Başlığımız Maide suresinin 24. ayetinden mülhemdir. Bu, Kur’an’ın çağları, kavimleri ve olayları aşan icazıdır. Sanırsınız ki Maide suresinin 20-25. ayetleri elan Gazze’de yürütülen cihadı anlatmaktadır. Gün olmuş, devran dönmüş, Musa (as)’ın, zorbalarla savaşmak için davet ettiği kavmi, zorbaların bizzat kendisi olmuştur.
Musa’yı o gün İsrail oğulları yalnız bırakmış, zorbalarla savaşmayı Musa ile Rabbine havale etmişlerdi. Bugün de İbrahim’in torunları olan Gazze Müslümanlarını, aynı dine mensup oldukları iddiasında olan ve dünyanın dörtte birine tekabül eden kendi milleti yalnız bırakmıştır. Dış görünüş itibariyle iri-yarı bir İslam ümmeti hal diliyle Gazzeli kardeşlerine, “siz ve Rabbiniz gidin, birlikte savaşın, biz burada oturuyoruz!” demektedirler. Gazze halkı er meydanında düşmanın bin bir türlü desiseleriyle tek başına mücadele etmek durumunda kalmıştır.
ABD İsrail’i Yeniden Tanımlamaktadır
ABD İsrail’i yeniden tanımlamakta ama bunu en başta Türkiye görmemiş, duymamış, bilmemiş gibi davranmaktadır. ABD’nin Ankara büyükelçisi ve Suriye özel temsilcisi Tom Barrack Haziran ayının sonunda AA’ya verdiği kısa mülakatta “Son zamanlarda Suriye’de yaşananların büyük bir kısmı Türkiye ve liderliği sayesinde oluyor” diyordu ve “İsrail’in yeniden tanımlanması gerekiyor” gibi tuhaf bir cümle kuruyordu. Kısa mülakatın içinde, İsrail’i yeniden tanımlamak ne demektir, bunun açılımını da yapıyordu. Evet, ABD İsrail’i yeniden tanımlamaktadır. İsrail’in yeniden tanımlanmasından tüm Filistin, Suriye ve Türkiye, kısacası bütün Ortadoğu kendine düşen payı almaktadır. Tanımlayanların niyeti o doğrultudadır. Tom Barrack ‘yeniden tanımlama’ olayında sözü Türkiye’nin anahtar rolüne getiriyordu ve diyordu ki, önümüzdeki birkaç ay içinde iki liderimiz ve iki dışişleri bakanımız arasında yeni bir buluşmayı ve beş yıldır tartışılan tüm bu konuların yenilendiğini göreceksiniz. Ve Barrack, ABD ve Türkiye’nin “Sadece savunma ortakları olmak yerine, atağa geçen ortaklar olalım” diyen bir taahhüdü olduğunu hatırlatıyordu. Bu cümleyi daha anlaşılır yapmak gerekirse, Büyükelçi itinalı bir üslupla Türkiye’nin taahhütleri olduğunu hatırlatıyordu.
Büyükelçi Tom Barrack, Türkiye ve İsrail’in eskiden harika bir ilişkiye sahip olduklarını ‘geçmişe özlem’ gibi anmakta, gerçekte ise bu ‘iyi ilişkilerin’ yine olabilirliğinin altını çizmekteydi. Büyükelçiye göre İsrail’in toprak talebinde bulunduğu, bir ‘yanlış anlamadan’ öte bir şey değildir. Yanlış anlayanların kimler olduğunu söylemeye gerek olmadığı açıktır. Sonuç olarak Barrack Suriye-İsrail ve Suriye-Lübnan arasında bir diyaloğun kurulması gereğini önemle salık veriyordu. Bu kadar kelamdan sonra artık, Türkiye ile İsrail arasında bir diyaloğun kurulmasının en elzem olduğu mesajı kendiliğinden hasıl olmaktadır. Büyükelçi açıkça, Suriye’nin iliştirilmiş lideri Şara’nın ‘İsrail’le sıfır sorun’ diye özetlenebilecek beyanatlarına yer veriyor, İsrail’le bir anlaşma olmasının gereklilik olduğuna hükmediyor ve El Şara rejiminin gerçekleşmesine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yardımcı olmasını “akıl almaz bir ustalık” olarak tavsif ediyordu. Sözün özü, Amerikan Devleti Türkiye, Suriye, Lübnan ve İsrail arasında ‘iyi ilişkilerin’ kurulmasından fevkalade memnundur. Halbuki Büyükelçinin tasalanmasına hacet yoktur. Zira Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri, kurulduğu günden beri hep ‘iyi’ olageldiği gibi, bugün de oldukça iyidir ve Türkiye bölgede İsrail’in güvenliği için en iyi sigortadır demek yanlış değildir. Kısacası İsrail Büyük Ortadoğu Projesinin orta direği olarak -muhafazakâr demokratlar sayesinde-aklanıp paklanmakta, kırk dereden kırk su ile yıkanıp tütsülenmektedir.
New York Deklarasyonunun İşlevi
İsrail’in genelde Filistin, özelde Gazze ile savaşında plan-proje, strateji ve taktik bakımdan sırtını dayadığı en büyük hamisi hiç tartışmasız Amerika Birleşik Devletleri’dir. ABD mahreçli Siyonist proje, Gazze’nin ister nüfusun tamamını öldürerek isterse Müslüman halkı tamamen sürerek Gazze’yi boşaltmak, bu mübarek beldeyi halkından arındırmayı tazammun etmektedir. -Allah korusun- Gazze düşerse Filistin diye bir şey zaten kalmayacaktır. ABD-İsrail şeytanları amaçlarına ulaşmak için her yolu pervasızca denemektedirler. İslam dünyası denilen büyük kabristandan yeri-göğü inleten sesler gelmeyince, Siyonistler alabildiğine azmaktadırlar. Bu cümleden olarak 29-30 Temmuz tarihlerinde New York’ta, elebaşıları Fransa ve Suudi Arabistan olan, ‘Filistin Meselesine Barışçıl Çözüm Bulunması ve İki Devletli Çözümün Hayata Geçirilmesi’ konulu bir BM Yüksek Düzeyli Uluslararası Konferansı gerçekleştirildi. Söz konusu konferansın ismindeki ‘barışçıl çözüm’, ‘iki devletli çözüm’ gibi ifadeler münafıkça niyetleri ele vermektedir.
Bilindiği üzere Fansa Devlet Başkanı E. Macron (Eylül ayında) Filistin devletini tanıyacağını duyurdu. Macron’un açtığı çığırdan gidecek başka ülkeler de mevcut. İsrail’in doğumunu gerçekleştiren iki şeytanî ebeden biri olan Fransa’nın Filistin Devletini tanıyacak olması, şeytanın sağdan yanaşmasıdır. Tanınacağı vaat edilen devlet, tüm Filistin’in İslamî kıblesinden mümkün mertebe saptırılarak, bugünler için kendisine maaş ödenmiş olan Mahmud Abbas’a teslim edilecek olan Türkiye benzeri laik-demokratik bir rejim olacaktır. Türkiye bunun adını sadece ‘İki devletli çözüm’ diye anmakta ama öngörülen Filistin Devleti’nin, bahsettiğimiz mahiyette olacağına dair hiçbir bilgi sızdırmamaktadır. Macron’un, hatta İngiltere’nin Filistin devletini tanıyacağız sözüyle ‘İki devletli çözüm’ öneren cümleler aynı noktada birleşmektedir. Demokratik, egemen bir Filistin devleti kurulacak, bu devlet BM’e tam üye yapılacak ki, böylece tam bölgesel entegrasyon mümkün olacaktır. Dolayısıyla ‘İki devletli çözüm önerileri’ gerçekte çözüm değil, Filistin davasına yapılacak en büyük hıyanet olacaktır.
Şu an için İsrail terör şebekesi iki devletli çözüme yanaşmıyor görünmekte hatta ABD’nin İsrail Büyükelçisi Avrupa ülkelerine Filistin devletini tanımamaları için açıkça baskı yaptıklarını ifşa etmektedir. Fakat eğer bu bir taktik değilse, terör şebekesinin tasmasını elinde tutanlar tarafından iki devletli çözüme ikna edilmesi zor olmayacaktır. Gazze’nin bir deri bir kemik kalmış, aç ve susuz Müslümanlarından aldığı ölümcül darbe İsrail’e gereken dersi vermiştir. Artık tüm Filistin Siyonistler için bir iğneli fıçı olmuştur. ABD-İsrail eksenine kulluğunu ispat etmek için sıraya dizilmiş sözde ‘Müslüman’ liderlere rağmen Gazze ve tüm Filistin halkı kendi göbeğini kesmeyi öğrenmiş bulunmaktadır. 63 bin şehidin ölmediğini, Allah katında diri olduklarını, 63 binin birkaç katı olarak yeniden cihad cephesine döneceklerini ‘Müslümanlar’ anlamasa da Siyonistler ve Haçlılar anlamışlardır. Dolayısıyla İsrail istemese de gün gelecek iki devletli çözümü çok arayacak ama inşaallah bulamayacaktır.
Temmuz ayının son günlerinde, en büyük Yahudi şehri olan New York’ta düzenlenen BM Konferansının bitiminde Siyonist şebeke ‘New York Deklarasyonu’ adında bir de bildiri yayınladı. New York Bildirisi ABD-İsrail ve Avrupa devletlerinin Filistin ve Gazze üzerinde tatbik etmeyi düşündükleri planlarını bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır.
-Bildirinin yazımında iki AB (Avrupa Birliği-Arap Birliği) iş birliği yapmışlar. Bildiri, bir başka iş birlikçi Mahmud Abbas’ı da memnun etmiş.
-New York Bildirisinin satır aralarına bakılınca görülüyor ki, Gazze’de savaş bittiği an Hamas da bitecektir! Siyonistler öyle ummaktadırlar. 11. madde, Hamas’ın elinden silahlarının alınmasını öngörmektedir. İsrail ikamesi Mahmud Abbas idaresindeki Filistin Yönetimi “Tek devlet, tek hükümet, tek hukuk, tek silah” formülü geliştirmiş, bu da New York Deklarasyonu’nu yazanların beğenisini kazanmış!
Haçlı-Siyonist kadrolar Hamas’ın ve bütün gücüyle direnen halkın Gazze’den tamamen feragat ederek, tası-tarağı toplayıp gitmesini istemektedirler. Bildirinin 10. maddesi AB’nin, Gazze’nin tamamen boşaltılmasından ziyade, Hamas’tan arındırılıp Filistin Yönetimine bağlanmasına razı olduğunu göstermektedir. Resmi kayıtlara göre 63 bin olan şehidlerin, Gazze’nin enkazını baştan sona sulamış kanlarının Yahudilere ve ABD’ne helal edilmesi; kolları, bacakları ve sair uzuvları kesilmiş çocuk manzaralarını da ‘olur böyle işler’ diyerek sineye çekmeleri istenmektedir.
-Avrupa Birliği, Arap Birliği ve Türkiye dahil 16 ülkenin katıldığı konferansın ürünü olarak 42 maddeden oluşan New York Deklarasyonu bütün katılımcılar tarafından onaylanmıştır. Bir başka ifadeyle Gazze’nin boynuna geçirilen ipi Hamas’ın çekmesi, Hamas’ın üzerine çıktığı idam sehpasını da kendisinin devirmesi planlanmıştır.
-Bildiride İsrail’in Gazze’den çekilmesinin önerilmesi de Gazze Müslümanlarının lehine bir talep sanılmamalıdır çünkü silahtan tamamen arındırılmış Hamas Gazze’den çekildikten ve Gazze Mahmud Abbas görünümlü İsrail’e teslim edildikten sonra zaten sorun kökten çözülmüş olacaktır.
-Türkiye New York’ta kotarılan Yahudi deklarasyonuna, Hamas ve benzeri cihad örgütlerinin silahlarını ancak 1967 sınırlarına göre bağımsız bir Filistin Devleti kurulunca bırakabilecekleri yönünde şerh düşmüş. Ancak Türkiye deklarasyonun geneline ve Hamas’ın terör örgütü olarak tanınmasına sessiz kaldıktan sonra, düşülen şerhin New York bildirisinin uygulanmasına hiçbir engeli yoktur. Zaten deklarasyonda belirtildiği üzere, Hamas’ın Gazze’yi -Allah korusun- Filistin Yönetimine devretmesi halinde silah meselesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
-Bildiride Filistin yönetimi çatısı altında Gazze’de kısa süreliğine faaliyet gösterecek bir Geçiş Dönemi İdari Komitesinin kurulması önerilmiş. Bildirinin yayınlanmasından yaklaşık yirmi gün sonra soluğu Mısır’da alan Filistin Başbakanı Muhammed Mustafa, Gazze’yi yönetmek üzere yakında (bahis konusu olan) komiteyi kuracaklarını söylüyordu. Kravatlı Filistin Başbakanı belli ki altmış üç bin şehide mezar olmuş, her karışı şehid kanlarıyla sulanmış Gazze’yi yönetmeyi Siyonistlerin emanetçisi olmak gibi pis işlerle karıştırmaktadır. Gazze’ye en az Washington’daki Trump kadar uzak olan sözde başbakanın gerçeklerden bu kadar kopuk olması ürkütücüdür.
-Bildirinin 4. maddesinde Hamas sivilleri hedef yapmak ve insanları esir almakla itham edilmiş, ayrıca esir almanın uluslararası hukuka aykırı olduğu belirtilmiş. Bildiriyi kaleme alan Arap rejimleri İsrail’i suçlarından işte böyle aklamışlar: İsrail sivilleri hedef almış ve Gazze’de açlığa sebebiyet vermişse, Hamas da 7 Ekim’de İsrail’de saldırılar düzenlemiştir. Dolayısıyla Hamas da en az İsrail kadar, hatta daha fazla suçludur! Bildiride ABD-İsrail’in Filistin halkını Gazze’den çıkarma planları dolaylı olarak eleştirilmiş.
-Sekizinci maddede İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmesi ve tüm rehinelerin bırakılması çağrısı yapılmış. Bu ve benzer ifadeler, bütün suçu Hamas’a yıkmamak için bildiriyi ‘dengelemek’ maksadıyla irad edilmiştir. Bildiride yer alan “her türlü terör, şiddet” ve “devlet dışı aktörlerin istikrarsızlaştırıcı rolü” sözleriyle Hamas gibi Müslüman cihad birliklerinin kastedildiğinde hiç kuşku yoktur.
İşte ABD-İsrail ekseni Gazze hakkında bu planları yapmaktadır. Onların mekirleri/tuzakları budur. Biz de hiçbir çekince duymadan, bütün samimiyetimizle “onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır” ilahi yasasını hatırlıyor ve bu yasaya tam olarak iman ediyoruz. Gazze halkı, Allah yolunda kafirlere karşı parmağını bile oynatmayan insanların ağız alışkanlığı olarak söyledikleri “onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır” mürailiğinden bağımsız olarak, Allah’ın yardımını ummaya liyakat kesbetmişlerdir. Gazze’nin yiğit insanları Allah’ın davet ettiği ticarete (Tevbe, 111) gözlerini kırpmadan girişmektedirler. İbrahim’in oğlunu kurban etmesini bizler türlü hermenötik yorumlarla ‘hazmetmeye’ çalışırken, Gazzelilerin bu kurban ibadetini her gün, kesintisiz olarak ifa etmeleri en güzel tefsir olmalıdır.
Siyonist terör şebekesi İsrail Gazze cihadını tamamen kendi lehine çevirmek için terör saldırılarına ara-soluk vermemek niyetindedir. Bu sebeple Gazze’yi topyekûn işgal hesapları yapmakta, kuzeydeki halkı güneye sürerek, enkaz halindeki şehri tamamen boşaltmayı, böylece Trump’ın imar projelerine hazır hale getirmeyi hedeflemektedir.
Gazze’nin, İİT ve ‘İslam Alimleri’yle İmtihanı
Bir avuç Gazze’nin şerefli Müslümanları imtihandan imtihana tâbi tutulmaktadırlar. Ölümün her türlüsü, evlerinden taş üstünde bir taşın bile kalmaması, hastanelerin yerle bir edilmesi ve açlık… Gazzeli Müslümanları bir yandan Siyonistlerin kurşunları, değer yandan da açlık öldürüyor. Sözümüz ona, ‘Arap-İslam’ rejimlerinin yöneticileri ise top çevirmeye, hariçten gazel okumaya devam etmektedirler. ‘İslam’ kelimesiyle anılan ülkelerdeki çürümüşlük, siyasetçilerinden önce alimlerini tüketmiş durumdadır.
Kısa adı İİT olan İslam İş Birliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları Konseyi (25 Ağustos’ta) Hakan Fidan’ın başkanlığında Cidde’de Gazze için toplandı ama dağ fare bile doğurmadı. İsrail protestosu Hollanda hükümetinden, dış işleri bakanı dahil dokuz bakanı istifa ettirirken, İİT’na mensup dışişleri bakanları, Sadece ‘meli-malı’ diye biten cümlelerle ‘Gazze’ye sahip çıkıyoruz’ tiyatrosunu oynamayı sürdürdüler. Dahası da var. Hakan Fidan Hamas’ın ateşkes planını kabul ettiğini belirttikten ve bunun Katarlı, Mısırlı kardeşlerinin hüneriyle hazırlandığını da hatırlattıktan sonra “Biz, Katar, Mısır ve ABD’nin bu barış çabalarını desteklemeye devam edeceğiz” demekle, ‘İslam İşbirliği Teşkilatı’nın gerçekte ‘İsrail İşbirliği Teşkilatı’ olarak kurgulandığını ve ABD-İsrail eksenine hizmet ettiğini göstermektedir. İİT Dışişleri bakanları sayesinde ‘ABD’nin barış çabaları’ tescillenmiş oldu.
Diğer taraftan ‘Dünya Müslüman Alimler Birliği’ adındaki teşkilat 22-29 Ağustos tarihlerinde, Türkiye’den İslam Alimleri Vakfı’nın ev sahipliğinde İstanbul’da toplandı. 29 Ağustos’ta Ayasofya’da kılınan Cuma namazının ardından bir sonuç bildirgesinin yayınlanmasıyla toplantı son buldu. Toplantı için elli ülkeden 150 kadar ‘İslam alimi’ büyük zahmetler çekerek İstanbul’a kadar gelmişler, bir haftalık toplantı müddetince 18 çalıştay düzenlemişler ama yine Gazze ve İslam lehine hiçbir sonuç çıkmamıştır. Çıkamazdı çünkü ana teması “İslami ve İnsani Bir Sorumluluk: Gazze” olarak belirlenen konferans, ‘Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nda konumlandırılmıştı. Anlaşılacağı üzere, ‘Dünya Müslüman Alimler Birliği’, minderinde oturdukları ülkenin laik-demokratik kabına göre şekil almışlardı. Zaten kapları da hep o şekildeydi. Bir TV kanalında konuşan Müslüman Alimler Birliği Başkanı amaçlarının hakkı haykırmak olduğunu söylemekten de geri durmuyordu. Başkan Ali Karadağî, İslam’da cihadın saldırı değil, savunma amaçlı olduğunu geveliyordu, ‘demokrasi adası’na uygun olarak, demek ki bu sözü ‘hak’ sanmıştı. Beraberinde bulunan Türkiye İslam Alimleri Vakfı Başkanı (N. H.) da İslam’ın barış dini olduğuna dair nutuklar irad ediyordu. Eminim ki her iki hazretin nutuklarından en fazla Donald Trump ve Netanyahu memnun olmuşlardır.
Türkiye’nin Gazze’yle İlgili Derin Eylemsizlik İlkesi
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Gazze ve Filistin’le ilgili birçok söz söylemekte, İsrail’i kınamakta ama İsrail’e tesir edecek hiçbir icraat yapmamakta, somut bir adım atmamakta, fiili bir eylem gerçekleştirmemektedir.
Yukarıda özetlediğimiz üzere ABD, Suriye özel temsilcisi ve Türkiye Büyükelçisi vasıtasıyla İsrail’i yeniden tanımlamakta, Türkiye’den ses çıkmamaktadır. Tayyip Erdoğan’ın dostu Trump 8 Aralık (2024) süreciyle mealen, Suriye’nin altın tepsi içinde İsrail’e takdim edildiğini her fırsatta dile getirmektedir. İsrail Şam’la arasında 15 km. kalacak kadar Suriye’ye çökmüş bulunmaktadır. ABD-İsrail Hizbullah’ın Suriye ile, dolayısıyla Hamas’la bağlantısını kesmiş bulunmaktadır. ABD-İsrail ekseni tıpkı Hamas gibi Hizbullah’tan da silahlarını Lübnan hükümetine teslim etmesini istemektedir. Filistin’de nasıl Mahmut Abbas’a “Tek devlet, tek hükümet, tek hukuk, tek silah” politikasını dikte ederek, Hamas’ı bitirmek istiyorlarsa, Lübnan’da da aynı çuvalı Hizbullah’ın başına geçirmek istemektedirler. Bütün bunlar karşısında Erdoğan, ABD-İsrail oyununa müdahale anlamına gelecek hiçbir adım atmamaktadır.
New York Deklarasyonunu imzalayan Türkiye’nin Hamas’ın silahsızlanmasına şerh düşmesi zevahiri kurtarabilirse de Hamas’ın silahlarını ne oranda kurtaracağı muammadır. Keza İsrail topyekûn Gazze’yi işgal harekâtına başlamakta, açlık Gazze Müslümanları üzerinde Siyonistlerin bombalarından daha can yakıcı olmakta ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaseti, Mahmud Abbas’ı aramanın ötesine uzanmamaktadır.
Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump’ın eşi Melania Trump’a Gazze’deki insani krize ilişkin mektup yazmaktadır. Mektupta Emine Erdoğan Melania Trump’ı, Ukraynalı çocuklara gösterilen hassasiyetin Gazzeli çocuklara da gösterilmesi için duyarlılığa davet etmektedir. “Gazze adına sizden gelecek bir çağrının, Filistin halkına tarihi bir sorumluluğun da ifası olacağı kanaatindeyim” demektedir.
Muhafazakâr Demokrat AKP hükümeti 7 Ekim’den itibaren geçen yaklaşık iki senelik süre içerisinde İsrail’e karşı siyasi, diplomatik, hukuki, ticari alanlarda hiçbir somut adım atmadı. İsrail’le ticaretin kesilmesi yönündeki talep ve eleştirileri hükümet şiddetle reddetti. İsrail’le ticaret, kamuoyundan gizlendi. AKP Hükümeti İsrail’i ve ABD’ni rahatsız edecek hiçbir icraatta bulunmadı. Geride bıraktığımız 21 Ağustos gününde Türkiye’nin, İsrail bayraklı ya da İsrail sahipli gemilerin Türkiye’ye gelişine, Türkiye bayraklı gemilerin de İsrail’e gidişine yönelik tam kısıtlama getirdiği haberi servis edildi. Bu haber, 21 Ağustos’a kadar söz konusu kısıtlamanın yapılmadığını, İsrail bayraklı ya da İsrail sahipli gemilerin Türkiye ile İsrail arasında mekik dokuduğunun itirafı anlamına geliyordu. Demek ki hükümet, “Türkiye ile İsrail arasında gemiler gidip-geliyor denecekse, onu da biz deriz” havasındaydı.
Türkiye bir NATO ülkesidir ve ABD ile ilişkileri tam ‘dostluk’ kıvamındadır. Bir taraftan da Avrupa Birliğine girmek için uyum sürecini yürütmektedir. Türkiye’nin NATO, ABD ve AB ile ilişkileri İsrail’le ilişkilerinin de kötü olamayacağını ‘mecburen’ belirlemektedir. Türkiye’nin İsrail’e yönelik sözlü eleştirilerinin yaşanan hayatta hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Başta İncirlik ve Kürecik olmak üzere NATO ve ABD üsleri dolaylı ya da doğrudan, İsrail’e de hizmet etmektedir. Buradan, çıkarılması gereken dersleri tam vaktinde (yani şimdi) çıkarmamak İsrail’e besin, İslam alemine ölüm sağlayacaktır.
Dünya siyasetinde en küçüğünden en büyüğüne, meydana gelen her olay şu büyük gerçeği tekrar tekrar gözümüze sokmakta, beynimize kazımaktadır: Dünyaya haydut batı uygarlığı, Siyonist-Haçlı ittifakı hükmetmektedir. İzzeddin Kassam Tugaylarının 7 Ekim’de başlattığı intifadanın en büyük hayrı şu olmuştur: ABD-AB-İsrail ekseni dünyayı yönetmekte, iki milyara baliğ olmuş İslam ümmeti ise İbrahim anlaşmalarıyla küresel haydut düzenine eklemlenmiş, yük taşıyan vagonlar işlevi görmektedir. İslam ümmetinin kahir ekseriyetine batı hayranı, ABD Başkanını dost edinen liderler yönetici yapılmaktadır. Bugünkü ABD, İspanya, Portekiz, İngiltere ve Fransa tarafından yok edilmiş, altınlarını, gümüşünü, elmasını çalıp, kendilerine sadece ateşli silahlarla ölüm armağan ettikleri İnka, Aztek, Maya insanlarının kafatasları üzerine kurulmuş bir ülkedir. Avrupa eğer bugün zenginse bunu, Afrika’dan ve Amerika kıtasından getirdikleri, kendi topraklarının efendisi yüz binlerce Zenci ve Kızılderili köleyi satarak elde ettikleri gelire borçludurlar.
Kitabımız Kur’an, anlattığı kıssalar ve verdiği örneklerle yöneticileri Firavunlaşmaya karşı uyarmaktadır. Diyor ki Kitabımız, kıyamet gününde Firavun, kavminin önüne düşerek, onu cehenneme götürecektir. (Hûd, 98). Bu, hakka-hakikate kulak asmayan, kendini Mısır’ın ilahı olarak gören Firavunla, ona kayıtsız şartsız teslim olan, sürüleşmiş kavminin hazin ama ibretlik öyküsüdür. Sürüleştirenler ve sürüleşenler nasıl dünyada iken suya birlikte gidiyor idiyseler. Ahirette de aynı sürü halinde ateşe gideceklerdir. Firavunlar uyarılara kulaklarını tıkamakta, kalplerine kilitler vurmakta, gözlerinin üzerine perdeler çekmektedirler. Gazze’nin çocukları açız diye ağlayarak ölürken tüyünü kıpırdatmayan, koltuğunda biraz daha fazla kalmanın hesabını yapanlar Firavunlaşmışlardır. Dünyanın bütün metalarını bir araya toplasak, Gazzeli bir annenin ve açlıktan ölen çocuğunun bir damla gözyaşını bile karşılamaz.
İslam ümmetinin birbirini kardeş bilmesi, hiçbir kafiri dost edinmemesi, Gazze gibi durumlarda her Müslümanın bütün gücüyle kardeşlerinin imdadına koşması için Rasûlullah Muhammed (sav) en güzel örnektir. Biz Müslümanlar Rasulümüzü örnek, Kur’an’ı hayatımızın tam kaynağı yaptığımızda kafirlerin karşısındaki acınası halimizden kurtulmamız mümkün olacaktır.
İktibas Dergisi, Eylül ayı yorumu













Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *