Bugünkü Haçlı Seferleri karşısında, hiç bir modern-seküler ilke/değer/kavram, Aydınlanma değerleri, kutsanmış seküler putlar-fetişler, putperestlikler, fetişizmler asla savunulamaz.
Atasoy Müftüoğlu
Müslüman halklara, bu halkların duygusal anlamda ilgisini çekebilecek şekilde, İslam’ı vulgarize ederek, mistifikasyona tâbi tutarak hitap eden, halkları bu yolla kontrol eden, baskı altında tutan, etkisiz kılan, İslam’ı yerli-milli çıkarlara, iktidar çıkarlarına hizmet edecek şekilde, keyfi bir biçimde sorumsuzca istismar eden, uluslararası siyaset sahnesinde, İslami onuru ve iradeyi temsil yeteneğine sahip olamayan tiranlar, 7 Ekim 2023’de Filistin-Gazze ve Hamas’a yönelik olarak başlatılan Haçlı Seferleri sırasında, Haçlılara karşı İslami kimliğin/kişiliğin ve onurun özünü yansıtan bir tavır ortaya koyamadılar, herhangi bir somut tavır ortaya koymak bir yana, Haçlılarla öteden beri sürdürdükleri ilişkileri sürdürmeye devam ettiler, Haçlı katliamlarına maruz kalan aziz Filistin halkını, içi boş duygusallıklarla paylaşmaya çalıştılar. Günümüz dünyasında, pragmatik nedenlerle, her alanda çok büyük, çok hayasız ve utanç verici ikiyüzlülükler sergileyen tiranlar, ikiyüzlülüklerin, ahlaksızlıktan çok daha vahim bir kötülük olduğunun farkında değiller.
İdeolojik dil, ırkçı dil ve kavramlarla, bu dil ve kavramları silah olarak kullanmak suretiyle, İslam toplumlarına yönelik olarak uygulanan otoriter-modern küresel toplum mühendisliği, İslami otorite ve meşruiyeti bireysel alanla sınırlandırarak, toplumsal/siyasal/tarihsel alanda bütünüyle işlevsiz kıldı. İslam’ın/dinin otorite ve meşruiyetini reddederek, otoriter bilim/bilimcilik, İslami meşruiyetin yerine, kendi otorite ve meşruiyetini koydu. Bu süreçlerle birlikte, İslam toplumları romantik-ütopik deneylerin konusu haline getirildi. Teknolojik-bilimsel ilerlemenin bedeli, insanlık durumunun, insani dünyanın/alanın çölleşmesi oldu. Teknolojik-bilimsel ilerleme ideolojisi, ahlaki değer ve yorum kaynaklarını bütünüyle yok saydı. Sömürgeciliğin sınırsız ihtirasları, evrensel varoluşu, insan ve tabiatı, bilimsel tahakküm altına aldı. Bu ihtiraslar, insan ve tabiata karşı sürdürülen ideolojik savaşı, özgürlük olarak tanımladı. Bütün sömürgeciliklerin soykırım yaparak, korkunç insanlık suçları işleyerek gerçekleştirildiğini hatırlamak ve hatırlatmak gerekir. Sömürgeci tarih, bugün, emperyalistler, onların iradesiz işbirlikçileri ile, İslami direniş hareketleri arasında cereyan ediyor.
Günümüz İslam toplumlarında, yerli-milli retorik ve çıkarlar, ortaklaşa paylaşmamız, temsil ve tecrübe etmemiz gereken, temel İslami ilke ve değerlere Müslümanları yabancılaştırıyor. İslami bilinç ve ufuk, yerli-milli çıkarlar adına terörize ediliyor. Bugün, İslami ilke ve değerler, özgün yanlarını/boyutlarını ve içeriğini kaybetmiş bulunuyor. Milliyetçilikler ve mezhepçilikler, ortak evimiz İslam’ı, bir enkaza/harabeye dönüştürüyor. Milliyetçilikler/mezhepçilikler, evrensel İslami bilincin ve dayanışma sorumluluğunun uyanışını imkânsız kılacak şekilde yükseliyor. Bugünün gerçekliği, akla/ahlaka/sağduyuya, fikre/bilgi ve bilgeliğe saygı duymuyor. Bugün bütün toplumlarda kapsamlı bir kültürel çürüme yaşanıyor. Bütün anlam ve bilgelik sistemleri geri çekiliyor. Çok derin bir düşüncesizlik ve kültürsüzlük ikliminde, karizmatik politik ve dini figürler putlaştırma nesneleri haline getiriliyor. Önyargıların barbarlığı, önyargıların saldırganlığı sebebiyle, toplumlarımızda bilgi/bilgelik/anlam/yorum alışverişi yapılamıyor. Her alanda kitlesel hissizlik derinleşiyor. Edilgenliği, tekdüzeliği, iradesizliği içselleştiren İslam toplumları, tarihin yerine, romantizmi ve hamaseti koyuyor. Hamasetle büyülenen İslam toplumları, Müslüman halklar, kendilerini geçmişin/geleneğin/yerelliklerin/kabileciliklerin sınırları içerisine hapsettikleri için, geleceği hiç bir şekilde fethedemeyeceklerini bilmiyor, düşünmüyor. Böyle bir gri iklimde İslam, uzak ve meçhul bir gelecekte gerçekleştirilebilecek bir ütopya gibi görünüyor. Bugün, bütün İslam toplumlarında derin bir bilinç kirlenmesi ve bilinç erozyonu yaşanıyor.
Popülist/otoriter/patolojik milliyetçilikler, yerli-milli retoriğin yoğunluğu, insanları gerçek bir faşiste, kriminal faşistlere dönüştürüyor. Ortaklaşa sahip olduğumuz toplumları/yeryüzünü ve insanlığı ırkçılıklar, ideolojik ve ırkçı siyaset paramparça ediyor. Yerli-milli sınırlara/çıkarlara/ilgi ve sorumluluklara hapsedilen İslam toplumlarında, radikal anlamda dönüştürücü bir misyon ve vizyonu üstlenebilecek eleştirel bir kadro hareketi olmadığı için, bugün, Müslümanlar olarak kültür sonrası toplumlarda yaşıyoruz. Toplumlarımızda popülist-milliyetçi-mezhepçi propoganda aracılığıyla, kitleler aptallaştırılabiliyor. Günümüzde, toplumlarımız, maalesef, entelektüel/ahlaki/kültürel/manevi otoriterlerden yoksun bulunuyor. Kibirli milliyetçilikler, kibirli mezhepçilikler sebebiyle, kuşatıcı-kapsamlı İslami bilgelikler, ölümcül bir tehditle karşı karşıya bulunuyor. Kibirli milliyetçilikler ve kibirli mezhepçiliklerin hâkim olduğu bir dünyada, ümmeti ve ümmet dayanışmasını tahayyül ve tasavvur etmek imkânsız hale geliyor. Yapısal edilgenliğe ve tekdüzeliğe teslim olan toplumlar, farklı bir gelecek bilinci, tasavvuru geliştiremiyor. Günümüzde de, çok acı bir biçimde görüldüğü üzere, bağımsızlıklarını tamamlayamayan, bu nedenle de, bir şekilde emperyalizmlere bağımlı bir zeminde mevcudiyetlerini sürdüren, Arap-Türk ulus-devletlerinin, bağımsız ve ortak bir irade ortaya koyarak, Filistin direniş mücadelesini ve direniş hareketlerini desteklemeleri mümkün olmuyor. Akla ve hayale sığmayan çok ağır şartlar içerisinde, hem fiziki anlamda, hem de manevi anlamda, eşsiz ve benzersiz, paha biçilemez değerde bir direniş mücadelesi sergileyen direniş hareketleri, İslam toplumlarında, İslami onura/kimlik ve kişiliğe yakışır bir biçimde paylaşılmıyor. İslam toplumlarına hâkim olan avutucu-aldatıcı mistik bir melankoli, bağımsızlık ve özgürlük savaşlarının anlamını kavrayamıyor. Mistik melankoli, kaderciliği/iradesizliği, siyasal etkisizliği derinleştirirken, yenilgileri, tarihsel gecikmeleri de meşrulaştırabiliyor. Mistik melankolinin, popülizm ve hamasetin, bugün, ancak, söz-söylem hurdalarıyla, paçavralarıyla sürdürüldüğünü görmek gerekir.
Günümüzde, İslam toplumlarında eleştirel bir entelektüel hareket başlatarak, İslam toplumlarının, Müslüman halkların zihinsel haritasını çıkarmaya cesaret etmek, hayati önemi olan bir konu halini almıştır. Böyle bir harita çıkarılmadığı takdirde, geleceğe yönelik hiç bir İslami proje üzerinde çalışılamaz. Günümüz İslam toplumlarında, evrensel kapsayıcılığa sahip olmadığı için, İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, taşralılığı aşamıyor. Bu taşralılık, kifayetsiz dalkavuklar ve dalkavukluklar üretiyor, hamaset işportacılığı yapıyor, hamaset alıp satıyor. İslami düşünce/kültür/edebiyat ve ilahiyat hayatının gerçek bir zihniyet devrimine ihtiyacı var. Hangi toplumda olursa olsun, düşüncenin, kültürün, edebiyatın kalitesi, ilgili toplumun entelektüel dinamizmine işaret eder. Bu nitelikleri yok sayarak, toplumu politik propoganda kültürüne hapsetmek, ilgili toplumu bütün niteliklerden arındırarak, yankısız bir topluma dönüştürüyor. Birbirinden çok farklı, birbirleriyle kavgalı, birbirlerine saygısı olmayan Müslümanlıklar, kabileciliklerle, taşralılıklarla, kültürsüzlüklerle yakından ilgilidir. Bütünlüklü, kapsayıcı, kuşatıcı, temel/varoluşsal ilkelerde dayanışma halinde olan, tek Müslümanlık, evrensel İslami bilincin konusudur. Evrensel İslami bilince ulaşmak için, yeni bir düşünsel yolculuk, bilinç yolculuğuna çıkmak, bir bilinç savaşı yürütebilecek birikime sahip olmak gerekir. Yerli-milli bir akla kapanarak, İslam’a yabancılaşan bir topluluk, böyle bir savaşı başlatamaz. Bu tür bir yolculuk için, entelektüel anlamda, kurucu yeni bir kuşağın, stratejik bir akıl, stratejik bir ufuk içerisinde yola çıkması gerekir. Günümüzde, Türkiye’de, içerisinde yaşayarak gördüğümüz, tecrübe ettiğimiz üzere, yerli-milli bir toplumsallaşma ve siyasallaşma, İslami ufkun, bütünüyle gözden ve dikkatlerden kaybolmasına neden oluyor. Bugün, İslami ufuk, romantik özlem, romantik umutlar, mistik kehanetlerden ibaret bir çerçeveye hapsedilmiştir. Zulüm, vahşet ve barbarlık zamanlarında, romantik özlemlere, romantik umutlara ve mistik kahinlerin kehanetlerine sığınmak, çok derin bir siyasal hiçlik ve ufuksuzluk içerisinde bulunduğumuzu gösterir. Bugün, evrensel insanlık fikrini imkânsız kılan ırkçı bir barbarlık dünyasında yaşıyoruz. Modern uygarlık barbarlık üretiyor, tarih barbarlık doğrultusunda ilerliyor. Barbarlığa dönüşmüş bir uygarlıktan söz etmek, gerici bir uygarlıktan söz etmek anlamı taşır. Mistik kahinlerin ve mistik kehanetlerin belirleyici olduğu bir toplumda, İslami bir gelecek tasavvurundan, projesinden söz edilemez. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, Filistin-Gazze halkına yönelik olarak gerçekleştirilen Haçlı Seferlerinin, modern-seküler-otoriter uygarlığın bir ürünü olduğunu görmemek, çok büyük bir aptallıktır. Bugünkü Haçlı Seferleri karşısında, hiç bir modern-seküler ilke/değer/kavram, Aydınlanma değerleri, kutsanmış seküler putlar-fetişler, putperestlikler, fetişizmler asla savunulamaz.
İslami bilincin yüzyıllardır ertelenmesinden, bütün gerçek umutların ve çabaların suya düşmesinden mistik kahinler ve mistik kehanetler sorumludur. İslami bilincin yeniden düşünülebilmesi, yeniden inşa edilebilmesi için, mistik kehanetlerin ve mistik kültürün tahakkümünden bağımsızlaşmak gerekir. Toplumlarımızın, mistik-tasavvufi kültür tarafından ele geçirilmesi sebebiyle, unutulma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan direniş mücadelesi; bugün, gerçek bir direniş destanı halinde, büyük bir direniş anıtı halinde, Filistin-Gazze direnişi aracılığıyla, tarihte-dünyada, tarihsel bir özneye dönüşerek, çok ağır, çok anlamlı, çok yüksek, çok acı bedeller ödeyerek dönüyor. Teslimiyetçiliğin, edilgenliğin ve kehanet kültürünün içselleştirilmiş olması nedeniyle, toplumlarımız etkili-dönüştürücü tarihsel-siyasal bir mevcudiyet oluşturamıyor. Ulus-devlet dindarlığı, ulus-devlet müminleri ve müridleri, İslami tasavvur ve tahayyülün bir kez daha ertelenmesine yol açıyor. Romantik yerli-milli klişeler ve retorik, yeni fikir ve proje arayışlarına, İslami bir toplum tasavvuruna geçit vermiyor. Müslümanlar olarak, yerli-milli sınırlar, çıkarlar, beklentiler dünyasına hapsedildiğimiz için, nasıl bir İslam’ı tahayyül edeceğimizi bilmiyoruz. Yeni bir bilinç icat etmemiz gerekiyor. Bugün, İslamcılık yalnızca bir melankoli olarak duygusal alanda yaşıyor, entelektüel alanda değil. İslami alan, soyut değerlerden ve soyut fikirlerden oluşuyor. Devlet İslam’ı, devlet dindarlığı, devlet kültürü, Müslümanları, ortak tarih, medeniyet ve kültür bilincine yabancılaştırarak, ortak tahayyülümüzün tükenişine neden oluyor.
İçerisinde bulunduğumuz olumsuz tarih koşullarında; yüzümüzü, bilincimizi, kalbimizi, çabalarımızı, bugünün, yirmi birinci yüzyılın sorumluluklarına çevirmeli, geçmişte yaptığımız romantik tercihlerimizle ilgili, samimi özeleştiriler yapabilmeliyiz. Yeni sanayi devriminin gündemde olduğu, biyoteknoloji doğrultusunda ürkütücü dönüşümlerin yaşandığı, genç kuşakların Twitter gündemine hapsolduğu, büyük teknoloji şirketlerinin, yapay zekâ hakimiyetini ele geçirebilmek için çok büyük bir rekabet içerisinde oldukları, olağanüstü yabancılaşmaların sıradanlaştığı çok tuhaf zamanlardan geçiyoruz. Bu dönemde, bağımsız entelektüel-eleştirel toplulukların-kadroların, sufi-tasavvufi alana kapanarak, edilgenliğe ve köleliğe teslim olmak yerine, evrensel İslami bilinç temelinde, tarihsel bir yüzleşmeye cesaret etmeleri gerekir. Araçsal ve oportünist aklın, araçsal ve oportünist dindarlığın, araçsal ve oportünist muhafazakâr siyasetin, adaletin; ahlak dışı, insanlık dışı toplumlar oluşturduğunu görerek, bu gerçeklik karşısında, eleştirel-muhalif, kamusal bir duruş inşa etmek, temel şiarımız olmalıdır. Günümüzde, İslami evrensellik bilincinin felce uğratılmış olması nedeniyle, kolektif-ortak İslami umutların yerini, yerli-milli-muhafazakâr umutlar alıyor. Müslüman topluluklar bu çok ağır bilinç felci ile yüzleşmek yerine muhafazakâr/milliyetçi romantizmlere ya da mistik kehanetlere sığınıyor. Bütün muhafazakârlıkların, edilgen tekdüzelikler ürettiğini bilmek-hatırlamak gerekir. Muhafazakârlıklar, İslam’ın kendisiyle değil, İslam’ın tarihsel-yerel-etnik-folklorik-mezhepçi kimi tezahürleriyle bütünleşmek suretiyle mevcudiyetlerini sürdürüyor. Müslüman halklar/toplumlar/ülkeler, bu ülkelerde faaliyet halinde olan düşünce-kültür ve dini hayat, ontolojik ve epistemolojik olarak, tarihten dışlandıkları halde, bu büyük, derin yenilginin farkına varamadıkları için, yenilgileri biriktirmeye devam ediyor. Yerli-milli-romantik eğitim projeleri üreterek, asıl tartışılması gereken, varoluşsal meseleleri örtbas ediyor. Yerli-milli-romantik eğitim projeleri, toplumlarımızın, konformist kültürün zihinsel enkazı altında yaşamaya devam ettiğini görmüyor. Sözünü ettiğimiz bu zihinsel enkazın altından kalkabilmek için, derinlikli, kuşatıcı, çok ufuklu, çok boyutlu, kapsamlı eleştiriler, sorgulamalar ve hesaplaşmalar eşliğinde, yeni başlangıçlar yapabilecek, yeni kadrolar ve yeni bir dil üretmek gerekiyor. Eleştirel bir bilinçle gözden geçirilmeksizin, hiç bir yapısal edilgenlik aşılamaz.
Günümüz İslam toplumlarında, popülist/muhafazakâr otoriter politik iktidarlar, yerli-milli bencillikleri sistematik bir biçimde tebcil ve tahkim ettikleri için, Müslümanlar, İslami birlik ve bütünlüğe, ümmet dayanışmasına saygı ve ilgi duymuyor. Yerli-milli bencillikler, en acil, en hayati ve zorunlu, varoluşsal birlikteliğe ve kolektif bilince karşı, anlamsız bir kayıtsızlık sergiliyor. Müslümanlar kendilerini, artık, ortak bir kader topluluğu olarak görmüyor. Erdemli toplumlarda, irfan kültürünün belirleyici olduğu toplumlarda, önyargı barbarlıkları yaşanmaz, yaşanamaz. Faşizan uygulamaların kaynağında düşüncesizlikler, kültürsüzlükler, bilgelik yoksunluğu, tefekkür yoksunluğu gibi nedenler vardır. Bunun içindir ki, faşizan akımlar, kendilerini düşüncelerle değil, tehdit ve şiddet yoluyla ifade ederler.
İslam imparatorlukları döneminde, İslam toplumları, kültürel kapsayıcılıkla temayüz etmişlerdi. Ulus-devletler döneminde İslam toplumları, kültürel dışlayıcılıkla, toplumlara kültürel homojenliği dayattılar. Dışlayıcılık ve dayatmacılık ilgili toplumları, otoriter/baskıcı toplumlara dönüştürdü. Günümüz İslam toplumları, mistik yanılsamalarla, aldatmacalarla, maskaralıklarla, temel İslami referanslara/ilkelere bütünüyle yabancılaşarak, yerli-milli bir geçmişle, yerli-milli bir hafıza icat etmeye çalışıyor. Çok derin bir ahlaki açmaz ve popülist yalanlarla bütünleşen İslam dünyası ulus-devletleri, günümüzde tarihsel bir teslimiyetçiliği içselleştirmiş bulunuyor. İslam dünyası ulus-devletlerinde zihinsel ve duygusal tablo, itaat ve hamaset sömürüsünün oluşturduğu bir tablodur. Bu devletlerin politik liderleri de, ne yazık ki, folklorik figürlerden ibarettir.
Modern tarihin, faşist ve ırkçı bir tarihten ibaret olduğunu bilmek gerekir. Günümüzde Haçlı emperyalizmi, teknik ve mekanik modernizm, sekülerizm, Aydınlanma değerleri ve araçsal akıl temelinde sürdürülüyor. Modern Haçlı dünyasının, araçsal akıl dışında sahip olduğu bütün değerler, ideolojik/ırkçı propoganda işlevi gören sahte değerlerdir. İslami direniş hareketleri, direniş mücadeleleri, günümüzde, Filistin’de yaşandığı üzere, sözünü ettiğimiz karanlık/faşist ve ırkçı tarihin, ırkçı dünya görüşünün, siyaset tarzının, bir parçası olmayı reddederek, yeni bir tarih, insani ve ahlaki bir tarih başlatırken; direniş mücadelelerine siyasal anlamda katılmayan, katılma iradesine sahip olmayan, statükocu-gelenekçi-görenekçi-muhafazakâr, ulus-devletler, faşist ve ırkçı karanlık tarihin bir parçası olmayı sürdürüyor.
Direniş hareketleri/mücadeleleri, İslam toplumlarının, halen içerisinde bulundukları, içselleştirdikleri, kutsallaştırdıkları, muhafazakârlık adı altında tebcil ettikleri, mistik yanılsamalarla hesaplaşarak, bu yanılsamaları aşarak, İslami umudu ve bilinci evrenselleştirerek yaşatmak üzere, Haçlı emperyalizmine karşı tarihsel anlamı/içeriği/onuru olan bir mücadele yürütüyor. Kolektif adanmışlığın tarihsel ifadesi olan direniş hareketlerinin, tarihsel bir özne’ye dönüştüğü bir dönemde, statükoların kurbanı olan, yerli-milli devletler, siyasal tarihin nesneleri olarak mevcudiyetlerini sürdürüyor. Bu ülkelerde, ilkesizlik ve çıkarcılık temelinde, ahlaki bir uçurum içerisinde, konformist bir geçmişi yaşatmaya çalışarak, romantik umutlar üreterek, entelektüel yıkım pahasına popülist politikalar üretiliyor. Toplumlarımızda, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, entelektüel yıkımın varoluşsal boyutlarını görmüyor, kültürsüz bir halkı, kültürsüz bir toplumu, ölçüsüz ve temelsiz bir biçimde idealize etmeye devam ediyor. Bu toplumlarda, iktidarlar, dini söylemi istismar ederek, yoksulluğu da idealize edebiliyor.
7 Ekim 2023 de, Filistin’e yönelik olarak başlatılan Haçlı emperyalizmi ve küresel diktatörlük karşısında, hiç bir alanda ve hiç bir şekilde direnme yeteneğine/iradesine sahip olmayan İslami mevcudiyetin, somut anlamda/siyasal anlamda namevcut duygusal bir mevcudiyet olduğunu görmek; her şeyden önce, bu soyut mevcudiyetin anlamı/işlevi/mahiyeti doğrultusunda varoluşsal sorgulamalar yapmak gerekir. 7 Ekim 2023, bir yanda, insanlık durumunun en müstesna, en mümtaz ve en haysiyetli dönemi olan direniş mücadelesi dönemini bir kez daha tarihe geçirirken; bir diğer yanda da “demokrasi”, “insan hakları” gibi küresel masallarla insanların zihin ve ruh dünyalarını kirleten/zehirleyen modern dünyanın, masum bir halkın tümüyle imha’sına yönelik Siyonist soykırım karşısındaki derin ve hayasız sessizliği modern dünyanın, modern insanlığın çok kapsamlı bir yozlaşma ve ihanet içerisinde bulunduğunu gösterir.
İslami direniş hareketleri, İslami anlamda özgürleşmek için, çok ağır, çok pahalı ve emsalsiz riskler alır, emsalsiz bedeller öderken; ulus-devletler Haçlı emperyalizmiyle uzlaşı imkânları aramaya devam ediyor. Risk almak, hiç bir konuda, hiç bir şeyin bir garantisi olmadığını bilerek yola koyulmak anlamı taşır. İslam dünyası toplumlarında, mistik-sufi kültür ve konformist din algısı, İslami bilinci ve bütün bilinçli tercihleri ve direniş kültürünü yüzlerce yıldır engelliyor, geciktiriyor. İslami bilinç alanında var olabilmek için, etnik-mezhepçi-kabileci-hizipçi, sağcı-solcu bütün sınırları, çıkarcılığın bütün sınırlarını aşmak, çıkar beklentileri içerisinde olmamak gerekir. İslami bilinç alanının somut bir gerçekliğe dönüşmesi, entelektüel-aktivist-adanmış yeni bir bilinç kuşağının, ortak ilkesel değerler ve umutlar temelinde yirmibirinci yüzyılın sömürgeci dinamiklerini teşhis ederek, eleştirel bir direniş iklimi oluşturması gerekir. İslam toplumlarında mistik-sufi kültür bilinçli eleştirel özne’ye kesinlikle hayat hakkı tanımıyor, bu kültür, sessiz-itaatkâr nesneler üretiyor. Mistik-sufi kültür, Müslüman bireyi kendi yeteneklerine-potansiyeline yabancılaştırıyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *