Gazze, Hem Küfrün İslam’a Olan Nefretini Hem de Acizliğini Resmeden Bir Turnusoldur

Gazze, Hem Küfrün İslam’a Olan Nefretini Hem de Acizliğini Resmeden Bir Turnusoldur

7 Ekim’den bu yana dünyanın ve Müslümanların baş gündemi Filistin’dir. Şu ana kadar yaklaşık otuz binin üzerinde insan hayatını kaybetmiş durumda. Evet otuz küsur bin insan “gelişmiş uygar ülkelerin” yöneticileri tarafından sadece birer sayıdan ibaret olarak tarihe geçmektedir.

Dünyanın gözü önünde yapılan bu soykırıma, işgale, zulme sadece ekonomik çıkarlar mesabesinde yaklaşan bir akıl tutulması dışında bir şey izlememekteyiz. Gazze’de sadece insanlar ölmüyor tüm dünyadaki insanların vicdanları ve insan olmayı sağlayan tüm hasletler de bir bir ölüyor. Çocukların çığlıkları annelerin gözyaşlarına karışırken tüm yaşanana tanık olan babaların ise boğazına bir harta gibi oturuyor acılar. Gazze’deki kadın ve çocukların ölümüyle birlikte tüm insanlık ölümün eşiğine geliyor.

“Gelişmiş uygar medeniyetlerin dahiyane yöneticilerine” inat, gerek Avrupa’nın gerek dünyanın diğer halklarının tepkisi sokaklara taşmakta ve yapılan bu zulmü, soykırımı en yüksek perdeden haykırmaktadırlar. Belki de işgalci İsrail kuruluşundan bu yana ilk defa Avrupa ve ABD toplumlarınca bu kadar fazla protesto edilmektedir. İşgalci İsrail Avrupa kamuoyunda aradığı desteği bulamamaktadır. Her şerde bir hayır vardır düşüncesiyle bu savaşta da mutlaka hayırlar vardır. En önemlisi demir kubbe olarak anılan ve dünyanın en gelişmiş silahlarının elinde olduğu kabul edilen “süper güçlerin” o kadar da süper olmadıkları gerçeğinin gün yüzüne çıkmasıdır. Sadece işgalci İsrail değil ABD ve neredeyse tüm Batı gerek silahlarıyla, gerek paralarıyla, gerekse bilfiil askerleriyle savaşa destek verirken ellerinde sadece uzun namlulu silahlar ve Yasin 105 füzeleri olan sayıca az Müslüman topluluğa karşı savaşı kazanamamaktadırlar. Allah’ın Kur’an’da bahsettiği örümcek ağı benzetmesini net olarak görmekteyiz. Ne var ki örümcek ağına şimdilik Husiler ve Kassam Tugayları üflemektedir. Başta Türkiye olmak üzere birçok “İslam ülkesi” örümcek ağından yapılmış eve üfleyenlere dahi engel olabilmek için tüm varlıklarını ortaya koymaktadırlar.

Diğer yandan Batılı toplumlarda Kur’an’a ve İslam’a hızlı bir şekilde yönelmeler de mevcuttur. Bunca zulmün karşısında direngen bir şekilde duran ve acılarını, hüzünlerini Allah’a havale ederek direnişin yani Kassam Tugayları’nın yanında yer alan bütünleşmiş bir halk destan yazmaktadır. Dünyaya Gazze dışında işgal edilmemiş yerin kalmadığını her gün yeniden öğretmektedirler. Büyük şeytan ABD ve destekçisi Batı her türlü; gerek askerleriyle, medyasıyla ve gerekse dünyanın her tarafına dağılmış sadık adamlarıyla bu savaşı İsrail için kazanmaya gayret etseler de bunu henüz başarabilmiş değillerdir. Bu savaş Müslümanlara şunu öğretmelidir: Kendini dünyanın en güçlüsü sanan kafirlerin onların karşısına imani bir duruşla karşı koyan bir avuç mümine karşı dahi güçleri yetmemektedir. Öyleyse müminlerin imanlarını tartma ve Kur’an’a dönüş yapma gibi bir mecburiyetleri vardır. Müminler, kendi aralarında mezhebi ya da başka görüş farklılıklarını bir kenara koyarak ümmet olma bilincine ermek zorundadırlar. Eğer bunu becerebilirsek küfrün iman edenler karşısında hiçbir gücü kalmayacaktır.

Yeni çağın dili kuşkusuz ekonomidir. Ekonomik çıkarlar, kazançlar tüm insani değerlerin üstünde kabul edilmektedir. Dün Irak’ın işgalinde “duygularla devlet yönetilmez” diyerek işgale bizzat destek verenler, oradaki kadınların tecavüze uğramalarına ve erkek, kadın, çocuk demeden öldürülmeleri ve bir takım deneylere kobay olarak kullanılmalarına nasıl ortaklarsa bugün de aynı şekilde Gazze’de yapılan katliama, tecavüze ve organ kaçakçılığına bilfiil ortaktırlar. Meydanlarda işgalci İsrail’e “Eyy İsrail…” diye haykırırken limanlarından kaldırdığı gemilerle siyonizme hizmet eden, Gazzeli kardeşlerimizi öldüren alçaklara yiyecek ve mühimmat sağlayan zihniyet aynı şekilde katliamın ortağı olmaktadır. Hamaset siyasetini kendine ilke edinenler, insanların akılları ile dalga geçmektedirler. Zira varlık sebepleri Müslüman toplumu güçlendirmek olmayıp siyonizmin hizmetinde bir hayat sürmeyi ve toplumu da siyonist anlayışı ayakta ve güçlü tutan payandalara çevirebilmeyi amaçlamaktadırlar. Tüm unsurlarıyla buna hizmet etmektedirler. Kemalizmin inşa ettiği Türkiye’nin varlık sebebi budur ve bu sistemde iktidarın İslamcı ya da solcu olmasına bakılmaksızın bu amacın erek haline getirilmesi esastır.

Sözüm ona birçok “İslami STK” iktidarın dümen suyuna girerek bu katliama gerektiği şekilde tepki verememektedir. Ancak, iktidarın cevaz verdiği ölçüde seslerini yükseltebilmektedirler. Diğer yandan, ülkenin dört bir yanında “Direniş Çadırı” adı altında, hiçbir STK’ya bağlı olmadan, İsrail’le işbirliği içinde olan iktidar ve İsrail’le ticaretine devam eden kuruluşlara karşı, bağımsız protesto eylemleri gerçekleştirilmektedir. Kim bilir belki de bu eylemler bir sürecin içinde sistemli, güçlü bir toplumsal dönüşümün ilk nüveleridir. Önemli olan bu toplumsal eylemliliği, vahyin çizgisi içinde sağlam temelli bir okumaya ve örgütlü bir oluşuma yönlendirebilmektir. Ayrıştırıcı olmayan ve Müslüman toplumu kucaklamayı amaç edinecek bir üslup ile yol alması sağlanabilmelidir.

Evet, küfür bütün azametiyle Müslümanlar üzerine başta Filistin ve Doğu Türkistan olmak üzere dünyanın dört bir yanında nefretini kusmaya devam etmektedir. Buna şaşırmıyoruz zira onların bu şekilde davaranacağını bize Allah bildiriyor. Bizim dikkat etmemiz gereken şey ise bizden olduklarını iddia edenlerin küfredenlerle kurmuş oldukları bağ ile bizi kendi kardeşlerimize karşı duyarsız ve hissiz bırakmaya çalışmalarıdır. Küfredenler yenilmez olduklarını, çok güçlü olduklarını kısacası kadir-i mutlak olduklarını iddia etmektedirler. Oysa Gazze savaşında gördük ki, yedi düvelin bütün imkan ve güçleriyle bir araya gelip bir avuç topluluğa karşı savaşlarında yaklaşık altı ay gibi bir süre içinde kesin bir zafer kazanamamaları onların sanılanın aksine ne kadar aciz olduklarını da dünyaya göstermiştir. Bizim yapmamız gereken, İslam’ın siyasal bilincini elden bırakmadan Müslüman olmanın sorumluluğunu üstlenebilme cesaretini gösterebilmektir. Müslüman olmaktan asla utanmadan, İslam’ı değerli bir mücevher gibi hayatımızda taşıyabilmeliyiz. Ancak bu şekilde küfredenlere karşı onurlu bir duruş sahibi olabilir ve bu zihniyete galip gelebiliriz.

TÜRKİYE’DE HER SEÇİM TÜRKİYE’NİN DAHA ÇOK KAYBETMESİNİ OYLAMAKTAN İBARETTİR

Türkiye yeni bir seçimin eşiğine gelmiştir. Yerel yönetimleri belirleyecek bu seçim partiler arasında bir rekabete dönüşmüş durumdadır. Her parti halkın tamamından oy almak niyetinde olduğundan her türlü kılığa girmeyi usulden saymaktadır. İktidara talip olanlar toplumu, düşünen bir özne haline getirmekten daha çok, düşünmeyen bir sürü haline getirmeyi hedeflemektedir. Parti propagandasını yaparken İslami kesimi muhafazakar bir dil kullanarak, sol kesimleri modern bir dil kullanarak, Kemalistleri de Mustafa Kemal üzerinden kazanmaya gayret etmektedirler ama esasında hiçbir kutsalları yoktur ve hiçbir kutsala da inanmış değillerdir. Her seçim gibi bu seçim de varlık ve yokluk üzerine kurulmaktadır. Bütün partilerin ortak iddiası: “Biz kazanamazsak ülke kaybeder”dir. Oysa gerçekleşen ve gerçekleşecek olan şey, kim kazanırsa kazansın ülke kaybetmeye devam etmektedir/edecektir.

AK Parti’nin, bu seçimleri kazanabilmenin bir yolu olarak iddia ettiği şey kendilerinin kazanması durumunda Gazze’nin sevineceğini dillendirmesidir. Yirmi küsur yıllık iktidarlarında siyonizmi sevindirenler ve büyük şeytan ABD ve yandaşları Batı’nın siyasi çizgisinden ayrışmamış bilakis onların arzuladıkları şeyi bu ülke topraklarında var kılmak için çabalayanların kendilerinin kazanması durumunda mazlum coğrafyanın bundan hoşnut olacağını iddia etmeleri tek kelimeyle ikiyüzlülüktür. Örneğin Türkiye Erdoğan’ın dillendirmesiyle Filistin üzerinde 1967 yılının sınırları kabul edilerek bir Filistin devletinin kurulmasını savunmaktadır. Oysa İsrail’in en başından beri işgalci olduğu kabul edilmelidir. Anahtarlarını boynunda taşıyan ve bir gün yurtlarına dönmenin hayalini kuran Filistinliler için 1967 sınırlarını kabul etmek bir ihanettir. Onlarca yıl iktidarda kalıp da gerek Mavi Marmara hadisesi ile gerekse işgalci İsrail ile yapılan ticaretle Filistinlileri yok sayıp ardına seçim zaferinin bir sömürüsü olarak mazlum coğrafyayı kullanmak edep yoksunluğu olsa gerektir.

Diğer yandan CHP’nin ise Hamas’ı terör örgütü olarak görmesi ayrı bir aymazlıktır. İşgalci İsrail’in yaptıklarına sessiz kalıp Hamas’ın mücadelesini bir terör eylemi olarak değerlendirmek ancak insan olmanın değerlerinden uzaklaşmış olmayı gerektirmektedir. Türkiye’de başta Filistin meselesi olmak üzere her meselenin, seçimi kazanmak için kullanılacak bir aparat olmaktan başkaca bir değeri yoktur. CHP, Gazze soykırımını seçim sürecinde bir aparat olarak kullanmaması kendi açısından bir tutarlılık olarak görünse de medyada reklam çalışmalarında sürekli muhafazakar kimseleri, başörtülü kadınları kullanması da ayrı bir tutarsızlık olarak hanelerine yazılmaktadır. Dolayısıyla her bir partinin bu ülkede halkı kandırarak ondan oy alabilmek için girmeyeceği kılık, vermeyeceği söz yoktur.

Özellikle son beş yıldır bu memleketin tek sorunu ekonomiymiş gibi hareket edilmesi de ayrı bir propaganda sorunu olarak görünmektedir. Doğrudur ekonomi bu memleketin bir sorunudur ama en önemli sorunu değildir. En önemli sorunu ahlaki çözülmüşlük sorunudur. Basın yayın yoluyla, yasalarca berkitilmiş ahlaksızlık bu toplumun üstüne boca edilmektedir. Hukuk alanında adaletin olmaması, sağlık alanının problemli oluşu, eğitimin tam bir çöplüğe dönüşmesi, insan kalitesinin düşmesi, iç güvenliğin ciddi anlamda yara alması, memleketin mafyatik çeteler ve uyuşturucu pazarına dönüşmesi, rantiyecilik, adam kayırmacılık, liyakatsizlik, torpil, ailenin yok edilmesi, gençlerin vizyonsuzlaştırılması, uyuşturucu yaşının ortaokul seviyesine inmesi, evlilik dışı ilişkilerin ortaokul düzeyine inmesi, sapkınlıkların ve cinayetlerin artması ve daha adını yazamadığımız nice olumsuzluklar bu memleketin esas sorunu haline gelmiştir. Bu sorunları görmezden gelerek meseleyi sadece ekonomiye indirgemek, siyasilerin bu ülke gerçeklerine ne kadar uzak olduklarını göstermektedir. Ya da toplumsal çözülmeyi, kokuşmayı daha da derinleştirecek yeni ekonomik modeller üzerinde çalışacaklarını göstermektedir.

Toplumu; üreten, üretmeye hevesli bir pozisyona getirmek yerine dilenci haline getirenler bununla övünebilmektedir. “Yirmi yıl önce devletten sosyal yardım alanların sayısı iki milyon iken şimdi altı milyona çıktı” diye övünen bir iktidar aslında bu toplumda orta sınıfı nasıl yok ettiğini ve üretme duygusunu ne kadar törpülediğini anlatmaktadır. Zengin ile fakir arasındaki makas artık kapanmaz bir şekilde açılmış durumdadır. Ülkeyi bu hale getirebilmek için önce insan kalitesini bozmak gerekmektedir. Bu yüzden iktidara talip olanların tamamı bu ülkeye kaybettirmek için iktidar koltuğunu arzu etmektedirler. Kimin daha fazla bu ülkeyi yokluğa, yoksunluğa ve kalitesizliğe daha hızlı bir şekilde götüreceğinin yarışıdır. Bu açıdan bakarsak bu ülkede yapılan ve yapılacak tüm seçimleri varlık ve yokluk açısından değerlendirdiğimizde seçtiğimiz sürece yok olmayı, yoksun olmayı yani varlık sahnesinden çekilmiş olmayı seçmiş olduğumuzu bize öğretmektedir. Varolmayı arzulayanlar önce insan olmanın künhüne varmış ve yaşamanın, yaşıyor olmanın sorumluluğunu kabul etmiş kimseler olmalıdır. İslam, insana varolmanın şerefini kazandıran bir dindir. Bu toplumu bir arada tutan ve iliklerine kadar işlemiş olan aziz İslam’ın doğru anlaşılması ve onun gereklerince itiraz edip her türlü ayartmalara karşı uyanık olunmalıdır.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı dolayısıyla seçimlerimizi yeniden bir bilinçle gözden geçirmeliyiz. Kur’an’ın indirildiği ay olan Ramazan ayının ülke genelinde yapılacak yerel seçimlere denk düşmesi bizlerin Kur’ani açıdan neyi seçip neyi seçmeyeceğimizi de bize göstermesini dileriz. Elbette Allah’ın vahyinden taraf olmayı arzu edenler onun nizamının kökleşmesini sağlayacak bir hayatı tercih edeceklerdir. Bu memlekette hangi siyasi parti olursa olsun her biri gerektiğinde Allah adıyla kandırarak kendi zulümlerinin destekçisi olmasını dilemektedirler. Müslümanlar, zulümden ve zalimden beri olarak zulme ve küfre karşı kendi değerleriyle mücadele edebilmeyi göze alanlardır. Çünkü vahyin gereği izzeti ve şerefi yalnızca Allah’a ve O’nun safında yer almaya mahsus kılmışlardır.

İKTİBAS (Nisan ayı yorumu)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *