Cinslik!

Cinslik!

Tağutun, batılın, küfrün tüm tonlardaki renkleri, yalan ve talan içerikli tutumları, tarih boyu zulüm ve cürümlerinin evsafı bizlere bildirilmiştir. Bu batıl yönelimin her reaksiyon ve türünden haberdar edilmişiz! Pekiyi bu izmihlal hali nedir, nedendir o zaman?!

Mustafa Bozacı

Cinslik!.. Cinsiyetsizlik!.. Toplumsal cinsiyet/sizlik!.. Cinlik, cibilliyetsizlik; cinnet!

Cehennemden azatlık ve cennete kavuşma amaçlı dünya seyahatine, sorumlu ve zorunlu yolculuğuna çıkan insanlığın, kulluk için yaratılmışlığına isyan ve nisyan ile istikametini yitirerek girdiği son macerası, son cürmü ve tuğyanı bu ‘toplumsal cinsiyet/sizlik’ projesidir, desek yeridir, özetle ve kestirmeden… 

Bir imhal/müddet verilme/tövbe fırsatı sunulur ve bunu kullanabilir mi insanlık, bilemiyorum! İnanın mevcut hal ve gidişat ‘sodom gomore’ helaki şartlarını, Lut kavmi isyan, inkar ve ifsadını aşmış durumda! Lakin bu, Rabbimizin hikmeti çerçevesinde kurcalamaya da kurgulamaya da kapalı, müdahale imkan ve yetkimize kalmayan bir durumdur! İmtihanın niteliği de bunları havidir zaten…

İşin içinde bir hinlik ve cinslik olduğu kesin! Öyle bir cinslik ki olumlu anlamıyla, yani; ‘seçkin, özel, türe özgü nitelikleri en üst düzeyde haiz olmak ve temsil etmek’ içerikleriyle uzaktan yakından bir ilintisi de olmadan, mecaz vurgusuyla ‘beklenmedik davranış, hinlik, tilkilik/çakallık, katakulli peşinde koşmak’ şeklinde, yapı bozumcu, kaos üretici, fitne sebebi, düzen bozucu bir teori ve pratik içinde olmak, tuzak kurmak vb. tüm olumsuz özellikler bu ‘toplumsal cinsiyet/sizlik’ düzenbazlığının cinsliğinin vasıflarıdır.

Tarihin ‘hak–batıl’ mücadelesi sürecinde hemen her aşamada, her devirde, ‘isyan ve nisyanını’ kuşanmış, şeytana avanelik eden, istikametini yitirmiş, nefsinin ilahlığının, kendi rabliğinin (Allah’ın kullarını kul edinmek!) peşinde koşan bir taife, tağutun çekim alanına giren bir azgın kitle ve temayül hep olagelmiştir ve bundan sonra da olacaktır, ta ki son saate kadar. Ama inanın bu zamanların ifsadı, iğvası kadar ayyuka çıkmış olanı var mıdır, bu kesafette ve cesamette olmuş mudur, bilemiyorum! ‘Uhdud ashabından’ firavunlara, Lut kavminin melanetinden toplu imhalara/soy kırımlara, en uçlarda savruluşlara rağmen bugün insanlık daha bir beter halde yangın yerine dönmüş durumdadır! Ekinin ve neslin helaki yolunda hiçbir ‘dur-durağı’ olmayan/kalmayan bu taife bilmem ki bundan sonra hangi halden ve dilden anlar! Şeytanı dinlenmeye iten, azgınlığında sınır tanımayan bu kitle ve güdümündeki taife neticede kendi helaklerine de zemin hazırladıklarının farkında mıdırlar?! Körükler serbest bırakılmış, körükçüler çoğalmış halde ve bu yangını durduracak, insanlığa ılıman iklimi sunacak yegane yol olan İslam’ın sağaltıcı, şifa ve ziya olan ilkeleri bağlanmış/terörize edilmiş, kendileri karanlığın en dip ve zifirisinde kalmış kitlenin tanımlamaları ve yaftalamalarına maruz bırakılmıştır! İnsanlık bu cehalet karanlığında zulümlerden zulüm beğenip haşlanmakta olan kurbağa gibi itlafının farkında olmadan yavşamakta, gevşemekte ve sırıtık halde kendi haşlama suyuna tuz, biber eklemektedir.

Cinsiyetsizlik ya da tam vasfıyla ‘toplumsal cinsiyet/sizlik’ projesi, şeytanın argümanları çerçevesinde ‘Onlara emredeceğim…’(1) Kurani bildiriminin tam bir tezahürü, son versiyonudur! Yine ‘Kahrolası nasıl da ölçtü biçti…’(2) şeklindeki olumsuz kişilik prototipi betimlemesinin tam bir yansıması ile karşı karşıyayız!

Artık işin şirazesi o kadar kaymış, başkalaşım o kadar zirve yapmıştır ki her şey yerle yeksan! ‘Fıtrat ayarları’ Kaf dağından da ötelerde artık! Bu zorluk elbette, insanoğlunun bizzat kendisinin talebi, tercihi ve yönelimi neticesinde tezahür etmektedir. Rabbimizin onlara ‘Kolay olanı zorlaştıracağız!’ ilahi buyruğuna zemin hazırlamış bir hal ve gidişattan bahsediyoruz.

Şu da var ki; bizler duymazdan görmezden gelsek de bu savruluş çok öncesinden ve ötelerden ayak seslerini ortama yaymış, alametlerini sergilemiş, tabiri caizse ‘Geliyorum!’ demiştir! Heyhat, gel gör ki, ‘üç maymun karakteri’ artık dokulara, damarlardaki kana sirayet etmiş, dna’ya geçmiştir handiyse!

Ahali farklı algılarla malül iken, değişik gündemlerle manipüle edilirken bu ayak seslerini, bırakın sedayı halihazırdaki gürültüyü nasıl hissedecek, işitecek?!

Artık bir o kadar daha zor geriye, daha doğrusu istikamete dönüş! Çeldiriciler o kadar arttı, süslü püslü, albenili, cicili bicili oldu ki princin içindeki beyaz taştan daha tehlikeli!.. Artık bu alametleri hissetmek, görmek, kendini muhafaza adebilmek ve çevresini yakından uzağa, vüsatince uyarıp ikaz etmek, her kişinin değil, er kişinin işidir. ‘Zer’ işlerdendir de! Yukarıda değindiğimiz vechile bu, ancak ve yalnız İslam’ın farkındalığı ve içselleştirilmesi ile mümkündür. O da hakiki bir bilgi ve bilinçle… Samimiyet ve liyakatle… Niyetlerdeki halislik/ihlas ve amellerdeki salihlikle…

Bugün İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı söyleniyor! Çok iş olmuş! Girerken kime sordunuz? Kalan curufatın, oluşan tahribat ve tahrifatın ceremesi ne olacak?! Semeresi kimlere kaldı? Çıkarkenki haleti ruhiyeniz neydi, geriye kalanlar ne işlev görüyor, içten/içerden kalması yönündeki refleksler ve oluşturulan bariyerler ne anlama geliyor?!

Elbette İstanbul Sözleşmesi de kendi başına bu curcunada şeytan ilan edilecek yeter sebep de değildir! Sebeplerden bir sebep, belki de süreç düşünüldüğünde bir sonuçtur ve dahi bardağı taşıran son damla!

Artık mel’anet tercihlerinde ferdi tercih ve yönelimlerden bahsedemiyoruz bile! O artık yol oldu! Kanıksatıldı! Özgürlüktü, insan hakkıydı, yok hastalık sayılamazdı, bir tercih ve gönüllülük vardı, kimse kimseye karışamazdı vs. derken ‘hukuki’ diyemesek de ‘kanunlara’ yaslanan, oluşturulmuş, yutturulmuş, emri vaki bir -sözümona- oldu bitttiyle karşı karşıyayız! Artık işin, değişimin, dönüşümün, başkalaşımın, ifsadın ‘toplumsal/kitlesel’ boyutu ile, kestirmeden, kısa yoldan, daha masrafsız, zahmetsiz olan biçim ve yöntemleriyle karşı karşıyayız! Bir taşla birçok kuş! Biz değişimlerin yönünden, alttan üste, aşağıdan yukarıya, kişiden topluma olan yönünden bahsedip dururken olumlu anlamda, atı ç/alan Üsküdarı çoktan geçti! Tek tek avlamaktan tavlamaktan, kitlesel tuzaklara geçildi! At izi, it izine karışmakla kalsa iyi, it izi, it izne karıştı çoktandır!

Köprülerin altından çok sular aktı! Kirli sular… İhmaller ve ihlallerle hayli zaman kaybedildi! Oyun ve oyalanma hayli zamandır yol oldu! Yaratılış hikmeti unutulalı ve istikamet yitirileli/çeşitleneli(!) epey vakit oldu! Ahiret erteleneli uzun zaman geçti! Ne olduysa azar azar oldu! (A. N. Asya) Kendi muktesebatının sahiliğini terkle ve muarızının argümanlarının; zan, kuruntu ve batıl kurgularından gafletle yıllar, imkanlar tüketildi! Nefsin heva ve heveslerinin, şeytani iğvaların, kula kullukların, nefsin/egonun ilahlığına soyunmanın, hümanizm, özgürlük teranelerine av ve tav olmanın, tek dünyalı bakışın getirisi başka ne olabilirdi ki, götürdükleri yanında! Başka ne bekliyorduk! Başımıza gelenler, ellerimizle (tüm boyutlarıyla tüm azalarımızla, duygu, düşünce ve eylemlerimizle) yaptıklarımız sebebiyle değil midir?! Biz istiyoruz, Rabbimiz de veriyor! Demek ki umduklarımızla bulduklarımız arasında bir paralellik var! ‘Umduklarımızı’ bir gözden geçirmek, ‘çarşıdaki hesaptan’ önce ‘evdeki hesabı’ tashih etmek ve ona göre bir tutum geliştirmek zorunluluğumuz olduğunu unutmamalıyız. ‘Neyi’ eksik, yanlış ve hatta fazla yapıyoruz, bir muhasebe zamanı geldi de geçiyor! ‘Niçin’ yaptığımızı ise zaten unutalı, ihmal ve ihlal edeli hayli zaman oldu! Ne oluyorsa bundan oluyor! Batılın izalesi malumunuz hakkın ikamesi ile, ‘gelmesi’ ile mümkün! ‘Geldi ya!’ diyorsanız; bir kere değil, çok kere düşünmek gerekiyor, tekraren, ‘O zaman bu olan bitenler nedir, nedendir?’ diye… Kedi buysa, ciğer nerede kabilinden!.. 

Dinin, diyanetin, hikmetin, ıslah ve inşanın, ittikanın, kulluğun, ‘inzal olunanın’, kurucu metin ve kurucu örnekliğin (Hayri Kırbaşoğlu), kısacası İslam’ın önce ‘ne olmadığı’ ve hemen eşzamanlı olarak da ‘ne olduğu’ kesin/yakîn bir şekilde bilinmeli ve içselleştirilerek sahih bir bilgi ve bilinç şeklinde ‘efradını cami, ağyarını mani’ bir nitelikte kuşanılmalıdır. Yoksa; yok! Hani demişler ya; hep aynı şeyleri yapıp başka sonuçlar beklemenin adıdır ‘delilik’ diye! Rabbimiz bize delillerini sunmuş, donanımı vermiş ve muarız, muhalif ve karşıtlarımızı bizlere ayan beyan bildirmişken, kendi ellerimizle onlara delil sunmamızın söyleyiniz, bir anlamı, izahı olabilir mi?! Mesele ‘celladına aşık olmak’tan çok ötelere geçti inanın ki! Başkalaşım ayyuka çıktı, dokulara sirayet etti! Şeytan ve avanesine buğzetmenin, küfretmenin bir anlamı yok yani! Hal ve gidişatı değiştirmeyen bir yansıtma, topu taca atma, sorumluluğu öteleme ve acziyet durumudur bu sadece!

Nereden tutsak elde kalacak, cinsliğin tavan yaptığı, ‘ört ki ölem’ denecek küresel bir dezenformasyon, ‘yeni (!) bir düzensizlik düzeni’ formatı atılıyor insanlığa! Dayatılıyor! ‘Dayanaklarımız’ değişti, değiştirildi kendi ellerimizle zira! Aslında ‘yeni’ denecek bir durum yok, ‘yine’ desek daha doğru! Biz bu durumlara karşı açık ve anlaşılır şekilde uyarılmış, bilgilendirilmişiz üstelik! Tağutun, batılın, küfrün tüm tonlardaki renkleri, yalan ve talan içerikli tutumları, tarih boyu zulüm ve cürümlerinin evsafı bizlere bildirilmiştir. Bu batıl yönelimin her reaksiyon ve türünden haberdar edilmişiz! Pekiyi bu izmihlal hali nedir, nedendir o zaman?! Hak söze talip ve tabi, salihatı kuşanmış, samimi, misyonunun eri, adanmış, liyakatli/donanımlı, kendisinin ve karşıtının muktesebatına vakıf, önder, öncü ve onlara tabi olacak bir kitle (sayısı/niceliği önemsiz olmasa da niteliği öncelikli olan) sorunumuz var demek ki! Yoksa bu hal ve gidişat kaderimiz de değil, Rabbimizin takdiri/istediği/beklediği de!..

Bizler ‘hak ediş’ sahibi olduğumuzda bize ‘kolay olanı kolaylayacağını’, aksi durum ve tutumlarda ise ‘zor olanı kolaylayacağını’ beyan edip bildirmişken Rabbimiz üstelik… Ama bizler, sanki başka işimiz yokmuş gibi, sanki beşerin kuruntuları insanlığa esenlik sunabilirmiş gibi, elimizdekinin kıymetini bilemeden, anlayıp hakkıyla takdir edemeden ve dahası bize sunulan nimet ve hikmet içkin, sağaltıcı, aydınlık kaynağı verileri oryantalist mantıkla, sözüm ona içten, mühendislik ameliyesine tabi tutup arkeolojik heveslere kapılıp kurcalayarak, batıl kurgulara alet ederek, etrafında bir şek ve şüphe oluşturarak kime, neye hizmet ediyoruz, farkında bile değiliz! Böyle halde düşmana, şeytana ne hacet! Bakınız yanlış olan araştırmak, sorgulamak, anlam/doğru belirginleşsin kaygısı gütmek değil; bunun niçin, ne adına ve nasıl yapıldığıyla alakalı bir haleti ruhiye içinde olmaktır. Bu da bir ‘niyet okuma’ değil, olanın tesbit ve teşhisi ile ilgili bir durumdur. Neticede olanı, olmakta olanı bizler de görüyor, duyuyor, şahit oluyoruz!

Evet, farkındayım, ‘toplumsal cinsiyet/sizlik’ konusunda sizlere etraflı, ayrıntılı bir malumat, sebep sonuç ilişkili bir veri sunamadık! Zaten amacımız da bu değil! Kamuoyunda bu konunun etkin ve yetkin kalemleri mevcut! O halde dahi bir çekim oluşturulamıyor, bir silkinme, teyakkuz hali zuhur etmiyor! Temayüller hak ve hakikate yöneltilemiyor! Netice de bu, bir nasip, hidayet meselesi; her ne kadar bunu söylemek kolay ve hastalığa çare olmasa da! Biz de bu yazı dolayımında bir ‘kişilik, temayül’ krizine dikkat çekiyoruz sadece!

‘‘Kişiliği çoktan yitirdik, kişileri/ferdi koruyup kuşatamadık, bari ‘aileyi’ muhafaza edelim!’’ demenin bir kıymeti harbisi olabilir mi bu saatten sonra?! Olabilirse de sadra şifa sunar, değişimi, dönüşümü, dejenerasyonu tersine çevirebilir mi, bilemiyorum! Artık ‘toplumsal değişim’ önermelerinin de bir farkı kalmadı; yok aşağıdan yukarıya, yok yukarıdan aşağıya!.. ‘‘Gemiyi kurtaran kaptan, sürüden ayrılan bir ihtimal kurtulur!’’; nereden nerelere geldik değil mi?!

Evet, aile önemli, hem de çok önemli! Lakin ‘kişi ve aile’ birbirinin lazımı melzumu, etle tırnak gibi bir mesele… Bunların mecmuu da ‘toplumun temeli, omurgası, çimentosu, bileşkesi’… Tersinden düşünürsek tolumun mevcut hal ve gidişatı, şu anki göstergeler elde avuçta pek bir savunulur taraf kalmadığını göstermiyor mu? Bir savrulma halidir sürgit devam ediyor… Düştüğümüz yerden kalkmanın saiklerini başka yerde, daha doğrusu doğru yerde aramalıyız! Bizi palyatif tedbirler, pansuman ameliyeleri kurtarmaz! Önce mevcut düşüşü itiraf edip hastalığı kabullenmek durumundayız! Yoksa, oyalanıp dururuz! Yükseldik zannederiz, alçaldıkça tabana! (Necip Fazıl)

Güçlü kişi ve kişilikler (gücü yanlışa yormadan!) güçlü aileleri (ki bu da başka sorun; çekirdek aile mi sadra şifa olacak?!), güçlü aileler de güçlü toplum yapılarını oluşturur. Ve bunun tersi durum da aynıyla geçerlidir; güçlü toplumlar güçlü ailelerin, o da güçlü kişiliklerin kaynağı, koruyucu ve kalkanı, besleyip gözeteni, tecrübe aktarımı ve denetimi ile sürüdürülebilirliğinin teminatıdır. Bu çift yönlü ilişkileri sağaltmak ve sağlam tutmak, bağışıklı kılmak ve sağlıklı beslemek önemli!

Bu ‘toplumsal cinsiyet/sizlik’ projesi neticede bana, özetle söylersek; ‘sarı öküz’ hikayesini hatırlatıyor. Sarı öküzü ellerimizle teslim ettik, dahası çiftliğin idare ve ikamesini kurt-tilki-çakal üçlüsünün yedi eminsizliğine terk ile çomarları da muhafızlıklarına tevdi edip çobanları da yeni formatlarla işbirlikçiliğine sevkettik! Şimdi de kalkmış ‘ah vah’ edip dırdırlanıyor, mız-mız ediyoruz! ‘Sarı öküz nedir?’ derseniz; evet, o kısmen herkesin kendine göre, bileceği cevaplayacağı bir kapsama sahip olsa da genel geçer karşılıklar bulabiliriz, doğru oturup doğru konuşarak, kalan son kırpıntılarıyla elimizi vicdanımıza koyup aklımızı başımıza alarak muhasebemizi yaparsak. Siz deyin ‘İslam ahlakı’, ben diyeyim ‘İslam ahkamı’! En akıllımız da desin ki ‘Zaten sorun ahkam ile ahlakın arasını ayırmaktır.’! Siz, ibadetlerdeki salihat deyiniz, ben, niyetlerdeki halisat/ihlas! Siz ‘bilgi’ye atıf yapın, ben bilince! Siz öncelikli suçu ötekine ve şeytana atın, ben bize, kendimize! Siz modernizm, postmodernizm deyin, ben (sahihini istisna tutarak –ki sahihat salihat da bize gelenekle taşınabilir-) gelenek (gelen+ek)! Siz ‘samimiyet’ deyiniz, ben ‘liyakat’! Siz ‘adalet, iktisat, emanet ve ehliyet’ deyiniz, ben eğitimden öğretime, ticaretten hukuka, fertten aileye, emirlerden/helallerden yasaklara/haramlara tüm İslam ‘abc’si’ diyeyim! Bunları ilki sonrası, azı çoğu, küçüğü büyüğü diye ayırt da etmeden… Yalnız ‘Def’i mefasid, celbi menafiden evladır/öncelikli ve önemlidir!’ kaidesi ve kelime-i tevhiddeki vechile sahte ilah ve rablerin reddinin, inkar ve izalesinin, tek ve gerçek ilah ve rabbin ikamesinden önce gelmesi sebebi hikmetince ‘batılın, tağutun, şirkin, küfrün’ reddi, ‘rucz’dan hicret’,(3) İslam dairesine girişte bagajların boşaltılması, tam bir teslimiyet, saflık ve netliğin ikamesi, bilgi, algı, önceki yargı, alışkanlık ve iddialardan, cahili meşguliyetlerden ve kuruntulardan tamamen sıyrılarak ‘elbiselerin temizlenmesi’(4) ve dini yalnız Allah’a has kılarak, bir bütün olarak, toptan iman ile girilmesi hususları üzerinde ciddi olarak mesai harcamamız, olması gerekenle olanları mukayese edip tefekkür, tezekkür, taakkul, teemmül ve tedebbür fiilllerimizi kuşanmalıyız!

Tamam, ‘Çıkmamış candan ümit kesilmez!’, ‘İman varsa imkan da vardır!’; ama ilkin ve acilen, yeniden sahih bir besmele çekmek, yenilenerek iman etmeye ihtiyacımız var! Kabulü, itirafı çok zor olsa da! 

‘Olmadı usta!’ diyen çırağa, ‘Tamam evlat, çay suyu koy, her şeye yeniden başlıyoruz!’ der gibi…

(1) Nisa suresi 118-119. ayetler
(2) Müddessir suresi 11-26. ayetler
(3) Müddessir suresi 5. ayet (ilk ve önemli sünneti Hz. peygamberin, Kalem suresinin 8-15. ayetleri ile beraber)
(4) Müddessir 4. ayet (cahili yargılar, atalar yolu, hurafelerin, zan ve kuruntuların tümü…)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *