Mesele salt hilafet ve saltanattan kurtulmak(!) değildir. Zira öncelikle konu bir ‘form’ meselesi değil, norm meselesidir. Şekille değil içerikle alakalıdır.
Mustafa Bozacıoğlu
Çok daha öncelere götürülebilse de ‘cumhuriyete geçiş’ olgusu; planlaması, stratejisi, yol ve yöntemleri, hedef ve amaçları ile yakın tarih konusu olarak çok farklı kesimlerin yine çok farklı değerlendirmelerine yol açmıştır.
Halen de üzerinde bir mutabakatın olduğu söylenemez bu değerlendirme ve anlamlandırmaların. Zira ortada ‘ideolojik bakış’ söz konusudur.
Osmanlı’nın son demlerinde adı konulmamış bir temayül söz konusu olsa da bu keskin viraj ve radikal karar başlı başına bir devrimdir. Mesele salt hilafet ve saltanattan kurtulmak(!) da değildir. Zira öncelikle konu bir ‘form’ meselesi değil, norm meselesidir. Şekille değil içerikle alakalıdır.
Bu geçişteki başta ‘yumuşak tutum(!)’ -dini yadsımayan ve kullanan söylem ve eylemler, hutbe iradları vs.-, zamanla, güçle konum devşirildikçe sertleşmiş, oldukça radikalleşmiş, bırakınız uyum ve uzlaşmayı bu yeni norm etrafında ona uygun form dayatması da işe koşulmuştur.
Bu yeni normun dayattığı form, eskiden(!), onun tüm bileşenlerinden kat’i bir kopuşu getirdiği gibi ona dair ne varsa onları da götürmüş, hafızalardan ve sosyal hayatın tüm an ve mekanlarından da silmiş, kazımıştır.
Bunu ne kadar başarabildiği kısmen su götürse de yaptığı etki, bıraktığı iz ve ortaya koyduğu eserler (yapı, kurum ve organizasyonlar..) hala etkin olarak dolaşımdadır ve sosyal dokuya renk vermeye devam etmektedir. Bu etki ve yetki ‘havuç-sopa’ dengesinde sürdürülmektedir halen.
Eskiye dair –her ne kadar orijinale aidiyeti tartışılır olsa da- İslam’ın ve onun ilkelerinin (emir ve yasaklarının) çizdiği çerçeveden, yegane mürşit kabul edilen bilime, muasır medeniyete(!), batılı değerlere(!) yüz çevrilmiş, yön tayin edilmiştir.
Bu manada cumhuriyete geçişin bileşenleri olarak diğer tüm devrimler ve uygulamalar da bu hususu tahkim için işe koşulmuştur. İstiklal mahkemeleri başlı başına birer sopa politikası olarak kurgulanmış, ahali üzerinde bir korku ve sindirme aparatı olarak işlev görmüştür.
Keza şapka kanunundan kılık kıyafet uygulamasına, harf devriminden tevhid-i tedrisata, ölçü-tartı ve takvimdeki başkalaşımdan balolara, resmî geçitlere, güzellik yarışmalarına, dini bayramlara alternatif/karşı(t) resmi/milli(!) bayramlara değin tüm uygulamalar bu yeni normun ikame ve idamesi amacıyla sürüme konmuş, hayatın içinde boşluk bırakmayan, yeni formun renklerini dayatan çok planlı programlı yeni bir ‘din’ inşası adımlarıdır.
Ahali bu norm ve formu ‘havuç –sopa’ ikileminde bilamecbur, kabul edip etmediği, içselleştirip içselleştirmediği tartışılır olarak önünde bulmuştur. Halen de bu oldu-bittiye karşı duygu(sal) temelli bakış ve yaklaşımın ötesine geçip net bir duruş ve taraf tercihi yap(a)mamaktadır.
El’an da bu kafa karışıklığı, ikircikli bakış/yaklaşım sürmekte, oyun, oyalama ve devam etmektedir.
İçerikteki farklı değiniler de tafsilatlı analizleri gerektirmektedir.
Bekleyelim, görelim!
(Fikiryorum.net)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *