NATO’NUN TÜRKİYE’Sİ, TÜRKİYE’NİN NATO’SU

NATO’NUN TÜRKİYE’Sİ, TÜRKİYE’NİN NATO’SU

Türkiye, Soğuk Savaş döneminde batının, komünizme karşı güney sınırındaki kilit ülkesiydi. Bu gerçek Türkiye’de başkanlar/başbakanlar tarafından ustalıkla dikkatlerden hep uzak tutulmuştur. Türkiye’de ne hikmetse sağcı-muhafazakâr-mütedeyyin (Nurcu-Fethullahçı ve diğer) kesimler onulmaz bir Amerika sevdasına müptela olmuşlardır.

Darbelerin, savaşların, kalkışmaların, entrikanın, faili meçhul cinayetlerin, gladyonun, kontrgerillanın adresi NATO, kuruluşunun 75. yıldönümü anısına düzenlediği devlet ve hükümet başkanları toplantısını ABD’nin başkenti Washington’da 9-11 Temmuz tarihlerinde gerçekleştirdi. Toplantı sonunda 38 maddelik bir sonuç bildirgesi yayınlandı. Sonuç bildirgesinin bir de altı maddelik Ukrayna eki vardı.

NATO, on iki ülke tarafından 4 Nisan 1949 tarihinde ‘Kuzey Atlantik Savunma Anlaşması’ (North Atlantic Treaty Organization; İngilizce NATO, Fransızca OTAN) olarak doğmuş, amacı da ‘savunma’ olarak beyan edilmiştir. Böylece örgüt, her türlü gayri meşru işlere olan ilgisini bidayetten gizlemiştir. NATO’nun şimdilerde 32 müttefiki bulunmaktadır ve Türkiye de bu 32 müttefikten biridir. NATO’nun iki kutuplu soğuk savaş döneminin ürünü olduğunu ileri sürenler varsa da hem NATO, Sovyet kutbunu temsil eden Varşova Paktı’ndan sonra kurulmuş, hem de Varşova Paktı çoktan dağıldığı halde NATO varlığını -siyasi yayılmacılığını artırarak- sürdürmektedir. Bir ‘savunma’ örgütü olan NATO bir taraftan Çin’i düşmanlaştırarak kuşatma, Rusya’yı kontrol altına almak, diğer taraftan da Pasifik bölgesinden üye devşirme, coğrafî olarak Çin’in ve Rusya’nın nüfuz alanındaki ülkeleri ayartma çabasındadır. Bu cümleden olarak 2022 yılındaki Madrid zirvesinde Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Güney Kore NATO’nun ortakları olarak toplantıya dahil edilmişlerdir. Çin ve Kuzey Kore tarafından korkutulan Japonya da, NATO’nun kanlı kanatlarını en güvenilir liman olarak algılama eğilimindedir.

Kısacası NATO artık bir ‘savunma’ örgütü değil, dünyanın gidişatından tek sorumlu, yerkürenin jandarması olmak istemektedir. Gerçekte ise bir terör örgütüdür. Terörün tanımı yıldırma (tedhiş) ise, bu tanıma en uygun örgüt NATO’dur. NATO terör örgütleri üreten bir örgüttür. Dünyanın iki kutuplu olma potansiyeli varsa da şu anda tek kutupludur.

NATO Zirvesinde Alınan Kararlar

NATO’nun 75. yıl zirvesinde alınan kararları sonuç bildirgesinden takip edebilmekteyiz. Zirvede devlet ve hükümet başkanları, Rusya’nın en önemli tehdit, Çin’in ise Rusya’nın Ukrayna savaşını sürdürmesinde yardımcısı olduğuna karar vermişler, Kuzey Kore ile İran’ı da suçlular listesine iliştirmişlerdir. Ukrayna örneğinde NATO’nun bütün şirretliğini görmek mümkündür. Zirvede Ukrayna ile dayanışma konusu müstakil bir oturumda ele alınmıştır. Gazzeli bebeklere bir yudum suyu vermeyen NATO, sıra Ukrayna’ya gelince adeta bir hayırsever kurumuna dönüşmekte, önümüzdeki yıl 40 milyar dolar tutarında yardım sağlanması kararını almış bulunmaktadır. Ukrayna halkı ise muhtemelen NATO’nun kendilerini niye öptüğünü sorgulama zahmetine girişmeyecektir. Müttefiklerin kesesinden ağalık yapan NATO’nun lokomotifi ABD bu kararıyla Türkiye’nin de boynuna bir milyar dolar tutarında bir ‘ödeme emri’ geçirmiş bulunmaktadır. NATO’nun şeytani hedeflerinden biri savaş makinesini olabildiğince harlandırarak Rusya’nın gücünü kırmaksa, diğeri de Amerikalı ve Avrupalı silah fabrikalarını siparişlere yetişemeyecek derecede çalıştırmaktır. Kimi yorumcular Washington zirvesinde alınan Ukrayna kararını, fiili olarak zaten Ukrayna’da olan NATO’nun ‘resmen’ devreye sokulması olarak görmektedirler. Çünkü müttefik ülkeler tarafından Ukrayna’ya yapılacak silah yardımı ve askeri eğitim sorumluluğu NATO’ya devredilmiştir. Sözün özü NATO, Rusya-Ukrayna savaşına aktif olarak katılmış bulunmaktadır. Türkiye de Ukrayna’ya para desteği yanında uzun dönemli askeri-güvenlik eğitim programına katılması gibi ödevlerle yükümlü hale getirilmiştir.

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nün, Ukrayna’nın NATO üyeliğine ve giderek Avrupa-Atlantik entegrasyonuna giden geri dönüşsüz yolda tam destek verdiği anlaşılmaktadır. NATO bu desteği, Ukrayna’nın kendi güvenlik düzenlemelerini ve kendi geleceğine karar verme hakkını tam olarak tanıma adı altında vermektedir. “Ukrayna’nın geleceği NATO’dadır” cümlesi NATO ahtapotunun kollarını Ukrayna’nın boynuna doladığını anlatmaya yetmektedir. Sonuç bildirgesinde, “uluslararası hukukun bariz bir ihlali” olarak yürütülen Ukrayna savaşının tek sorumlusunun Rusya olduğu, insan hakları ihlalleri, savaş suçları ve diğer uluslararası hukuk ihlallerinin cezasız kalmayacağı gibi tehditler havada uçuşmaktadır. Rusya’ya Ukrayna’da hiçbir şekilde yardım etmeme çağrısı yapılan bildirgede Belarus, Kuzey Kore, İran ve Çin’in isimleri zikredilerek, Rusya’nın Ukrayna’daki savaşını kolaylaştıran ve uzatan ülkeler olarak kınanmaktadırlar.

Ukrayna, İsrail ve Gazze Örneğinde NATO’nun Terör Tanımı

NATO zirvesi sonuç bildirgesinde ifade edildiğine göre, ‘terörle mücadele’ NATO’nun kolektif savunması açısından vazgeçilmez olmaya devam etmekteymiş. Bu sebeple teröristler ve terör örgütleri tarafından ortaya konan tehdit ve zorluklara kararlılıkla karşı koymaya devam edeceklermiş. NATO’nun ‘terör örgütleri’ ve ‘teröristler’ üzerinde kısaca durmak gerekir. ‘Teröristler’in Müslümanlar, ‘terör örgütleri’nin de İran, Yemen, Hizbullah ve Hamas gibi devlet ve İslamî mücadele grupları olduğunda kuşku yoktur. Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütlerinin (NATO’nun 5. maddesi gereği) tüm NATO bünyesinde terör örgütü muamelesi görmesi gerekirken, hiçbir gizleme, örtme çabası bile gösterilmeden, NATO üyesi sanki Türkiye değil de söz konusu terör örgütleriymiş gibi muamele yapılmaktadır. NATO’nun nazarında İsrail bir NATO üyesinden daha fazla NATO üyesidir. Başta Gazze’de ölüm-kalım mücadelesi veren Hamas mücahidleri olmak üzere, her gün kurşuna dizdikleri bebekler, çocuklar, savunmasız anneler-babalar ve yaşlılar NATO indinde teröristtir. Katil İsrail namlusunu kime doğrultursa, o terörü temsil etmektedir. 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana NATO’nun bir numarası ABD ve iki numarası Avrupa ülkelerinin, Gazze’nin adım adım ölmesine alkış tutmaları, İsrail’i her türlü yardım ve teşvikle desteklemeleri bundan başka bir anlama gelmemektedir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın NATO Zirvesindeki temaslarında ve yaptığı sunumda Gazze olayını gündeme getirmesi (getiriyormuş gibi yapması), Batılı ülkelerin, Gazze’de İsrail’in Filistinlileri katletmesini durdurmaya yönelik bir adım atmadıklarını söylemesi, NATO üyesi dostlarının alışverişte görmelerini sağlamaya yönelik bir küçük sitemden öte hiçbir anlam ifade etmemektedir. Erdoğan’ın bu sitemleri Gazze cihadına da bir katkı yapmamakta, bilakis zarar vermektedir. Çünkü Erdoğan’ın bu mırıldanmalarına rağmen, NATO’nun, görev süresi bitmek üzere olan Sekreteri, Erdoğan’ın da dostu Jens Stoltenberg’in “İsrail yalnız değildir” demesine mâni olmamakta, bilakis o ve diğerleri Erdoğan’ın tutumundan cesaret almaktadırlar. Çünkü Erdoğan’ın sitem içerikli mırıldanmaları -şimdilik- NATO’da gayrı-resmî üye muamelesi gören İsrail’e alan açmaktadır. Keza Filistin ve Gazze konusunda tamamen kör, sağır ve dilsiz kesilen NATO’nun, Ürdün ve Kuveyt söz konusu olunca gözlerinin, kulaklarının ve dilinin bağı çözülmekte, Ürdün ve Kuveyt’le ilişkilerin geliştirilmesi kararını almış bulunmaktadır. NATO, Ürdün’de İsrail’in güvenliğine hizmet edecek, İran’a karşı ileri karakol vazifesi görecek bir ofis açmaya karar vermiştir. Türkiye’ye düşen ise NATO’ya, Ortadoğu’ya hoş geldin demekten ibarettir.

NATO’nun Belkemiği Türkiye

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi’ne katılmak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne hareketinden önce Ankara Esenboğa Havaalanında yaptığı basın açıklamasında Türkiye-NATO ilişkilerini böyle tanımlıyordu: “Türkiye NATO’nun bel kemiğidir.” Gerçekten de NATO’ya bel kemiği sağlam, iyi yük taşıyacak, işine sadık hamal müttefikler gerekmektedir. Türkiye NATO’ya halayıklık yapmaktadır. Erdoğan, söz konusu basın açıklamasında NATO hakkındaki en mahrem duygularını paylaşmıştır. O gün Erdoğan’ın sanki Ayasofya’yı ibadete açmaya gider gibi olumlu hislerle dolu olduğu hissediliyordu. Erdoğan, “Türkiye, NATO’nun misyonlarına ve harekâtlarına en fazla katkı sağlayan ilk beş müttefikten biridir. Külfet paylaşımı noktasında üzerimize düşeni fazlasıyla yapıyoruz” diyordu. Ayrıca zirvede, NATO’nun caydırıcılık ve savunma yapılanmasını tahkim etmek, müttefiklerin imkân ve kabiliyetlerini güçlendirmek amacıyla istişarelerde bulunacaklarını belirtmiş ve şunları da söylemişti: “NATO’nun kuruluşunun 75’inci yıldönümüne tekabül etmesi hasebiyle zirvemiz ayrı bir anlam taşıyor. Geçen sene [Litvanya’nın başkenti] Vilnius’da aldığımız kararların takibini yapacağız. Bu vesileyle bir oturumda Avrupa Birliği temsilcilerinin de katılımıyla Asya-Pasifik bölgesindeki NATO ortakları olan Avustralya, Güney Kore, Japonya ve Yeni Zelanda ile liderler düzeyinde bir araya geleceğiz.”

Erdoğan, bir gazetecinin sorduğu soruya binaen NATO’yla ilgili kanaatlerini açıklamayı şu şekilde sürdürmüştü: “NATO’nun ilk beş ülkesinden bir tanesiyiz. Bunu mali destek noktasında ve ayrıca NATO’ya güç katma noktasında söylüyorum. Türkiye’nin buradaki durumu bu. İlk beş ülke derken, bunu laf olsun diye söylemiyoruz. Bu artık NATO üyesi ülkelerin hepsinin bir yaklaşımıdır. Türkiye’ye bakışı da hepsinin böyledir. Bundan sonra da NATO’daki bu konumumuzu aynen güçlendirerek devam ettiriyoruz, ettireceğiz. Buradan beklentimiz nedir? Vilnius’da neler görüştüysek, neler konuştuysak tabii ki bundan sonraki süreçte de aynı durumları, gerek Dışişleri Bakanım, gerek Millî Savunma Bakanım yaptıkları görüşmelerle de teyit ediyorlar.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan zirveden, müttefiklerin millî güvenlik hassasiyetlerini gözeten, ittifak dayanışmasını ve birlik ruhunu güçlendiren neticelerin elde edilmesini beklemekteymiş. Terörle mücadele ve müttefikler arasında savunma sanayi ticareti önündeki engellerin kaldırılması konusunda Vilnius’da aldıkları kararların uygulanması bu bakımdan mühimmiş. Yapacağı görüşmelerde başta yakın çevreleri olmak üzere dünyada artan terör tehdidine dikkati çekecekmiş. Terör örgütleriyle kararlı ve bütüncül bir mücadele yürütülmesi noktasında NATO’nun gayretlerinin artırılması gerektiğinin de altını çizecekmiş.

Hem NATO Sevdalısı, Hem de Filistin Hamisi olunamaz

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tehditlerin çeşitlenerek arttığı bu dönemde ittifaka verdiğimiz önem açıktır.”, “Ortak değerlerimizin samimiyet testinden geçmekte olduğu Gazze’de Filistin halkına yönelik süregiden katliamları gündeme taşıyacağız” derken, “çeşitlenerek artan tehditlerden” NATO’ya sığındığını ifade etmektedir. Yani Cumhurbaşkanı, Gazze’de İsrail adındaki kuduza katliamı yaptıran, Gazze’deki Müslüman kıyımının bir numaralı faillerini Washington zirvesinde yine kendilerine şikâyet emiştir. “Bu vahim tablo karşısında uluslararası camianın İsrail’i durdurmakta yetersiz kaldığını” söylerken de topu taca atmaktadır. Çünkü İsrail’i durdurmada yetersiz kalan “uluslararası camia” değil, bizzat NATO’dur. Daha doğrusu NATO, İsrail’i durdurmak şöyle dursun, Gazze’de onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağıdır. İsrail demek NATO, NATO demek de İsrail’dir. Filistin halkı Filistin’de “adil ve kalıcı barış” değil, gasp edilen topraklarını ve İsrail adındaki terör örgütünün Filistin topraklarından defolmasını istemektedir. İsrail ve NATO’dan “adil barış” istemek, ırz düşmanından namusa saygılı olmasını beklemek gibidir. Filistin’de, ne idüğü belirsiz bir “küresel vicdanın” değil, Filistin’in bebek, çocuk, kadın ve yaşlılarının ve tüm dünya Müslümanlarının “rahat bir nefes alması” önemlidir. İsrail-Gazze’ye dair sorunun adı bile doğru söylenmemektedir: NATO Gazze’de “İsrail’e destek vermekte” değildir, Gazze’de taş üstünde taş bırakmayan bizzat NATO’dur. Oluk oluk Müslüman kanını bizzat NATO akıtmaktadır. İsrail’i en büyük şer olarak Filistin’in ve İslam ümmetinin başına bela eden NATO’nun kurucularıdır. Türkiye’yi İslam’dan uzak tutan şeytani politikaların birinci öznesi yine aynı örgüttür. Bu ülkede işlenmiş ve on yıllardır faili meçhul(!) kalmış cinayetlerin altından NATO çıktığı için kimse üstüne gidememektedir.

Öyle anlaşılıyor ki NATO’nun kimliği, kimi dost, kimi düşman bildiği, dünyada çevirdiği entrikalar hususunda Gazze, Cumhurbaşkanının gözünü açmamış, ibret vesikası olmamıştır. İşte onun Gazze zımnında kurduğu hiçbir cümlenin bir etki doğurmamasının izahı burada yatmaktadır.

Cumhurbaşkanı, küresel Siyonist-Haçlı ittifakının toplantısını “zirvemiz” diye nitelendirmekte, “aldığımız kararlar”, “tarihî bir zirveyi daha başarıyla neticelendirdik”, “ziyaretimiz hayırlara vesile olur inşaallah”, “Washington zirvemizin hayırlara vesile olmasını diliyorum” gibi ifadeler kullanmakta, yaşayan en yetkili siyonist olan Başkan Biden ve onun şahsında Amerikan makamlarına misafirperverlikleri için teşekkür etmeyi de ihmal etmemektedir. Cumhurbaşkanı’nın NATO zirvesinde bir aşr-ı şerîf okuyarak dua etmediği kalmıştır. Herhalde NATO’ya Erdoğan’ın atfettiği değeri atfeden -ABD’den sonra- ikinci bir ülke bulmak mümkün değildir. Fransa Cumhurbaşkanı’nın, beyin ölümüne hükmettiği NATO’ya Erdoğan yeniden ruh üflemektedir. Erdoğan’ın NATO’ya yüklediği anlam tam bir velayet ilişkisidir. Din dilinde bunun adı kelimenin tam anlamıyla velayettir.

NATO’nun asıl patronu ABD’nin Türkiye’ye olan düşmanca tutumu belliyken, Türkiye’nin sınırlarının hemen dibinde PKK adındaki tehdidi besleyip azdırmasından kendisi de şikayetçi iken izahı mümkün olmayan bu NATO sevdası iflah olmaz bir çelişkiler yumağıdır. Erdoğan NATO’dan daha fazla NATOcu kesilerek, “Sadece kendi sınırlarımızı değil, NATO’nun da sınırlarını koruyoruz” demektedir. ABD ve NATO her fırsatta Türkiye’nin altını oymaya çalışırken Türkiye NATO’nun hangi sınırlarını, neden korumaktadır?

NATOculuk Bir Mankurtlaşmadır

Türkiye 1952 yılında (Yunanistan’la aynı gün) NATO’ya tâbi kılınmıştır. Türkiye’nin Kuzey Atlantik İttifakı’nın en büyük ikinci kara ordusuna sahip olduğunu söyleyenler Türkiye’nin sırtını sıvazlamaktadırlar. Türkiye’nin ABD’den sonra NATO’nun en önemli ülkesi olduğu söylemi dikkat çekmektedir. Fakat NATO’nun, kendisine verilen emri ikiletmeyen, hizmette kusur etmeyen bu ‘yağız Anadolulu’ ortağı(!) bu Haçlı-Siyonist ittifakın hiçbir hayrını görmemekte, bilakis her daim şerrine maruz kalmaktadır. Türkiye NATO’nun Ömer Halisdemir’i gibi hareket etmektedir. NATO’nun kurucu babaları ise Türkiye’ye, CHP’nin Ankara valisi/Belediye başkanı Nevzat Tandoğan’ın Osman Yüksel Serdengeçti’ye hitap ettiği dille seslenmekte, Türkiye’ye, görevinin sadece NATO’ya vergi vermek ve komünizmi(!) durdurmak ve Rus yayılmacılığına geçit vermemek olduğunu her fırsatta hatırlatmaktadırlar. Komünizm tamamen hikayedir; NATO’nun varlık sebebi İslam’dır, İslam’ı durdurmak için kurulmuştur. 24 Temmuz günü B. Netanyahu adındaki katilin ABD Kongresinde yaptığı ve tamamı baştan sona kadar Kongre üyeleri tarafından ayakta alkışlanan konuşması NATO’nun tek düşmanının İslam olduğunu bütün dünyaya göstermiştir. NATO üyesi Türkiye ise bu küfür konuşması karşısında -bir iki cılız tepki dışında- sükût etmiş, sükutu ikrardan gelmiştir.

Türkiye’nin başkan ve başbakanlarının, batılı liderlerce sırtları sıvazlandıkça sadakatleri artmaktadır. James Carafano adında ABD’li dış politika ve terörizm uzmanı bir Profesör, “Türkiye NATO’nun hayati önem taşıyan bir parçası. Avrupa’nın büyük bir kısmı ve dünyanın diğer bölgeleriyle bağlantısı olan Türkiye’den daha önemli bir rol oynayan yok” demekle ve Türkiye’nin ‘değerine’ yeterince odaklanmadığı gerekçesiyle ABD ve NATO’yu eleştirmekle tam da meramımıza tercüman olmaktadır.(TRT) Carafano, babam Kore gazisiydi ve Türkleri övmekle bitiremezdi demektedir. Carafano’u asıl korkutan, ABD ve NATO’nun kadir-kıymet bilmez politikalarıyla Türkiye’nin ayıkmasına sebep olup, küstürme endişesidir. Adı geçen uzman, Türkiye’nin İran’a karşı oynadığı kritik ‘rol’ü de yad etmeden geçememektedir. ABD’li Profesörle, şu anda Türkiye’de yönetimin tepe noktasında oturan zatların ortak vasıfları, her iki kesimin de babalarının Kore gazisi olmalarıdır. Türkiye 1950’de, Tayyip Erdoğan’ın da referanslarından olan Demokrat Parti iktidarı marifetiyle Kore’ye asker göndermiş, ödülünü de NATO üyeliği olarak almıştır! Dönemin Diyanet reisi Ahmet Hamdi Akseki, Büyük Şeytanın kendilerine yüklediği ‘komünizmle mücadele’ misyonundan bîhaber bir vaziyette, komünizmle mücadeleyi F. Gülen’den on sene daha önce başlatarak, Kore savaşına katılmanın cihad olduğunu, orada ölenlerin şehit sayılacaklarını açıklamış, 1950 yılı aralık ayında Süleymaniye Camiinde ‘Kore şehitlerinin’ ruhuna mevlit okutulmuş ve Reis Akseki, Kore savaşını “imanlı ile imansızın, kitablı ile kitabsızın, hayırla şerrin çarpıştığı” bir savaş olarak nitelendirmiştir. Hızını alamayan Akseki, Kore savaşını Muhammed (a.s.)’ın Mekke ve Medîne’deki tevhid mücadelesine benzetmiştir. Tayyip Erdoğan Türkiye’sinin NATO aşkı Ahmet Hamdi Akseki’nin ‘Kore cihadı’na doğru evrilmektedir. Türkiye, Soğuk Savaş döneminde batının, komünizme karşı güney sınırındaki kilit ülkesiydi. Bu gerçek Türkiye’de başkanlar/başbakanlar tarafından ustalıkla dikkatlerden hep uzak tutulmuştur. Türkiye’de ne hikmetse sağcı-muhafazakâr-mütedeyyin (Nurcu-Fethullahçı ve diğer) kesimler onulmaz bir Amerika sevdasına müptela olmuşlardır. Türkiye rejimi 9-11 Temmuz tarihlerinde ABD başkentinde NATO zirvesinde NATO’ya hem yatak hem yorgan hem yastık olmakta, örgütün en kaşarlı başkanlarıyla aynı yatağa girmekte, sonra da Kore savaşından dönen gazi edasıyla gelip Ankara’da 15 Temmuz gününde, NATO adına komünizmle birlikte mücadele ettikleri, siyasal İslam’ı/Kur’an İslam’ını şeytanlaştırmış ve en nihayetinde NATO’nun Gladyosu olarak darbe teşebbüsünde bulunmuş ‘Fetö’ hainlerine lanetler okumaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, hayırlara vesile olacağına şehadet ettiği NATO zirvesinden de eli boş dönmemiş; 2026 yılındaki NATO zirvesinin Türkiye’de yapılması gibi bir bagajla dönmüştür. Anlaşılan o ki 2026’da içinde Türkiye’nin de olacağı daha ileri bir aşama öngörülmektedir. Öte yandan Erdoğan yönetimi de, NATO’ya bağlılıkta kendinden önceki sağcı partilerin tutumunu kat kat ileri götürmüş durumdadır.

Mevla görelim neyler. Neylerse güzel eyler.

ALLAH’A AİTİZ VE YİNE O’NA DÖNECEĞİZ

Müminler, kendilerine bir musibet isabet edince “inna lillahi ve inna ileyhi raciûn” diyerek teslimiyetlerini gösterirler. Allah’a ait olduğumuza ve O’na varıp döneceğimize olan teslimiyetimiz mutlaktır. Bize her gün musibetler isabet ediyor. Bugün de musibetimiz bir koca adamın, dağ gibi yürekli bir mücahid kardeşimiz İsmail Heniyye’nin düşman tarafından şehid edilmesi oldu.

Sû uyusa bile düşman uyumazmış. Düşman yaptı yapacağını. HAMAS ve Gazze’nin şerefli insanları için şehadet günlük hayatın bir parçası. Bir liderlerini kaybettiler ama onların lidersizlik gibi bir sorunları bulunmamaktadır.

Allah üzerlerine ve üzerimize sabır yağdırsın. Dayanma güçlerini artırsın. Düşmanın kahrolması için beddualar arzdan arşa sonsuzca yükselecek, biliyoruz. Ama bilelim ki düşman sırf beddualarla kahrolmayacaktır. İslam ve Allah düşmanlarını kahredecek olan Müslümanın imanı ve cihadıdır.

Müslüman hayata dönmediği, kayıp farzı ihya etmediği sürece yüreklerimiz daha çok yanacaktır.

İktibas Dergisi, Ağustos sayısı (548) yorumu

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *