ABD’deki üniversite gençleri tarafından organize edildiği düşünülen ve Gazze’de 7 aydır yaşanan katliamı protesto eden eylemler, yaklaşık üç haftadır dünya basınında yer alıyor. Fakat esasında, Columbia üniversitesindeki bu eylemler aylardır yapılıyordu…
1968 Vietnam savaşında yaşananlara karşı, dönemin ABD yönetiminin kararlarını protesto etmek için de aynı üniversitenin gençliğinin harekete geçmiş olması, “isyan ahlakı” konusunda az-çok bu üniversitenin bir birikiminin de olduğunu gösteriyor. Üstelik meşhur oryantalist yazar Edward Said’in (bu üniversitede hocalık yaptığı zamanlarda), İsrail’de bir gözetleme kulesine taş atarken çekilmiş fotoğrafından dolayı soruşturma geçirip okuldan atılmasının talep edilmesi ve dönemin rektörünün buna izin vermemesi, Columbia Üniversitesi’nin Filistin meselesine de yabancı olmadığının göstergesi. Peki o halde, Vietnam savaşında elde ettiği ‘özgürlükçü üniversite’ gibi liberal bir sıfat taşıyan ve her fırsatta dünya ülkelerine ‘demokrasi’ havariliği yapan ülkenin bir okulunda işler nasıl bu hale geldi? ABD kendi demokrasi ilahına zarar gelme pahasına, kendi rejiminin devamında başat rol oynayan üniversitelerde polis zorbalığına dair görüntü verilmesine nasıl müsaade edebiliyor?
Esasında yaşananlar arasında bir bit yeniği aramamızı içten içe bize telkin eden ilk şey, (tam olarak da) Martin Luther King’in de öldürüldüğü 68 olaylarının adeta reklam yüzü olan ve sonrasında ancak 1985’lerde, benzer bir ‘kampüse polis çağırma’ olayına karışan güya özgürlükçü bir üniversitede başlamış olması… Sanki gizli bir el, dünya çapında kitlelere yayılmasına mânî olamadıkları durumlarda üniversitenin bu ‘liberal’ marka değerini kullanarak, vakıaların anlam kaybına uğramasına veya hedefini şaşırmasına zemin hazırlıyor.
Kısaca bu süreçte yaşananlara baştan göz atacak olursak; ne ilginçtir ki Columbia Üniversitesine 2024 yılı Nisan ayındaki polis müdahalesinden bir iki gün önce, Columbia’nın ilk Arap rektörü olan, Mısır doğumlu ve Dünya Bankası çıkışlı rektörü Minuşe Şefik, (Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçilerin son zamanlarda gelenekselleştirdiği) “Üniversitelerde Antisemitizm” sorgusuna çağrılıyor. Daha öncesinde Harvard ve MİT rektörlerinin istifasına sebep olan bu sorgularda, Trump Amerikası’nın yeni McCarthy’si[1] rolüne soyunan Elissa Stefanik her türlü İsrail eleştirisinin antisemitizm olduğunu temel alarak Minuşe Şefik’in üzerine gidiyor ve antisemitizm ile yeteri kadar mücadele etmediği gerekçesiyle kendisini adeta “azarlıyor”. Bunun üzerine, o da ‘antisemitizm’ konusundaki mücadelede rüşdünü ispat etmek istercesine, üniversitede bu konuda hocalara karşı uyguladığı önlemleri anlatıyor. Ancak bu sorguda söz alan ABD’nin ilk başı örtülü Kongre üyesi Demokrat Partili sosyalist Ilhan Omar de, Filistin’i destekleyen gruplara yardımcı olmadığı için de Minuşe hanımı eleştiriyor.
Şefik, daha Kongre’den New York’a dönmeden Columbia’lı öğrenciler; Filistin destekçisi öğrencilerin üzerindeki baskıların kaldırılması, Columbia’nın İsrail’e destek veren şirketlerdeki yatırımlarının ve fonlarının geri çekilmesi talepleriyle okul bahçesinde çadırlarını kurmaya başlıyor.
Kurulan çadırlarda şiirler okunuyor, konuk akademisyenler çağrılıyor, bir yanda namaz kılınırken bir yanda Şabat duaları ediliyor. 68’de olduğu gibi okul binaları işgal edilmiyor, hiçbir okul yöneticisinin odası basılmıyor, kimse rehin alınmıyor ve derslerin işlenmesine ara verilmiyor. Ancak buna rağmen, sorguda yediği azarın da etkisi ile, rektör kampüste kurulu yaklaşık 50 çadırı görür görmez, kampüse (56 yıl öncesinde olduğu gibi) polis çağırıyor.
Rektörün çağrısı üzerine 18 Nisan’da New York polisi okula giriyor. Öğrencilerin çadırlarını dağıtıyor ve 113 öğrenciyi toplu bir şekilde gözaltına alıyor. Okul yönetimi öğrencilerin çadırlarını ve eşyalarını çöpe atıyor, gösterici öğrencileri okuldan uzaklaştırıyor, yurttan atıyor ve yemekhane kartlarını iptal ediyor.
Minuşe Hanım’ın kendi öğrencilerini gözaltına aldırması da eylemleri durdurmadı, tam aksine ülke çapına yaydı. New York Üniversitesi’nde öğrenciler işletme okulunun önündeki meydanda çadır kurdu. New York Üniversitesi hocaları, kampüse polisin girmemesi için Gazze Dayanışma Kampı etrafında zincir oluşturdu. Öğrenciler zincirin içinde namaz kıldı. Fakat işe yaramadı, çünkü NYU yönetiminin çağrısıyla kampüse gelen polisler hem hocaları hem de öğrencileri gözaltına aldı. Üniversite yönetimi meydanı göstericilere kapamak adına İsrail’in Batı Şeria duvarını anımsatacak ikonik bir duvar inşa etti.
Gösteriler Yale, Harvard, Kaliforniya Üniversitesi, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT), Michigan Üniversitesi, Emerson Koleji, Tufts, Georgia, Güney Kaliforniya, Princeton’a ve nihayetinde Teksas Üniversitesi’ne de yayıldı. Yüzlerce öğrenci ve bir çok akademisyen gözaltına alındı. Tartaklandı, yerlerde sürüklendi. Öğretim görevlileri ve bir de gazeteci muhabir genellikle siyahilere uygulanan ABD’li polis şiddetini tattı.
Bazı Cumhuriyetçiler, gösterici çocukların hepsinin hapse atılması, okuldan atılması ve yabancı öğrencilerinse vizelerinin iptal edilerek sınır dışı edilmelerini istiyor. Göstericilere tepki gösterenlerin temel argümanı ise hepsinin antisemitist ve “Hamasçı” olduğu iddiası.
Ancak dikkatlerden kaçmaması gereken nokta, (BBC ve bazı yayın organlarının da iddiasına göre) bu gösterilere katılanların çoğu solcu, sosyalist, anarşist, liberal görüşlü öğrenciler olduğu gerçeği… Fotoğraf ve videolardan da görüldüğü kadarı ile, kampüslerdeki eşcinsel hareketler, solcu öğrenci kuruluşları ve özellikle İsrail karşıtı Yahudiler de ‘Müslüman ve Ortadoğu kökenli öğrencilerle’ omuz omuza bu eylemleri düzenliyor. Modi hükümetinin İslamofobik ve İsrail lehtarı politikalarına rağmen, Hint asıllı öğrencilerde bu gösterilerde yer alabilmesi de bir başka soru işareti.
ABD ve Batı ülkelerinde, aylardır devam eden Filistin’e destek gösterilerinde bu denli bir etki yaşanmadı. Göstericilerin bir silah satıcısını protesto eden, bir çok büyük siyonist marka ve kuruluşun dünya çapında ekonomik boykotu veya Beyaz Saray önünde kana boyanmış kefenlerle günlerce nöbet tutan insanların eylemleri değil de, üniversitelerdeki eylemlerin bu şekilde -iki taraflı- köpürtülmesi ve yine meselenin ‘beyaz adam’ın ifade özgürlüğüne indirgenmesi, üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir konu gibi duruyor. Bütün bu olanları görünce birilerinin şu işlerin peşinde olabileceğini görüyoruz;
Birincisi; insanların demokrasiye olan inancını kaybettirmemek ve yegane çözüm yolunun millet iradesi(!) olduğu safsatasını terk etmelerine engel olmak için başta ‘özgürlükçü’ bir üniversitenin de marka değerini ve toplumun (hak olsun batıl olsun) her kesiminden insanı kullanarak Filistin meselesini demokratik sınırlar içerisinde tatlıya bağlamak, ABD destekli siyonist zulme destek olan Batı ülkelerinin zalim ve gaddar yüzünü üniversitelerdeki vicdan sahibi Batılı insan figürünü kullanarak gizlemek, böylece meseleyi kapatmak veya kendilerince tatlıya(!) bağlamak,
İkincisi; mevcut demokratik düzenlere olan güveni tamir edilemez bir şekilde sarsılan modern topluma yeni bir dünya düzeni dayatabilmek için, demokratik ve liberal sistemlerin bel kemiği olan üniversitelerden başlayarak, bütün küresel sistemi yeniden dizayn edileceği reformların başlangıcını ateşlemek,
Üçüncüsü; Gazze direnişinin bütün dünyada vicdan sahibi halklar tarafından açıkça desteklenmesinden ve İslam’a olan ilginin artmasından rahatsız olan küreselcilerin, Filistin meselesinin doğrudan İslam’ın ruhu ile olan bağlantısını keserek; eşcinsel, anarşist, sosyalist…v.s. olduğunu açık açık ifade eden kesimlerce de paylaşılabilecek olan (küresel ve liberal bir meze haline getirilerek) demokratik hak ve özgürlükler mesabesine indirgenmiş, sulandırılmış ve içi boşaltılmış bir mesele haline gelmesini, asıl anlamından ve ‘cihad ruhu’ndan uzaklaşmasını sağlamak, (ki böylelikle tüm Dünya’da 1967 sınırlarının güle oynaya benimsenmesi ve küresel ‘normalleşme’ adımlarına kalınan yerden devam edilmesi de sağlanmış olacaktır)
Dördüncüsü de, kendileri dışında her türlü dine mesafesini koruyan ve Allah’sız bir toplumu hayal eden küresel yeni dünya düzeni ve ideallerinin, şu ana kadar çokça kahrını çektiği ve yeteri kadar kullandığı (mutlak kötü) siyonist zihniyet ile de yolunu ayırmak istemesi ve tıpkı Allah yolunda cihadı benimseyen Müslümanların ‘aşırı dinci, radikal, marjinal…v.s.’ kelimelerle terörize edilmesi gibi, küresel çıkarlara uymakta sorun çıkaranların ‘kötü Yahudi;’ siyasi taleplerden uzak Yahudilerin ‘iyi Yahudi’ olarak isimlendirilmesine altlık oluşturmak… Dünyada artan Yahudi nefretinin yerine daha seküler, ılımlı ve masum(!) yahudilerin sevilmesini sağlamak.
Elbette en doğrusunu (ve gaybı) Allah bilir ve hakikatler zamanla gün yüzüne çıkacaktır. Bizler Müslümanlar olarak, bütün hesap görücülerin en büyüğü olan Rabbimiz’in; müşriklerin, zalimlerin ve kafirlerin tuzaklarını boşa çıkarması için dua ediyor, inşaallah bütün burada zikrettiğimiz senaryoların dışında (katından bir rahmet ile) Gazze’yi hak ettiği güzel zafer günlerine ulaştırmasını ve İslam’ın azizliğinin yer yüzünde anlaşılmasını niyaz ediyoruz. Ancak, tıpkı 28 Şubat sürecinde Türkiye’de başörtüsü eylemlerinde bazı Müslümanların tesettür konusunu “demokratik hak ve özgürlükler” kapsamına indirdiklerinde, konunun öncelikli olarak demokrasinin değil, Kur’an’ın bir emri olduğunu hatırlatmamız gibi; Mescid-i Aksa’nın ve Filistin halkının kurtuluşunun da demokratik bir hak ve özgürlük olarak değerlendirilemeyeceğini veya sadece toprak meselesi olmadığını hatırlatmak istiyoruz. Müslümanlar ‘Allah yolunda cihad’ ederler, demokrasi yolunda değil…Selam ile…
[1] 1950’li yıllarda Amerika’da yaşanan cadı avının sorumlusu olan politikacıdır. Kendi kirli siyaseti için, FBI’ın ve medyanın da yardımıyla, masum insanları karalamış, ülkesinin aydınlarını komünistlikle itham etmiş, pek çok kişinin hayatını karartmış, bir çok profesörün, sanatçının kariyerini mahvetmiş ve hatta intiharlara neden olmuştur.
(Venhar)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *