Günümüzde enflasyon gibi başka pek çok kavram, sermaye ve güç sahiplerinin toplumları, ülkeleri diledikleri gibi yönetebilmeleri, hoşlarına gitmeyenleri de sistemden dışlamak suretiyle yalnızlaştırma ve yokluğa, yoksulluğa mahkûm edebilmelerinin aracı haline dönüşmüştür.
Abdullah Hayırlı
Bu yazımızda, geçen sayıda “Faizsiz Olmaz mı Yani?” başlıklı yazımızın biraz daha detaylandırılması ve özellikle kafaları karıştıran, enflasyon ve faiz ilişkisinin daha net ortaya konması suretiyle meseleyi daha açık hale getirmeye çalışacağız.
Geçen sayıda kaleme aldığımız yazımızda faiz nedir, nasıl ortaya çıkar ve İslam’daki yeri nedir sorularına genel hatlarıyla cevap aramıştık. Faizin (riba) insanlar arasındaki yardımlaşma ve dayanışma fikrini ortadan kaldıran, mala tamahı artıran bir şey olduğundan ve insanın Rabbinin kendisine lütfettiği nimetleri sanki kendi elde ediyormuşçasına üzerinde haksız şekilde tasarruf edemeyeceğinden bahsetmiştik. Faiz meselesinin gündeme gelmesi için bir borç ilişkisinin kurulması, bu borç ilişkisinin ise dört temel unsuru olan borç alan, borç veren, borca konu değer ve borcun süresi olduğunu belirtmiştik. İşte bu ilişkide söz konusu süre sonunda borçlunun alacaklıya borç verilen değerin cinsinden bir fazlalık ödemesi gerekirse buna da faiz dendiğini ifade etmiştik.
Faizin ortaya çıkması ve miktarının hesaplanmasında temel unsur elbette süredir. Borç ilişkisinde belirlenen geri ödeme zamanına göre borca bir faiz oranı belirlenir ve süre sonunda bu faiz işletilerek iadesi talep edilir. Tam da bu noktada, belki de kafaları en çok bulandıran kavram olarak enflasyon karşımıza çıkmaktadır. Peki enflasyon nedir, nasıl oluşur, nasıl hesaplanır? Gerçekten ekonomi açısından temel bir gösterge midir, açıklanan enflasyon oranı toplumdaki her ferdi aynı oranda etkilemekte midir? Gelin öncelikle enflasyon diye tarif edilen şeyin ne olduğuna bir bakalım.
Enflasyon (inflation) kelimesinin sözlük anlamı bir şeyin hava ile dolması demektir. Mesela ciğerin hava ile dolması ya da bir balonun hava ile dolması gibi. Muhtemelen ürün ve hizmet fiyatlarının suni bir şekilde artması, şişirilmesine gönderme yapacak şekilde bu kelime 1500’lü yıllardan itibaren modern ekonomi teorisinde yerini almıştır. Aslında çarşı pazarda fiyatların yükselmesi, 10 gümüşe satılan bir şeyin fiyatının 11 gümüşe çıkması, çıkarılması, Ebu Hanife’nin de dikkatini çekmiş, onun bu konudan bahsettiğini aktarıyor kaynaklar. Ebu Hanife’nin ilim adamı vasfının yanı sıra bir tüccar olduğunu, belli bir yaşa kadar ticaretle yoğun bir şekilde iştigal ettiğini ve sonrasında ilmi çalışmalarına ağırlık verebilmek için işlerini güvendiği ortağına devrettiğini biliyoruz. Çarşı pazardaki durumu fark etmesi ve meseleyi izaha çalışması da bunun neticesidir elbette.
Yeri gelmişken bir not olarak şunu da hassaten belirtmekte fayda mülahaza ediyoruz; âlim sırça köşklerde, hayatın dışında, sadece kütüphanelerde ilim üretemez, üretse de hayattan kopuk olmaya mahkûmdur. Toplumun içinde mücadeleye bilfiil katılmıyorsa, şerre karşı hayrı, zalime karşı mazlumu tercih etmiyorsa ilmi ancak lafügüzaf olur. Bu bakımdan Ebu Hanife’nin sayısız isabetli tespitinin de, hayatını Allah’ın hükmünün hâkim olmasını engelleyenlere karşı mücadele ile geçirmesi ve kendisine teklif edilen Bağdat Kadılığını reddederek Abbasi zindanlarında hayatının son bulmasının da altında yatan sebebin, hayatın içinde ilim yapmaya çalışması olduğunu söylersek yanılmış olmayız diye düşünüyoruz.
Konumuza dönecek olursak, bugün tüm ekonomi sistemlerinde önemli bir yer tutan enflasyon kavramı aynı zamanda faizin meşrulaştırılması için de faydalı bir aparata, araca dönüşmüştür. Şöyle ki insanlar arasındaki borç ilişkisinde borç verenin verdiği miktar para ya da değerden, borç süresi kadar kendisini mahrum bırakmasının ötesinde enflasyon sebebiyle verdiği para ya da değerin geri ödeme zamanında eksilmiş olacağı, dolayısıyla bırakınız paradan para kazanmayı aslında para kaybedeceği vurgulanmaktadır. Örneğin günümüz koşullarında 100 bin ₺ miktarında parayı bir yıl için bir ihtiyaç sahibine borç verdiğinizde bunun, süre sonunda enflasyon oranında eridiği ve aslında satın alma gücü bakımından 60-70 bin ₺ seviyesine düşeceği, dolayısıyla borç verenin kaybedeceği belirtilmektedir. Öyleyse en azından enflasyon oranında bir artış uygulanarak borç iadesi yapılsın ki satın alma gücü bakımından borcu veren mağdur olmasın denmektedir. Bu durum bir başka deyişle ‘enflasyon oranında faiz caizdir’ şeklinde ifade edilmektedir. Peki gerçekte durum böyle midir?
Öncelikle enflasyon meselesini biraz daha irdelemeyi gerekli görüyoruz. Günümüzde modern ulus devletler bünyesinde bir organ tarafından ürün ve hizmetlerin fiyat değişimleri yani enflasyon hesaplanmaktadır. Türkiye’de bu işi yapan kurum herkesin malumu olduğu üzere kısa adı TÜİK olan Türkiye İstatistik Kurumu’dur. Bu kurum belirli bir tarihi, yılı baz kabul ederek o yıla 100 puan vermekte ve izleyen aylarda ve yıllarda ürün ve hizmet fiyatlarının o dönemkine göre ne kadar arttığı ya da azaldığını araştırarak aylık ve yıllık enflasyon oranlarını açıklamaktadır. Örneğin 1 kg. domates fiyatını, piyasadan topladığı domates fiyatlarının ortalamasını alarak belirlemekte ve geçen ayki, geçen yıl bu ayki domates fiyatı ile kıyaslayarak aylık ve yıllık artış ya da azalışı hesaplamaktadır. Bunu halkın genel olarak tükettiği pek çok ürün ve hizmet için yapmakta, sonrasında tüm bu ürün ve hizmetlerin fiyatlarının artış ve azalışlarının ortalamasını alarak bir enflasyon oranı açıklamaktadır. Oldukça basit bir örnekle izah etmek gerekirse; 1 kg. domates fiyatının geçen ay 10 ₺ iken bu ay 11 ₺ olması, ev kiralarının geçen ay 10 bin ₺ iken bu ay 12 bin ₺ olması bilgilerini toplayıp bunların ortalamasını almakta ve domates %10, ev kiraları ise %20 artmış iken enflasyon oranı bu iki artış oranının ortalaması olarak %15 şeklinde açıklanmaktadır. Elbette hesaplama bu kadar basit olmayıp harcamaların hane halkının harcamaları içerisinde ne kadar ağırlığa, orana sahip olduğu gibi katsayılar da göz önüne alınmaktadır. Biz meseleyi en basit haliyle anlaşılır hale getirmek için bu basit örneği veriyoruz.
Bu noktada, açıklanan enflasyon oranının toplumun her ferdine aynı derecede yansımadığını, kimilerinin daha çok kimilerininse bundan daha az etkilendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Şöyle ki, kendi evinde oturan bir kişinin kira enflasyonundan, hiç domates yemeyen birinin de domatesteki fiyat değişikliklerinden etkilenmelerinin söz konusu olmadığı bir yerde, bunları tüketenlerin fiyat değişimlerinden daha çok etkileneceği açıktır. İkinci olarak şunu belirtmek gerekir ki, hükümetlerin kontrolü altında olan bu kurumların enflasyon hesaplamasını manipüle etmesi yani çarpıtması söz konusu olabilmektedir. Zira yüksek enflasyon oranları toplumda ekonominin kötüye gittiği anlamı taşır ve bir dahaki seçimde mevcut hükümetin başını ağrıtması oldukça muhtemel bir konudur. Üçüncü olarak, enflasyon sepeti denilen, enflasyon hesaplarına dahil edilen ürün ve hizmetler ile bunların ağırlıkları öteden beri tartışma konusu olmuştur. Türkiye’de golf topu fiyatlarının sepete dahil edildiği günleri hatırlayacaksınız. Görüyoruz ki enflasyon denilen şeyin çarpıtılma ya da yanlış hesaplanması gibi arızalar mevcuttur.
Doğru hesaplanabilse bile herkesi aynı oranda etkilemeyeceğini de yukarıda izah etmiştik. Bize göre modern ulus devletler ve modern ekonomi teorisi, enflasyonu da yine faiz kavramının kabul görmesi ve işlev kazanması için hesaplamakta ve açıklamaktadır. Bu şekilde insanların elindeki paranın zamana karşı sürekli değer yitirdiği, dolayısıyla değerini ancak faiz ile koruyabileceği fikri toplumlara aşılanmakta ve faize meşruiyet kazandırılmaya çalışılmaktadır.
Günümüzde enflasyon gibi başka pek çok kavram, sermaye ve güç sahiplerinin toplumları, ülkeleri diledikleri gibi yönetebilmeleri, hoşlarına gitmeyenleri de sistemden dışlamak suretiyle yalnızlaştırma ve yokluğa, yoksulluğa mahkûm edebilmelerinin aracı haline dönüşmüştür. Dışarıda bırakılanların kendi aralarında birlik olmak yerine mevcut sisteme boyun eğmesi, içlerinden çıkan, çıkarılan yöneticiler marifetiyle sisteme entegre olmaya çalışması da işin en vahim tarafıdır. Bu düzenin yanlışlığı ve ABD’nin başını çektiği soyguncu Batılı çetenin tüm müsrifliğine rağmen neden örneğin bir Türkiye gibi enflasyon sorunu yaşamadığını anlamak çok önemlidir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından galip güç olarak kendi para birimini rezerv değer kabul ettirmeyi başaran ABD o gün bugündür sürekli karşılıksız para bastığı halde, enflasyon problemini dünyanın geri kalanı tecrübe etmektedir. Bize eşyanın tabiatı, Sünnetullahmış gibi sunulan bu kavramların onlar tarafından nasıl da işlerine gelecek şekilde yorumlandığı ve kullanıldığı bu kadar açıkken yapılması gereken adil ve hakikate dayalı bir iktisat teorisi geliştirip ortaya koymaktır.
Yukarıda belirttiğimiz tüm bu hususların ötesinde Müslümanların en zor koşullarda dahi faizden kaçınması gerektiği, verdiği borcu verdiği cinsten ve aynı miktarda geri almak suretiyle faize bulaşmaması gerektiğini tekrar hatırlatarak Müslümanın vereceği borçtan elde edeceği asıl nemanın Rabbinin huzurunda elde edeceği sevap olduğunu vurgulamak isteriz. Bir başka deyişle, enflasyon oranında faiz de caiz değildir diyerek yazımıza nokta koyalım.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *