Atasoy Müftüoğlu: “Kötülüğün yanında yer almayı seçen, emperyalizmlerin yanında yer almayı seçen ülkelerin, İslam ülkesi olarak tanımlanması, İslam’a ihanet anlamı taşır.”
Atasoy Müftüoğlu
İslam’ı temsil ve tecrübe etmediği halde, İslam’ı araçsallaştırdığı için, İslam dünyası olarak anılan dünyada, toplumlar ve iktidarlar hiç bir zaman kendilerini sorgulama ihtiyacı duymazlar. Kendilerini sorgulama ihtiyacı duymadıkları için de, tarihsel yanlışları, ihanetleri, kötülükleri biriktirirler. Bu toplumlarda, kamuoyu, sarayların-iktidarların çıkarları doğrultusunda, kitlelerin algıları ve bilinci manipüle edilerek oluşturulur. Popülist/otoriter rejimler, yalnızca devleti kontrol etmekle, politik rakipleri etkisiz hale getirmekle ilgilenirler. Bu doğrultuda, sarayların-iktidarların kalemşörleri sanal bir gerçeklik oluşturarak, kitleleri gerçekliklere yabancılaştırır. Sarayların-iktidarların kalemşörleri, ahlaki ve siyasi hassasiyetleri, duyarlıkları asla umursamazlar.
Günümüz İslam toplumlarında, iktidarlar-tiranlar, dünyanın sınırlarının, kendi sınırlarından ibaret olduğunu sanırlar. Sözünü ettiğimiz toplumlarda, lider figürüne bağımlılık, kişi merkezli siyaset, liderin karizmatik özelliklerini, ahlaki özellik ve üstünlükten çok daha önemli/öncelikli buluyor, popülist propoganda sayılarının zaferi, niteliklerin ve kültürün hezimetini örtbas ediyor. İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, içerisinde yaşadığımız yoksullaşmayı, ahlaki/kültürel/ekonomik kitlesel yoksullaşmayı, dramatik sefilleşmeyi, toplumsal bağların çözülmesini görmezden gelebiliyor. Siyasal çıkarların, İslami/ahlaki bütün değerlerden, ilkelerden çok daha önemli sayılabildiği, ahlakın/İslam’ın, oportünist muhafazakârlıkların/dindarlıkların ve siyasetin tekeli altında tutulabildiği, muhalefetin yargı operasyonlarıyla, siyasal operasyonlarla, itibarsızlaştırıldığı, toplumun sağ-popülist rüzgar-iktidar yoluyla olumsuz yönde dönüştürülmesini, popülizmin kurumsallaştırılmasını; zihinsel, eleştirel bağımsızlığı, mevcudiyeti olmayan bedenlerin, düşüncesiz sayıların belirleyici oluşunu, siyasal çıkarlar için yapay krizler çıkarılabildiğini, siyasal çıkarlar için dün mutlak düşmanlar olarak mahkûm edilen kesimlerin, bugün, vazgeçilemez dostlar olarak içselleştirilebildiğini, düşmana duyulan ihtiyacın, muhalif kesimleri düşmanlaştırarak karşılanabildiği, hiç bir ahlaki ve vicdani ölçütün geçerli sayılmadığı gibi, çok hayati konuları sesimizi ve bilincimizi yükselterek tartışmaya cesaret edemiyoruz.
Hangi toplumda olursa olsun, ruhsuz/sorumsuz/vicdansız propoganda sözcükleriyle olumlu, sağlıklı, bütünlüklü bir değişim ve dönüşüm sağlanamayacağını bilmek gerekir. Günümüzde, İslami idealler antika muamelesi görüyor. İdeallerle ilgili uğraşların yerini, hayatta kalma uğraşları alıyor. Narsisist tatminlerle, idealler arasında uçurumlar var. İslam dünyası toplumları, medya ve kültür emperyalizmi karşısında, küresel kültürel kuşatma karşısında, bütünüyle bir savunmasızlık ve çaresizlik içerisinde bulunuyor. Sınır ötesi teknolojiler yoluyla medyatik popüler kültür, dijital medya kültürü, küresel gençlik kültürü, dijital diktatörlük bütün toplumları homojenleştiriyor. Bu toplumlarda genç kuşaklar, kendi ülkelerine ve geleceklerine olan inançlarını kaybediyor. Ortadoğu toplumları/halkları/siyasetleri; içerisinde bulunduğumuz dönemde, bir kez daha, emperyalist iradeye bağımlılık, yerli-milli otoriter tiranların, katil prenslerin destekleri doğrultusunda, küresel bırakınız yapsınlar kültürü yoluyla, sosyal-kültürel değişime, sosyal liberalleşmeye açık hale getiriliyor. İslam dünyası ülkeleri, bir kez daha ve daha yoğun bir şekilde, dijital egemenliğin etkisi altına giriyor. Bu toplumlarda, düşünce hayatı, sosyal medya ile sınırlı hale geliyor.
İslam dünyası ulus-devletleri ölümcül edilgenlikler/iradesizlikler içerisinde bulunduğu halde, mevcudiyetlerini sürdürebilmek için hamaset-cehalet kültürünün yardımıyla, folklorik bir fütuhat geçmişi icat etmeye çalışıyor. Bugünün dünyasında bedenlerin sağlığı, bir ideoloji haline gelirken, zihinlerin/ruhların sağlığı varoluşsal bir güvensizlik içerisinde bulunuyor. Konfor ve çıkar zihniyeti, insanı bir istatistik konusu olarak algılıyor. Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere, iktidarlar, ne pahasına olursa olsun, iktidarlarını sürdürebilmek için, emperyalist himaye dışında bağımsız bir seçenek aramıyor, arama ihtiyacı duymuyor. Bu nedenledir ki, Türkiye, Amerika-İsrail beklentileri doğrultusunda siyasal tercihler yapmaya özen gösteriyor. Toplumlarımızda, iktidar çıkar ve ihtirasları doğrultusunda üretilen sorumsuz popülizmler, sahte-popülist umutlar, toplumu varoluşsal-tarihsel gerçeklere yabancılaştırıyor. Yalnızca kendilerini seven, kendilerine tapınan ve güvenen politik figürler, İslam’ı ve ahlakı araçsallaştırarak, hamaset kültürü aracılığıyla kitlelerin beyinlerini boşaltabiliyor. Bu doğrultuda/oportünist dindar/kindar partizanlık uygulamaları yoğunlaştırılarak normalleştirilebiliyor. Hangi toplum olursa olsun, bilincini kaybeden bir toplum, hiç bir zaman ve hiç bir şekilde eleştirel sorgulamalar yapamaz. Samimi, derinlikli eleştirel sorgulamalar yapamayan toplumlar, yeni bir tarihi yürüyüş başlatamaz, tarihte yeni bir sayfa açamaz. Eleştirel sorgulamalar yapamayan, yapmayı düşünmeyen İslam toplumları, emperyalist/soykırımcı diktatörleri, ülkelerinde büyük folklorik gösterilerle-şenliklerle, görgüsüzlüklerle karşılayan yerel tiranlıkların, sistematik-yoğun soykırıma-tehcire tâbi tutulan Gazze-Filistin halkını, neden çok derin ve çok dehşet verici bir yalnızlığa terkettiklerini de ne yazık ki, sorgulama konusu yapamıyor. Kötülüğün yanında yer almayı seçen, emperyalizmlerin yanında yer almayı seçen ülkelerin, İslam ülkesi olarak tanımlanması, İslam’a ihanet anlamı taşır.
Günümüz insanı, düşünce dünyasında yaşamak yerine, görselliğin dünyasında yaşıyor. Bu nedenle de, toplumlarımız, sosyal medya toplumlarına dönüşüyor. Müslümanlar olarak, yeni/ bağımsız/özgün bir gerçeklik inşa etme, cesaret/liyakat ve iradesine sahip olmadığımız için, mevcut gerçekliğin bayağılıklarına, kirliliklerine katlanıyoruz. İktidarların kendi çıkar ve tutkuları doğrultusunda, sözcüklere, kavramlara anlam verme alışkanlıklarına, aşırılıklarına itiraz etmiyoruz. Çıkarcı aklın, soğuk aklın vicdansızlıkları, ahlaksızlıkları, toplumu, hamasetin ve popülizmin felaketzedeleri haline getiriyor. Kendilerine yapılmasını asla istemedikleri şeyleri, politik rakiplerine fütursuzca uygulayabilen zihniyet, bütün bunları, çok tatsız/çok kaba/çok çirkin/çok acımasız/ önyargılar ve kötülükler temelinde gerçekleştiriyor. Türkiye’de seküler dönem iktidarları, çoğulluğu inkâr ederlerken, günümüzde de, oportünist muhafazakâr, oportünist dindar dönem, çoğulluğu inkâr ediyor, çoğullukla savaşıyor.
Modern teknikleşme süreçleriyle birlikte insanlık, anlam ve ahlak aramaktan vazgeçmişti. Bugün, kendilerini İslam’a nisbet eden bireyselleşmiş kitleler de, çıkar ve ayrıcalıklarını sürdürebilmek için, anlam ve ahlaka ihtiyaç duymuyor. Bunun içindir ki, bugün çok yavan, çok kurak, çok sahte hayatlar yaşıyoruz. Yakın geçmişte, İslami mücadeleyi başörtüsü mücadelesine indirgeyen Müslümanlar; günümüzde, materyalist/hedonist kapitalist başörtülü politik figürleri tartışma konusu bile yapmıyor, yapamıyor. Etkili, dönüştürücü, üretken düşünce hayatı, kültür hayatı, sanat hayatı, felsefe hayatına sahip olmayan, evrensel ufka/dikkate/birikime sahip düşünürleri, bilgeleri olmayan, popülizmler ve siyasal masallar-menkıbeler ülkesi olan ülkelerde, siyasal reklamcılık ve pazarlama teknikleri yoluyla, karizmatik politik figürler, ucuz kahramanlar üretilebiliyor. Bu tür toplumlarda politik başarılar, propogandacı istismarlar yoluyla gerçekleştirilebiliyor. Günümüz Türkiye’sinde, oportünist muhafazakâr siyaset ve medya, toplumun, sosyal-ahlaki açıdan güçsüzleştirilmesi, edilgenleştirilmesi pahasına, politik güç oyunlarını, politik komplo ve akrobasileri ısrarla sürdürürken, intikam peşinde koşmayı da ihmal etmiyor. Hakikate ihtiyaç duymayan bir toplumda, temel varoluşsal İslami ilkelerin, ahlaki örnekliğin çöküşünden çok daha vahim bir şey olamaz. Oportünist muhafazakâr siyaset tarzı, bugün, toplumu anlamak, dinlemek, toplumun taleplerini/beklentilerini/sorunlarını cevaplandırmak yerine, toplumu iktidar çıkarları yönünde yoğun bir manipülasyona tâbi tutuyor. Sistematik manipülasyonlar yoluyla halkın/toplumun zihin ve ruh dünyası her zaman zincire vurulabiliyor.
Bugünün dünyasında, Müslüman halklar, astronomik zamanın farkındalar, ancak, tarihsel zamanın farkında ve bilincinde değiller. Bu nedenledir ki, yerli-milli çıkarlar doğrultusunda, iktidar ve saltanat çıkarları doğrultusunda üretilen manipülasyonlar yoluyla zihinleri ve ruhları zincire vurulan, İslamilik iddiasında da bulunabilen toplum, Türkiye’nin, Gazze’ye yönelik soykırım boyunca, İsrail’le ticari ilişkilerini sürdüren üç-beş ülkeden birisi olmasını hiç bir şekilde sorgulayamıyor. Oportünist siyaset ve medya manipülasyonları, kendi çıkar ve ayrıcalıklarına toplumsal bir boyut kazandırabilmek için, her tür yalanı mubah sayabiliyor. Başkalarının, ötekileştirilenlerin, muhaliflerin hak ve özgürlüklerine saygı duymayan narsisist bir zihniyet, hak ve özgürlük fikrini özümseyemediği için, sahip olduğu güç özgürlüğünü kötü yönde kullanabiliyor. Pragmatik araçsalcı siyaset, İslami direniş mücadelelerinin yanında değil, İslami direniş mücadelelerini bütün boyutlarıyla imha etmeye çalışan emperyalist iradenin yanında yer almaktan asla çekinmiyor. Bütün bunlar olurken, kokuşmuş ikiyüzlü siyaset, İslam’ı, Filistin’i, Gazze’yi, Kudüs’ü araçsallaştırmayı, masum Gazze halkının masum umutlarını istismar etmeyi de, ihmal etmiyor. İslami kültür, düşünce, ilahiyat hayatının; İslam toplumlarının, İslami cemaatlerin, partilerin, vakıfların vb. İslam medeniyetinin ahlaki referanslarını nasıl kaybettiklerini, bu kayıpların neden olduğu ahlaki felaketleri konuşmaya, tartışmaya cesaret etmeleri, İslami aidiyet iddialarının derin çelişkilerini kabul etmeleri gerekir. Ancak, günümüzde herkes çıkarlarını kurtarmaya çalıştığı için, hiç kimse, bilincinin ve ruhunun kurtuluşu ile ilgilenmiyor. Güç ve mal varlığı tutkuları, ahlaki bir körlük oluşturuyor. Hangi toplum olursa olsun, bir topluma fikirlerin, bilgeliklerin gücü değil de, şiddetin gücü hakim olduğunda, ilgili toplumda, yapısal çürüme ve çöküş başlıyor. Günümüz Türkiyesinde, otoriter oportünist sağ-muhafazakâr popülizm, farklı siyasal ve etnik öznelerden, eşitlik temelinde siyasal bir bütünlük, toplumsal bir bütünlük oluşturabilecek fikirlere sahip olmadığı için, şiddetin gücüne başvuruyor. Ahlaki ve entelektüel eleştirel öncülere, kadrolara sahip olmadığımız için, şiddetin gücüyle, klişelerden/sloganlardan ibaret bu, sağ otoriter popülizm, hakikat üzerinde tekel oluşturmaya çalışabiliyor. Oportünist muhafazakârlığın, dindarlığın tiranlığı, bugün, evrensel İslami bilincin ve onurun kırıntılarını bile yok etmeye çalışıyor.
Günümüz dünyasında, iyiler, kamusal alanda, sorumluluk almadıkları, iyilikler adına risk üstlenmedikleri için, büyük kötülükler kol geziyor. İstikrarsız ve belirsiz bir dünyaya, topluma alışmak, yeni bir başlangıcı imkânsız kılıyor. Tarihin çizgisinin adalet yönünde değil, faşizm yönünde ilerlediğini görmek gerekiyor. Faşizm yönünde, saçmalıklarla, gangsterliklerle ilerleyen tarih, farklı bir alternatife geçit vermiyor, alternatifsizlik normalleşiyor. Bugünün siyasal kültürünü, otoriter politik figürlerin demagojileri, kamuoyu manipülasyonları ve tek yanlı propoganda oluşturuyor. Hanedan monarşilerini ise, otoriter gelenekler, totaliter önyargılar belirliyor. Oportünist, güce takıntılı, güç tutkularıyla malûl, muhafazakâr-sağ siyaset, politik öyküsünü, İslam’ı araçsallaştırarak meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu nedenle de, evrensel İslami bilinç ölümcül yaralar alıyor. Sözünü ettiğimiz ölümcül yaralar sebebiyle, Müslümanlar bir türlü, tarihsel-siyasal farkındalığa sahip olamıyor.
Türkiye’de, uzun yıllar/dönemler boyunca, etnik/politik/kültürel homojenleştirme doğrultusunda, eşit özgürlük, eşit haklar fikrini imkânsız kılan, seküler temelde, İslami kesimleri dışlayan, ideolojik, politik bir proje uygulandı. Günümüzde de, muhafazakâr-sağcı-dindar siyaset-iktidar adına, seküler kesimleri dışlayan; eşit özgürlük ve eşit haklar fikrini tanımayan, etnik/politik/kültürel homojenleştirme uygulamaları hayata geçiriliyor. Karşıt bağnazlıklar ve karşıt ufuksuzluklar, her dönemde, her durumda, açık bir kötülüğün ifadesi olan bu uygulamaları savunur, hayata geçirirken, İslam medeniyetinin, farklı dünya görüşlerine sahip halkların/toplulukların/insanların, meşruiyetlerini ve ahlaki değerlerini kabûl ettiğini unutuyor, ya da çıkarlarına gölge düşüreceği için, asla hatırlamak istemiyor.
Yerli-milli klişesine dayalı olarak yapılan, abartılı/ölçüsüz/taşkın/temelsiz yüceltmeler, sorumsuz/duygusal nostaljiler, ötekileştirilenlere ve muhaliflere yönelik, asla ahlâki anlamı olmayan düşmanlıkları maskeliyor. Toplumun bir kesimi için kötü olan şeyin, toplumun bütünü için kötü olacağı hiç düşünülmüyor. Karanlık önyargılar, ortak toplumsal bağlara ve topluma karşı ahlaki yükümlülüklere değer vermiyor. Bir topluma, hangi inanç ve düşünce adına olursa olsun, homojenliği dayatmak, toplumu tekdüze/sıkıcı/boğucu/kasvetli hale getiriyor. Özel tercihlerin ve tutkuların yerine, ortak tercih ve tutkuları koymadıkça ortak iyiye ulaşılamayacağını bilmek gerekir. Her partizanlık ortak iyi için değil, kendi iyi’liği için mücadele ediyor. Bu katlanılamaz bir durumun adıdır. Bir toplumun tek adam rejimine, tek adam aklına/mantığına, tek adam ufkuna ve yorumuna, tek adam çıkar ve ayrıcalıklarına mahkûm edilmesi, ilgili toplumu her alanda yoksullaştırır, değersizleştirir, itibarsızlaştırır. Hangi toplumda olursa olsun, iktidarın, tek adamlaşması, kamusal akla, müzakere ve müşavereye, kamusal yoruma hayat hakkı tanımaz.
Halen içerisinde yaşadığımız toplumda nesnel kriterleri yok sayarak, siyasal ilişkileri kurumsal olmaktan çıkaran, bir kişiselleştirme süreci yaşanıyor. Kendilerini her şeyin merkezinde gören, devlet imkânlarını iktidar sahiplerinin özel mülkü gibi kullanan zihniyet, ülkenin ekonomik hayatı yerlerde sürünürken, siyasal mücadeleyi belirleyen tarafsız tüm normları yok sayabiliyor. Ehliyet ve liyakate saygının yerini, kayıtsız-şartsız itaat fikri alınca, sağcı-muhafazakâr medya’da, dalkavuk oportünistler yükselişe geçiyor, söz sahibi olabiliyor.
Hangi toplumda olursa olsun, tek adamlaşmış iktidar sistemlerinde, makyavelist yetenekler/figürler söz sahibi olabiliyor. Bütün bunlar, bütün bu olumsuzluklar, normalleşir, sıradanlaşırken, eleştirel entelektüel, nüfuz/etki/otorite/kişilik/karakter/onur sahibi, Müslüman kadrolara sahip olmadığımız için, hiç kimse hakikatin sesi-vicdanı olamıyor. İslam dünyası ülkelerinde, iktidarlar meşruiyetlerini, keyfi bir şekilde, duygusal manipülasyonlarla yönettikleri kitlelerden alıyor. Bu ülkelerde, yine duygusal manipülasyonlarla, otoriter/popülist kişi kültü oluşturulabiliyor. Tek adamlaşmış iktidar sistemleri, içerisinde bulunduğumuz dönemde, Türkiye’de yaşandığı üzere, toplumun moralini bozarak, topluma korku salarak, iktidarı tahkim etmeye çalışıyor. Her keyfi-pervasız otoriter iktidar, çok sefil bir kibrin tezahürü olarak, bugün, halkları gerçekliğe yabancılaştıran romantik aptallıkları somutlaştırıyor.
Tarihsel-siyasal farkındalığa sahip olmadıkları için, romantik-mistik masallarla-yalanlarla-menkıbelerle aldatılan-avutulan Müslüman halklar/toplumlar, bugün, halkla ilişkiler, propoganda, manipülasyon bombardımanlarıyla, siyasal tiyatrolarla, siyasal şovlarla, gerçek dünyanın dışında konumlandırılabiliyor. İslam ülkelerinde yerel tiranlar, İslam gibi, milliyetçilik gibi, mezhepçilik gibi, şanlı geçmiş/şanlı tarih mitolojisi gibi, dış düşmanlar retoriği gibi, emperyalist himayet-vesayet gibi, birden fazla “meşruiyet” kaynağı, birden fazla maske kullanıyor, bir tür siyasal büyücülük yapıyor.
İslam toplumlarında, toplumsal gerçeklik, iktidar çıkarları doğrultusunda değiştirilebiliyor. Yerel tiranlar sahte öykülerle, sahte kahramanlıklarla, kendilerini kitlelere kabul ettirebiliyor, resmi dini kurumlar ve ana akım medya, söylemeleri emredilen şeyleri söylüyor, soru olmayan sorular sorma konusunda ilginç tuhaflıklar sergiliyor. Abartılı ihtiraslar ve iktidar şehveti içerisinde bulunan yerli-milli tiranlar, bir yanda, emperyalizmlere hizmet verme çabası içerisinde bulunurlarken, bir diğer yanda da, makyavelist bir maske içerisinde, kendilerini halklara, aslında olmadığı gibi, göstermeye çalışıyor.













Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *