Ali Kaçar: Tevhidi uyanış ve bilinçlenme süreci devam ediyor

Ali Kaçar: Tevhidi uyanış ve bilinçlenme süreci devam ediyor

“Türkiyede İslami Uyanış ve Problemleri” paneli geçtiğimiz pazar günü gerçekleştirildi. Panelin düzenleyicisi ve aynı zamanda konuşmacılarından Genç Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ali Kaçar, Cumhuriyet döneminde Türkiye’de Tevhidi bilinçlenme sürecini değerlendirdi.

Genç Birikim Dergisi tarafından 14 Aralık 2025 Pazar günü Kocatepe Konferans Salonunda gerçekleştirilen panele, konuşmacı olarak Ali Kaçar, Prof. Dr. Celaleddin Vatandaş, Prof. Dr. Abdurrahman Ateş ve Doç. Dr. Vahdettin Işık katıldı.

İki oturum halinde gerçekleştirilen panelde Ali Kaçar, “Türkiye’de Tevhidi Uyanış ve Bilinçlenme Süreci” başlığı altında, Cumhuriyet döneminde İslamcılık düşüncesinin gelişim sürecini anlattı.

Kaçar’ın konuşmasından geniş bir özet şöyle:

• Euzu billahi mineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizlerin ve İslam coğrafyasının çeşitli yerlerinde bütün yokluk ve yoksulluğa rağmen mücadele eden bütün Müslümanların üzerine olsun inşallah.

• İçinde yaşayarak geldiğimiz bir süreç vardır. Bu süreci ben şöyle değerlendirmek istiyorum: Birinci aşamada 1960’lı yıllara kadar olan İslami anlayışı, İslami hareketi ya da Müslümanlığın ne olduğunu dergilere kısaca değindikten sonra, ikinci aşamada tercümelerle ilgili olarak Türkiye’de İslami uyanışı özellikle dergiler kanalıyla, tercümeler kanalıyla nasıl olduğunu üzerine kısmen biraz duracağız. Daha sonra yine o dönemlerde, yani 1960’lı yıllardan itibaren başlayan o süreçte gelişen birtakım hareketler var, yani bu hareketlerin üzerinde de kısaca duracağız. Daha sonra son kısımda da kısmet olursa 1970’li yılların özellikle ortalarından itibaren dergiciliğin, dergilerin İslami uyanışta, İslami harekette, tevhidi bilinçte etkileri üzerinde durmaya çalışmış olacağız inşallah.

• İslami anlamdaki anlayışın tartışılmaya başladığı dönem elbette ki çok eskilere dayanır, yani İslamcılık düşüncesi çok eskilere dayanır, ama ben o şeylere değinmeyeceğim. Sadece 1908 yılı itibariyle, yani İkinci Meşrutiyetle birlikte Sırat-ı Müstakim olarak çıkan bir dergi vardır, 1912 yılına kadar devam eder ve o dönemde özellikle İslami anlayışın, daha doğrusu bozulmakta olan, yok olmakta olan, yıkılmakta olan Osmanlı’nın tekrar İslami anlamda bir anlayışla devam etmesi nasıl sağlanabilir anlamında bir anlayışı gündeme getirmeye dönük olarak yapılan bir çalışmanın ürünüdür. 1912’den itibaren 1925’li yıllara kadar Sebîlürreşâd olarak devam etmiştir. 1925’li yıllar Türkiye’de diktatöryal bir yönetimin oluştuğu bir dönemdir aslında o dönem. Çünkü Takrir-i Sükun Kanunu o dönemde çıkmıştır, İstiklal Mahkemeleri o dönemde kurulmuştur, özellikle önce idamına, sonra tanıkların dinlenmesi tarzında olan anlayışla kurulmuştur. Ve bir de Şeyh Said Kıyam’ı vardır o dönemde. Özellikle Takrir-i Sükun Kanunuyla birlikte sadece İslami basın, sadece İslami muhalefet susturulmamış, aynı zamanda muhalif olma durumu olan ya da muhtemel olan bütün muhalefet hareketlerinin susturulduğu bir dönemin başlangıcıdır aynı zamanda 1925’li yıllar.

• Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan insanlar, ki bunlardan Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi isimlerdir. Bunlar aslında Erzurum Kongresi incelendiği zaman Mustafa Kemal’i tutuklayabilecek konumda olan insanlardı, ama Mustafa Kemal’i tutuklamamışlar ve dolayısıyla daha sonra 1926 yılında özellikle kendi silah arkadaşları olan Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan bu insanları idamla yargılamışlardır, yani böyle bir süreç var.

• Bu süreç 1945’li yıllara kadar devam eder. Kimileri suskunluk dönemi diyor, kimisi işte baskı dönemi diyor, ama netice itibariyle bu dönemde adeta İslami anlayışın bütünüyle susturulduğu bir dönemdir. Hatta o dönemde Matbuat Genel Müdürü vardır, yani şu anki isimle Basın Yayın Genel Müdürü Vedat Nedim Tör diye birisi, onun yayınladığı birtakım genelgeler, yapılan açıklamalar devlet dairelerinde Allah bile demenin yasaklandığı bir dönemdir. Mesela o dönemde çevrilen sinema filmlerinde özellikle Allah demek, namaz demek, oruç demek, hac demek, bunların sadece böyle çok az kısmına değinilir, ama daha sonrası yasaklanır, yasaklanmayan filmler de gösterilmezdi o dönemlerde.

• Sadece 45’li yıllara kadar iki tane dergi çıkar benim bilebildiğim kadarıyla, bunlardan bir tanesi 1939 yılında Hareket Dergisi’dir, diğeri de 1943 yılında Büyük Doğu Necip Fazıl’ın çıkartmış olduğu dergidir. Bu iki dergi her şeye rağmen, yani o dönemde bizim anladığımız anlamda İslami, tevhidi, şuurlu bir şekilde birtakım konuları gündeme getirmeseler de, ama netice itibariyle bu dönem itibariyle çıkan iki dergidir.

• 1945 İkinci Dünya Savaşı bitmesiyle birlikte özellikle dış dünyanın da dayatmasıyla artık yavaş yavaş normalleşme demeyelim ama, böyle bir yumuşamanın başladığı bir dönemdir o dönem. Yani özellikle Sovyetler Birliği’nin baskısı vardır, bu baskının karşısında Batılılaşma zaten uzun zamandan beri devam ediyor, bu Batılılaşmanın halka da yansıyabilmesi açısından Batı’nın istediği şey halkla barışmasıdır Türkiye’nin o dönemde. Ve buna ilişkin olarak işte çok farklı bir döneme geçilmiştir, bu dönem itibariyle çok yoğun bir şekilde dergiler çıkar. Mesela Sebîlürreşâd işte o dönemde 1947’de tekrar yayınlanmaya başlanır, ama bu dönemdeki dergiler yine bizim anladığımız anlamda böyle İslami bilinci, tevhidi şuuru gündeme getirecek tarzda değil, genellikle Masonlukla ilgili, Yahudilikle ilgili, yani bu tür konular, sisteme yönelik olmayan konular, sistemi rahatsız etmeyecek tarzda olan konulardır genellikle.

• Dolayısıyla bu dönem itibariyle bir yumuşama olsa da, ama bizim bildiğimiz anlamda dergiler özgür bir şekilde kendi düşüncelerini, İslami anlayışlarını gündeme getirebilecek durumları söz konusu değil. Hatta özellikle İslamizasyon dediğimiz, ılımlı İslam dediğimiz bu yönde de o dönemde dış ülkelerin yine baskısıyla İsmet İnönü döneminde yeni yeni birtakım adımlar atılmıştır. İşte imam hatipler açılmıştır, ilahiyat açılmıştır ve bir de 19 türbenin resmen açılışına kendisi de katılmıştır. Ama yine bizim bildiğimiz anlamda tek parti döneminde İslami anlayışın gelişimine ya da bizim bildiğimiz anlamda, vahiy anlamda gündeme getirilmesi kesinlikle o dönemde yasaktı.

• 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, ki Demokrat Parti’yi kuranlar, iktidar olanlar, yani Celal Bayar, Adnan Menderes aslında CHP’nin içerisinde olan; mesela Celal Bayer İş Bankası’nın kurulmasında etkin olan bir isimdir, Genel Müdürlüğünü yapmıştır ve daha sonra da İktisat Bakanı, daha sonra da Başbakan olmuştur. İş Bankası’nın kuruluşu da aslında Halide Edip Adıvar’ın özellikle Kafkas ülkelerinde ve özellikle de Hindistan’da, o zaman Hindistan koca bir kıtadır, yani Bangladeş ayrılmamış, Pakistan ayrılmamış, Keşmir ayrılmamış, orada yapmış olduğu propagandalar neticesinde o dönemdeki Müslümanlar Türkiye kurtulursa biz de kurtuluruz anlayışıyla kollarındaki bilezikleri, kulaklarındaki küpeleri, kısacası ne varsa onları Kurtuluş Savaşında kullanmak üzere göndermiştir, ama ne yazık ki bu paraların tamamı İş Bankası’nın kuruluşunda kullanılmış. Halil Edip Adıvar karşı çıkması üzerine de zaten kendi kafasını ancak yurt dışına kaçmakla kurtarmıştır o dönemlerde. Celal Bayar böyle birisidir.

• İktidara geldiklerinde şöyle bir ifadesi var: Biz iktidara geldiğimizde diyor, gericiler aslında diyor sistemi zorlama aşamasına gelmişlerdi. Yani bir baraja benzetiyor, barajın önündeki su diyor artık seti devirmek üzeredir. Biz altta küçük küçük drenaj kanalları açtık diyor suyun tepkisini azaltmaya dönük olarak, yani imam hatip dediler açtık, Kur’an kursu dediler açtık, ezan dediler Arapça okunmasını serbest bıraktık. Yani müfredatını biz hazırladık, ama netice itibariyle bu açılışlarda da zaten sisteme herhangi bir sıkıntı getirmeyecek tarzıydı.

• Yine o dönemde 5816 Sayılı Kanun çıktı, yani Cevat Rıfat Atilhan’ın kurmuş olduğu bir parti vardı o zaman, İslam Partisi, laikliğe terstir diye, aykırıdır diye, irticai faaliyet gösteriyor diye yine kapatıldı. Ticani Tarikatı, ki Mustafa Pilavoğlu’dur, Mustafa Pilavoğlu da aslında CHP’li birisidir. Ama birkaç genç heykel kırdığından dolayı da 5816 Sayılı Kanun o dönemde çıkarılmıştır, 163. madde o dönemde cezaları ağırlaştırılmıştır. 1960’a kadar, mesela Nihat Armağan’ın bir ifadesi var, diyor ki, biz 60’lı yıllara kadar aslında mukaddesatçı bir anlayışa sahiptik diyor. Ama biz aslında şeyi bilmiyorduk, yani bilgimiz yoktu, kültürümüz bu anlamda gelişmemişti, ama netice itibariyle bu anlamda bir anlayışımız vardı.

• İşte bu dönemler itibariyle çıkan başka dergiler var. Bunlardan bir tanesi, Hilal Dergisi’dir. Salih Özcan diye, Şanlıurfalıdır, o dönem itibariyle daha sonra milletvekilliği yaptı, bir ara çıkarttığı kitaplardan ve yayınladığı yayınlardan dolayı Ürdün’e kaçmak zorunda kalan birisidir. Çok ilginç birisidir, Nurcu’dur kendisi, ama gezdiği birtakım ülkelerde bulduğu makaleleri, kitapları Hilal Dergisi’nde tercümelerini yapmak suretiyle Türkiye’deki okuyuculara duyurmaya çalışırdı. 1957 yılında Hilal Yayınları’nı kurdu, 1958’de de Hilal Dergisi’ni çıkarmaya başladı. Bu dönem aslında Hilal Dergisi kanalıyla yavaş yavaş Türkiye’de İslami uyanışın zeminini oluşturmaya çalışılan birtakım tercümeler yapılmaya başlandı. Mesela İslam’ın etrafındaki şüpheler ilk olarak o dönemde tercüme edildi. Kelime-i Şehadet ile ilgili Mevdudi’nin kitabı ilk olarak o dönemde tercüme edildi. Mesela yine 20. Asrın Cahiliyesi diye Muhammed Kutub’un kitabı yine o dönemde tercüme edildi. Bu tercümeler yavaş yavaş özellikle Türkiye’de İslami bir uyanışın, İslami bir bilincin oluşmasına…

• İsmail Kazdal’ın ifadesi var, Yoldaki İşaretler’i tercüme ettikten sonra diyor ki, biz diyor Yoldaki İşaretler’de şunu gördük diyor: Şu ana kadar sosyal meselelere değinen ayetlerimizin de var olduğunu gördük diyor. Bu da bizim için öyle bir imkan sağlamış oldu ki diyor, biz o ana kadar, yani milliyetçi, mukaddesatçı, Amerikancı, ehli kitapçı bir anlayışa sahiptik diyor, fakat bu tür kitaplardan sonra yavaş yavaş bu anlamda bilincimizin arttığı bir dönem o dönemde söz konusu oldu.

• Yine mesela 1961 Anayasa hazırlandı, o anayasa biraz özellikle sol kesime imkan tanıdı. Konumuz değil ama, o dönemde Yön Dergisi çıktı bu Doğan Avcıoğlu’larının çıkarttığı, Madanoğlu’larının içinde bulunduğu. Türkiye’de amaçları şuydu: Milli demokratik devrim. Yani BAAS tipi bir Kemalist darbe yapmaya çalışıyorlardı o dönemde, 1969-70’lere kadar devam etti, 12 Mart’ta bitirildi zaten bu.

• O süreç içerisinde Yaşar Tunagür, Adnan Mansur’du zannediyorum, bunların gayretleriyle Seyyid Kutub’un İslam’da Sosyal Adalet kitabı tercüme edildi. İlk olarak Sosyal Adalet kitabı, solcuların çok ilgi duydukları, ilgi gösterdikleri alanlarla ilgili İslami birtakım referanslar, vahiy birtakım referansları gösteren bir kitaptı. Dolayısıyla bazıları değişik şeyler söyleseler de, yani o döneme sola kayan bir gençlik vardır, bu gençliğin önüne geçebilmek açısından en azından bunları durdurabilmek, en azından sistem açısından tehlikeli olmaya başlamasını engelleme dönük olarak bu kitabın tercüme ettirildiği söylenir o dönemde. Hatta bazılarının MİT tarafından yaptırıldığı da söylenir, bu belki çok kabul görmez, ama zaten o dönemde henüz daha MİT yoktur. MİT, MAH ya da MEH olarak, 1965’te o ismi almıştır. O dönemde özellikle Seferberlik Tetkik Kurulu diye Amerika tarafından kurdurulan çok ilginç bir hareket vardır, her türlü yapılan darbelerinin, iç kargaşaların altında, üstünde de o birim var zaten. Sosyal Adalet kitabı bu anlamda gerçekten o dönemde çok önemli bir işlev görmüştür, bir fonksiyon görmüştür. Dolayısıyla sola kayma aşamasında olan gençliğin İslam’la tanışmasına vesile olmuştur o dönem itibariyle.

• İlk olarak Hilal Dergisi’nde 1961 yılında Mevdudi tanıtılır o dönemde. Ve daha sonraki aşamalarda da Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Muhammedullah ve birçok isim, yani bizim gerek Ortadoğu’da, gerekse özellikle Hindistan kaynaklı olarak oradaki alimleri tanıtıcı ya da onların makalelerini tercüme etmek suretiyle dergide yayınlamaya başlamışlardı. Bütün bunlar ister istemez yavaş yavaş Türkiye’de bu anlamda bir bilinç meydana getirmeye dönüktü. Seyyid Kutub’un ve en çok Mevdudi’nin üzerinde duruluyor zaten bu bilincin oluşmasında.

• Yoldaki İşaretler Seyit Kutub’un son hazırladığı kitaptır. Cezaevindeyken hazırlar, fasiküller halinde özellikle cezaevinde gizli bir şekilde çıkarır ve bunları İhvanı Müslimin, yani Müslüman Kardeşler’e ulaştırmak suretiyle okutulmasını sağlar. 64’te devreye girenler kanalıyla dış ülkelerden Seyyid Kutub serbest bırakılır. Ama şeyi görünce, özellikle o dönemin firavunu, yani Cemal Abdünnasır o dönemde bu kitabı bir yolculuk esnasında okur Yoldaki İşaretler’i, bunu çok tehlikeli bulur ve döner dönmez hemen 65’te tekrar tutuklarlar,  66’da da idam ederler. İdamın hemen sonrasında Hilal Dergisi’nde çok ilginç başlıklar var o dönemde, yani yazarını idama götüren kitap anlamında birçok böyle başlıklar vardır, çok böyle radikal başlıklar vardır aslında o dönemde. Ve Türkiye’de Türkçeye Abdülkadir Şener tarafından çevrilir, asistandır o dönemde, ama hemen kısa bir süre sonra irticai ya da 163. maddeye terstir, aykırıdır diye bu kitap toplatılır. Kitabın toplatılması kitaba ilgiyi daha da çok artıyor. Ama kitap aslında gerçekten şey anlamıyla tam bir manifesto anlamıdır. Bugün Yoldaki İşaretler’i okumayan, okuyup da etkilenmeyen… Biz bir ara bir grup gençle ders yaparken Yoldaki İşaretler’de yapıyorduk, gencin ifadesi şudur: Ali abi, ben her okuduğumda kafamda bir put kırılıyor derdi, her okuduğumda. Dolayısıyla bugün zannediyorum evine girmeyen zaten yoktur Yoldaki İşaretler, ama en azından bir defa, hatta çok defa okunarak, ders yapılarak ve istifade edilen kitaplardan birisidir.

• 65, 66, 67, 68’li yıllara baktığımızda, özellikle Mevdudi’nin bugün değişik isimlerle ya da birleştirilerek yayınlanan İslam’da Hayat Nizamı, İslam’da Devlet Nizamı gibi ya da işte Savaş Hukuku gibi, Cihat gibi birtakım kitapların çok yayınlandığı dönemdir o dönem. Hatta Salih Özcan Mevdudi’yle bir mukavele yapar 5 seneliğine kitaplarını tercüme etmek üzere.

• 1970 yılında yine İclal Kur’an yayınlanmaya başlanır. İclal Kur’an’da evine girmeyen kimse yoktur. Bizim aslında fikri anlamda beslenmemize bu kitapların, yani bizim yaşıtımız olan, bizim akranımız olan insanlar da bu kitaplarla zaten belirli bir noktaya gelmeye çalıştılar. Bu kitaplar bizim o dönemlerde yetişmemize çok etkin olan kitaplar haline geldi. Çok kitap var, yani gerek Mevdudi’nin, gerek Seyyid Kutub’un o dönemlerde bir hayli kitapları var.

• Bu dönemde tabi gündeme getirmemiz gereken bir başka şey de Ercümend Özkan rahmetinin gündeme getirdiği anlayıştır. O dönemde Hizb-ut Tahrir yeni Türkiye’ye gelmiştir 1963’lü yıllarda, hedefi, özellikle bütün Müslümanların yaşadığı bölgelerde hilafete dayanan bir devletin kurulmasıdır. Bazı kavramlar ilk olarak Ercümend Özkan kanalıyla gündeme gelmiştir Türkiye’de. 1963’te içine girer 1967’ye kadar, 1967’de tutuklanır ve o zaman zaten yavaş yavaş eleştirmeye başladığını söyler Hizb-ut Tahrir’i. Ve 67’den sonra da cezaevindeyken kendisinin ifadesiyle 3 talakla ayrılım der Hizb-ut Tahrir’den. Gerekçesini de şöyle söyler: Der ki, aslında biz Türkiye’de bir İslam devleti kurmak için gayret gösteriyoruz. Ancak onlar şu amaçla Türkiye’de faaliyet gösteriyorlar: Dışarıda kurulacak bir İslam devletinin özellikle Türkiye tarafından engellenmemesi açısından. Bundan dolayı ben ayrıldım diyor. Ama Ercümend Özkan’ın özellikle daha sonraki döneminde de burada edindiği anlayışın etkisiyle çalışmalarında ayrılmıştır, ama o etki halen o dönemlerde devam etmiştir.

• Bu dönemde yine Milli Türk Talebe Birliği vardır. Bunlar bizim istediğimiz anlamda, tevhidi anlamdaki bilinçli şeyler olduğu anlamda söylemiyorum, ama yavaş yavaş bir değişme doğru olarak. 1963’lerde itibaren 65’te bir görev değişikliği olur, 69’da Burhanettin Kayhan gelir, Burhanettin Kayhan’ın gelmesiyle biraz şekil değişir. O zaman Yeniden Milli Mücadele vardır, bir çatışmalara girerler. Orada söylediği şeyler vardır, ama zaten o döneme kadar İslami kesime kendisini mensup olarak kabul edenler sağcı. Mesela bazı kitaplarda geçer zaten, sağcılık eşittir İslam olarak, Müslümanlık olarak değerlendirilir o dönemlerde, böyle bir anlayış var.

• Ama asıl tevhidi uyanışın ya da İslami bilincin biraz daha gündeme gelmeye başlaması dergilerle başlamıştır. Yani 1976 itibariyle ilk olarak çıkan dergilerden birisi Düşünce Dergisidir. Çok isimlere girmeyeceğim, ama netice itibariyle Düşünce Dergisi aslında o dönemde, mesela o dönemler itibariyle ilk olarak partiyle İslami mücadele verilmez anlayışı o dönemlerden itibaren gündeme getirildi. Biz, bu gündeme getirildiği zaman olur mu? Yani işte bugün mesela Milli Nizam’ın kuruluşuna bakın, mesela Hüsamettin Akmumcu’nun okuduğu bir şey vardır Milli Görüş Andı diye, o anda baktığınız zaman işte içinde tekbirler var, bilmem neler var, yani böyle bir anlayış var.

• Bu süreç aslında özellikle Düşünce Dergisi ile birlikte artık bağımsız, müstakil, parti dışı bir çalışmanın ve bir de kavramların, vatan kavramı, millet kavramı, darülharp, darülislam, İslam’da devlet gibi kavramların da yavaş yavaş gündeme getirildiği bir dönemdir o dönem. Yani o dönemde bizim neslimiz, yani muhtemelen ben kendi açımdan söylüyorum, çok yabancı olduğumuz kavramlardı bunlar. Ama netice itibariyle bu kavramları bugün kullanmıyor oluşumuz ya da kullanmadığımızdan dolayı, bugün aslında kavramların içi boşaltıldığından dolayı da gittikçe bu anlayıştan uzaklaşma durumu da söz konusudur.

• Düşünce Dergisi ve ondan sonra akabinde gelen mesela Yeni Ölçü Dergisi var, mesela İslami Hareket Dergisi var Sedat Yenigün’ün çıkarttığı ve gerçekten İslami hareket engellenmez. O dönemde, ben burada şeylerini okumuyorum, yani başlıklarını ve özellikle yazdıkları yazıları, sloganları. Mesela Sedat Yenigün’ün çıkartmış olduğu o dergi İslami hareket engellenemez, bugün bile söylemekte neredeyse sıkıntı duyar hale geldik, ama o dönemde bunlar çok.

• Mesela Şûra Dergisi, Şûra Dergisi’nin sahibi bir ara MAZLUMDER’in Başkanlığını yapan, daha sonra da AKP’de milletvekilliği yapan İhsan Arslan. Şûra Dergisi o dönemlerde çok daha değişik şekilde, yani şeriatla ilgili… Bakın, zamanımız nasıldır bilmiyorum ama, bir-iki şey söylemek istiyorum aslında, yani onların bu anlamdaki cümleleri gerçekten bu yönüyle bugün bile vay be diyebileceğimiz tarzda birtakım şeylerin gündeme getirildiği, yani mesela şeriatçı gazete olabilir mi diyor, şeriatçılar geliyor, İslam’da devlet idaresi, şeriat ve anarşi, Allah’ın kanunlarını şeriatı tatbik edin, zincirler kırılacak, müşrik düzeni yıkılacak. Bir ara slogan haline getirilen, şeriat gelecek, vahşet bitecek anlamdaki sloganlar o dönemde çok ilginç ve çok önemliydi.

• Yine Sedat Yenigün’lerin kurmuş olduğu o dönemde bir teşkilat vardı, dernek vardı, İKO. Bu İKO, yerine göre İstanbul Kültür Ocağı, yerine göre İlim Kültür Ocağı, yerine göre de İslam Kurtuluş Ordusu olarak adlandırılırdı o dönemlerde. Onların özellikle sloganları, duvarlara yazdığı yazılar bu anlamda çok önemli ve ilginçti.

• Yine mesela daha sonra Tevhid Dergisi çıktı, daha sonra Hicret Dergisi çıktı. Bu dergilere de baktığımızda, özellikle o dönemde bir taraftan partiyle ilişkileri devam ederken, ama öbür tarafta mesela Selahaddin Eş’in çok ilginç şeyleri var, attığı sloganlar, yazdığı başlıklar var. Fatih Selim diye birisi var, ki bu Ali Ünal, epeyi de kitapları var, Kur’an’da Temel Kavramlar diye kitapları olan bir isimdir, daha sonra cezaevine girdi başka düşünceye girdiğinden dolayı. Onun mesela yazdığı yazılar var ve şunu söylüyorlar, yani düzenin partilerine oy yok, tağudun şeylerine oy yok anlamında bugün söyleyemeyeceğimiz tarzda ifadeleri o dönemlerde kullandıklarını görüyoruz özellikle Tevhid’de, özellikle Hicret’te, Şûra Dergisi’nde.

• Bir de mesela yine o dönemde çıkan bir dergi vardı Yaşar Kaplan’ların çıkarttığı aylık dergi, Meydan, mesela duvarlara meydan okuyorum anlamında. Yani şimdi aslında meydan okuyorum sloganı, normal bir slogan olarak algılanması o dönemde mümkün değil, yani sisteme, yani düzene, yani laikliğe, seküler ya da… Mesela o dönemlerde demokrasiye müthiş bir şekilde karşı çıkar gerek Tevhid Dergisi, gerek Hicret Dergisi, gerek Şûra Dergisi. Müslüman demokrat olamaz, ben Müslümanım diyen bir insanın demokrat olması asla mümkün değildir anlamında ifadeler o dönemlerde de yine dergilerde çok yaygın olarak kullanıldığını görüyoruz.

Sorulara Cevaplar

• 1960’lı yıllara kadar, hatta 1950’li yıllara kadar bütünüyle İslam’ın ortadan kaldırılması, yani bireysel hayattan da uzaklaştırılması anlamında bir politika izlendi. Özellikle tek parti döneminde ve özellikle de 1930’lu yıllardan itibaren uygulanan politikalara baktığımızda, bütünüyle İslam’ın bireysel hayattan da uzaklaştırılmaya dönük olarak bir politika söz konusuydu. 1950’lerden sonra, kontrol altında tutulabilecek tarzda bir İslami anlayışa izin verildi. Ama ilerleyen süreçte, özellikle 1970’li yılların ortalarından itibaren, özellikle de 1980’e doğru, yani 12 Eylül darbesine doğru o süreçte artık kontrol etmekten öte kontrol edilemeyeceğini anlayınca bu sefer İslam’dan nasıl yararlanabiliriz, nasıl istifade edebiliriz anlamında -biraz önce yine Celaleddin hocam da bahsetti- Türk İslam sentezi, ılımlı İslam, İslamizasyon tarzındaki anlayışlar o dönem itibariyle gelişti.

• Bir soru da İslami hareketin özellikle 80 öncesinde dergi çıkaran ve bu konuda biraz daha net sloganik de olsa konuları gündeme getiren insanların daha sonra düşünce olarak değiştiklerini söylüyor, bunun sebebi?

Tabi bunun sebebi, böyle çok kısa bir sürede anlatmak çok kolay değil, ama netice itibariyle, hani ayette diyor ya, herkes kendisine yakışanı yapıyor. Dolayısıyla İslam 1980’den önce de, 1980’den sonra da bize emrettiği ve yapmamız gereken şeyler aynıdır. Dolayısıyla bu anlamda dünyevileşme dediğimiz, yine biraz önce Celaleddin Hocanın da bahsettiği tarzda birtakım makam, mevki, dünyevileşme, ekonomik durum, bütün bunların da etkili olduğunu düşünüyorum.

• Bugün bilinçlenme düzeyi, daha doğrusu o dönemdeki bilinçlenme devam ediyor mu?

Aslında 1970, hatta 80’lere kadar özellikle İslami bilincin gündeme getirildiği, ama temeli biraz önce de söylendiği gibi yine tepkisellik üzerineydi. Dolayısıyla zemin anlamında sağlam bir zemine oturtulmaması dolayısıyla da bu bilincin o dönemlerde sloganik anlamda var olduğunu, ama bilincin 85’lerden sonra biraz daha farklılaştığını, biraz daha böyle ete-kemiğe bürünme dönemi söz konusu olduğu bir dönemde de başka şeylerle karşılaştığı için bu bilincin yeterli düzeyde devam ettiği kanıtına değilim. Elbette ki bilinçli kesim vardır, bu anlamda bilincini kaybetmemiş kesimler vardır, ama bunların çok yeterli olduğunu düşünmüyorum.

Tevhidi Uyanış ve Serdengeçti Dergisi, Osman Yüksel Serdengeçti’nin elbette ki faydası olmuştur. Yani en azından İslam’da, ki bu dergilerin hepsi öyledir, İslam’da bir devletin olduğunu, İslam’da millet kavramının, darülharp kavramının, darül-İslam kavramının, küfür kavramının, şirk kavramının, tevhid kavramının çok net bir şekilde gündeme getirildiği bir dönemdir o dönem. Bu ister istemez bizlerde, bu anlamda o dönemde yaşayanların herkeste hemen hemen bu anlamda bir İslami anlayışın biraz daha netleşmesine yönelik olarak konunun gündeme geldiğini düşünüyorum.

• Kemal Pilavoğlu ile ilgili olarak da, o zaman Ticani Tarikatının gerçekleştirdiği bir eylemdi, 5816 Sayılı Kanun da bundan dolayı çıktı. Acaba diyor heykel kırmak doğru mudur, yani bu İslam’ın lehine mi olmuştur?

Yani bizim işimiz heykellerle yok, o zihniyeti değiştirmektir. O zihniyet değişmediği takdirde, heykel kırarsınız daha iyilerini yaparlar, ki bunu görüyoruz. Biz bunu Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâmın döneminde de gördük, Peygamber Efendimiz hiçbir sahabesine şu putları kırın, şu putları yıkın dememiştir. O putları yapanların kendi elleriyle putları kıracak hale getirecek tarza zihni bir dönüşümün gerçekleşmesi gerekiyor. Bunun olması lazım, ki peygamberi metot, nebevi metot da zaten budur. Dolayısıyla bu anlamda bizim heykellerle, putlarla kırma ile ilgili olarak işimiz yok, ama elbette ki ona karşı olan tavrımız bu anlamda nettir ve doğrudur.

• İslami uyanış, gerçekten uyandık mı diyor?

Elbette uyananlarımız var, yani bu anlamda bütünüyle yok saymak doğru değildir. Ki biraz önce yine Celaleddin hocanın da bahsettiği gibi, geçmişle bugün arasında elbette ki kitle anlamında bir farklılık vardır, bir pazarlık vardır, ama bu kitlenin tevhidi bilinç anlamında, gerçekten küfür ve şirkle karşı karşıya kaldığı zaman ya da tevhid ve şirk ayrımında müminle kafir anlamındaki ayrımda nasıl davranacağı bu noktada bizim açımızda önemlidir. Bu ne kadar gerçekleşmiştir? Elbette belirli bir kesimde vardır, ama bütünle böyle olduğunu söylemek de çok doğru değil.

Dolayısıyla burada gündeme gelmesi gereken konu, yani benim 25’lerden itibaren anlatmaya çalıştığım, yani gerçekten Türkiye’de gerek tercümelerin, gerek dergilerin ve gerekse 85’den sonra özellikle 1980 darbesinden sonra hemen akabinde İktibas’ın ilk olarak dergilerden birisi, daha sonra çıkan dergilerle birlikte Türkiye’de en azından İslami anlamda, vahyi anlamda, Peygamberin ortaya koymuş olduğu metot anlamında, nebevi metot anlamında bir anlayışın gündeme getirildiği düşüncesindeyim. Ama bunun özellikle kitleselleşmeden kasıt, elbette ki böyle birbirinden haberdar olmayan insanlardan bahsetmiyoruz. Yani biraz daha cemaat olarak birbirinden haberdar olan, bilinçli bir şekilde bir araya gelmiş ve bilinçli bir şekilde hedefi olan ve hedefe doğru yönelik olarak da hareketini ve çalışmalarını devam ettiren kesim olarak kastediyoruz ve dolayısıyla umut ediyoruz ki öbek-öbek Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bu tür çalışmalar vardır. Biz bu çalışmaların arızi olduğunu, birbirlerinden ayrılıklarının arızi olduğunu ve inşallah Rabbimin de yardımıyla bu çalışmalar inşallah bir araya gelmek suretiyle bir bedene, bir şekle dönüşür diye umut ve temenni ediyorum.

• Tekrar hepiniz geldiğiniz için, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden geldiniz, Allah razı olsun hepinizden. Özellikle hocalarımız çok yoğun programları arasında bize zaman ayırdıkları için kendilerine teşekkür ediyoruz. Çeşitli yerlerden gelen kardeşlerimizden, misafirlerimizden de Allah razı olsun. İnşallah bekledikleri tarzda istifade etmişler diye umut ve temenni ediyoruz. Özellikle ikinci konuşmada da bu daha da net olarak ortaya çıkar diyor ve teşekkür ediyorum. Allah razı olsun.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *