Avrupa’da aşırı sağın yükselişi üzerine bir yorum

Avrupa’da aşırı sağın yükselişi üzerine bir yorum

Aşırı sağın artan cazibesi, liberal demokrasi ve AB için büyük bir zorluk teşkil ediyor. AB’nin ortaya çıkıp geliştiği ‘istikrar’ dönemi artık sona erdi. Aşırı sağın yükselişi, büyük toplumsal yapısal değişim ve küresel siyaset bağlamında da değerlendirilmelidir.

Sussex Üniversitesinde Sosyoloji Profesörü olan Gerard Delanty, Avrupa’da aşırı sağın kendini yenileme ve güçlü tutma potansiyelini, dünyadaki değişime etkilerini ve sağın gelişiminin Avrupa’daki muhtemel sonuçlarını kaleme aldı:

***

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin sonucunu anlamak için seçimi ulusal siyaset, küresel siyaset ve toplumsal dönüşüm bağlamında okumak gerekir. Aşırı sağ Avrupa’da konsolidasyon aşamasında olabilir ama aynı zamanda ulaşabilecekleri en yüksek noktada oldukları da öne sürülebilir. Bununla birlikte aşırı sağ gruplar ve partiler, sınırlı yönetim kapasitesine sahip, çeşitli ve değişken hareket gruplarıdır.

Avrupa’nın savaş sonrası tarihinde önemli bir an

AP için yapılan son seçimler, Avrupa’nın savaş sonrası tarihinde önemli bir anı temsil ediyor. Aşırı sağın artan cazibesi, liberal demokrasi ve Avrupa Birliği (AB) için büyük bir zorluk teşkil ediyor. AB’nin ortaya çıkıp geliştiği istikrar dönemi artık sona erdi. Ancak asıl soru, aşırı sağın ne kadar önemli olduğu ve daha büyük bir istikrarsızlık bağlamında Avrupa’da otoriterliğe doğru tehlikeli bir kayışa tanık olma konusunda endişelenmemiz gerekip gerekmediğidir.

Burada konuyu bir bağlama oturtmak önemlidir. Büyük ölçüde beklentilere göre şekillenen AP seçim sonuçları farklı şekillerde okunabilir. Her geçen gün daha fazla seçmen ve bu örnekte özellikle Almanya’da şaşırtıcı sayıda genç seçmen aşırı sağcı partileri desteklerken, Avrupalıların çoğunluğu bu partileri desteklemedi. Bilindiği üzere, AP seçimleri ulusal seçimlerle aynı etkiye sahip değildir. Bununla birlikte, önemli bir meydan okumayla radikal sağa kayışa rağmen merkez zemin, seçimlerde galip gelmiş gibi görünüyor. Ancak bu, rehavete kapılabileceğimiz ve hiçbir şeyin değişmediğini düşünebileceğimiz anlamına gelmiyor. Aşırı sağ bu seçimlerde önemli kazanımlar elde etti. Almanya için Alternatif (AfD), merkez sağ muhalefetin ardından Almanya’da en çok oy alan ikinci parti oldu. Ancak aşırı sağ partiler, AP’de özellikle tek sesle konuşamadığı ve birlikte hareket edemediğinden temsiliyet açısından birbirlerine bağlı bir blok değiller.

Radikal sağ partilerin yükselişte olduğu İskandinav ülkelerinde oylar ağırlıklı olarak sol-yeşil partilere gitti. Avrupa genelinde sağ popülist partilerden daha radikal sağ partilere ve daha sert neofaşist aşırı sağa kadar otoriterliği savunan çok çeşitli partiler bulunuyor. Bu, sol ve sağın yerleşik partilerinden büyük ölçüde zemin kapan değişken bir güçler yelpazesidir. Ancak bu partilerin hepsi neofaşist değildir.

Avrupa ülkelerindeki aşırı sağın görünümü ne?

Benim mevcut durumdan anladığım, muhtemelen Avrupa’da aşırı sağın zirve noktasına tanıklık ettiğimizdir. Aşırı sağın konsolidasyon noktasına ulaşması da söz konusu olabilir ancak partilerin oynaklığı ve seçmen desteği göz önüne alındığında, bu hiçbir şekilde açık değildir. Belki de daha belirgin olan bu partilerin göç karşıtı, yeşil karşıtı ve AB karşıtı siyasi kaygılarının normalleşmesidir. Bu normalleşmenin, politikalarını aşırı sağa uyarlayan sağ ve soldan büyük partiler için ulusal düzeyde gerçekleşmesi muhtemeldir. Bu aşırı sağın etkisinin nihai kanıtı olabilir ve sağ ideolojiye doğru daha genel bir kaymaya yol açabilir ancak aşırı sağın yönetimi ele geçirmesine yol açmayabilir. Buradaki istisna Macaristan’dır ancak Fidesz de aşırı sağdan ziyade sağ popülizmin bir örneğidir.

AB ve Birleşik Krallık da dahil olmak üzere daha geniş Avrupa bölgesine baktığımızda, Avrupa’nın bir bütün olarak bölünmekten ziyade birleştiğini ve gerçek bölünmelerin ulusların içerisinde olduğu söylenebilir. Yine de pek çok ülke aşırı sağın eşiğinden geri adım attı. Örneğin, Polonya ve İspanya son ulusal seçimlerde aşırı sağı açıkça reddetti. Birleşik Krallık’ta gelecek ay yapılacak genel seçimlerin İşçi Partisinin ezici bir üstünlükle iktidara gelmesiyle sonuçlanacağı kesin.

İrlanda’da da kayda değer bir aşırı sağcı parti bulunmuyor. Bunun yerine sol eğilimli popülist bir parti olan Sinn Fein, potansiyel radikal sağ seçmenler için de bir alternatif niteliğinde. Hollanda’da aşırı sağdan ziyade sağ popülist bir parti olan Geert Wilders’in Özgürlük Partisi (PVV) seçimlerde başarılı olmasına rağmen hükümete giremedi.

Fransa burada belki de en sorunlu ülke. Pek çok hoşnutsuzluğun kaynağı olan büyük tarım sektörü tehdit altında ve muhtemelen mevcut yapısıyla sürdürülemez durumda. Genel tabloya bakacak olursak aşırı sağın hükümeti elde etme kapasitesi sınırlı ancak bu aşırı sağ parti Fransa’da gündemlerinin giderek normalleşmesi nedeniyle önemli bir ideolojik etkiye sahip.

Brexit’in muazzam başarısızlığının verdiği ders de çok açık bir şekilde görülüyor. Radikal sağ siyasetin bir ürünü olan Brexit, kanıtlanabilir bir başarısızlıktır ve diğer AB ülkelerine bu örneği takip etmemeleri için bir uyarı olmuştur.

Aşırı sağ neden yükselişte?

Burada ilave edilmesi gereken iki husus daha mevcuttur. Aşırı sağın yükselişi, büyük toplumsal yapısal değişim ve küresel siyaset bağlamında da değerlendirilmelidir. Avrupa, dünyanın geri kalanı gibi dijital ekonomiye ve yeşil ekonomiye çifte geçişin bir sonucu olarak büyük bir toplumsal çalkantı geçiriyor. Bu geçiş, iklim değişikliği ve şimdi de Rusya’ya karşı savunma için artan askeri harcama ihtiyacı nedeniyle güvensizlik bağlamında gerçekleşiyor. Tüm bunlar, büyük demografik değişimler ve kapsayıcı bir toplum olasılığının çöküşü bağlamında gerçekleşiyor. Bu anlamda uluslar Avrupa’da bir mücadele ve bölünme alanı haline geldi.

Diğer yandan dünya, en azından kuzey yarım kürenin, Rusya ve Çin’in merkezinde yer aldığı Batılı liberal demokrasiler ve Asya’daki otoriter devletler olmak üzere iki blok halinde yeniden hizalanıyor. Dünya güç dengesindeki bu değişim, istikrarsızlık ve belirsizliği de beraberinde getiriyor. Ukrayna’daki savaş ve Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Donald Trump, küresel dalgalanmanın ve aşırı sağ için referans noktalarının bu tür örneklerindendir. Ancak bu meselelerin nasıl sonuçlanacağı belirsizdir. Trump bu yıl içinde yeniden seçilirse, başka yerlerde olduğu gibi Avrupa’da da aşırı sağ yeni bir meşruiyet kaynağı bulacaktır. Yine Rusya’nın Ukrayna karşısında galip gelmesi durumunda da büyük ölçüde Rusya yanlısı aşırı partiler ek bir destek daha kazanacaktır.

Aşırı sağcıların yükselişi başarılı olursa ne olur?

Aşırı sağın başarısı bu partilerin çözüm önermeksizin her türlü toplumsal şikayeti dile getirme becerileriyle açıklanabilir. Aşırı sağ partiler otoriter eğilimli seçmenler için cazip olan hoşnutsuzluk gruplarıdır. Bu partiler hem özellikle düşen yaşam standartları, artan hayat pahalılığı, konut krizi, durgun ücretler, sosyal statü kaybı gibi koşullar nedeniyle her durumu olumsuz olarak görme eğiliminde olan seçmenlere hem de içinde bulundukları durum ne olursa olsun hınç duymaya eğilimli olan seçmenlere hitap ediyor.

Aşırı sağcılar, ilerlemeyi temsil eden her şeye karşı kültürel bir tepkiyle kolayca birleşen belirsiz bir öfkenin ürünüdür. Kızgınlık siyasetinin bir özelliği de bu partilerin sabit olmayıp değişken ve öngörülemez olmasıdır. Göçmen figürüne odaklanan bu partiler, dayanışma sorunu ve yeşil dönüşümün zorluklarıyla boğuşmak zorunda olmadıkları için hoşnutsuzluğu harekete geçirme konusunda sol partilerden ya da merkez partilerden daha beceriklidirler. Ancak Avrupa toplumlarının göçmen işçilere ihtiyacı olduğu gibi basit bir gerçek de önümüzde duruyor.

Genel olarak vardığım sonuç, AP seçimlerinin sonuçlarının aşırı sağın genel yükselişine işaret ettiği ancak bunun Avrupa için dehşet verici bir gelişme olmadığı yönündedir. Ayrıca, merkez partiler gelecekte aşırı sağın politikalarına uyum sağladıkça popülist siyaset normalleşecek ve aşırı sağın etkisi devam edecektir. Avrupa siyasetinde endişelenmemiz gereken bir durum varsa, o da aşırı sağın iktidarı ele geçirmesinden ziyade, giderek bir yönetilebilirlik krizine dönüşen merkezi yönetimlerin başarısızlığıdır.

[Gerard Delanty, Sussex Üniversitesinde Sosyoloji Profesörüdür. En son kitabı: “Geleceğin Duyguları: Bugünün dünyasında geleceğe dair çelişkili fikirler” (Senses of Future: Conflicting ideas of the future in the world today) (De Gruyter 2024)]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *