Cihad Dosyası: Haberlerin Ağında ‘Cihad’ Kavramı

Cihad Dosyası: Haberlerin Ağında ‘Cihad’ Kavramı

Özel ve genel anlamıyla bir bütün olarak ‘cihad’; Kur’an’ın dediklerinin, emir ve nehiylerinin, ahkamının, Kur’an’a göre ilan, ifa ve itmam edilmesi süreçlerinin adıdır. Bir bütün olarak; eksiltmeden, artırmadan! Bir kısmını alıp bir kısmını görmezden gelmek, sırtını dönmek, ‘bu zamanda böyle mi olur, ama-fakat’ diyerek, reddetmese bile bir farklı tercihe yönelmek şeklinde olmadan! Ne ise o! Ne kadarsa o kadar!

Mustafa Bozacıoğlu

Cihad kavramı malumunuz üzerinde en çok spekülasyon yapılan, konuşulan ve fakat aslı üzerine bir o kadar da ihmaller, ihlaller bulunan, unutulmuş, yitik kavramımızdır. Kavramın asli muhatapları bizler açısından da, muarızlar/karşıtlar anlamında da bu böyle… Algılarla gerçekler karış(tırıl)mış durumda!

Biz bu yazımızla kavram üzerindeki sis bulutlarını aralamak ve bir tashih çabası ile olan, algılanan ve anlaşılanla olması gerekeni, gerçeği ‘gücümüzün yettiğince’, öz ve özet olarak tefrika ederek, ortaya serip paylaşmak amacındayız.

İlkin kavram üzerinde oryantalist bir bakışla oluşturulan dezenformasyon ve batıl batılı perspektifle gerçekleştirilen ‘tanımlama’, içini boşaltıp bir nevi karalama, yaftalama amacı olarak iş gören, terörle eş durumda tarif edilen durum en azından kendi okuyucu kitlemiz açısından izahtan varestedir. Ve fakat genel için durum bu netlikte değildir maalesef!

Niye, derseniz; netlik nitelik gerektirir, bilgi ve bilinç gerektirir, bir samimiyet ve farkındalık gerektirir. Gelgelelim kahir ekseriyeti ile birlikte kitle rüzgara göre, konjonktüre göre, algı ve manipülasyonlarla, sürü psikolojisi içinde sevk ve idareye yatkındır da ondan!..

Müslüman kamuoyu(!) da bir bütün halinde okunup düşünülerek kavrama bakılsa, yine hiç de net olmayan, kör denilemese bile şaşı bir bakış açısı söz konusudur maalesef! Muarızların tanımlama ve tariflerine konu olabilecek, onlara malzeme sunacak, handiyse onlarca oluşturulan batıl ölçeğe göre ölçülüp tartılan, örneğe ‘cuk’ oturan edimler söz konusu olabilmektedir. Bu ise, malum kamuoyu olarak kavrama ne kadar uzak kaldığımızı, kör ve sağır kesildiğimizi, tüm diğer kavramlara olan uzaklığımız kadar apaçık şekilde ortaya sermektedir. Burada ciddi bir ‘müktesebat’ sorgusu ve tashihi de gerektiği ortaya çıkıyor, ama kime, ne laf anlatacaksın! Buradan beslenip muarızların ekmeğine yağ süren o kadar çok algı ve manipülasyon söz konusu ki, handiyse pirincin içindeki taşları değil, taşların içindeki pirinci ayıracak denli bir durumla karşı karşıyayız!

‘Haberlerin ağı’ dediğimizi anladınız zaten! Bir zan ve kuruntu atmosferi… Sözüm ona haber enflasyonu, bombardımanı… Bilgi karmaşa ve kirliliği… Hele banal ortamların sanal aparatlarıyla bolca üretilip pazarlanan…‘Ağ’ ise malum, ‘örümcek ağı’ nitelemesiyle, batıl ve sapkın, din karşıtı ve beşeri din algısının, şirk ve küfür odaklı duygu ve duruşun bir özelliği olarak ‘hak karşıtı’ her türlü söylem ve eylemi içeren ve dolayısıyla cihat kavramını da içini boşaltıp yeniden kendilerince dolduran, onu bir tür yaftalama aparatına dönüştüren, kavramın sahibi bizleri de ikircikli hale düşüren süreci vurgulamış oluyoruz. Bu örümcek ağı nitelemesi; malum çürük çarıklığı, tutarsızlığı, içi boşluğu, işe yaramazlığı, hak karşısında haksızlık ve yersizliği, haktan yana bir değerinin olmamaklığı vurgulamaktadır. Gel gör ki her alan ve açıdan suya düşen bu cenahın münferitleri, yılana sarılmayı da marifet bilerek bir istikamet krizi yaşamaktadırlar. Bunu sağaltmak da ‘düştüğü yeri idrak ederek’, kavramlarına ve onun mecmuu olan temel/tek kaynak Kur’an’a sarılıp sığınarak, ona dönerek olabilir ancak ve yalnız…

Sadık haber, doğru/hak haber olarak Kur’an’a ve onun uygulaması olan sünnete baktığımızda, müracaat ettiğimizde, onu asli referans kabul ettiğimizde ise çok farklı ve yüz seksen derece ile tam tersi olan bir bilgi ve veriler ile karşılaşırız.

‘Ne yapmalı?’ ve ‘Neden olmuyor?’ suallerinin cevabı da burada yatıyor zaten! Bir tercih süreçleriyle karşı karşıyayız. Sakal-bıyık ikileminden kurtulmak durumundayız. Ne yardan ne serden vazgeçmeden sürdürülen ikircikli ilişkilerin bu işlerin halline bırakın katkı sunmasını, meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirdiğini ve şikayet edilip durulan durumları besleyip çoğalttığını unutmamamız gerekiyor. Bataklık sivrisinek ilişkisi gibi…

İşte bu iki uçlu ve çoğu sakat okuma karşısında, bizler de kavramı farklı yönleriyle değerlendirip ele almaya çalışacağız, mihverimiz Kur’an ve ondan mülhem ve onda mündemiç sünnet olarak:

Yitik Kavram Olarak Cihad;

Maalesef müslümanım diyenler, sair tüm kavramlarımıza olduğu gibi bu kavramımıza da ne yazık ki gereğince vakıf değildir. Ve buna doğru orantılı olarak da gereğini gereğince yapmak durumundan uzakta bir konumlanışla ve daha çok edilgen ve savunmacı bir pozisyonda, neredeyse tüm muhataplardan bu kavrama dair ‘özür dileme’ halinde, yokmuş gibi davranabilmektedirler. Bu da ’kınayıcının kınamasının’ ya da ‘Allah’ın kullarından korkunun’; ‘Allah’ın rızası ve korkusunun’ önüne geçtiği anlamına gelir ki, bundan ötesi düşünülemez; arıza olarak, cürüm ve günah olarak… Abdesti bozan şeyler kabilinden veya kurbanın kabulünü engelleyen hususlar kabilinden bu durum da ‘kulluğu bozan’ bir husus olarak zikredilmelidir, açık ve net olarak!

‘Yitik farz’ da diyebiliriz esasen! Kur’an’ın tüm emir, uyarı, tavsiye, ‘yazı’ ve beyanları uyarınca… Hiçbiri arasında bir ayırım ve seçmecilik, keyfilik ve mazeretçilik sergilemeden!

Hani bir manifesto vardı bir zamanlar(!); ‘Hayat iman ve cihattır!’ diye, işte özetin özeti ve aynı zamanda efradını cami ifade bu…

Bu başlık altındaki vurgu, kavramın tüm boyutlarını, alt kümelerini içeren, hiçbir bileşeni dışarıda bırakmayan kapsayıcılık ve nitelikte bir anlamı, içeriği haizdir. ‘Cihad’ hayatın bütününü kuşatan, bir ‘kulluk’ serencamıdır. Olmazsa olmazdır! O olmadan diğerleri eksik ve kadük kalacak, ihmale gelmeyecek, görmezden gelinemeyecek asli kavramımızdır ‘cihad’. Kavramın içerik ve anlamı tüm boyutlarıyla anlaşılıp kavranmalı ve ona göre bir kulluk kuşanılmalıdır. Zira hesap da buna göre olacaktır. Yaratan Rabbimiz, yarattığı kulunu, ona verdiği imkan ve kaabiliyeti, vüs’atinin boyutlarını en iyi bilen olduğuna göre burada da ‘mış gibi yapmak’, topu taca atmak, maslahat ve mazeret zindanlarına sığınmak olası değildir ve bizi muahezeden, nimetlerden sual olunmaktan kurtarmayacaktır.

Bu dinin ibadetleri gibi siyaseti de ana renk ve dokudan olmak zorundadır. Ki, işte ‘bu siyaset’ topyekün bir şekilde bir ‘cihad’ ameliyesidir. Tüm boyut ve bileşenleriyle… Yerine göre el ile, yerine göre dil ile, olmadı ‘kalp’ ile, yerine göre güzel bir üslupla, gerektiğinde mal ile ve gerektiğinde fiili kıtal ile can siperane, can fedakârane… Bazen ‘nefse’(1) karşı, bazen dünyevi olana, dünyevileşmeye karşı, bazen din yoluna, önüne örülen/gerilen/dikilen/kazılan her türlü canlı ve cansız, somut ve soyut, dahili ve harici her türlü engeli kaldırmak için, her türlü ahval ve şerait içinde, her türlü imkan ile karşı durma, o engeli kaldırma, Allah’ın kullarını kula kulluktan kurtarma, dini bütünüyle Allah’a has kılma,(2) yeryüzünde fitne ve fesadın, zulmün kaldırılıp adaletin, her şeyden önce ilahi egemenliğin tesisi mücadelesinin adıdır, yol ve yöntemidir ‘cihad’. Elbette zikredilen, parçalar halinde verilen ayetin ‘..vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur’ vurgusu çok önemlidir ve suiistimale de kapalıdır!

Siz bakmayın ‘suiistimale kapalıdır’ dememize; zira suiistimal edildiği o kadar açıktır ki, bırakınız ‘vazgeçme ve zulm’ olgularını, yukarıda kısmen değindiğimiz ‘müktesebat tashihi’ vurgusuna konu olacak şekilde ve ‘Haricilik’ dürtüleri ile bugün, mezhebi farklılıklar, belirli şablonik kriterlerle ‘müslümanım diyenlere’ o ‘kıtal’ reva görülebilmekte, ‘irtidat’ olgusu da rayından çıkarılıp katliamlar ‘cihad’ adına keyfi olarak, bir dar fanatizm ile, bir dogmatik çıkarsama ile, ‘selefilik/sünnilik’ kılıflarıyla meşru addedilebilmektedir! Kaş yapayım derken göz çıkarırcasına!.. Bunun ‘ehl-i teşeyyü’ adına yapılıyor oluşu da bir şey değiştirmiyor, başka sonuçlar doğurmuyor!

Anlam Çerçevesinde Cihad;

Nefisle mücadele, İslam’ı tebliğ ve düşmanla savaş anlamında kullanılan kavram çok geniş bir anlam çerçevesine sahiptir. Kulun en basit bir kulluk gayretiyle Allah’ın rızasına uygun yaşama çabasından düşmanla savaşa değin en üst gayret boyutuna kadar efradını cami, ağyarını mani bir muhtevaya sahiptir kavram. Arapçada ‘güç ve çaba sarfetmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkanları kullanmak’ manasına gelen ‘cehd’ kelimesinden türeyen kavramın asgarisinden (nefisle mücadele ve Allah’ı razı etmek için O’nun buyruklarını dikkate alan her gayret ile azamisine (düşmanla fiili savaş/kıtal) ve aralarındaki tüm süreçlere şamil kılınabilmesi mümkündür. Bunlardan biri olan ve daha çok fıkhî bir tanım içeren ‘ictihad/müctehid’ formlarıdır ki konu şimdilik tahlil alanımızın dışındadır, niceliği ve nasıllığı bağlamında! Lakin gel gör ki ‘ictihad/müctehid’ formu, çok aşırı bir oranda kavramın ‘cihad/kıtal’ boyutunu gölgeleyerek önüne geçmiş, bu kısmı handiyse unutturmuştur! Tüm bu edilgenliklerin, reaksiyonerliklerin, ikircikliklerin, ‘olmaz ve onmaz hallerin’ önemli ve büyük bir sebebi de bu algılama biçimidir.

İ’lâ-yı Kelimetullah İçin Cihad;

Allah yolunda can, mal, el, dil ve diğer vasıtalarla hazarda ve seferde/savaşta elden gelen güç ve gayreti sarf etmek (İ. Abidin, IV, 121), fitneyi kaldırıp dini yalnız Allah’a hasretmek, kulları Allah’ın kullarının kulluğundan kurtarmak, dinin önüne ve ardına ve din ile kullar arasına konulan tüm engelleri kaldırmak için mücadele etmek bu manadadır. Özel anlamıyla kıtal boyutu öne çıkarılarak ‘gayr-ı müslimlerle savaş’ vurgusu, genel geçer niteleme olmuştur. Ki bu boyutu özellikle oryantalistlerce suistimal edilerek bir kurguya mesnet kılınmış ve terörle eş değer addedilerek, sözüm ona her hal ve şartta, hiçbir bağlamı ve arka/ön planı olmadan, haklı bir gerekçeye dayanmaksızın, gelişi güzel ve keyfe keder bir olgu imişçesine bir haleti ruhiye takınılmaktadır. Bu durum da müslüman ve mü’minleri bir aşağılık kompleksine itmekte, kavramların anlamlarının ters yüz edilmesine sebep olmaktadır.

Bizler içinse kıtal/savaş; gereğinde, gereğince yapılacak bir farz-ı kifaye ve kulluğumuzun bir gereği olarak ‘cihad’ kavramının en üst bileşeni, asli bir parçası, imandan ayrı düşünülemeyecek mütemmim cüzdür. Ki Kur’anî buyrukla ‘..inkar edenler tağut uğrunda kıtal ederler’ beyanı ile ve bizlere de ‘..şeytanın dostlarıyla kıtal/cenk/cihad edin’ emriyle birlikte ayetin başında ‘..iman edenler Allah yolunda kıtal eder, çarpışırlar’ denilerek fark ve farkındalık beyan edilir (Nisa 76).

Aşırılık Aparatı Olarak Cihad(çılık);

Bu da maalesef kavramın muhatabı olan ‘müslüman’ cenahın da –ve daha çok- canını acıtacak şeklide bir ‘tefrit’ yaklaşımı ve ‘durumdan vazife çıkaracak şekilde’ kavramı tüketmek, dar bir alana –ki o da aşırı bir keyfilik içeren, aşırılık içeren şekilde- sıkıştırarak, indirgemeci bakışla ele alınan, muarızların da ‘terörle’ anma, eşitleme, tanımlama yaklaşımlarına yerli-yersiz fırsat sunan, bu haliyle de bir ‘taşeronluk/muvazzaflık’ boyutunu da içeren bir durumdur.

Düşününüz merhum Seyyid Kutup dahi bu okumayla, sırf bazı kurum ve durumlara eleştirel yaklaşımından dolayı dahil edilmiş, handiyse ‘fikir babası’ olarak addedilmiştir, çok yanlış ve yersiz bir tutumla! Bir boyutunda ise ‘selefi cihatçılık’ yer alır ki günümüzde farklı isimlendirmelerle sık sık gündeme de gelmektedir. Burada bunun, ‘saf İslam’a’ yönelim olmayıp batıl batının sömürgeci yüzünün dolaylı ve kurgusal ürünü olan modern bir ideoloji olarak okunması gerekir. Süreçte ‘vehhabiliğe’ yapılan yatırımlar, oluşturulan boşlukların bağlam dışı ve sırf literal okumalara mahkum kılınarak doldurulması ile neticelenmiştir. Buna, yakın coğrafyalardaki batılı emperyalist, sömürgeci batıl mümessillerin ‘işgal’ girişimlerinin zemin hazırladığı ve temayülü besleyip kullanması da aşikardır. Bu noktada karşılıklı simbiyotik ilişkiden de söz etmeden geçmemek gerekiyor. Bu tarzın alt yapısında onu, bazı yönlerden haklı çıkaracak, olguyu meşru gibi algılatacak boyutlar da yok değil! Lakin meselenin derununa inildiğinde ve çevredeki bazı uygulamalara odaklanıldığında meselenin bırakınız dinin emrettiği ve vasfettiği cihadı, Allah’ın rıza ve muradına hiç de uygun olmayan, dinin aleyhine tezahür ve uyulama içeren bir boyut içerdiği ve kazandığı, muarızların ekmeğine yağ sürdüğü de izahtan varestedir. Bırakınız ihsanlarını(!), gölge etmeseler yeter, hatta olmasalar çok daha iyi!

Farklı Boyutlarıyla Cihad;

Burada kavram, bir değer sıralaması olmadan, akla gelenlerin zikredilmesiyle bölümlere/şubelere ayrıldığında; kalem/kelam ile, ekonomik, siyasî, ictimaî, nefse karşı yürütülen ve özel başlıkla ele alınan fiili cihad/kıtal gibi alt kümelere ayrılıp irdelenebilir. Bu sıralamada ve bunların tahakkukunda imkan ve şeraitin, hepsinden önce ve önemli olarak ‘şeriatın’ gözetilmesi durumu da izahtan varestedir.

Tüm bu babların her biri genel ve üst manada ‘cihad’ kavramının tanımı ve kapsamı içine girmektedir, onda mündemiçtir. Ruhunu ve ilhamını ve hepsinden önemlisi ‘meşruiyetini’ kavramın aslî/Kur’anî referansından almak ve Rabbimizin emredip tarif ettiği, resulullah (a.s)’ın da sünnetiyle icra ettiği şekil, boyut ve kapsamda olmak zorunluluğu vardır. Kimsenin durumdan vazife çıkarabileceği bir esneklik ve boşluk kavramımızda bulunmamakta, eklenecek ve eksiltilecek noksanlıklardan beri ve salim bulunmaktadır. Misalen, yaşanan Gazze kıyamı ve cihadının tarihi evrelerinde yaşanmış, şahitlik edilmiş olunan ‘istişhad’ eylemleri çok olsa kişisel, indî çıkarımlardan olup genel geçer fıkhî bir kaideye de bağlanamaz diye düşünüyoruz.

Özel Vurgusu, Yöntemiyle Cihad;

Bu babta ele alacağımız ayet çerçevesinde o ‘yitik’ vurgusunu öne çıkaracak bir okuma, tefekkür gerçekleştirmek istiyoruz. ‘Artık kafirlere itaat etme, onlara karşı ‘bununla’ büyük bir cihad et!’;(3) Ayet, siyakına bakıldığında risaletten ve ‘diriltici/sağaltıcı vasfıyla yağmurdan’ bahsediyor, misaller getiriyor. Bunlara bakarak, ayetteki ‘bununla’ ifadesinden ayan beyan şeklide, apaçık olarak ‘Kur’an’ın kastedildiği anlaşılabilmektedir.

Bizler için mihver ‘Kur’an’; ona bakıp yolumuzu/istikametimizi bulacağımız, Rabbimizi razı edip cennetine ulaşabileceğimiz, hakkı ve batılı ayırt edebileceğimiz, ona sarılırsak kuruluşa erebileceğimiz, hayatımıza renk/anlam veren, ziya ve şifamız olarak ‘kopmaz kulp’, çıkışımız/necatımız için uzatılmış ilahi ip, emir ve yasakları bizlere beyan eden, resulün ‘üsve-i hasene’ olarak bizler için yaşanılır kıldığı, bir başkasını, ötesini-berisini düşünemeyeceğimiz bu son vahiy bizlere ‘cihad’ın da evsafını, boyutunu, içeriğini bu ayetle, efradını cami, ağyarını mani bir biçimde beyan etmektedir. Keyfi değil, kafamıza göre değil, birilerinin demesine, çıkarsamasına göre değil, kendince okumasına göre değil, ekleyerek eksilterek değil, bölüp parçalayarak değil, bir kısmına inanıp bir kısmını bırakarak değil, ‘ama-fakat’ diyerek değil, ona rağmen değil, onu bir kılıf ve aparat olarak kullanarak değil; eksiksiz olarak tamamına, şeksiz ve şüphesiz, maslahat ve mazeret tuzaklarına düşmeden, ‘baş göz üstüne’ diyerek ve ‘mehcur bırakmak’ cürmünden uzak durarak, gönülden teslim olarak ve istendiği gibi temsiliyet gösterme azm-ü cehd-ü gayreti ile ona yönelip tutunarak…

Bununla cihad, büyük bir cihad!.. Kafirlere (zalim ve füccar, Allah’ı rab, ilah, yaratıcı ve hükmedici olarak kabul etmeyen, vahye ve elçisine sırt dönüp nefsine, heva ve hevesine tapan, rablik iddiasıyla kulları kendine/çıkarlarına/ideolojilerine/beşeri dinlerine kul köle edinen… Tağut; tüm renk, doku, kurum, kuruluş ve kişileriyle…) itaat etmeden!..

Aslında bizler için çözüm de çıkış da Rabbimizce bildirilmişken, bizler yitiğimizi yitirdiğimiz yerde değil de başka mecralarda arama sevdasına kapıldığımızdan beri, ‘kitabımızı mehcur’ (Furkan 30) bıraktığımızdan bu yana köprülerin altından çok sular aktı, defalarca olacak boyutta sokulmadık/ısırılmadık yerimiz kalmadı, nice yılanlara/yalanlara sarıldık düşüp düşüp denizlere, dalıp karanlık dehlizlere… Algılarla gerçekler karıştı! Hak ile batıl, gri alanlar denilerek birbirine karıştırıldı! İlgiler, meşguliyetler değişti; zira ilkeler ters yüz edildi! Ne yardan ne serden vazgeçebilecek farkındalıklar kaldı! Konfor alanları oluştu! Dünyaya dalanlarla birlikte dalıp gitmeler (ve dönmemeler; aslında dönmeler mi demeliydik!), dünyevileşme yol oldu!

Kur’an için, Kur’an adına ve Kur’andakilerin tahakkuku, egemenliği için Kur’an’la cihad… Bu, aynıyla Kur’an’a yönelmek, Kur’an’a ram olmak, Kur’an’la hemhal olmak, Kur’an’ı mihver, rehber, pusula kabul ederek, ona sarılmak, ona güvenmek, ondan ilham alarak olacaktır.

Özel ve genel anlamıyla bir bütün olarak ‘cihad’; Kur’an’ın dediklerinin, emir ve nehiylerinin, ahkamının, Kur’an’a göre ilan, ifa ve itmam edilmesi süreçlerinin adıdır. Bir bütün olarak; eksiltmeden, artırmadan! Bir kısmını alıp bir kısmını (bu bir kısım, oran olarak çok az bir kısım, tek bir madde/husus bile olsa) görmezden gelmek, sırtını dönmek, ‘bu zamanda böyle mi olur, ama-fakat’ diyerek, reddetmese bile bir farklı tercihe yönelmek şeklinde olmadan! Ne ise o! Ne kadarsa o kadar!

Aslî Yöntem Olarak, Aynıyla Hakkıyla Cihad;

Bu başlık altında da yukarıda paylaşılan fikirlerin ‘nasıllığı’, yol ve yöntemi, usulü kast edilmektedir. Bir kere cihadı yitik kavramımız, aslî fariza olarak ele aldıktan sonra, bunun zorunluluğu, olmazsa olmazlığı kabul edildikten sonra, işte bu amelimizin, ibadetimizin, kulluk vazifemizin, İslam’ın ana hükmünün icrasının rengi, dokusu, biçimi, şekli, tarzı, usulü ve üslübu, Resulümüzdeki (s) yansımaları, tezahürleri, bileşenleri (efradını cami, ağyarını mani tüm boyutları) ile anlaşılıp kavranarak bu evsafta bir duygu, duruş, düşünüş ve amel-i salihat ortaya koyabilmek, bunun hakiki temsiliyetini, hakkıyla yapabilmek vurgumuz öne çıkmaktadır.

Hak ve hakikate hikmetle çağrı…

Rabbimizin yoluna, sırat-ı müstakime ‘hikmetle davet’, ‘hasen öğüt’, ‘mücadelenin de en iyisiyle’(4) davet…

Bu alt başlığımıza dayanak olan mihver ayetimiz Hac suresi 78. ayet olup ‘hakkıyla cihad’ vurgusunu içermekte, önermekte ve önemsemektedir. ‘’Ve Allah uğruna hak cihâdiyle mücahede eyleyin, sizi o seçti, üzerinize dinde bir harec de yükletmedi, haydin babanız (atanız/MB) İbrahim’in milletine, bundan evvel ve bunda size müsliman ismini O -Allah- taktı ki Peygamber size karşı şâhid olsun, siz de bütün insanlara karşı şâhidler olasınız, haydin namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sıkı tutunun ki mevlânız odur, artık ne güzel mevlâ, ne güzel nasîr.’’ (Elmalılı meali). Ayetin bütününe bakıldığında görülecektir ki bu öyle keyfe keder, grup, mezhep algısıyla sınırlandırılabilecek, eksiği olup tamamlanabilecek bir durum değildir. Oradaki ‘elçi size şahit/örnek olsun, siz de insanlara şahit/örnek/mümessil olun’ ifadesi, diğer hususlar gibi kulaklara küpe, akıllara rehber, gönüllere şifa, amellere ışık olmalıdır. Nasıl bir çerçeve içinde zikredildiğine de dikkat edilmelidir! İman, ibadet, elçilerin (öncekilerle beraber) yolu/yöntemi, imkan ve vüs’at, ‘İslam’a teslimiyet ve temsiliyet’ tüm açıklık ve boyutlarıyla ve bir bütünlük içinde… Birbiriyle ilişkili ve irtibat halinde… ‘Hak cihad’, ‘Hakkıyla cihad’, ‘Hak için cihad’…

Bu ayeti anlamamızı ve icrasının idrakini kolaylayacak, değinilmeden geçilemeyecek diğer bir ayetimiz de Ankebut suresi 69. ayettir; ‘’Bizim uğurumuzda mücahede (cihad/MB) edenlere gelince elbette Biz onlara yollarımızı gösteririz ve şübhesiz ki Allah her halde muhsinlerle beraberdir.’’ (Elmalılı meali)… Hani diyor ya şair ‘Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol/Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.’ (Mehmet A. Ersoy), işte o kabilden! (Bu arada ekleyelim ki M. Akif’e neden ‘Kur’an şairi’ dendiği de bu mısralarından kolayca anlaşılabilmektedir.)

Hasılı ‘cihad’ kavramı bizim yitik kavramımızdır. Unutulan, unutturulan farzımızdır. Hem de ‘kifaye’ cinsinden ve kifayet isteyen… Asli bir ibadetimizdir. Tüm kulluk serencamımızı içeren, kuşatan bir emr-i ilahidir. İbadetimiz cihad, cihadımız ibadettir. Cihad; yapılacaklar ve yapılmayacaklar, emir ve yasaklar, helaller ve haramlar çerçevesinde, ‘emr-i bil ma’ruf vennehy-i anil münker’ vazifemizden ayrı düşünülemeyecek, bir kulluk/ubudiyet bilinci içinde, tâbi kılındığımız bu dünya hayatındaki sınanmanın neticesinde Rabbimizin rızasını ve bir bağış ve lütfu olarak cennetini kazanma, hak etme yolunda, mü’min-müslim ve müttaki, fedakâr, muhlis ve muhsinlerden olarak amel-i salihat çerçevesindeki, hayatımızın tüm yönlerini, an ve mekanlarını kuşatan bir tercihin, yönelimin, kararlılığın hem adı hem de sıfatıdır, yolu ve yöntemidir. Teorisi ve pratiğidir de… Bu bir ilave özellik, artı değer değil; olmazsa olmaz, asgari şarttır! Süreçteki bilgi ve bilinç eksenli öne geçişlerin, önden koşanların hakları, liyakatleri görmezden gelinmeden! Olacaksa ‘gıbta’ ve ‘öykünme’; bunlara olarak, varsa yarış; bunu bilerek…

Ez cümle, son cümle ve tekraren; Müslüman olma ve kalma mücadele ve mücahedesinin hem adı hem yolu yöntemidir cihad ve ‘Hayat, iman ve cihaddır!’… Bakara 218. ayete göre de ‘Allah’ın rahmetini umacak olanlar’ da iman etmenin açılımı olarak ‘hicret edenler ve cihad edenlerdir’.

Burada iman, hicret ve cihadı -aynıyla bir diğer misal olarak; ‘iman edenler ve salih amel işleyenler’ terkibindeki gibi- ayrı gayrı değil bir bütünün olmazsa olmaz parçaları, mütemmim cüzü olarak görmek gerekiyor. Vesselam.

Dipnotlar

1. Tirmizi ‘Fezailü’l cihad’ 2

2. Bakara suresi 193. ayet

3. Furkan suresi 52. ayet

4. Nahl suresi 125. ayet

İktibas Dergisi’nden Cihad Dosyası

Cihad Dosyası: Ya Allah’ın Kulusundur ya Cahili Devletin ve Cihada Dair

Cihad Dosyası: İslam Binasının Kesilen Kolonları

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *