, sevgi…) olduğunu hatırlatmak için. Maddi-manevi ihtiyaç sahipleri ile iletişime geçmeyi öğretebilmek için.
9- Estetik ve Nezaket Dersi: Bir çeşit beden ve dil eğitimi… Bu ders, insanların birbirlerini kırmadan konuşabilmesi ve gülümsemeyi öğrenebilmesi için.
10- Tecrübe Dersi: Bu ders, öğrencinin bizzat hayatın içine dahil olarak; tamirci, bulaşıkçı, temizlikçi vb. herhangi bir ‘iş’de çalışarak hayat tecrübesi kazanabilmesi için.
11- Irkları-Kültürleri Tanıma Dersi: Dünyanın merkezinde sadece kendimizin olmadığını öğrenmek için.
12- Doğa-Ekoloji ve Sağlık Dersi: Bu ders, GDO’lu tohumlar hakkında bilinçlenmek için. Hayatımızı tehdit eden kimyasallar (temizlik ürünü, mutfak eşyası vb. şeyler) hakkında bilinçlenmek için. Doğanın; orman ve su kaynaklarımızın kıymetini bilmek, ekolojik dengenin önemini öğrenerek her türlü canlıyı koruyabilmek için.
13- Okuma Bilinci Dersi: Her okuduğumuza inanmamak için. Bu ders, bir kitap nasıl okunur; tahkik ve tenkide dayalı okuma yöntemlerini öğrenebilmek için.
14- Sanat Dersi: Sanat en etkili iletişim aracıdır. İnsan öfkesini, kızgınlığını, neşesini sanatına; şiirine, müziğine, resmine, filmine yansıtır. Bu ders, öğrencilerin yeteneğini ortaya çıkarabilmek için.
15- Dil Dersi: En büyük eksiklerden birisi dil bilmemektir. Bu ders, teknoloji kullanmadan da (her koşulda iletişim kurabilmek ve hafızayı güçlendirmek için) en az bir dili daha ana dili gibi konuşabilmek için.

Şimdi bu derslerin, mevcut sistemde müfredata girmesi mümkün müdür? Elbette çok zor! Peki bu dersler müfredata girerse tüm sorunlara çare olur mu? Elbette hayır, bu müfredat sadece bir başlangıç olabilir. Küreselleşen bir çağda, adına dünya denilen bir gemide yaşıyoruz. Bu gemide modernizm, kapitalizm, liberalizm vb. her türlü fesat aracı mevcut. Bunlar gemiye her anlamda bir gedik açıyor. Biz müslümanlar olarak çağı kuşatamıyoruz. Daima geriden takip ediyoruz. Gemide açılan bir gediği kapatmak için malzeme arıyoruz. Bulduklarımızla yama-tamir yapmaya çabalıyoruz. Ama o da ne!? Bir de bakıyoruz ki başka bir yerden bir gedik daha… Bir gedik daha… Aileyi-nesli ifsat eden batı, şimdilerde yapay zekalı robotlar üretiyor. Velhasıl insanlığın gemisi her geçen gün su alıyor. Biz Müslümanlar, umutsuzluğa düşerek bir köşeye çekilemeyiz. Zaten bizler sonuçlardan değil, ilkelere sadık kalarak çabalamaktan-yaşamaktan sorumluyuz. Tevhitten taviz vermeyen çabalarımız, tüm gedikleri kapatmasa da en azından batmayı geciktirecektir. Duymak isteyenlere her zaman doğru bir yol olduğunu hatırlatacaktır. En önemlisi de bu çabalar, ahirette bizi, imtihanı kazananların, iyiliklerde yarışanların safına katacaktır. Ne yazık ki müslümanlar, çoğu konuda olduğu gibi eğitim konusunda da kuşatıcı bir model-müfredât sunmuyor. Taklit ile itaat arasında sıkışan müslümanların bazıları, ezberci bir anlayışla eskiye öykünüyor. Geri kalanı da itaat ederek modern eğitim sistemine eklemleniyor. Sonuç olarak her geçen gün bir şekilde eğitiliyoruz.

Evet, yukarıda saydığımız 15 zorunlu dersten sonra ‘din dersi’ ancak ve ancak seçmeli olarak verilebilir. Diğer dersler de öğrencinin ilgi ve yeteneğine göre yine seçmeli olarak verilebilir.

Din eğitiminin seçmeli olmasına bazıları tepki gösterebilir. O zaman şöyle bir soru soralım: Din dersi neden seçmeli ders olmalı? Gerçek din “uyuyanları uyandırmak” üzere gelmişken, sorgulamaya fırsat tanımayan, sadece belirlenmiş bilgileri sunan bir sistemde öğretilen din, ancak “dayatılan kutsalları” korumak için bir afyon olur. Gerçek anlamda din zaten bir ders konusu olamaz. Din’in ilkeleri hayatta yaşanarak örneklik oluşturulur; ilimde derinleşerek tevhit, adalet, merhamet ekseninde çağa uygun çözümler üreten müçtehitler yetişir. Bir bilenler topluluğu oluşturulur. Lakin toplum olarak bu konuyu hakkıyla kavramak için daha çok fırın ekmek yememiz lazım.

Halihazırda din ve ahlak konusunu, iç huzurla sadece laik bir devletin eğitim kurumlarına bırakanlar bir daha düşünmelidir. Bir çocuğa din ve ahlak bilgisini vermek devletin değil, ilk olarak ailenin görevidir. Çünkü din eğitimi, çocuğun anne rahmine düşmesiyle başlar ve dört yaşına kadar pekişir. Daha sonra gelişerek pratiğe döner. Eğitim-terbiye, vahiyle bir ömür boyu devam eder; kişi, namazla kendisini zinde tutarak eğitir. Aile kurumu ile sorumluluk ve muaşeret eğitimi öğrenir-öğretir. Cuma hutbesiyle de toplumsal bir adalet eğitimi öğrenir. Görüldüğü üzere İslam’da eğitim tabandan tavana bir bütündür. İslam, modern eğitimde olduğu gibi ayağımıza ulusçuluk vb. prangaları takarak, bizi dar bir alana hapsetmez! İslam, tüm insanları kuşatacak bir adalete kapı aralar. İslam’ın karşı konulamaz bir çağrısı vardır. Küfretmeyenlerin duyduğu bir çağrı…

Şimdi modern eğitim sisteminin faydaları var mı bir kenara bırakalım, eğitim adı altında verilen kalıplaşmış bir takım bilgileri, çocukların zihninden temizlemek daha çok zaman kaybettirebiliyor. Dolayısıyla insanlara ne din dersi, ne de laik müfredat dayatılmamalıdır. Kaldı ki dini gerçekten öğrenmek isteyen, bu eğitim sisteminin zorunlu din dersinden değil, kaynağından yani Kur’an’dan öğrenmelidir. Sahih dini öğrenmek için önce taklitlerinden sakınılmalıdır. En tehlikeli olan, bir şeyi engellemek değil yerine kötü bir taklidini koymaktır. M. İslamoğlu’nun bir ifadesiyle: “Tüm yatırımını vitrine yapanların bir taşlık canı vardır.” Çoğu müslüman dış görünüşe yatırım yapıyor; başörtüsü, hacc’a gitmek, lüks muhafazakar oteller, dini isimli ticaret levhaları vb. dış yatırımlar. Oysa bir müslüman bu şekilde mutmain olamaz. Eğitim konusunda da böyle; müfredatlara zorunlu din dersi koymak, Kur’an kursları açmak, ilahiyat bölümleri açmak, camiler-mescitler hatta medreseler yapmak… Bunların içi doldurulmazsa, görünüşte insanı tatmin eden ama bir taşla yıkılacak vitrinlik müslüman oluşturur.

Günümüzdeki ilahiyatçılar; binlerce akademisyen, yüzlerce profesör, bunlardan hangisi gençlerin sorunlarına ışık tutuyor. Hangisi gençlerin yaralarına melhem oluyor? Hangisi uçurumun kenarındaki gençlere el uzatıyor? Çağı yakalayamadıktan sonra, gençlerin dertlerine çareler üretemedikten sonra okulların adı ilahiyat olsa ne olur medrese olsa ne olur. Din, hayatı düzenlemek için gelmiştir. Din insanı fıtrata çağırır. Kişiyi tamir eder. Düzeltir. Fıtrat dinini yani İslam’ı tanıyan insan, iman ederek teslim olur. Doğru yola yönelerek huzur bulur. Toplumda adalet ve merhamet artar. Ama vitrin müslümanlığı topluma daha çok zarar verir. İnsanlar adaletsizliğin ve yozlaşmanın kaynağını din olarak görür. Eğer bir din eğitimi olacaksa ilk olarak ‘la ilahe illallah’ öğretilmelidir. Tüm ilahlık taslayanlara ‘la’ diyebilmek öğretilmelidir. İnsanlara kul-köle olmamak öğretilmelidir. Faizin ve haksız kazancın haram olduğu öğretilmelidir. Kul hakkı yememek öğretilmelidir. Irkçılığın haram olduğu öğretilmelidir. Ümmet olmak öğretilmelidir. Adalet ve merhamet öğretilmelidir. Bunları öncelemeyen ve hakkıyla öğretmeyen bir din eğitimi bence geri kalan konulara hiç karışmamalıdır.

Elbette ki bugün dünyadaki eğitimlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey ‘İslam’dır. Çünkü bilgi emanettir. Bu emanete ancak İslam ahlakıyla ahlaklanmış bir müslüman ihanet edemez. Örneğin: Teknolojide ilerleyen bilim adamları, hiç rahatsız olmadan atom bombasını insanların üzerinde deneyebiliyor. İslam ahlakı almış bir müslüman doğayı ve nesli ifsat edemez. Ağaçları, suyu, tüm canlıları bilim ve teknoloji adına görmezden gelemez. Bir müslüman doğaya savaş açamaz. Kapitalist bir düzende sadece tüketen bir robot olamaz. Olursa imanını gözden geçirmesi gereklidir. Kısaca din derslerine değil, din’in hakkının verilmemesine karşıyız. Yüzeyselliğe karşıyız. İnsanlığın tek umudu olan İslam’ın suistimal edilmesine karşıyız.

‘’BİZE NASIL BİR EĞİTİM (TERBİYE) VERİLİYOR?’’

12 yıl okuyan bir genç sahi ne öğrenmiş olarak mezun oluyor? Son bir asra baktığımızda, okullarda verilen eğitim, insanları yönlendiren hatta makineleştiren bir sistemden ibarettir. Bir insan, yıllar boyu eğitim alıyor ama ne için aldığını bilmiyor. Kişi, rızkını kazanabilecek bir iş için ömrünün yarısına yakın bir zaman, eğitim alması gerektiğine inanıyor. Buna ikna olduğu için yıllarını verdiği eğitimi sorgulamıyor. Yüklenen bir bilginin amacını sorgulamamak ancak makinelere hastır. Bir insanı eğitmek için özel olarak belirli bilgiler verildiğinde, bu insan, önce bilgiyi öğrenir, sonra kabullenerek inanır ve en son bilgiyi davranış haline getirir.

Peki eğitim verenler insanların hangi davranışı sergilemesini istiyor? Bir bilginin veriliş amacını anlamak için o bilginin insan davranışlarında- hayatında bıraktığı etkiye bakmak gerekir. Tarih boyunca insanlara zorla yaptırılamayan şeyler, eğitimle çok kolay başarılmıştır. Bu tür eğitimlerde anlamsızlık ve belirsizlik temeldir. Her şey fludur ama eğitim alan kişi bir süre sonra bu bulanıklığa alışır. Sonunda renkli ve net gören kişiler garipsenir. İnsanlar soru soramaz hale gelir. Çünkü çoğunluk, öğretilen kutsalları benimsemiştir. Böylelikle aykırı bir soru soran kişi, suçlanarak toplumdan dışlanır. Evet, kölelikten daha kötüsü köle olduğunu bile bilmemektir. En kötüsü ise kölelikle gurur duymak ve mutlu olmaktır.

Eğitim denilince aklımıza sadece öğrenciler ve çatısı olan bir okul gelmemelidir. Küreselleşen dünyada; medya, moda, çevre… Yani algılayabileceğimiz her şey eğitime dahil olabilir. Biraz geriye bakarsak, sadece çocukların değil yetişkinlerin de bir şekilde eğitildiğini görebiliriz. Bu konuya örnek verecek olursak:

– İslam, aile kurumuna çok önem verir. Çünkü eğitimin temeli ailede atılır. Modern kapitalist hayat ise aile kurumunu yok sayar; eşler, yardımlaşan, birbirini tamamlayan çift yerine, birbirine ihtiyacı olmayan, rollerin değiştiği bencil bireylere dönüşür.
– İslam, çocuk büyütmeyi ve anneliği önemserken, modern kapitalist hayat, çocuğu yük olarak gösterir. Anneliği ise kadını eve kapatan, onu sınırlayan bir unsur olarak görür. En sonunda kişi, süt emen bebeğini kendisinden gün boyu ayıran modern hayatı baskı olarak görmez ama anneliği bir baskı olarak görür.
– İslam, kibri, israfı, biriktirmeyi men ederken, modern kapitalist hayat tükettikçe var olacağını söyler.

Bu örnekler o kadar çoğaltılabilir ki… Evet, İslam, insanı fıtrata çağırırken, modern kapitalist hayat; erkeğin, kadının fıtratını bozar.

‘’ÇOCUKLARIMIZA NASIL SAHİP ÇIKARIZ?’’

Çocuk ilk eğitimini ailede alıyor. Bu konuda herkes hemfikir. O zaman çocuklarımız neden bu halde? Henüz ne durumda olduğunu bilmeyenler ya da durumu kabul etmek istemeyenler için Volkan Ertit’in “Endişeli Muhafazakârlar Çağı” adlı kitabını önerebiliriz. Bu kitap tarafsız olarak sadece istatistik bilgiler vermektedir. Kitap, ahlaki yönden; küçük yaştaki öğrencilerin, gençlerin, toplumun, medyanın eskiye göre çok daha vahim olduğunu gözler önüne sermektedir.

O zaman “çocuklarımız neden bu halde” sorusuna cevap vermeden önce şu soruya cevap vermeliyiz: “Biz, İslam’ın öngördüğü insanlar mıyız yoksa liberal, kapitalist bir sistemin öngördüğü insanlar mıyız?” Çocuklarımızdan önce kendimizi eğitmemiz gerekmektedir. Çünkü çocuk, etrafında gördüğü heyecanla, şevkle yapılan bir eylemden-davranıştan çok etkilenir. Kendisinde merak uyandıran bu davranışları tecrübe etmek ve dikkatini çeken o duyguyu yaşamak için etrafındaki insanları örnek alır. Peki bizi bu hayatta en çok heyecanlandıran şey nedir? Daha doğrusu savunduğumuz davayı-İslam’ı yaşarken merak uyandıracak kadar heyecanlı ve kararlı mıyız? Müslümanlığımızla fark yaratabiliyor muyuz? Çocuk yaşama tutunabilmek için etrafında gözlemlediği kişilerden illa ki birilerini kendine örnek alacaktır. Bu kişi bir futbolcu ya da bir şarkıcı bile olabilir.

Küçük bir araştırma sonucunu paylaşmak istiyorum; ne kadar hatırı sayılır âlim, yazar tanıdıysam bu kişilerin çocukluğuna indiğinizde hep bir kütüphane ile karşılaşıyorsunuz. Babasına, dedesine, akrabasına ya da öğretmenine ait bir kütüphane… Evimizde kıymetli bir kütüphane olsun. Bir gün mutlaka birilerinin dikkatini çekecek ve onlara ışık olacaktır.

Şimdi sorumuzu tekrarlayalım: Bizi en çok heyecanlandıran şey nedir? Dizi izlemek mi? Maç izlemek mi? Alışveriş mi? Yeni araba mı? Yeni eşyalar mı? Lüks mekânlar mı?
“De ki: Benim namazım, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”(En’am 162)

Yaşantımız; düğünümüz, tatilimiz, gezmemiz, misafirliğimiz, yeme-içmemiz, hüznümüz, sevinçlerimiz, yürüyüşümüz, gülüşümüz… Her şey müslümanca olacak. Eğitimimiz, dil öğrenmemiz, başarılarımız, diplomalarımız, mal varlığımız, çocuklarımız, okumalarımız, yazmalarımız her şey İslam için olacak. Hayatımız İslam’la anlam kazanacak. Her zaman sorumluluk bilincinde olacağız. Takvalı olacağız. Adımlarımızı takip edenler için attığımız her adımın farkında olacağız.

O Rahman, O merhametli olan bizi yarattı! O ilk öğreten, bize merhameti, şefkati öğretti! Neyin değerli-ebedi olduğunu öğretti! Yok olup gidecek olanı da… O Rahman, bize kılavuz olarak vahyi gönderdi. Onu ümmi olarak; açık ve temiz bir zihinle, samimiyetle teslim olarak okuyalım. “Ey iman edenler, eğer Allah’a karşı sorumluluk bilinci içinde olursanız, O size hak ile batılı ayırt edebilecek kabiliyet verir…’’(Enfâl 29)

Rahman olanın gönderdiği kitaptan öğrendik ki bu hayatta tek başına kalabiliriz. Yine kitaptan öğrendik, asla umutsuzluğa kapılmak yok. Kitap’tan öğrendik, bu dinde zorlama, şiddet ve aşırılık yok. Müfredatımız olan Kur’an ile öğrenmeye ve öğrendiklerimizi hatırlamaya devam edeceğiz. Eğer biz vahiyden kopmadan, hep zinde kalarak; salih amellerde şevkle yarışırsak, çocuklarımızın zihin dünyasını da kimse meşgul edemeyecektir. Biz önce kendi irademize sahip çıkarsak, büyük ihtimal, çocuğumuzu da kendi çemberimizin içine alarak sahip çıkmış oluruz.

“Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…”(Tahrim 6)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *