Alçaklığın Modernleşmesi

Alçaklığın Modernleşmesi

Modern zamanlar tarihi boyunca, insanlığın dünyası, ahlaki bir insanlığı yok eden, varoluşsal bir boşluk/bunalım ve kriz içerisinde yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Modern seküler uygarlık ve teknoloji tiranlıkları, kötülük yapmanın bütün araçlarını üretme konusunda büyük ilerlemeler kaydederek, Batılı olmayan halkları, özellikle de Müslüman halkları yok sayma ve yok etme özgürlüğüne sahip, vahşi bir uygarlık olarak tarihe geçti…

Atasoy Müftüoğlu

Modern/sömürgeci/ırkçı tarih, daha güçlü olanın yasalarının belirleyici olduğu, mağlupların varoluşlarını, kayıplarını/acılarını yok sayan, galiplerin kazanımlarını yücelten/kutsayan/mutlaklaştıran, ahlak ve adaletten arındırılmış bir tarihtir. Bu tarih, kavram ve kurumlarını, değer sistemlerini Batılı olmayan dünyaya, sömürgeci şiddet-terör yoluyla dayatıyor, Batılı olmayan halkların insanlık haysiyetlerini ayaklar altına alıyor. Matematiksel, teknik hesaplanabilirliğin modern dünyası, ahlakın dışlandığı bir dünya oluşturuyor. İnsanlığı baskılayan, kitlesel beyin yıkama-şoklama yöntemleriyle yönlendiren, ideolojik bağlamda manipüle eden, gerçek hayatta karşılığı olmayan içi boş sözcüklerle kitleleri yönlendiren sömürgeci tarih, bütün toplumlarda yapay hayatlar, nicelleştirilmiş-araçsallaştırılmış, sayılara boğulmuş, ruhsuz hayatlar oluşturuyor, ahlaksızlığı, anlamsızlığı, yapaylıkları, araçsallaştırmaları küreselleştiriyor. Dijital bağımlılıklar bütün toplumlarda, İslam toplumlarında da, depresif semptomlara neden oluyor.

Modern-seküler tarih dünyaya ve tabiata nesne muamelesi yapıyor, sanayi kirliliği küresel bir tahribata neden oluyor. Modern ırkçı-sömürgeci tarih, dünyayı/toplumu/siyaseti ve tarihi hep daha kötüye doğru dönüştürdü. Teknolojik üstünlük ideolojisi, insani hiçlik-nihilizm pahasına meşrulaştırıldı, meşrulaştırılıyor. 7 Ekim 2023 savaşıyla birlikte, Filistin ve Lübnan’da uygulanan Siyonist soykırımcılık, modern haçlı uygarlığının ve sömürgeciliğinin bütün iğrençliklerini ortaya koyarak, alçaklığı ve vahşeti bütün boyutlarıyla modernleştirdi. İnsanlığın dünyası, bu dönemde, Batı uygarlığının çok derin bir kriz ve ahlaksızlıkla malûl olduğunu gördü. Filistin ve Lübnan’da uygulanan soykırımla birlikte, insanlık altüst edici, çok büyük, çok derin kopuşlar yaşadı. Bugün, modern-seküler siyaset, alçaklığın, kötülüğün, başarılarıyla iftihar ediyor. Modern haçlı uygarlığı ve emperyalizmi “insan hakları” söyleminin, “modern hümanizm” söyleminin ne kadar anlamsız, ne kadar sefil bir söylem olduğunu, uygulamalarıyla gözler önüne getiriyor. Güç, vahşet ve barbarlık gösterileriyle, aylar boyunca Filistin’de, yakın geçmişte Vietnam’da My Lai’de gerçekleştirdikleri kökten kötülüğü, kökten korkunçluğu sergilemekten, vahşeti zirve noktasına taşımaktan imtina etmiyor. Bu noktada, masum kadınları, masum çocukları/yaşlıları, bunlarla birlikte bütün canlıları/bitkileri/hayvanları, nefes alan her şeyi, barbarca soykırıma tabi tutan kökten kötülükler ve vahşet karşısında, uluslararası eylemsizliği, özellikle de İslam ülkesi olarak anılan ülkelerin eylemsizliğini, bu utanç verici eylemsizliği kayda geçirmek gerekir. Modern faşizm, Filistin konusunda aktif muhalefeti, potansiyel muhalefeti susturuyor. Bu konuda İslam ülkesi olarak bilinen ülkeler de, dezenformasyon siyasetiyle kitleleri yanıltıyor.

Günümüzde, Filistin ve Lübnan direniş mücadeleleri sırasında, okyanuslar dolusu acılar/hüzünler/yalnızlıklar/mahrumiyetler/yıkımlar yaşanırken, okyanuslar dolusu direniş bilinci/onur bilinci/özgürlük ve umut bilinci biriktirildi. Bugün, Filistin’de, Gazze’de yaşanan dehşeti ve bu dehşeti üretenler karşısında sergilenen direnişi, direniş onurunu gereği gibi anlatabilecek etkili sözcüklere, kavramlara sahip değiliz. Kendi çıkarlarını, aziz Filistin-Gazze halkının çok hayati, çok acil beklentilerinin önüne koyan İslam dünyası ülkelerinin, tarih boyunca unutulmayacak, bu mide bulandırıcı ihanetlerini de unutmamak gerekir.

Bugünün dünyasında, İslam toplumlarında da, sadece ve sadece, çıkarların gerçek olduğu bir siyaset tarzı uygulanıyor. İslam toplumlarında otoriter modernleşme ve sekülerleşme ile, otoriter-dindar muhafazakârlıklar tek aklı ve tek politik figürü mutlaklaştırdıkları için, bu toplumlarda, Türkiyede de yaşandığı üzere, hiç bir şekilde çeşitlilik, çeşitlilikleri içeren kuşatıcılık ve farklılık gerçekleştirilemiyor, eleştirel akımlar-hareketler-fikirler inşa edilemiyor, her iki durumda da, toplumda, her alan bir şekilde devletleştiriliyor, toplum bilinçdışına mahkûm ediliyor. Bu toplumlarda, kamusal alanın propoganda ve manipülasyon tarafından işgal edilmesi, nitelikli hayatı, kültürel hayatı, eleştirel/entelektüel hayatı imkânsız kılıyor. Muhalif/eleştirel kesimlere haksızlık ve adaletsizlik uygulayan, nefret siyasetini şiar edinen otoriter popülist politik liderlerin uyguladıkları bu haksızlıkları ve adaletsizlikleri İslam’ı araçsallaştırarak meşrulaştırmaya çalışmaları kadar büyük bir barbarlık olamaz. Toplumlarımızda yaşanan ve her geçen gün çok daha derinleşen kapsamlı yozlaşma, kolektif depresyon ve toplumsal travmalarla asla ilgilenmeyen nefret siyasetleri, sadece muhalif-eleştirel fikirleri-yorumları ve etkinlikleri şiddet yoluyla bastırmaya çalışıyor.

Toplumsal-geleneksel konformizmin ağır baskısı altında bulunan toplumlarda, dini hayat, felç edici hurafeleri içselleştirirken, tarikat/tasavvuf hayatı ticaret/para mücadelesiyle büyülenirken, bu toplumlarda, Türkiyede de, takip edilebileceği üzere, muhafazakâr-dindar kesimlerde, akademik-bürokratik-politik hayatta dini yorumlar bağlamında, çok anormal patolojik algılar sergileniyor. Anormal algılar sebebiyle, toplumun yaşadığı kolektif patoloji-depresyon-kaygı bozuklukları, mafya şiddeti, mafya yapılanmaları-mafya siyaset ilişkileri, kamusal alanda hiç bir şekilde tartışma konusu yapılamıyor. Müslümanlar olarak içerisinde yaşadığımız toplumlarda, sağcılıklar, yerli-milli popülizmler, partizanlıklar, hizipçilikler, tarafgirlikler, İslami bilincimiz üzerinde bir daha iyileşmeyecek ölçüde ağır yaralar açıyor. İslami kimliğin hızlı bir biçimde eksildiğini, aşındığını görmemiz gerekir. Bugün, hiç bir ilahi-uhrevi tefekkür içermeyen gündelik hayatla sınırlı, utanç verici politik laf kalabalığı, hiç bir bilgeliğe, karşılıklı sevgi-saygıya, diğerkâmlık ilişkisine geçit vermiyor.

Türkiyede, bir dönem seküler kesimler, Müslüman kesimlere yönelik olarak uygulanan adaletsizliklerin suç ortağı olurken, içerisinde bulunduğumuz dönemde de, muhafazakâr dindar kesimler, seküler-muhalif kesimlere yönelik olarak uygulanan adaletsizliklerin suç ortağı olmakta hiç bir sakınca görmüyor. Seküler önyargılar kapsayıcı ahlaki bir dili nasıl imkânsız kılıyorsa, muhafazakâr önyargılar da, aynı şekilde kapsayıcı ahlaki dili imkânsız kılıyor. Bu durum aziz İslam’ı hangi ölçüde değersizleştirdiğimizi gösterir. Her tür önyargı, biz-onlar psikolojisini harekete geçirerek karşıtlıkları derinleştiriyor.

Kendilerini İslama nisbet eden, nisbet etmeye devam eden toplumlar için, sömürgeci-ırkçı-seküler bir ontolojiye ve epistemolojiye mahkûm olmak gibi, utanç verici bir mahkûmiyet olamaz. Hiç bir ülke, sözünü ettiğimiz mahkûmiyetle/maduniyetle nihai anlamda yüzleşmeksizin, hiç bir maddi-manevi başarıdan söz edemez. Bu utanç verici mahkûmiyetle nihai anlamda yüzleşebilmek için, İslam toplumlarının, bu toplumlarda etkinlik üreten, içerik üreten düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatının, sıradışı bir çağrıya, sıradışı bir bilince, sıradışı bir özeleştiriye, sıradışı bir başlangıca ihtiyacı var. Sıradışı bir bilinç ve sıradışı bir özeleştiri için, şimdiye kadar hiç sorulmamış hayati soruları sormaya cesaret edebilmeliyiz. Gerçeklikten kopuk iyimserlikler ve aptallıklarla hayatlarımızı sürdürmeye devam edemeyiz. Hamaset, bilinçsiz öngörüler ve ucuz spekülasyonlardan ibarettir. İçi boş propoganda klişelerine inanan bir toplum, popülizm ve propoganda iyimserlikleri üzerinde anlamlı bir varoluş inşa edemez. Varoluşsal sorumlulukları samimiyetle yerine getirmeden yaşamak, yaşamak değildir. Bugün, Müslümanlar olarak zamanın bilincini nasıl inşa edeceğimizi bilmiyoruz. Soyut ve duygusal bir dünya olan İslam dünyasının, nasıl somut/etkin ve etkili bir dünyaya dönüştürülebileceği, önemli bir tartışma konusudur. Yeryüzünün her yeriyle aramızdaki mesafenin sıfıra indiği bir dönemde, Müslümanların birbirlerinden uzaklaşmaları normal/anlaşılabilir bir durum değildir. Yerel/kabileci/mezhepçi sınırlar içerisine kapanarak, iletişimsizliği seçmek hiçliği seçmekten ibarettir. Etkin bir varoluş/mevcudiyet ancak geniş ufuklu bir iletişim yoğunluğuyla sağlanabilir. Bir toplum içerisinde farklı kesimler arasında yaşanan iletişimsizlik, ilgili toplumun çölleşmesine neden olur.

İnsanlığın bütününü ilgilendiren bir gerçekliğin adı olan İslam, evrensel imanın, evrensel bilgi’nin ve eylemin adıdır. İslami sorumluluk, bilgide ve eylemde derin bir yetkinliğe sahip olmayı, örnek bir varoluşu tecrübe-temsil etmeyi gerektirir. İslam’ın sunduğu bütünlük bilinci, bütün bir insanlık için, çok önemli bir bağıştır. Bugünün dünyasında dinin sahip olduğu bütünlük imkânının kaybıyla ortaya çıkan derin ve büyük boşlukları, hiçlikleri, hiç bir bilimsel iddia dolduramamıştır. İslami bütünlük bilincine yabancılaşan, bu nedenle de, çıkar beklentilerine göre değişen çok parçalı kişilikler sergileyen bireyler hiç bir şekilde, ilkesel bir tercihte bulunamıyor, ilkesel bir duruş sergileyemiyor. Parçalı kişilikler ahlaki-entelektüel bağımlılığı, teslimiyetçiliği ve toplumsal travmaları derinleştiriyor. İslam, Müslümanlara aktif kapsayıcılığı önerirken, kendilerini İslama nisbet eden muhafazakâr/otoriter politik kadrolar, İslami önerilere rağmen, aktif dışlayıcılık ve nefret temelinde siyaset yapıyor. Muhaliflerin, muhalif Kürtlerin, Alevilerin toplumun eşdeğer üyeleri olarak tanınmadığı bir toplumda, bugün, Türkiyede yaşandığı üzere, negatif ayrımcılık kurumsallaşabiliyor, resmileşebiliyor. Negatif ayrımcılığa tâbi tutularak dışlanan muhalif toplulukların ahlaki başkaldırısının ve adalet taleplerinin “terörist eylemler” olarak damgalanmak suretiyle etkisiz hale getirilebildiği bir toplum ve siyaset sağduyusunu bütünüyle kaybetmiş demektir. Aktif kapsayıcılık bütün ufuklara açılır, bütün ufuklara nüfuz etmeye çalışırken, aktif dışlayıcılık bütün mümkün ufukları karartıyor.

Günümüz dünyasında, “beyaz adam’ın” haysiyet yaklaşımı, evrensel haysiyet yaklaşımına hayat hakkı tanımadığı için, ırkçı/Siyonist apartheid terör rejimi tarafından soykırıma tâbi tutulan mazlum/masum Filistinli kayıpların, bir istatistik konusu haline getirildiği bir dünya korkunç ve iğrenç bir dünyadır. Romantik bir geçmiş algısıyla büyülenen İslam toplumları, bugünün çok ağır, çok alçaltıcı ve bunaltıcı varoluşsal sorunları karşısında, bu romantizmin hiç bir şey ifade etmediğini, bu romantizmin/nostaljinin bir hiçlik romantizmi ve hiçlik nostaljisi olduğunu görebilmelidir. Bağımsız-eleştirel bilgi-yorum üretme yeteneğine-iradesine sahip olmayan İslam toplumları, bugün, içerisinde bulundukları entelektüel iradesizlik sebebiyle, aziz İslam’ın işlev ve sorumluluklarını sömürgeci dünya belirlemeye çalışıyor. İslami düşünce hayatının İslam’ı, İslami temel ilkeler doğrultusunda tanımlama özgürlükleri yok. Evrensel İslami bilinci/ufku/vizyonu özgürleştiremeyen bir dünyanın, İslami somut varoluşu ve siyasal mevcudiyeti iradeyi özgürleştirmesi düşünülemez.

Günümüzde, İslam toplumlarında İslami varoluşa asla yakışmayan, etnik-mezhepçi-partizan aşırılık/ilkellik/saçmalık ve aptallık enflasyonu yaşanıyor. Partizanlıklar adına haksız ayrımcı uygulamalar normalleştirilebiliyor. İslam toplumlarında, Türkiyede de görülebileceği üzere, aziz İslam, politik çıkarlar doğrultusunda anlam değişimine uğratılabiliyor. Türkiyede İslam, yerli-milli muhafazakârlıkla eşitlenmiş bulunuyor. Toplumlarımızda, bütün kavramlar ahlaki ağırlığını ve otoritesini kaybettiği için, provokatif propoganda dili, dışlayıcı, saldırgan anlamlar içeren, ahlaki öncelikleri asla umursamayan, korkuları körükleyen ayrımcı dil/söylem sıradanlaşabiliyor. Hangi alanda olursa olsun, İslam’ı sınırsız bir şekilde istismar yeteneğine, hayasızlığına sahip olan kesimler, bu yolla haksız ayrıcalıklar biriktiriyor. Eşi ve benzeri görülmeyen, İslam toplumlarında asla yaşanmaması gereken, yapısal/zihinsel/ahlaki patolojiler, ahlaksız/düşüncesiz/akılsız tarafgirlikler, Haçlı-Siyonist emperyalizme karşı birlikte mücadele yürüten İslami direniş örgütlerini, mezhep aidiyetleri temelinde ayrımcılığa tâbi tutarak değerlendirerek, ötekileştirmek istediği mezhebin mücadelesini aşağılayabiliyor, değersizleştirebiliyor, bu mezheplerin kayıplarını sevinç gösterileriyle karşılayarak, onların şehitliklerini yok sayabiliyor.

İslami dayanışmayı, birlik ve bütünlüğü imkânsız kılan etnik ve mezhepçi bencilliklerin/fanatizmlerin, yerli/milli önceliklerin etkili olduğu bir ahlak ve zihniyet dünyasıyla hiç bir şekilde bir medeniyet mücadelesi verilemez, bu tür toplumlarda hiç bir şekilde medeni ilişkiler kurulamaz. Bugün, İslami dayanışmayı imkânsız kılan yapısal sorunlar nedeniyle sömürgeci/emperyalist/soykırımcı dünya düzenine siyasal anlamda etkili hiç bir itiraz-muhalefet gerçekleştirilemiyor, İslam toplumlarının halen karşı karşıya bulundukları zihinsel sefaletin-köleliğin nedeni, konformist kültürle yüzleşme cesaretine sahip olmamalarıdır. İslam toplumlarında, yoğun bir biçimde gündemde tutulan, etnik ve mezhepçi patolojiler bu toplumları tarihin gidişatını değiştirme yeteneğinden, idrakinden uzaklaştırıyor. Kendilerini İslama nisbet eden aydınlar, ilahiyatçılar ve politik kadrolar tarafından da savunulabilen bu utanç verici patolojilerin, İslam merkezli bir medeniyet bilincini/vizyonunu/tasavvurunu, projesini bütünüyle imkânsız kıldığını görmek gerekir. Sözünü ettiğimiz bu utanç verici saplantılar bütün İslami nitelikleri değersizleştiriyor. İslam dünyasının kaderi/geleceği bütün etnik ve mezhepçi önyargıları aşarak, evrensel bir dayanışma yoluyla biçimlendirilebilir. Evrensel bir dayanışmanın somutlaşabilmesi için, İslami anlamda toplumsal/siyasal varoluş biçimini hayata geçirme özgürlüğüne sahip olmamız gerekir. Sufi-mistik hayal dünyasında yaşamaya devam etmek, tarihten habersiz yaşamaya devam etmek demektir. Yirmi birinci yüzyılın büyük meseleleri karşısında, umut edilebilir en iyi, en güzel ve en doğru şey, İslami bilincin yerli-milli hapishanelerden kurtarılarak, evrensel anlamda tamamlanması ve özgürleştirilmesi olacaktır. Günümüzde kapitalist-seküler dünya düzeni, farklı bir düzeni tahayyül etmeyi imkânsız kılıyor. Dünyada İslami bir yaşama ve siyaset biçiminin mümkün olabileceğini kanıtlayabilecek, radikal bir değişim için adanmış kadrolara, adanmış/samimi/sorumlu bir kamuoyuna, radikal bir algılama tarzına, Müslüman toplulukları derinden etkileyebilecek bir vizyon, tahayyül, program, proje üreten radikal düşünürlere, radikal aktivistlere ihtiyacımız var. İslam dünyası ülkeleri, kendilerini ulus-devlet hapishanelerine kapattıkları için, bugün, dayanışmasızlığın büyük utancı içerisindeler. Bu ülkeler, Haçlı-Siyonist emperyalizmin canavarlıkları karşısında bile, dayanışmasızlığın neden olduğu dehşet tablosu ile yüzleşme ihtiyacı duymuyor. İslam toplumları, ulus-devlet hapishanelerinde mutlu-mesut yaşamaya devam ettikleri için, bir kurtarıcı, “Godot”u bile beklemiyor.

İslam toplumlarında, Müslüman kitleler duygusal bağımlılıklar ve tutsaklıklar içerisinde bulundukları için, derin bir alışkanlığa dönüşmüş algılarla hayatlarını sürdürüyor. Bu algılar, popülist sağcılığın ötesine geçemiyor, popülist sağcılığın ötesini göremiyor. Kendilerini İslama, kimi durumlarda İslamcılığa nisbet ettikleri halde, gerçekte sağcı algılarla malûl bulunan aydınlar-ilahiyatçılar, etnik-mezhepçi patolojiler sebebiyle, çok derin bir anlamlandırma krizi içerisindeler. Bilinçdışı gerçeklerle yüzleşmek istemeyen popülist-sağcı algılar ve sağcı zihin dünyası, bağlılarını aptallaştırıyor. Bugün, sağ popülizmin sınır tanımayan yükselişi, toplumun ortak yetilerinin-niteliklerinin ve sağduyusunun çöküşe maruz kaldığını gösterir. İçeriksiz, yavan, popülist gösterilerle, tekdüze, hamasi bir kültür ve söylemle bir gelecek vizyonu oluşturulamaz.

Modern zamanlar tarihi boyunca, insanlığın dünyası, ahlaki bir insanlığı yok eden, varoluşsal bir boşluk/bunalım ve kriz içerisinde yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Modern seküler uygarlık ve teknoloji tiranlıkları, kötülük yapmanın bütün araçlarını üretme konusunda büyük ilerlemeler kaydederek, Batılı olmayan halkları, özellikle de Müslüman halkları yok sayma ve yok etme özgürlüğüne sahip, vahşi bir uygarlık olarak tarihe geçti. Bu uygarlık 7 Ekim 2023 Filistin-İsrail savaşı sırasında özellikle, masum çocuklara, masum kadınlara soykırım uygulayan Haçlı-Siyonist emperyalizmini savunan bir uygarlıktır. Bu uygarlık kötülük yapma, yaptığı kötülükleri ideolojik anlamda meşrulaştırma “özgürlüğüne” sahip bir uygarlıktır. Hıristiyanlık ve “Beyaz Adamın Misyonu” ideolojisi temelinde şekillenen uluslararası toplum-dünya düzeni, bugün, Haçlı-Siyonist emperyalizmi tarafından Filistin halkına uygulanan soykırımı normalleştirebiliyor. Bu alçaklıklar karşısında Direniş Ekseni dışında kalan İslam dünyası ulus-devletleri, İslama nasıl hizmet edebileceklerini, İslam için nasıl yararlı olabileceklerini değil, soykırımı destekleyen Amerika için nasıl yararlı işler yapabileceklerini, Amerikanın nasıl gözüne girebileceklerinin hesabını yapıyor. İslam toplumları, Haçlı-Siyonist emperyalizmi karşısında tahammül edilmesi mümkün olmayan bir tekdüzelik, ufuksuzluk ve çıkışsızlık, siyasal hiçlik sergiliyor. Bu hiçlikle yüzleşmeden, gelecek üzerine konuşulamayacağını anlamak gerekir. İslam toplumlarında, konformizmin/statükonun içselleştirilmesi, bütün imkân ufuklarının kaybolmasına neden oluyor.

Cumhuriyet Türkiyesinde, uzun dönemler boyunca, topluma katı doktriner ideolojik dogmatizm, içerisinde bulunduğumuz dönemler boyunca da, katı-konformist-muhafazakâr dogmatizm dayatıldığı için, hiç bir dönemde toplum, düşünce, kültür hayatı eleştirel bir tefekkürle tanışma-bütünleşme imkânı bulamadı. Bu nedenle de toplum, bütün dönemler boyunca siyasal demagoji-popülizm-seçim hesapları-provokatif sloganlar/çıkarlar/ayrımcılıklar temelinde yapılan kirli/ahlaksız/önyargılı meşrulaştırmalar sebebiyle çok derin bir entelektüel yoksulluğa mahkûm edildi. Popülist siyaset yoluyla hipnotize edilen ve düşüncesizleştirilen kitleler, hiç bir zaman entelektüellere, entelektüel yoğunluklara/niteliklere ihtiyaç duymadı. Entelektüel yoksulluk sebebiyle bugün istisnasız her tür pragmatizm meşrulaştırılabiliyor, politik figürler her gün yeni referanslar arıyor, hukuki meşruiyet altüst edilebiliyor. Entelektüel yoksulluk ve yabancılaşma sebebiyle, laikliğin Müslüman halklara/toplumlara dayatılan, sömürgecilikle birlikte ilerleyen, sömürgeci bir silah, sömürgeci bir dışlama ve İslam’ı etkisizleştirme aracı olduğu, Aydınlanmanın da, beyaz adamın, Avrupalı olmayanlara üstünlüğü ideolojisinin adı olduğu konuşulmuyor, tartışılmıyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *