Halen ABD’de George Washington Üniversitesinde çalışmalarına devam eden Prof. Seyyid Hüseyin Nasr, “İslam dünyasının büyük bir meydan okumayla karşı karşıya olduğunu anlaması çok önemli” dedi. Geleneksel ekolün temsilcisi 91 yaşındaki Nasr, Batı’nın felsefi olarak sona erdiğini vurgularken, Müslümanların bir miraçtan sonra daha fazla düşünmediklerini, parmaklarını bile oynatmadıkları düşüncesinin tamamen saçma olduğunu belirtti.
İstanbul’da Haziran ayı içinde katılacağı iki konferans için Türkiye’ye gelen Prof. Seyyid Hüseyin Nasr, İslam coğrafyasının içinde bulunduğu durumu, metafizik bilginin kaybıyla oluşan sıkıntıları, Gazze’de yaşanan insani drama karşı Batı’nın aldığı tavrı ve teknolojik ilerlemenin ortaya çıkardığı sorunlara dair görüşlerini AA muhabirine anlattı.
‘Batı ile medeniyet arasında kurulan bağ sona erdi’
Batı ile medeniyet arasında kurulan bağın artık sona erdiğini vurgulayan Nasr, Batı’nın ürettiği medeniyet söylemine artık Batılıların da inanmadığını aktardı.
İslam coğrafyasına yapılan ilk büyük müdahalenin Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle gerçekleştiğini belirten Nasr, Batı’nın, Hint Okyanusu ve Akdeniz üzerinde güç kazanmaya başlamasına rağmen, İslam dünyasının kara gücü açısından merkezi bir komumda olduğunu ve herhangi bir tehdit algısına sahip olmadığını dile getirdi.
Nasr, bir İslam ülkesi olan Mısır’ın ele geçirilmesiyle, İslam coğrafyasının Batı’nın eriştiği gücün ve bu durumun ortaya çıkardığı zorlukların farkına vardığını kaydederek, “Söz konusu zorluklara karşı İslam dünyası tarafından çeşitli tepkiler verildi. Batı’yı basitçe takip etmek isteyenler oldu. 19. yüzyıldaki modernist pozisyon, ki hala varlığını sürdürüyor, kuvvetli bir güce sahipti ve Peygamber’in mesajlarını takip etmek istiyorlardı. Köktenci Selefilik ise İslam’ın başlangıcına dönmek anlamına gelen bir tepki geliştirdi. Yine, Peygamber’in dile getirdiği gibi, İslam’ın bir gün tutulacağını, adaletsizliğin adaleti ele geçireceğini ve zulmün egemen olacağını söyleyenler vardı.” ifadelerini kullandı.
‘İslam dünyasının bağımsızlaşması, nominaldi’
Bu süreçte, doğrudan sömürgeleştirilen Pakistan, Nijerya ya da dolaylı olarak etkilenen Afganistan ile İran, Yemen ve Suudi Arabistan gibi İslam ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmaya çalıştığını dile getiren Nasr, şu bilgileri verdi:
“Bağımsızlık, sufi tarikatlarından değil ulemadan gelen bir talepti ve bir şekilde İslam, Kafkasya ve Asya’da unutuldu. Öte yandan Kuzeybatı Hindistan, yani bugünkü Pakistan ve Kuzey Afrika’da ise İslam yeniden canlandı. Sufi tarikatlarının üyeleri, orduların önünde sömürgecilik karşısında savaşmaya çalıştı. Sonunda, İkinci Dünya Savaşı ile tüm İslam ülkeleri, Sovyetler Birliği’nde olanlar hariç, bağımsız hale geldi. Fransız kolonisi olan Cezayir, 1964’te bağımsız oldu. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Özbekistan ve Tacikistan gibi ülkeler de bağımsızlığını kazandı. Ancak bu yalnızca nominal bir bağımsızlıktı. İslam dünyasının karşılaştığı daha büyük sorun, siyasi bağımsızlık sağlanırken kültürel bağımlılığın artmasıydı. Türk, Faslı, İranlı veya diğerleri, Batı’nın dayatmasıyla daha fazla modernleşti. 1950’lerde Fas’ı ziyaret ettiğimde, Fas bir Fransız kolonisi idi.”
‘İslam dünyasının büyük bir meydan okumayla karşı karşıya olduğunu anlaması çok önemli’
Prof. Nasr, Batı’nın temelde sekülerizm ve hümanizme dayandığına işaret ederek, İslam dünyasının içinde bulunulan zaman diliminde kültürel ve entelektüel olarak yeniden sömürgeleştirildiğini söyledi.
Materyalist bilimin tanrı gibi sunulduğunu savunan Nasr, “İnsanlar bilimsel olmak uğruna, gerçekten bilimin ne söylediğini anlamadan ona boyun eğiyor. Bunun sonucunda, bugün İslam dünyası Batı’yı Batı’dan daha fazla taklit ediyor. Oysa modern Batı medeniyetinin en büyük eleştirmenleri New York ve Londra’da bulunuyor. Bağımsızlık sadece bir bayrağı kaldırmak ve selamlamak değil, aynı zamanda entelektüel ve ruhsal olarak bağımsız olmaktır.” dedi.
Nasr, üniversitelerin de Batı’yı taklit ettiğini ifade ederek, şunları kaydetti:
“Öğrettiğim her şey, Batı’nın beşeri bilimleri ve felsefesi üzerine. Kendi ülkemizde bile Batı felsefesini öğretiyoruz. İslam dünyasında birçok büyük filozof vardı. Yeni neslin, İslam dünyasının büyük bir meydan okumayla karşı karşıya olduğunu anlaması çok önemli. Geleceğimizi, kendi geleneklerimize, dinimize ve medeniyetimize dayandırarak düşünmek zorundayız. Bir yandan Fransız, bir yandan Alman, bir yandan Amerikalı gibi davranmayı bırakıp, köklerimize dayanan ve kim olduğumuz konusunda sağlam bir yol izlemeliyiz.”
‘Müslümanların düşünmediği iddiası tamamen saçmadır’
Kant sonrası Avrupa felsefesinin, birkaç Alman filozof dışında, büyük oranda metafiziği göz ardı ettiğini sözlerine ekleyen Nasr, ana akım felsefi geleneğin metafizik kayba dikkat etmediğini ve öncelikle yaşanan kaybın fark edilmesi gerektiğinin altını çizerek, “İslam’ın temeli metafiziktir, ilahi ilkenin birliği üzerine kuruludur. Her şey ‘Lailaheillallah’a dayanır ve bu, gerçekliğin doğası hakkında bir gözlemdir. Sadece Tanrı bir değildir. Tanrı’nın anlamı nedir? O, varlığın, gücün, erdemin, güzelliğin, anlamın kaynağıdır. Tüm bunlar Allah’tır. Bu, metafizik bir temeldir. İslam, Hristiyanlık gibi İsa sevgisine dayalı değildir. Tanrı’nın bilgisine dayanır ve bu bilgi esasen metafiziktir. İslam, hayatta kalacağı her yerde metafizik düşünceyi teşvik etmiştir. Batılılar, Müslümanların bir miraçtan sonra daha fazla düşünmediklerini, parmaklarını bile oynatmadıklarını düşünseler de bu tamamen saçmadır. Kesinlikle, 7. yüzyılın başlangıcındaki altın döneme ait Arap geleneğinin mirasçıları olan Türkiye’deki insanlar da bunun farkında olmalıdır.”
‘Şu anda olanlar, Arap dünyası için çok yıkıcı’
İranlı düşünür, Gazze’de yaşanan saldırılarla ilgili üzgün olduğunun altını çizerek, ABD Başkanı’ndan, futbol oynayan Arap ülkelerine kadar dünyanın büyük bir ikiyüzlülük içinde olduğunu söyledi.
Çoğu kadın ve çocuk olmak üzere Gazze’de 40 binin üzerinde insanın öldürüldüğünü ve bunun bir felaket olduğunu dile getiren Nasr, şunları söyledi:
“Türkiye Cumhurbaşkanı, Hamas’ın söylediklerine dikkat ediyor, İran ise her şekilde yardım ediyor. Ama diğer Arap ülkeleri nerede? Bu durumun dünyanın geleceği üzerinde çok önemli sonuçları olacak, göreceksiniz. Şu anda olanlar, Arap dünyası için çok yıkıcı. Ne kadar silah getirirlerse getirsinler, CIA’nın yardımıyla devrimi önlemeye çalışsalar da bu böyle devam edemez. 2 milyonluk bir nüfusun 40 bini öldü. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana böyle bir katliam olmadı. Biz ise kahvemizi içip, akşam yemeğinde kebap yiyip, sinemaya gidiyoruz. Bu bir felaket, felaket.”
Seyyid Hüseyin Nasr, ABD’de profesörlerin yüzde 90’ının Filistinlilerin yanında olduğuna vurgu yaparak, “Tüm üniversite yönetimleri ise pro-siyonist. Harvard Üniversitesinin başkanı siyahi bir kadın. ABD’de siyah bir kadına karşı kazanmak çok zordur çünkü bu politik olarak doğru bulunmaz. Ama o görevden alındı ve bunun sebebi de onun anti-semitik olmamasıydı. Böylece, Orta Doğu’da başlayan kriz Amerika’ya kadar yayılmış durumda ve bundan sonrasında artık hiçbir şeyin aynı olmayacağını düşünüyorum.” açıklamasında bulundu.
‘Medeniyetin bu hastalıklı hali artık sona erdi’
Sömürge dönemiyle uzunca bir süredir, medeniyet kavramından, Batı tipi bir medeniyetin anlaşıldığının altını çizen Nasr, Batı tarzı bir medeni oluşumun, diğer medeniyetlerin sonu anlamına geldiğine vurgu yaptı.
Batı’yla medeniyet fikrini özdeşleştiren ilişkinin sona erdiğini ve dünya üzerinde aklı başında birçok insanın artık tek bir medeniyete saygı göstermek zorunda olmadığının farkına vardığını aktaran Nasr, şöyle devam etti:
“Batı medeniyeti, son medeniyet olarak kabul ediliyordu. Medeniyetin bu hastalıklı hali artık sona erdi. Farklı toplumlar, kültürel farklılıklar ve medeniyetler var ve değerlerinizi diğer medeniyetleri değerlendirmek için dayatamazsınız. Bu fikir, 19. yüzyıldan daha güçlü bir hale geldi. Şimdi ise dünyada küreselleşmeye karşı bir hareket var. Küreselleşme yayıldıkça Mekke’de hamburger yemeye başlıyorsunuz. Ancak yine de Batı’yı çok fazla kopyalayan Japonya’dan başlayarak, Malezya’dan Fas’a, Pasifik’ten Atlantik’e, Afrikalı ve Müslüman ülkelerden ve Müslüman olmayan Doğu devletlerine kadar, bölgesel kültürlerin öneminin giderek daha fazla vurgulanması da söz konusu. Artık daha büyük bir hareket var, tek bir medeniyetin olmadığını anlamak için.”
‘Batı’nın felsefi olarak sona erdiğini söylüyorum’
Prof. Nasr, yaşanan çevrenin tahribatına işaret ederek, “Batı dünyayı kontrol etmeye devam ederse ve dünya Batı gibi yaşamaya başlarsa, 40 yıl sonra torununuzun, büyükannenizin yaşadığı dünyada yaşayamayacağımızı biliyoruz. Bu durum, büyük bir uyanışa neden oldu ve bundan dolayı hala umut var. Allah’ın merhametinden asla umut kesmeyin. Müslümanlar, her zaman İlahi Merhamet’e dair bir umut taşır. Ancak aynı zamanda, sadece Batı’nın son modasını kopyalayarak iyi bir Türk, Fars veya Asyalı olmaya çalışma devri de bitti. Batı’nın felsefi olarak sona erdiğini söylüyorum. Batı’da hayal edemeyeceğiniz bir entelektüel kaos var. Batı entelektüellerinin son büyük destekçileri, Batı’nın oryantalistleri. Persler ve Türkler, Batı medeniyetinin son büyük savunucuları, neden Harvard Üniversitesi’ne gidiyorsunuz? Ben, orada eğitim görüp ders verdim, Harvard’da Batı medeniyetinin daha az savunucusu var.” dedi.
‘Yapay zekayı ‘yapay aptallık’ olarak adlandırıyorum’
Yaşanılan zaman diliminde her şeyin çok hızlı bir şekilde ilerleyerek parçalandığına dikkati çekerek, “Yapay zekayı ‘yapay aptallık’ olarak adlandırıyorum.” değerlendirmesinde bulundu.
İnsan yerine bir makinenin düşünmesini sağlamanın insanlığın sonunu getirmekten başka bir şey olmadığını dile getiren Nasr, şunları söyledi:
“Tanrı’nın yarattığı dünyanın üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmak, çok tehlikeli bir durum. Modern teknoloji ve yapay zekanın yarattığı durum artık çok daha tehlikeli bir hale geldi. Napolyon Rusya’yı işgal ettiğinde, Moskova’yı yok edecek bir nükleer bombaya sahip değildi. Bugün ise yıkım, sapma ve aldatma gücüne sahibiz. Modern iletişim yöntemleriyle yanlış anlamalar ve açıkça yalan söylemeler artmış durumda. ABD’deki Trump davasına bakın, inanılmaz. Bu durum, George Washington’un ve Benjamin Franklin’in hayal edebileceği bir şey değil. Dünyanın her yerinde doğrulukla mücadele edilen bir zamandayız. Yalan söyleme eylemi gerçeğin yerini aldı ve artık gerçeğin var olmadığı, sadece çıkarların belirleyici olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bu, sadece Avrupa’da veya Rusya’da değil, dünyanın her yerinde böyle. Hükümetler bir şey söylüyor ama başka bir şey yapıyor. Çok zor bir zamanda yaşıyoruz ve bu yüzden dünya için büyük bir felaket olmadan umut göremiyorum.”
‘Allah’ın benim burada (ABD) olmamı istediğini düşünüyorum’
Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr, dünyada olup bitenlere tepki olarak bir uyanışın da var olduğunu ve bunun çok ilginç bir durum olduğunun altını çizerek, “Özellikle genç çocuklar, ebeveynlerinden daha çok çevre bilincine sahip. Birçok ailede ebeveynler ile çocuklar arasında büyük bir gerilim var. Çocuklar, doğayı korumanın öneminin farkında olup israf etmemeye çalışırken, ebeveynleri bu konuda daha az duyarlı. Bu yüzden, umutsuz olanlardan değilim ama uyanmamız için gerçekten bir şoka ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.” ifadelerini kullandı.
Son birkaç hariç, uzun yıllar boyunca her yıl Türkiye’yi ziyaret ettiğini, kişisel rahatsızlıklar ve salgın nedeniyle ziyaretlerini ertelemek zorunda kaldığını söyleyen Nasr, Türkiye’ye geldiği için mutlu olduğunu kaydederek, “Türkiye’de ülkesine hizmet eden birçok iyi insan var ve umuyorum ki Türkiye çok parlak bir geleceğe sahip olacak.” diye konuştu.
Nasr, geriye dönüp baktığında hayatında yapmak isteyip de gerçekleşmeyen hiçbir şey olmadığını aktararak, “Allah’a çok minnettarım. Kültürel ve entelektüel olarak birçok şeyi başardım. Ülkemi ömür boyu terk etmek zorunda kalmayı hiç düşünmemiştim, bu benim için çok zordu. Ancak bu durum bana, orada olmayan birçok iyi öğrenci ve insan getirdi. Allah’ın benim burada olmamı istediğini düşünüyorum ve bana verilenler için fazlasıyla minnettarım.” şeklinde konuştu.
Nasr kimdir?
1933’te Tahran’da doğdu. İran’da modernleşme çalışmalarının başladığı Kaçarlar Dönemi ve ardından Pehlevî Dönemi’nde hanedanla yakın ilişki içerisindeki seçkin bir aileye mensup olarak dünyaya gelen Nasr, Amerika’da eğitim almış, Amerika ve İran üniversitelerinde İslâmî çalışmalar alanında önemli kürsülerde bulunmuştur. Bugün gelenekselcilik (traditionalism) düşüncesinin İslâm dünyasındaki önde gelen temsilcisi sayılmaktadır.
Nasr bir taraftan farklı Gelenekselci düşünürlerin görüşlerini telif etmiş bir yandan da Gelenekselci terminolojiyi İslâmî ve tasavvufî kavramlara taşımıştır. Ondan önce Schuon ve Burckhardt gibi isimlerde de benzer uyarlamalara rastlanır. Ancak Nasr’ın maksadı geleneğin canlandırılmasının yanında muhatap kitlenin genişletilerek Gelenekselci birikimin yaygınlaştırılmasıdır. (İslam Düşünce Atlası)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *