Çağı İslamcılık Üzerinden Okumak

Çağı İslamcılık Üzerinden Okumak

Kayseri’de Nisan ayında gerçekleşen “Çağı İslamcılık Üzerinden Okumak” başlıklı programında Prof. Dr. İsmail Kara, İslamcılığı eleştirerek, İslamcılığın modern dünyaya katılmak isteyen bir hareket olduğunu, hissi olarak modernite karşıtı olarak konumlandırıldığını ama felsefi olarak bunun doğru olmadığını ileri sürüyor.

Kayseri Büyükşehir Belediyesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BUSAM) organizasyonu ile ‘Çağdaş Okumalar Seminerleri’ kapsamında düzenlenen konferans serilerinin 12 Nisan 2025 tarihli konuşmacısı Prof. Dr. İsmail Kara idi. Kara, “Çağı İslamcılık Üzerinden Okumak” başlıklı sohbetinde çok önemli tespitlerde bulundu ve hatırlatmalar yaptı.

Konuşmasına ‘çağ’ ve ‘İslamcılık’ kavramlarını tanımlayarak başlayan Kara, “Şu üç unsur olmadan çağdaşlıktan bahsedilemez; Modern bilim ve felsefe (aydınlanma felsefesi), sekülerizm ve demokrasi, kapitalizm ve kapital ahlak. Kapitalizm büyük bir sistemdir. Modern dönemin sistemidir.” dedi.

Editör: Ali Durmuş

‘Çağdaşlık’ ile ‘İslamcılık’ arasında kurulan ilişkinin çok önemli olduğunu vurgulayan Kara, “Dindar insanların, içinde yaşadığımız dönemde nasıl bir dindarlık ve nasıl bir hayat kuracaklarını belirlemeleri açısından, çağdaşlık ile İslamcılık arasında kurulan bu ilişki çok önemlidir. Dindarlık derken kastettiğim sadece Müslümanlar ile sınırlı değildir.” diye ekledi. Kara konuşmasına şu şekilde devam etti:

“İlahiyat ve imam hatipler bu meseleyi hayatîlik derecesinde ele almıyorlar. Yukarıda saydığımız üç unsurun dinle ciddi problemi olmuştur. Nurettin Topçu’nun 1950li yıllardan itibaren en çok uğraştığı konu budur. Kapitalist ahlakın din iman tanımayacağı, şahsiyeti ortadan kaldıracağı, cemaat ve tarikat yapılarını tahrip edeceğini açık ve sert bir üslupla yazmıştır. Şuan kitapları çok satmaktadır. Bunu bilse belki şuan kitaplarını toplatırdı.

İslamcılık dediğimiz hareket çağın ruhu açısından nereye oturmaktadır. İslamcılık çağa karşı mıdır, çağın içinde midir, onunla mesafeli halde midir? Hissî (editörün notu; duygusal) olarak bakarsanız -ki Türkiye’de akademisyenlere sorarsanız onlar böyle (hissi) bakar- çağın karşısında konumlanır.

Peki, İslamcılıkla çağın ruhu iç içe midir? Hissîlikten uzaklaşarak biraz felsefi tahliller yürütürseniz bu içiçeliği görebilirsiniz. Hatta bir adım ötede şunu da görebilirsiniz. Felsefi olarak çağın ruhu ile İslamcılık arasında karşıtlık vardır ama fiili olarak iç içedir. Hatta İslamcılığın bizzat böyle bir iddiası var. Basitçe şunu iddia eder; ‘Çağın ruhu denen şeyler İslam’da vardır ve Avrupa’ya İslam’dan geçmiştir. Bu bizim yitik malımızdır. Kendimize mal edebiliriz.’ der.  İslamcılığın böyle bir iddiası vardır. Çağdaşlık dediğimiz şeyi ‘kendince’ yeniden tanımlama iddiası vardır. Oysa ancak İslam’ın Avrupa üzerinde de iddiası olduğundan bahsedilebilir ama bu değildir mesele. Burada başka bir mantık vardır. Bir tür Avrupa’yı İslamlaştırmaya çalışma mantığı… Bizim gençlik yıllarımızda Avrupalıların İslam hayranlığı… vs eserler eskiden çok okunurdu. Ama şuan bunun gençlerde bir karşılığı yok.

Şimdi tekrar ederek devam edeyim. Çağdaşlığın içini dolduran yukarıda saydığımız üç unsurla İslam arasında esasında ciddi farklılıklar, tezatlıklar vardır. Ama fiili olarak, ahlaki olarak ve yaşantı olarak bu zıtlıklar iç içe geçmiştir. Sıradan vatandaş bunu ayıramaz, -bunu beklemiyoruz, bana göre zorunlu da değil- ama eğitimlilerin (e.n.; burada lisans kariyerinden daha çok İslami okumaların, vahy eğitiminin süzgecinden geçmiş herkesi kastediyor) bu tezatlıkları fark etmesi gerekir. Başka türlü bu sorgulamayı yapamayız.

İslamcılık konusunu merkeze alırsak, iki önemli hattı zikretmemiz lazım. ‘Yeni Selefilik’ diyeceğimiz şey, ‘İslamcılık’ yorumudur. İslamcılık bütünlüğü olan yeni bir İslam yorumudur. İtikat ahlak ve yaşantıya varan bir yorum. Bu yeni yoruma verilen farklı isimler var; Bu başlıkları ‘İslam’a dönüş’, ‘kaynaklara dönüş’, ‘gerçek İslam’ı anlama’ şeklinde zikredebiliriz. Bazen ‘Kur’an İslam’ı ismini de kullanıyorlar ama bana sınırlandırılmış geliyor ve çok kullanmıyorum veya ilave bir açıklama eklemeden kullanmıyorum.

İslamcılığın yeni bir iddiası var ve kaynaklara dönüşü savunuyor. Ancak sadece ‘yeni selefîliğin’ veya İslamcılığın öne çıkardığı ‘kaynaklara dönüş’ü baz alırsak, meselede nihayete varamayız. Sadece bunlara bakmak meseleyi anlamanın önünü tıkar. Anlamak için bunların neyi tasfiye ettiğini, neyi kabul ettiğine bakmamız lazım gelir. Yeni İslam yorumunun tasfiye etmek istediği alanların ilki, 4 halife sonrası İslam tarihi tecrübesidir. Bu çok önemlidir. İkincisi, Emeviler ile başlayan süreçte Müslümanların İslam’ı yaşama biçimidir. Bu zamanlardaki hem anlama hem de yaşama biçimi, kaynaklarla irtibatsız veya zayıf irtibatlı, asr-ı saadet yaşantısına uymayan ve kaynakların yanlış anlaşıldığı bir dönem olarak konumlandırılıyor. Bunun üzerine güzel şeyler ekleniyor; mesela halk Müslümanlığı ekleniyor.

İslami ilimler peki bu durumda nerede kalıyor?

‘Kaynaklara dönüş hareketi’, ‘gerçek İslam arayışı’ veya ‘asr-ı saadette yaşam’ vurgusu, tek başına ihtiva ettiği gerçeği yansıtmıyor. Tasfiye ettiği, zayıflattığı ve bağlayıcı olmaktan çıkardığı şeylere dikkat etmek gerekiyor. İslam’a dönüş veya gerçek İslam adlandırması, aslında tersten bir okuma ile mevcut durumun gerçek İslam olamadığını söylemiş oluyor. Bu, İslamcılık hareketinin birinci ve çok önemli öne çıkarmak istediği ayağıdır. Burada, kendi fikriyatı açısından  bir başarıdan bahsedebiliriz. Ama çağın ruhu ile alakası nedir? Çağı içine almak için mi, reddetmek için mi, tenkid için mi çalışmaktadır?

İslamcılık düşüncesinin 2,5 asırlık bütün tarihinde, İslam’a dönüş ayağı ne kadar kuvvetli ise, asr-ı saadeti çağdaş dünya ile ‘irtibatlandırma’ arayışı da bu kadar kuvvetlidir esasında. Mevcuttan daha sade bir din yaşantısı arıyor ama bir taraftan da modern dünyaya açılmak ve kendi algısına göre modern dünyayı içine doğru çekmek ve modern dünyaya katılmak istiyor.

Hissi olarak bakacak olursak, İslamcılık modernite karşıtı olarak konumlandırılır. Akademisyenlere göre bu böyledir ama felsefi olarak bu doğru değildir.

Dolayısıyla ‘çağdaşlık’ kavramını işin içine katmadan İslamcılığı anlayamayız. Burada bir hususa daha işaret etmeliyiz. Gerçek İslam’a ve kaynaklara dönüş hareketi, gerçek İslam’ı; Hz. Muhammed (a.s.) dönemi gibi mi anlıyor, böyle mi yorumluyor, yoksa kendisine engel olabilecek hususları zayıflatarak çağın anlayışına uyumlu bir din mi inşa ediyor? Hissi olarak bakarsanız birincisi. Ama fiili olarak böyle değil. Hissi (duygusal) bakışla, felsefi (düşünsel/aklî) bakışı ayırmamız lazım. Duygusal olmayalım demiyorum ben, halk böyle anlayabilir. Bunu çok da sorun etmem. Halkı küçümsediğim için söylemiyorum bunu. Fakat eğitim süreçlerinden geçenlerin, bununla yetinmemesi lazım. Yetinirse, aldığı eğitimin hakkını vermemiş olur.

Kaynaklara dönüş pek tabii çok önemlidir. Modern dönemin en önemli yönelimlerinden birisidir fakat bu aynı zamanda dinin (İslam’ın) modern hayatın içine dâhil edilmesiyle alakalı bir süreç olarak işlemektedir. İslamcılığın kurgusunda, kuruluşunda bile bu vardır.  Ø

Bir hususu daha hatırlatmak isterim. Bu anlatmaya çalıştığım süreç, biraz da Türkiye Osmanlı döneminin ‘modernleşme ve ıslahat’ kavramlarından ne anladığı ile de ilgilidir. Batıda ‘modernite=dinsizleşme’ olarak algılanırken bizde durum böyle değildir. İslam’ın ‘Yeni yorumu’ olarak işlemektedir. Bu İslam dünyası beldelerine has bir şeydir. Bugün bile hem Türkiye’de hem İslam dünyasında bu ikisi birlikte cereyan etmektedir. Mesela, Türkiye şuan modernleşiyor mu, İslamlaşıyor mu? (Dinleyiciler hep bir ağızdan ‘Modernleşiyor’ diyor. Kara da başını sallayarak ile onaylıyor)”

Hâlihazırda, ‘toplumsal gelişme alanında dini hayatın görselliği’ konusu üzerinde çalıştığını belirten İsmail Kara, yakın zamanda büyük finans merkezlerinde bile iki tane mescid yapıldığını belirtti. Yapılan mescidlerin, her ne kadar büyük gökdelen binalara göre kartondan yapılmış mesabesinde sayılsa da, genel halkın bundan memnun gözüktüğünü hatırlattı ve şöyle devam etti:

“Banka binaları ve çevresinde camiler, vatandaş için bu hoş bir şey olarak görülebilir ama eğitimli insanlar için bu ciddi bir sorundur. Bunu şuan sorgulamıyoruz, tezatlığı göremiyoruz; bu kötü bir durum. Bir taraftan tezatlarla dolu, bir taraftan normalleşmiş ve kalabalıklar tarafından beğeniliyor.

İslamcılık hareketi bir muhalefet hareketi midir, bir uyum hareketi midir? Bunu biraz konuşmamız lazım. İslamcılık, bütünüyle muhalif gözükür ama muhalefet ile uyumu birlikte barındırır. Muhalefet unsurlarını barındırır çünkü çağdaş dünya felsefi olarak modernite dine karşıdır. Bu İslamcılık düşüncesinin muhalif damarını besler. Bu hareket ortaya çıkışından bugüne, aynı zamanda uyum hareketidir. Biraz önce andığımız modern felsefeye, demokrasiye, laisizme, sekülerizme, kapitalist ahlak ve kapitalist yaşam biçimlerine uyum sağlar.

Türkiye ve İslam dünyası, sürekli ateş üzerinde tutulduğu için bu problemleri konuşup tartışamıyoruz. Dolayısıyla çok genellemeci bir mantıkla yürüyoruz. Diyelim ki başörtüsü meselesi dini bir mesele midir, modern bir mesele mi? Bunu halen doğru düzgün tartışabilmiş değiliz çünkü başörtüsü mağdurları aramızda… Oysa bunu muhakkak tartışmamız lazım. Türkiye’de dini, siyasi partiler kuruldu. Bunların durumu nedir? Konuşup tartışamıyoruz. (Meselenin problemlerini hissetmek açısından) Bunların uyum damarlarını ciddi olarak ele almak gerekir.

İmam hatip ve ilahiyatlar laik kurumlar mıdır? Dinin kurumları mı? (Kara, salondan gelen ‘Laik kurumlardır’ cevabına cılız ve eksik diyor.) Türkiye’deki dini kurumlar laik midir, dini midir? Din eğitimi var mıdır? Peki, 12 Eylül sonrası Müslümanların zenginleşmeleri, bürokrasiye entegre olmaları, daha fazla uyum sağlamaları sürecinde, dindarlaşmaları veya kapitalistleşmeleri hususunda nerede duyuyorlar?

Benim müşahede ve yorumlarıma göre, bu topraklarda İslamiyet varoluşsal derin bir unsur olarak varlığını sürdürmektedir. Benim ümit bağladığım ve çaba sarfettiğim alan/temel budur. Bu Türkiye’nin fark etmediği en büyük kaynağıdır. İslamcılık tek tip İslam’ı öngörür. Oysa din ‘tek tip’ değildir. ‘Tevhid’ ile ‘tek tipliği’ aynı şey görmek bizi hataya götürür.

12 Eylül itibarı ile İslamcılık damarı görüntüde artarak ama zayıflayarak devam ediyor. Esasında anlayış, kavrayış ve yaşama üslubu olarak kemikleri zayıflıyor. Bunu ciddi problem olarak görmek gerekir. Buna karşın bilerek/bilmeyerek çağın unsurları olarak saydığımız şeylere büyük bir kayış var. Hem kavrayış, hem de yaşantı olarak bir kayış var.

Müslümanlar sürekli bu iskelenin zayıflaması ve çöküşünü, bu kötü gidişi yabancı unsurlara atıf yaparak açıklıyor. Bu gayri ahlaki bir bakıştır. Kötülüğü kendi merkezli değil, dış merkezli görmek ahlaksız bir duruştur. Bu çok önemli ahlaki bir problemdir. Kötülüğün kaynağını kendinde değil dışarda aramak/görmek dindarlık açısından çok problemlidir. Kalabalıklar için bu kötü/fena bir şey olarak algılanmayabilir. Ama eğitimli (e.n.: vahyin eğitimini almış buna göre düşünen insanları kastediyor) böyle bakarsa, bu fikirsel olarak ve fiili olarak sıkıntılı bir şeydir. Müslümanların çağdaşlığın dışında kalarak hayatını devam ettirmesi sadece söylemsel olarak mümkün olabilir. Siyasetçiler ve ideologlar söyleyebilir. Artık modernizm bizim bir parçamız olmuştur. Türkiye ve İslam dünyası bu süreçlerin dışında veya tamamen içinde durarak yaşama şansına sahip değildir. Bu iki meseleyi çok ciddiye alarak, şüphesiz ‘dışarıyı değil kendimizi merkeze alarak’ müzakere etmeliyiz. Müslümanlar bunun uzağındadır.

Hiçbir din siyaseti dışlayarak varlığını sürdüremez. Siyaset dinin parçasıdır. Dindarların siyasetle uğraşması garipsenecek bir şey veya yanlış değildir. İslamcılık düşüncesi siyaset öncelikli düşüncedir. Anlaşılabilecek bir şeydir. İslamcılığın doğduğu ve geliştiği tarihe bakarsak siyaset çok önemli rol oynar. Bu tenkid edilebilir fakat bu tenkidi dini siyasetten tamamen arınmasına götürmek doğru değildir ve olmayacak duadır.

Günümüzde halen, Müslüman kalmayı başarmak ve sürdürmek önemli bir iştir, ben önemli bir iş yapıyorum, hakeza siz de önemli bir iş yapıyorsunuz. Bunu önemsemek lazım. İslamcılığın tarihini III. Selim’e kadar dayandırmamızın sebebi, modern eğitim süreçlerinin o dönemde başlaması nedeniyledir. Bu modern eğitimler, İslamcılığın ana kaynaklarından birisidir. Geleneğin karşısında içi dolu modern okulların başlaması İslamcılık hareketlerinde ilk sorularının başlamasına neden olmuştur. Mesela ‘Kafire benzemek caiz midir?’ sorusu ilk defa modern anlamda mektepleşme süreçleri ile başlamıştır. Biz bunun cevabını bir hadisten öğreniyoruz. ‘Onlara benzeyen onlar gibidir’ buyuruyor Allah Rasulü… Oysa bu İslamcılığın ilk sorularından biridir. Çünkü askeriyedeki üniforma ve modern kıyafetler ile bu benzeme sorunu başlıyor. Fakat tüm sorunlar tabii ki III. Selim zamanı ortaya çıkmıyor. Ahlakın değişmesi, İslam ahlakının pasif olarak tanımlanması.. v.s. daha sonra ortaya çıkan şeylerdir. Ama modern okulların ortaya çıkması 1770’lerde başlıyor. İslamcıların tamamı Sultan II. Abdülhamid’e karşıdır. Ayrışma noktası, din anlayışında, batılılaşma veya ıslahat konusunda değildir. Ayrışma siyasi modernleşmenin sadece zamanlaması dolayısı iledir. İslamcılar Meşruiyete karşı çıkmış, çünkü henüz bunun zamanı olmadığını düşünmüşlerdir. Halbuki II. Abdülhamid’in ideolojisi ile aralarında kayda değer fark yoktur. O yüzden, o zamanki Bediüzzaman, Akif, Elmalı gibi isimler muhalifler tarafında yer almıştır.

İslamcılık en fazla II. Meşrutiyet döneminde yükselmiş, sistematiğe kavuşmuştur. Bu zaman yapılan tartışmaları II. Abdülhamid zamanında yapmak mümkün değildir. 1923’e kadar olan dönem İslamcılığın gelişme dönemidir. Günümüzde Türkiye’de müzakere yollarını tıkamak için çok uğraşılmaktadır. Bu fasit dairenin dışına çıkmamız lazım. Müslüman kalarak Avrupalı olmaya çalışıyoruz. Bu ne kadar mümkündür?”

Bir dinleyicinin, İslamcılık olgusunun FETÖ olayları ve 15 Temmuz hadisesi sonrası darbe aldığını ve bunun düzeltilmesi için ne yapılması gerektiğini sorması üzerine İsmail Kara şu cevabı veriyor:

“Askeriye din konusunda müdahalecidir. Biz bunu ‘kısıtlayıcı’ olarak anlarız bu doğru değildir. İhtilaller aynı zamanda Türkiye’deki dini hareketlerin önünü açan süreçlerdir. 15 Temmuz olayı harici böyledir. 15 Temmuz’u Türkiye halen konuşamıyor. Hangi seviyede konuşacaksınız, hangi düzeyde ele alacaksınız bu konuyu? Yani düzey meselesi ve tabii korku meselesi de var. Bu iş TV evliyalarına kalmıştır. İlahiyat ve Diyanet de İçişleri Bakanlığı gibi konuşmaktadır. Türkiye’de son 10 yıldır olanları, cemaatlerin kendi tercihi olarak okumak doğru değildir. Aynı zamanda bir itilme durumu da vardır. İslam biçimsizleştiriliyor; bu hem siyasetçi hem dindar kişiler tarafından yapılıyor. Kendimi ‘İslamcı’ olarak isimlendiriyorum. Fakat yanında bir açıklama da kullanıyorum. İslamcı artık kimse kalmadı, şuan herkes liberal… (Salonda gülüşmeler) İsmet İnönü’ye “İslamcı mısınız?” diye sorduklarında; (ki o dönem herkes fersah fersah kaçıyordu) siyaseten “Bal gibi” diye cevap verdi. (e.n.: her devre göre anlamının çarptırılabildiğini vurguluyor.)”

Bir dinleyicinin sorduğu ‘Kendinizi İslamcı olarak görüyor musunuz?’ sorusu üzerine Kara şöyle devam eder:

“Ben İslamcılığın bazı taleplerini çok önemsiyorum, peşindeyim. Bana sorarsanız, 15 Temmuz itibarı ile din meselesi hiç olmadığı kadar yaralar aldı, alıyor. Bunu muhakkak müzakere etmemiz lazım. Burada Fetullah Gülen grubu azmanlaştırılarak konunun müzakeresinin önü kapatılıyor. Onlar sadece meselenin bir yönüdür. Bir bütün olarak hadiseyi müzakere etmek lazım. 15 Temmuz’u rahat müzakere edecek ortama inşallah kavuşuruz. Şuan orta vadede mümkün gözükmüyor. Çok ciddi sorunların içindeyiz. Bunları konuşmadan sorunlarımızı aşamayacağız. Kimse konuşmadığı için problemin ciddiyetini de şuan kimse görmüyor, dillendirmiyor. Son olarak şunu söyleyeyim, gençlerin söylendiği gibi dinden değil, mevcut dindarlardan ve onların dini yorumlama biçiminden uzaklaştığını görüyorum.”

İsmail Kara, dinleyicilere katılımları ve sabırları için teşekkür ederek konuşmasını tamamladı.

12 Nisan 2025 Cumartesi / Kayseri

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *