Hizbullah dünyaya şu mesajı veriyor; Lübnan topraklarında büyük ölçekli bir savaş istemiyoruz, ama direniş ekseninin geleceğini de feda edecek değiliz, son tercih de olsa gerekmesi halinde İsrail’le tam kapasiteli bir savaştan kaçınmayız.
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olan Dr. Talha İsmail Duman, siyonist rejim ile Lübnan sınır hattında Gazze saldırısı ile birlikte tırmanan gerilimi çok boyutlu olarak şöyle değerlendiriyor:
***
Lübnan-İsrail sınırında son dönemde yükselen tansiyon, geniş çaplı bir savaşı tetikleme potansiyeli sebebiyle bu bölgeye yönelik ilginin artmasına neden oldu. Esasında, Hizbullah’ın İsrail’i hedef alan saldırıları, Aksa Tufanı Operasyonu’nun hemen ertesi günü başladı ve geçtiğimiz 8 ay boyunca yaklaşık 400 Hizbullah askeri hayatını kaybetti. Düşük dozlu başlayıp zamanla ivme kazanan bu savaşta Hizbullah’ın ana stratejisi, İsrail’i kuzey cephesinde oyalayarak işgal güçlerinin odağını bölmek üzerine kurulu oldu. Bu sayede Hizbullah hem İsrail’in Gazze’ye tüm gücüyle saldırmasını engellemeyi hem de Filistinli direniş gruplarının üzerindeki baskıyı hafifletmeyi amaçlıyor. Sınırda son 2 aydır yoğunlaşan çatışmalar ve Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından Talib Sami Abdullah’ın İsrail suikastına uğramasıyla daha görünür hale gelen askeri hareketlilik ise söz konusu stratejinin bir parçasıdır.
Direniş ekseni ittifakı
7 Ekim’den bu yana tam kapasiteli bir savaşa girmeye taraf olmadığını açıklayan Hizbullah, bir yandan Lübnan’ın yerel şartlarından kaynaklı olarak temkinli davranırken diğer yandan Gazze sahasındaki gelişmelere göre angajman kapasitesini artıran bir yol haritası takip ediyor. Hizbullah’ın Lübnan’da aynı zamanda siyasi bir parti olduğu hesaba katıldığında bu temkinli tutumunun anlaşılır bir tarafı olduğunu söyleyebiliriz.
Lübnan’ın ağır ekonomik ve siyasi krizler yaşadığı bir dönemde, yerel aktörlerin herhangi birinin “maceraya atılması” durumunda, ülkedeki sorunların tüm maliyetinin bu aktöre fatura edilmesi kaçınılmaz görünüyor. Bunu göz önünde bulunduran Hizbullah’ın “ülke içi meşruiyeti” inşa etmeden ve müttefiklerinin mutlak onayını almadan İsrail’e topyekun bir savaş başlatması neredeyse imkansız. Ancak “direniş ekseni” bileşenleri olarak uzun yıllardır yatırım yapılan Hamas ve İslami Cihad’ın zayıflamasına göz yumulmayacağı da aşikar. Son dönemde Hizbullah’ın saldırılarının dozunu artırması, temkin-aksiyon dengesinde takip ettiği stratejinin bir sonucu olarak okunabilir. Bu sayede hareket, 2 ihtimal üzerine planlama yapıyor. Bunlardan birincisi İsrail’in geri adım atarak savaşı sonlandırmasıyken ikincisi ise Gazze cephesini kapatarak Lübnan’a geniş kapsamlı bir savaş başlatması.
Hizbullah’ın bu stratejisinin bir benzerini 2006’daki Temmuz Savaşı’nda gördük. İsrail’in, seçimleri kazanarak yeni iktidar olan Hamas’a darbe vurmak amacıyla Gazze’ye başlattığı saldırıları bertaraf etmek için sürece dahil olan Hizbullah, savaşı Lübnan sahasına çekerek Hamas’ın elini rahatlattı. Bugün aynı ihtimalin gündeme gelmesi halinde, kendisinin başlattığı değil de işgalcinin saldırısına karşılık verdiği bir savaşa dahil olmak Hizbullah’ın ülke içi meşruiyetini de zedelemeyecektir. Bu süreçte yerel aktörlerin bir kısmı Hizbullah’a destek vermese de işgalcinin varlığı sebebiyle tamamen karşısında da yer almayacaktır. Ancak her şeye rağmen böyle bir savaş, yerel ve bölgesel konjonktür sebebiyle Hizbullah’ın talep ettiği bir seçenek değil. Bu nedenle 2006 Temmuz Savaşı’nın aksine, İsrail’i Lübnan topraklarına çekecek derecede yüksek yoğunluklu saldırılar aylar sonra geldi. Kısacası Hizbullah dünyaya şu mesajı veriyor; Lübnan topraklarında büyük ölçekli bir savaş istemiyoruz, ama direniş ekseninin geleceğini de feda edecek değiliz, son tercih de olsa gerekmesi halinde İsrail’le tam kapasiteli bir savaştan kaçınmayız.
İsrail için Hizbullah tehdidi ne anlama geliyor?
Diğer yandan, İsrail açısından da Hizbullah’ın durdurulması önemli bir güvenlik sorununa dönüşmüş durumda. Güney Lübnan’dan yapılan saldırılar sebebiyle İsrail’in kuzeyinde hayat neredeyse tamamen durmuş halde. Pek çok yerleşimcinin bu bölgeleri terk etmek zorunda kalması, füzeler, ağır silahlar ve insansız hava araçlarıyla İsrail birliklerine zaiyatlar verilmesi Hizbullah’ın caydırıcılık gücünün İsrail kamuoyunda tartışılmasına neden oldu. Lübnan’a ilişkin operasyon ihtimalinin son günlerde sıklıkla dile getirilmesinde bu arka planın kayda değer bir etkisi var.
Lübnan’a yönelik savaş senaryosunda denklemin sadece savaşan taraflardan ibaret olmadığını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in “Dünya ikinci bir Filistin’i kaldıramaz” ifadesinde de karşılık bulduğu üzere, bu savaşın hem bölgesel bir boyut kazanma riski hem de büyük çaplı yıkımlara neden olma ihtimali herkes tarafından görülüyor. Bu nedenle, İran ve Amerika Birleşik Devletleri de (ABD) dahil olmak üzere bölgesel ve küresel aktörler tansiyonu yükseltmekten kaçınıyor. Nitekim İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile görüşmesi sırasında “Hizbullah ile diplomasiyi tercih edeceklerini” açıklamak zorunda kalması bu konudaki ABD telkinini de gösteriyor. Benzer bir ABD müdahalesi, İsrail’in İran’ın füzelerle yaptığı misilleme saldırısına cevap verememesinde de etkili oldu. Her şeye rağmen, Gazze Savaşı sırasında görüldüğü üzere, İsrail’in irrasyonel politikalar takip etmesinin sıradan bir hal aldığını da not etmeliyiz.
İsrail’in Lübnan’a savaş açması durumunda 2 senaryo öne çıkıyor. İlkinde İsrail, kamuoyunu yatıştırmak ve kuzey kesimindeki çaresizliğinin üstünü örtmek için Lübnan’a dar kapsamlı bir operasyon yapabilir. Bu durumda, kendisini askeri kapasite bakımından oldukça geliştirmiş bir Hizbullah ile kara savaşı yürütmenin maliyeti yüksek olacaktır. İkinci senaryoda ise, Lübnan’a ABD ve Körfez ülkeleri desteğiyle geniş kapsamlı bir savaş başlatılabilir. Düşük bir ihtimal olsa da bu senaryonun cari olması halinde, İran ve bölgedeki diğer devlet dışı aktörlerin de sürece dahliyle savaşın bölge çapında genişlemesi işten bile olmayacaktır.
Sonuç olarak, Gazze Savaşı sürdüğü müddetçe Hizbullah’ın saldırılarının dozunu tedricen artıracağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu caydırıcılığın İsrail tarafındaki karşılığı ise denklemdeki değişkenlere dönük yapılan hesaplamalarla ilişkili olacaktır. Tüm ihtimallerin masada olduğu bu denklemin yeni bir Temmuz Savaşı ihdas etmesi, Gazze cephesinin genel olarak kapanmasını sağlamakla birlikte, Orta Doğu’ya çok daha büyük bir ateşin sıçramasına neden olabilir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *