Kanaralaşmak

Kanaralaşmak

Evet milletin gözünün içine baka baka yaptıklarını anlatanlar kanaralaşmış değil de kim kanaralaşmış söyler misiniz? Kanaralaşmamaya bakınız ve kanaralaşanların arasına katılmayınız, zira sizleri de kanaralaştırırlar…

Ercümend Özkan

Kanaralaşmak, bildiğim kadarı ile bir Orta Anadolu halk deyimidir. Anlamı ise kısaca, işlevinin tersini görmek, görevinin tam tersine hareket etmek anlamlarına gelmektedir. Bu deyim özellikle çift-çubuk sahibi kimseler arasında daha yaygındır. Zira köpekler için kullanılmaya başlanmış, daha sonraları insanlar için de kullanılmıştır. Nice deyim gibi halk, içinde yaşadığı hayatın kendisine öğrettiklerinden dersler çıkarmış, bunu da özümlemiş ve hayatına geçirmiştir. Tecrübenin insana, akledene kazandırdığı nice süzülmüş deyim ve tabir bulunmaktadır ki “kanaralaşmak” da onlardan biridir.

Kısaca köpekler için söylemeye çalışırsak köpeğin görevi sürüyü kurda, çakala karşı korumak iken, köpekte bir tabiat bozulması olur ve giderek koruması gereken koyunları kendisi yemeğe başlar. Bunun anlaşılması da uzun sürer. Zira köpeğin görevi normal olarak sürüyü kurtlardan, çakallardan korumak olduğu ve genel olarak da bu görevi yapageldiği için sürüde eksilen koyunların köpeğin işi olduğu zor ve geç anlaşılır. Anlaşıldığında ise birçok koyun kaybedilmiş olur.

İnsanlar için de kanara tabiri kullanılır. Anlam itibariyle aynı bakış açısından hareketle çalışıp, kazanmak ve kazandırmak durumunda olan bir insanın, hazırı yemesi, mevcut mala zarar vermesi ve yalnız tüketici olması karşısında bu deyim kullanılır ve “Kanara sen de..” diye hitap edilir bu durumdaki kimseye..

Vaktiyle, 1959’larda Türk Ocağı Genel Merkezi’nde, Gençlik kollarında iken, gelip gidenin çok olduğu, nice devlet büyüğünün uğradığı, daha ziyade Cumhuriyet ilkelerinin halka yayılması ve yerleştirilmesinde görev üstlenmiş bir kurum olması bakımından eski yeni devlet adamlarının da uğradığı bu mekânda nice insanı yakından tanıdım. Bunlardan bazıları Hamdullah Suphi Tanrıöver, Şevket Râşit Hatiboğlu, Nihal Atsız, Nejdet Sancar, Mehmet Sofuoğlu, Prof. Osman Turan ve nicelerini… Bunlara ilaveten henüz emsalimiz sayılacak yaşta kimisi birkaç yaş büyüğümüz, kimisi emsalimiz, kimisi de bizden biraz daha küçük yaşta birçok insan tanıdım. Bunların kimisi daha sonra Bakan filan oldular. Kimisi Türkiye’de rejimle müslüman halkı barıştırmayı amaç edindiler ve bu işlevlerini hâlâ görüyorlar. Bunlar bir yana şimdi sizlere konumuzla ilgili bir hikâyeyi bizzat kendi ağzından dinlediğim Şevket Râşit Hatiboğlu’ndan nakletmek ve konumuza boyut kazandırması bakımından da dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Şevket Bey, 1950 öncesi İnönü’nün millî şef olduğu dönemlerin Tarım Bakanlığını, Ziraat Vekaletini de yapmış biri idi. Bize anlattığına göre memlekete, millete faydalı olmak için ziraat tahsili yaptığı Almanya’dan dönünce, yakınlarının da tavsiyesi ile CHP’ye kaydolmuş ve en yakın seçimde bir ilimizden aday olarak milletvekili seçilmiş. Fakat seçilmeden önce bütün harareti ile seçim bölgesinde halka karşı konuşmalar yapıyor ve ülkeyi nasıl kurtaracaklarına, nasıl hizmet edeceklerine dair nutuklar çekiyormuş. Henüz genç ve enerjik Hatiboğlu’na yine bu konuşmalarını yaptığı köylerden birinde bir ihtiyar: “Evlâdım, biz seni dinledik, sen de bizi biraz olsun dinler misin?” demiş ve bu genç, idealist adam “Aman ne demek babacığım, buyur seni dinliyorum. Nasıl dinlemem ki Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin değil mi, siz de millet değil misiniz, buyur anlat, kulaklarımı dört açıp seni dinliyorum!” demiş.

İhtiyar başlamış anlatmaya.. “Şu karşıdaki dağı görüyor musun evladım” demiş. O dağın arkasında bir köy var. O köyde Hasan Ağa derler bir ağa varmış. Artık yaşlanmış ve istemiş ki, oğulları kendisi hayatta iken işlerini çekip çevirmeyi öğrensinler. Çağırmış üç oğlunu ve demiş ki, ‘Evlatlarım! Bakın artık sizlerin işlerimizi elinize almanızın zamanı geldi. Henüz ben hayatta iken tarlamızı takkemizi, davarlarımızı yönetmeyi öğrenin. Herhangi bir güçlükle karşılaştığınızda da kendiniz çözmeye çalışın. Lâkin herhangi bir çare bulamamanız halinde bana gelin ve müşkilinizi anlatın, size yardımcı olayım.’ demiş. Başlamışlar çocuklar işle, güçle uğraşmaya.. Derken günün birinde sürüden koyunların eksildiğini görmüşler. Şuraya bakmışlar yok, buraya bakmışlar yok, kurt izi yok, çakal izi yok. Şu mağarada yok, bu yarda yok.. Derken çözemedikleri bu durumu babalarına anlatmaya ve çözüm istemeye karar vererek babalarına gelmişler ve durumu anlatmışlar. Babaları da çocukların bahsetmediği filan mağaradan, falan yardan da sormuş lâkin çocuklar, oraya da şuraya da baktık fakat hiçbir emare yok babacığım demişler.

Babaları düşünmüş, taşınmış ve demiş ki bu halde bir tek ihtimal kalıyor. O da köpeklerin, -sürüyü korumakla görevli köpeklerin- ‘kanaralaşmış’ olmasıdır. Şimdi gidin ve sürüye sahip olmakla görevli ne kadar köpek var ise, hepsini bilâ istisna öldürün ve başka bir köyden küçük enikler (köpek yavruları) alın ve ileride işimizi görsünler demiş. Çocuklar babalarının dediklerini yapmışlar. Derken aradan geçen zaman içinde başka köyden alınan enikler de büyümüş ve kocaman kocaman koyun köpeği -şimdilerde kangal diyorlar- olmuşlar. Fakat yıllar önce karşılaştıkları cinsten bir olayla yeniden karşılaşmışlar. Yine sürüden koyun eksilmeye başlamış. Ara, tara bir türlü bir ize rastlayamamışlar ve son çare olarak dönüp babalarına gelerek durumu anlatmışlar. Babaları yine şu ihtimal, bu ihtimali de hatırlatarak sormuş fakat aldığı cevap ‘yok’ olmuş. Bu defa adam oğullarına demiş ki ‘Bakın oğullarım!.. Birkaç yıl önce yine böyle bir olay olmuş ve bana gelmiştiniz. Ben de size köpeklerin kanaralaşması ihtimaline karşı bunların hepsini öldürün ve yeni enikler alın, büyütün demiştim. O zaman dediğimi yapmış mıydınız?’ Ortanca ve büyük oğlu ‘evet’ derken, küçük oğul başını önüne eğerek ‘Babacığım bir küçük enikleri gözüme baktı ve gelip ayaklarımı yaladı, kuyruğunu salladı ve ben de bu küçük enikten ne olacak dedim ve bir bu eniği öldürmedim’ demiş. Babaları bunun üzerine ‘Bakın oğullarım, bu kanaralaşan köpeklerden, ana-babalarından kanaralaşmayı az da olsa öğrenmiş ve yeni getirdiğiniz eniklere de öğretmiş ve onları da kanaralaştırmış. Şimdi gidin ve istisnasız bütün köpekleri öldürün ki böylesi bir olayla bir daha karşılaşmayasınız’ demiş.” Ve hikâyeyi bitirmiş.

Şevket Râşit Bey bu hikayeyi bütün kalbi ile dinlemiş ama kendi ifadesi ile, o zamanlar anlamamış bilge köylünün ne demek istediğini.. Aradan yıllar geçmiş ve görmüş ki bütün iyi niyetleri, bütün içtenliğine rağmen CHP’den Tarım Bakanı da olmasına rağmen millete, memlekete yararlı olamamış. Ve görmüş ki öylesi bir kadronun içinde hizmet de mümkün değilmiş. Bakanlığı ile, bize bu hikâyeyi anlattığı yıllar arasında 12-13 yıl geçmişti. Bunca zaman sonra köylünün ne demek istediğini anladığını, fakat işin işten geçtiğini anlatarak “Köylü bana o zaman demiş ki” diyordu Hatiboğlu.. “Oğlum sen bu sürüye alınan bir yeni taze eniksin, bu CHP’lilerin hepsi kanaralaşmış durumda. Yıllardır milleti, memleketi yiyip bitirdiler, seni de kanaralaştırırlar ve bütün bu iyi niyetlerin kursağında kalır.” Şevket Bey köylünün bu mesajını nice yıllar sonra anlayabilmiş, öyle anlatıyordu.

Bizim de niyetimiz bu konuya ışık tutucu nitelikte gördüğümüz bu hikâyenin içeriğinin insanımıza dikkatlerini çekmek ve düşünülmesini sağlamaktır, hikâye anlatmak değil, elbette..

Şimdi bakınız Türkiye’de olup bitenlere ve hikâyemizin mesajını düşününüz. Bir yanda kanaralaşmışlar, bir yanda bunların arasına nice heveslerle katılan yeni …ler.. Her geçen gün bu sürüye katılan yeni …klerin de kanaralaştığını görmüyor musunuz?

Devlet bir yandan ekonomiyi kurtaracağım diye zaten ezip durduğu halkına vergi üstüne vergi, zam üstüne zam yaparken diğer yandan nereden gerekti ise 150 bin polisin elbiselerine 420 milyar lira harcayabiliyor. Bir yandan ek vergiler ve fedakârlıklar beklerken, diğer yandan zaten kendisi de bir banka olan Kalkınma Bankası elindeki millete ait 21 trilyon lirayı ne idüğü belirsiz TYT Bank’a yatırıyor ve bu para herkesin gözünün içine baka baka devletin, milletin elinden çıkıp gidiyor. Marmara Bank’ın durumu ile ilgili bilgiler de aynı istikamette. Bir yanda oldum olası devlet memuru olan bir İSKİ genel müdürü başka geliri bulunmadığı halde boşandığı eşine 8 milyar lira boşanma drahoması ödeyebiliyor, diğer yanda İstanbul’un su sorunu çözülmek için kıyameti bekliyor. Bir yanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu partinin bakiyesi SHP, genel merkezinin yapılması ve seçimlerde harcayabilmek için Nureddin Sözen’in mahkemede ifade ettiğine göre İstanbul Belediyesi’nden, müteahhitlerden rüşvet alınmasına, bunun birazını kendilerine alıkoymalarına, gerisini genel merkeze göndermelerine dair istek istikametinde hareket ettiğini milletin gözünün içine baka baka, ben rüşvet almadım, olsa olsa benimkine “rüşvete azmettirmek” denir diyebiliyor. Kanunlarda genel hükümler çerçevesinde bir hüküm vardır. Der ki: “Hakim, baktığı davada herhangi bir kanun boşluğuna rastlarsa, kendisini bir kanun koyucu yerine koyarak, genel hükümler ve hukukun ana ilkeleri doğrultusunda hüküm ihdas eder ve karar verir.” Bu mealde bir rivayetin de “Yemen Valisi tayin edilen kişiye Rasulullah’ın, ‘Kur’an’da, Sünnet’te bulamadığın olay karşısında na yaparsın?’ dediğini, Onun da ‘Kuran ve sizin uygulamalarınız ışığında kendi ictihadımla karar verir ve sorunu çözerim.’” dediğini biliyoruz.

Evet milletin gözünün içine baka baka yaptıklarını anlatanlar kanaralaşmış değil de kim kanaralaşmış söyler misiniz? İSKİ’si, ASKİ’si, İLKSAN’ı ve Sultanhamamlı işportacının fabrikalarına dokutturulan polis elbiselerinin kumaşlarına giden paralar.. Hele de “Bilmem neyini eden Kadı, şikayetin kime” deyimini haklı çıkaran Adalet Bakanının İSKİ suistimali sanıklarının arka arkaya tahliyesine karar verilmesine yönelik tutumu.. Başlarına iş açacağı kanısı ile birkaç tahliyeden sonra anlaşılan kimileri akıl vermiş olmalı ki tahliye sürmedi ve Ergun Göknel içeride kaldı. Yüzlerinin kızardığı yok ki.

Evet, hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da tabiat bozulması oluyor görüyorsunuz. Devlet görevlilerinin halleri gözlerinizin önündedir. Kimisi verdiği sözün faturasını ödememek için canını Çankaya’ya zar-zor atıyor kurtuluyor, kimisi yüzü kızarmadan yeniden başarılı belediye başkanı olarak (!) yeniden adaylığını koyabiliyor. Utanma da kalmayınca, zaten laikliğin alıp götürdüğü Allah Korkusu, Hesaba Çekilme endişesi yok edildiğinden kurtarabilirsen kurtar kendini bunların elinden.. Sonunda en iyisi bile kanaralaşıyor ve koruması gereken sürünün koyunlarını bunlar yiyor. Bu da yetmiyormuş gibi aralarına alınan yenileri de kanaralaştırıyorlar ki yağma devam etsin.

Evet, kanaralaşmamaya bakınız ve kanaralaşanların arasına katılmayınız, zira sizleri de kanaralaştırırlar.

İktibas Dergisi, sayı 185

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *