Allah bilgi ve inancımız, resul algımız, ahiret tasavvurumuz, Kitapla/Kur’an’la ilişkimiz, millet/cemaat/ümmet yapı ve kurgumuz, din-şeriat olgusuna yaklaşımımız, istikamet bilincimiz, teori-pratik uyum ve uygunluğumuz, ibadet kavramına dair tutumumuz, tağutu reddedemeyişimiz, teberri edemeyişimiz vb. hep sorunlu…
Mustafa Bozacıoğlu
‘Nerede hata etmedik ki!’ diyerek kendi sualimizi cevaplamış olalım ve bir itirafla da ‘bu hataların tekrarlanması sürmekte ve hal ve gidişata bakıldığında tünelin sonunda da henüz bir ışık sezecek durum ve bir ayıkma ortalıkta görünmemektedir’ diye de ekleyelim. Üstelik bu hal ve gidişatı ‘Biz süreçten sorumluyuz. Sonuç Allah’a kalmıştır, onun takdiridir.’ diye de genel geçer, her duruma uyarlanacak bir meşruiyet aparatı, bir çözüm maymuncuğu icat etmişiz. Elhak, sözün terkibi zahiren yadırganacak bir içeriğe sahip değil, ‘doğrudur’ da denilebilir. Lakin işe koşulma ve kullanılma amacı, ‘Kendisi ile yanlış kastedilen doğru söz!’ hesabınca bir muamma! Ki Cevdet Said de bir kitabında (Muhtemelen ‘Güç İrade Eylem’ olacak!) durumu izah ediyor ve bu tutumun yanlışlığını salık veriyor: ‘Allah’ın kullarına, özellikle Müslümanlara bir garazi mi var ki sonucu nasip etmesin, ertelesin, onları devamlı bir sonuçsuzluğa gark etsin!’ mealinde duruma açıklık getiriyordu. Devamında da ‘hata nerede, neden bu olmadı, formülde, işleyişte bir hata olmalı ki farklı sonuç çıktı, bileşenleri yanlış yerlere mi konumlandırdık’ vb. açılımlarla bir öz eleştiri, tashih ve sürecin aşamalarının gözden geçirilmesini, hesapların kontrolünü şart koşuyordu. Müslümanların coğrafyalarına bakıldığında, ‘bir türlü olmayan, oldurulamayan hesaplar’ açısından hiç de haksız sayılmaz, değil mi?
Sualin terkibi, bir hata olduğunun kabulünü ve itirafını içermektedir. Yani ortada bir ve belki birçok hata var. Bu sorgulama ve itiraf bir amaç ve hedef vurgusunu da ima ettiği gibi gerektiriyor da! Kime göre ve neye göre hata? Olan ne, olmayan ne? Eksik olan/kalan ne? Bu noktada ortaya bir de norm, krıter ve kıstas olgusu çıkıyor karşımıza doğal olarak…
Hatanın kendisi, başlı başına bir ağırlık, etken teşkil eder mi? Hani ‘İş yapan hata eder; duran, iş yapmayan değil!’ tarzındaki söylem burada hatayı masum kılar mı? Yani, hatanın boyutları, tekrarları, silsilesi, birbirinin sebebi ve sonucu olan süreçleri, hatalar zinciri, ders alıp almama durumu, tashih meselesi gibi durumlar tezahür ediyor demek ki peşi sıra, hata olgusunun anlaşılmasının öncesinde ve akabinde…
Hata asılla mı alakalı, usulle mi sorusu ise daha önemli ve öncelikli olsa gerek! Bunu şuna kıyas edebiliriz; namazı bozan şeyler var, sehiv secdesi gerektiren durumlar ve/veya hiçbir şey gerektirmeyen durumlar var.
Mesele ‘asıl’ ile alakalı ise burada usulen de hataların oluşması sonucunu çıkarıp beklemek olasıdır. Asıldaki hata usulen de hatayı doğal olarak tevlid eder. Usulen bir hata var ise bu da demektir ki asılla alakalı bir eksiklik, bir yanlış anlama söz konusudur. Usul asla mukaddemdir, dense de usul asla racidir, esasen! Asıl olmadan usul olmaz! Olsa da türedi süreçler, yol ve yöntemler çıkar ortaya… Usul asıldan mülhemdir, onda mündemiçtir, ondan neş’et eder! Bir arıza, sorun olduğunda da ona döndürülür.
Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek, deli işidir demişler ya işte aynen o kabilden biz Müslüman taifenin hali pür melali… İstisnasız her yerde, her bölgede! Her müktesebat ve mensubiyet çevresinde; radikalinden muhafazakarına, gelenekçisinden modernistine, tasavvufçusundan sünnetçisine, teorikçisinden pratikçisine, fıkıhçısından kelamcısına, okurundan yazarına, çerçeveyi ne kadar genişletirseniz genişletin durum aynı! Yok birbirimizden farkımız! Al birini vur ötekine!
Şimdi bu sayılıp sıralananların her birine ayrı projektör tutsak da sonuç değişmiyor, topyekün bir taraf olarak ele alsak da! Zaten asıl sorunlardan biri ve en önemlisi de bu çok parçalı yapı değil mi?! Bu hal örtü, yorgan, yastık gibi ürünlerde iyi durabilir, sevilip beğenilebilir belki, fakat bu bir camianın (genel olarak Müslümanlık olgusu), ufak tefek (ne kadar cesametli de olsa, kalabalıklara da hitap etse!) camialara bölününce ve dahi her biri elindeki ile yetinip tefahhür ettikçe, diğerini de ötekileştirip dışladıkça yakışık almadığı gibi bugünkü onmaz yaraların da sebebi oluyor! Sonuçtan herkes şikayet edip dursa, ne yazar! Zira herkes, her kesim o şikayet ediyormuş gibi göründüğü durumun aynı zamanda da müsebbibi!
Bir hata olduğunu, hata yapıldığını kabul eden hemen her camia bu konuda en azından çuvaldızı diğerine batırmadan, iğneyi bırakınız kendisine, kendi çevresine, kendilerinin hatalarına, kendilerinin ihmal ve ihlallerine, yanlışlarına batırmayı, şöyle bir çiziktirse çok şeyler değişebilir. Eleştiri daima ve her alanda, her konuda olmalı, ertelenmemeli… Ancak öncelikle ve acilen öz eleştiri! Bir de kişilerden önce, hatta olaylardan (günlük, anlık ve parça konular) önce olgular ele alınmalı, bütünden parçaya doğru bir bakış gerçekleştirilmelidir. Önce bütünün künhüne vakıf olunmalı ki parçalar hakkında sağlıklı değerlendirme ve çıkarsamalar yapılabilsin.
Bir konuda bir kesimin haklı çıkması da sonuçta bizi kazanan taraf kılmıyor! Bir konuda biri, öbür konuda diğeri, bir başka konuda bir farklı birileri haklı olup o konuda isabet ediyor, doğru düşünüp davranıyor oluşu ne alt alta ne yan yana toplanabiliyor! Birilerimizin bir doğrusu ne kendimizin diğer yanlışlarına ne de diğerlerinin sair yanlışlarına merhem olup onları giderebiliyor! Bu doğru kendimizi kurtarmaya yeter mi o da meçhul!
Hata, kul için, eyvallah! Ama malumunuz biz burada, bu konu çerçevesinde kişisel hatalardan, dahası günahlardan bahsetmiyoruz. Onların izale yolu belli! İmtihanın doğası da bu ve şeytan ile avanesi de boş durmuyorlar! Kışkırtmaya, ayartmaya; yolun önüne ardına, sağına soluna oturmaya devam ediyorlar! İşte sözün burasında konu dönüp dolaşıp donanım, liyakat, bilgi ve bilinç, techizat, hazırlık ve farkındalık olgularına gelip dayanıyor.
Konu toplumsal/cemaat/cemiyet değişim olduğuna göre burada meseleye kişisel sorunlardan daha yoğun ve nitelikli bir değerlendirme yapmak, buna yönelik bir çözüm arayışı ve öneriler sunmak gerekiyor. Elbette bu kişisel yönelimlerin, duruş ve düşünüşlerin umarsızlığını gerektirmemektedir. Malumunuz bir zincirin mukavemeti en zayıf halkası kadardır! Sağlıklı toplumlar/cemaatler sağlıklı/nitelikli bireylerden oluşur. Sağlıklı bir cemiyet de sağlıklı kişi(lik)lerin korunması ve gelişimi için bir teminattır. Yani bunları bir madalyonun iki yüzü, bir bütünün iki parçası, bileşeni olarak görmek gerekir. Bunlardan biri diğeri için ihmal edilmemeli! Bizler elbette bu toplumsal dönüşüm için memur kılınmışız; söz ve fiillerimizle, teori ve pratiklerimizle, salih amellerimizle ve şahitlikle…
Olur, olmaz! Biz bunu bilemeyiz, ama bundan sorgulanacağız, her ne kadar bu sorgulanmanın ana teması ve önceliği kişisel edimler, yaptıklarımız ve yapmadıklarımız, kendi duygu, duruş ve düşüncelerimiz, kendi şahitliğimiz, kendi güç ve imkanlarımız çerçevesinde olacak olsa da… Hani bir fehva vardı ya; ‘‘Mekke’de cehenneme gitmek, Moskova’da cennete gitmek mümkündür.’’ diye, işte bu açıdan.
Olmaması için bir mania yok, olan da makus talih (kader!) değil, bizlerin edimleri, söz ve fiilleri… Yoksa Rabbimizin birçok desteği ve vaadi yanında, bizlere ne garazı olsun ki?! İşte o ‘Nerede hata yaptık?’ sualinin tezahürü noktası… Olmuyorsa, bir veya birçok sebep vardır demektir. Denklem çözülemiyorsa, çözüm yolundaki yanlışı bulabilmek de bir marifettir. ‘Her yolu denedik olmadı!’ diyorsanız, dönüp bir daha düşünün. Zaten ‘her yol’ terkibi başlı başına bir sorun! Ana sorun! Ne demek ‘her yol’? Böyle bir serbestlik asılda mı var, usul de mi? Hiçbirinde yok elbette ki!
Tamam insanlara bırakılmış ibaha alanı vardır, oldukça da geniştir! Lakin bu, her iş ve işleyişte size sonsuz bir hareket imkanı tanımaz; sınırlar-sorumluluklar, emirler-nehiyler var, hesap-kitap var! Bu din, emir ve nehiylerini serdederken kulun imkanları ve vüs’atini de işe dahil ederek yasa ve kriterlerden hareketle, bunların şahitliğini de resulün örnekliği ile göstererek norm ve form ortaya koymuştur. Bunlara uyulması halinde denklem çözülebilecektir. Yok bunlara riayet edilmezse, işte şimdilerde olduğu gibi kimse bir bilinmeyenli denklemi dahi çözemez! Avara kasnak gibi döner durur, bina-emsile okunur ancak! Sonra herken naciye fırkası zehabıyla necat satıp durur!
Öğretmen sınıfta, patron işte, esnaf alış verişte vs. her kesim iştigal alanında sürekli bir kıyas ve kendini çek etme sürecindedir. Bunun muhasebesi hiç bırakılmaz! Bu mesele ihmal ve ihlal kaldırmaz! Yoksa hatalar yol, sonuç hüsran olur. Bir hedef vardır ve bunun için yapılması gerekenler… Bunun kitabı da bellidir. Yazılı, sözlü kuralları malumdur. Çevrede görülen, yaşayan/yaşanan örnekler vardır. Bütün bunlara rağmen ortada bir tutarsızlık, hedefte şaşma, istikamette sapma varsa; durup düşünülür, süreçler kontrol edilir, girdi-çıktılar gözden geçirilir, hatalar tespit ve teşhis edilir, edilmeye çalışılır. ‘Olmadı usta!’ diyen çırağa ‘Çay koy, yeniden başlıyoruz!’ diyen diyalogtaki incelik, bilgelik, liyakat, ustalık, basiret ve feraset gibi… Samimiyet ve farkındalık gibi…
‘Nasıl yapmalı?’ ve ‘Ne yapmalı’ sualleri de başlıktaki soru ile beraber, eş zamanlı ve eş değer olarak işe koşulmalıdır, çözüm sadedinde. Öncesinde ‘Niçin yapmalı?’ suali bunlara kılavuzluk etmek koşuluyla… Neticede bizim işimiz bir sual ile tek cevaba indirgenebilecek bir evsafta değil artık! Esasında öyle olması gerekirken, yılların yorgunluğu ve yordamları meseleyi öyle girift hale getirmiş ki bırakınız ‘at izinin it izine karışmasını’, ‘it izleri birbirine karışmış’! Sapla saman karışmış! Süte su katılmış! ‘İndirilen-uydurulan’, iletilen-üretilen’ sorunsalı ortaya çıkmış, çıkarılmış; hem de kendi ellerimizle!
İlk düğme yanlış iliklendiğinde nasıl diğer düğmeler peşi sıra yanlış sökün ediyorsa, daha ilk adımdaki bir açı sapması süreçte tamiri handiyse imkansız bir noktaya atacaktır sahibini! Bugün müslümanım diyenlerin akıbetleri, mevcut halleri gibi… Dahası ortada görünen, hissedilen bir farkındalık da yok çözümün yanlışlığı, çözümsüzlük hali ve kanıksaması, dahası hale bakmadan kendini doğruda sanma yanılsaması noktasında…
‘Öze dönmek’ söylemi de artık revaçta değil, bir arayış olmaktan çıktı! Bu ‘asıl’ ile kurulan/kurulacak ilişkinin de habercisi, ama eksik-gedik manasında. Mesele salt kişisel yapıp edilenlere, yol-yordam hatalarına, herkesin kendince arayıp bulduğu bir resul sahipliğine havale edilince (güya usul hatası öne çıkarılarak), ders alınmayan hatalar tekerrür edip duruyor. Yani, ‘Nerede hata yapmadık ki’ ifadesi, o başlıktaki suale cevap sadedinde zikredilmelidir! Allah bilgi ve inancımız, resul algımız, ahiret tasavvurumuz, Kitapla/Kur’an’la ilişkimiz, millet/cemaat/ümmet yapı ve kurgumuz, din-şeriat olgusuna yaklaşımımız, istikamet bilincimiz, teori-pratik uyum ve uygunluğumuz, ibadet kavramına (sair kavramlarımızda olduğu gibi) dair tutumumuz, tağutu (batıl anlamında her türlü kavram; şirk, küfür, nifak-fitne, haram, şeytan ve iğvası vb.) reddedemeyişimiz, teberri edemeyişimiz vb. hep sorunlu… Deve gibi; ‘Neremiz doğru ki’!
Çözüm sadedinde bizce ilk ve önemli denklem ‘asıl-usul’ çerçevesinde ‘Allah’ı hakkıyla takdir’ edip resulünü olması gereken yere konumlandırmak, ahiret-dünya ikileminde dünya lehine açık ara bozulan dengeyi ahiret lehine sağlayarak, bilgi-birikim-bilinç ile liyakat/hak ediş ve samimiyeti kuşanmaktır.
Dedik ya ‘ilk düğme yanlış iliklenince peşi sıra diğerleri de yanlış iliklenecektir’ diye; işte o kabilden olarak ‘Allah’ı hakkıyla takdir edemedikten’ sonra O’nun bağlanmasını istediği, koparılmamasını salık verdiği ilişkiler sadedinde ‘Allah kul ilişkileri’, ‘insan insan ilişkileri’, ‘insan eşya ilişkileri de hep kesilecek, bağlamından koparılacak, yanlış yer ve ilkelere bağlanacak ve dolayısı ile düzen yerine kaos, ıslah ve ihya yerine ifsat, adalet yerine zulüm ortam, zemin bulacaktır. Sonra da insan elerliye yaptıkları yüzünden olandan ve olmayandan şikayet edecek, ekini ve nesli helakinin kendi yapıp etmelerinin, fıtrata (Allah’ın kullarını üzerine yarattığı fıtrat olarak e’ddine, İslam’a) yabancılaşmanın neticeleri olduğunu da fark etmeyip unutacaktır. Sonra asla dair ihmal ve ihlalleri ıskalayarak ‘nerede hata ettik’ sualiyle vahalarda, yan yollarda, çıkmaz sokaklarda dolanıp duruyor. Aslında sual doğru da henüz cevabın doğru yerde, yitiğin asli yerinde aranması söz konusu değil!
Bize de ‘Ey iman edenler, iman ediniz!’ demek kalıyor!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *