Çala Kalem

Çala Kalem

‘Çala kalem’ dedik… Sanmayın gelişi güzel, rastgele, ya tutarsa! Kelamdan çalmadık, kalemi batıla alet etmedik, sözü azaltmadık, eklemedik. Dilimizin döndüğü, aklımızın elverdiği, imkanlarımızın yettiğince… Karınca kararınca! Bilgi-bilinç ve imanımızla… İmanımızca! Olur, olabilir, olacaktır hatalarımız, ihmallerimiz! Açığız uyarıya, ikaza…

Mustafa Bozacı

Hikmetle…

Mevize-i hasene ile…

Ahsen bir cedel ile…

Davet; Allah’ın yoluna çağrı, uyarı ikaz..

Sürgit, devamlı, yılmadan, yorulmadan.

Kendi kurtuluşumuzun zorunlu yolu, başkalarının hidayeti vesilesi ile kendi kurtuluşumuza katkı, perçin…

Bu iki yönlü ilişkiyi sağlıklı tutup sağaltıcı bir iklime dönüştürmek her ne kadar zor olsa da zorunlu yol.

Mazeretler, çeldiriciler, yola döşenmiş tuzak ve çukurlar…

Nefsin heva ve hevesi…

İnsanın cahilliği, aceleciliği, nisyan ile maluliyeti…

Şeytanın işini ciddiye alması, yolun önüne ardına oturması, sağdan soldan sokulması, fısıldamaları…

Dünyanın oyun ve oynaş mekanı oluşu…

İmtihan alanı, er meydanı, ekim yeri, geçiciliği…

Dünyalıkların, ekinlerin, nesillerin çekiciliği…

Bir devrandır dönüyor, bize verilen ömür bir şekilde geçiyor.

Takvimden yapraklar azalırken, kıyamet yaklaşırken insan oyalanmaya devam ediyor.

Nereden gelip nereye gittiğini unutmuş, Yaradanı ile arasına mesafeler biriktirmiş; o mesafeler ki zanlarla, kuruntularla ölçülmüş, örümcek ağlarıyla örülmüş…

‘Yanlış hesap Bağdat’tan döner’ demişler ama bu hesapsız kitapsızlığın dön baba dönelim formunda akışın, kayışın, başkalaşımın düştüğümüz yerden kalkana, kıyama kadar duracağı, başa döneceği yok! Yoksa kıyamete değin böyle!

Zira aklını başına alan yok!

Kıyamette de zaten –Allah muhafaza- bir dönüş olmadığından, telafi imkanı da, mazeret beyanı da yok!

Ne olacaksa burada olacak yani!

Herkes hesabını burada görecek, odununu da, onurunu da buradan temin edecek.

O odunlar ki cürümler, zulümler, tövbesi gelmeyen, bitimsiz, nedamet doğurmayan heva ve heves peşinde sürüklenmenin, haz ve hızın getirdiği günahlardan mürekkeptir. İnsanın bile isteye, kastı mahsusa ve cürm-ü meşhutla işledikleridir. Tamamen kendi yed-i kudret ve tercihindedir. Şeytan dahi en nihayetinde hakikat karşısında ‘Ben Allah’tan korkarım!’ der ve firar eder. ‘Benim sizin üzerinizde bir zorlayıcı gücüm yoktu, çağırdım, siz de geldiniz, hem de koşarak, tozu dumana katarak…’ diyecek ve insanı terk edecektir.

O onur ki, ‘izzet ve şeref’ tamamen Allah’ın yanında, İslam’dadır. Başka yerlerde arayanların eli boş kalacak, çabası heba olacaktır. ‘Sa’yi meşkur’ olanlar izzet ve şerefi Allah’ın yanında bulup bundan razı olanlar, istikamet üzere dosdoğru kalıp doğrularla hareket edenler olacaktır ancak.

Bunları bilenler biliyor…

Esasen herkes iyi biliyor; ama kiminin işine gelmiyor, kimileri de bunu iş ediniyor.

Bu, bizlere tüm elçilerin örnekliğinde anlatılmış, aktarılmıştır.

Keza son elçi, resul ve nebimiz Hz. Muhammed’in bizlere örnek gösterilen hayatı ile de tekraren ve öz olarak iletilmiş, gösterilmiştir.

Ve dahi son mesaj Kur’an, bunun afakta ve enfüste okunmak üzere bizlere sunulduğunu, literal ayetlere ders alınmak için dercedildiğini haber vermektedir.

Kalbi körelmemiş, aklı başında her kişiye…

Tüm insanlığa…

O insanlık ki diğer mahlukattan farklı olarak ilahi teklife ‘evet’ demiş, dağların kaçındığı emaneti yüklenmiştir.

Ve fakat çoğunluğa, genele bakıldığında hemen o emanete hıyanet eder olmuş, sırtını dönmüş, istikametini yitirmiş, Rabbine nankör kesilmiş, yükünden yüksünmüş, heva ve hevesinin ilahlığına, kulları ya kul etmeğe ya da kulları rab edinmeye yönelmiştir.

Her türlü davete, çağrıya kör sağır ve dilsiz kesilmiştir.

İlişkileri kesmiş, irtibatları kopartmıştır.

O Allah erleri, Allah taraftarları ki -az olan öncüleri ve birçoğu orta yolcusu ile- ahde vefa göstermiş, emanete sahip çıkmış, hesap gününün azametini bilerek, bugünden gerekli azığı hazırlamak için, nefsini, heva ve hevesini gemleyerek, kulluğunun idraki içinde Allah’ı razı edecek sahih iman ve salih ameller biriktirmeye azü cehd-ü gayret içinde olmuşlardır.

Oluyorlar, olacaklardır!

Kendi kurtuluşunu, kulların kurtuluşu yolundaki farkındalıktan ayırmadan ve ‘umurlarını umursamak’, ‘emri bil ma’ruf vennehy-i anil münker’, cihad gibi ameliyeleri de işe koşarak, sadece Rabbinin rızasını umarak, yalnız O’na rağbet ederek bu ‘kurtuluşa’; ‘…razı olmuş ve olunmuş olarak cennete gir!’ hitabına, ‘…Rahim olan Rab’den selam sözü’ne kavuşuncaya değin hak ve hakikatle yoğrulup hikmetin izlerini sürmek…

Bu bize;

Nuh ile anlatıldı, İbrahim ile de…

Hud ile anlatıldı, Lut ile de…

Salih ile anlatıldı, Yusuf ile de…

Musa ile de, İsa ile de…

Son kertede Hz. Muhammed ile de…

‘Aleyhimüsselam’, cem-i cümlesine…

Adı anılana anılmayana… Bize bildirenlere de, bildirilmeyenlere de…

Ve ‘selam’ onlara güzellikle hayır hasenat, hak ve hikmet üzere kıyamete kadar tabi olacak olanlara…

Tarih, peygamberler tarihi…

Kıssalar…

Kıssadan hisseler…

Her şey açık ve net!

Ya niyetler ve ameller arasındaki açıklık ne olacak?

Mesafeler!

Zikzaklı, dolambaçlı yol, yordam ve kaçamaklar…

İsyan nisyan

Ertelemeler…

Sonra, bedavadan beklentiler… Minareyi çalanın hazırladığı kılıf misali…

‘Cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değil!’…

Hak, hakikat; hak ediş!

Başlangıç ve son; sonuç!

Rahmandır, rahimdir Rabbimiz nihayetsiz; amenna ve saddakna!

Kullarına zulmetmez; adildir, adaletin bizatihi kaynağıdır.

İmtihan/deneme için, ‘kim daha iyi işler yapacak diye kullarını / hayatı ve ölümü yaratan’, yarattığı kulunu kılavuzsuz, pusulasız bırakmayan, ‘nimet verdiklerinin yolunu salık verip muştulayan’, ‘ondan gayrısının kabul edilmeyip menzile vardırmayacağını da beyan eden’, ‘sualleri de cevap anahtarlarını da ileten; iletmekle kalmayıp ‘şekil A’ denilecek şekilde resulleriyle örneklendiren’, yoldan çıkan sapkınların yollarından sakındıran ve kötü örneklikleri de isimleriyle, cisimleriyle olmasa da kimlik ve kişilikleriyle bizlere gösteren Rabbimiz ne bir boşluk bırakmıştır ne bir eksik! Her şey ayan beyan ortadadır.

Biz de bu hakikatin farkında olarak bunları karınca kararınca, vüs’atimizce sizlerle paylaşıyoruz.

İstiyoruz ki bu hakikat ve hikmetin izinde aynı hassasiyetlerle, kardeşlik hukukunu ‘teori’ olmaktan çıkarıp olanca berraklığı ile ve dört başı mamur biçimde tahakkuk ettirelim, yardımlaşalım, danışıp dayanışalım… El ele, omuz omuza verelim…

Müştereklerimizi azamileştirelim, ayrım noktalarımızı –itikadi, asla raci değillerse- paranteze alıp ortak hareket hatları oluşturalım ki yeryüzü ifsat olmasın!

Yoksa bunun hesabı da bizlerden sorulur!

Ya da o ifsadın olumsuz sonuçlarını bizler de yaşar, görürüz!

Kıyası kabil değil, ama bakın Gazze’ye! Doğu Türkistan’a, Arakan’a, İslam beldelerine…

Depremlerin, maden arazilerinin akıbetlerine, sebep ve sonuçlarına bakalım!

İnsanın istikameti yitirdiğinde, yaratılışını unuttuğunda azgınlaşmasına, müstağnileşmesine, tekebbürüne bakalım!

Bakalım da o tağuta tapanların, küfre sapanların, zulmü şiar edinenlerin nasıl da yardımlaşıp dayanıştıklarını görelim!

Önce bir delilimiz, dayanağımız olsun da sonra ‘yüzlerine tükürelim’!

Kendimizi istisna tutabilelim!

‘Ateşin bize dokunmasından’ korunabilelim…

‘Çala kalem’ dedik…

Sanmayın gelişi güzel, rastgele, ya tutarsa!

Kelamdan çalmadık, kalemi batıla alet etmedik, sözü azaltmadık, eklemedik.

Dilimizin döndüğü, aklımızın elverdiği, imkanlarımızın yettiğince… Karınca kararınca!

Bilgi-bilinç ve imanımızla… İmanımızca!

Olur, olabilir, olacaktır hatalarımız, ihmallerimiz!

Açığız uyarıya, ikaza…

Biz doğruya sevk etmeye çabalıyoruz.

Rabbimizin yoluna…

Demiyoruz, ‘Ne olursan ol, yine gel’!

Muhataba söylenecek sözler belli;

‘Aramızda ortak kelimeye gelelim’den ‘tevhid’e, oradan cehde cihada…

‘Tağut’u redderek, küfür, şirk ve zulümden arınıp ‘Tek ve Bir’ olanın yoluna ‘Birr’ için, birlikte hareketle…

Ağırlıklarımızı dışarıda bırakıp zindanlarımızdan kurtularak.

Biz, önce kendimize gelelim diyoruz.

Biz, ‘BİZe’ gelelim diyoruz!

O ‘BİZ’ ki teslimiyet ve temsiliyet içinde herkesi kuşatıyor.

Hakkıyla ‘ümmet’ olana kadar!

Her kim ki bizi bir doğruya sevk ederse, ona da müteşekkiriz, buna hamd ederiz.

‘Bu mudur?’ derseniz; siz el, omuz verene kadar!.. ‘İç güveyisinden hallice!..

‘Biz daha iyisini yapana kadar, en iyisi bu!’ diyeceğim, ama o kadar da değil!

Bakınız, biz size/bize bunları;

Nesirle anlattık, nazımla da…

Pratiği az gelse de birilerine, ‘fikir vermek’ tahfif edilip kıymeti bilinmese de sahih teorisiyle…

Yazısıyla, konuşmasıyla…

Büroda ve medyada canlı sunumlarıyla…

Ziyaretler ve basılı eserleriyle…

Kırk yılı aşkındır süregelen, aynı hassasiyetlerin korunduğu, tepeden tırnağa fitne ve fesadın, şirk, zulüm ve küfrün her renk ve dokusuna yüksek sesten itirazımızı dile getirdiğimiz arşivimiz, video kayıtlarımızla hak ve hakikatten yana olan duruş ve düşünüşümüzle…

Sizlerin huzurundayız… Karşılıklı muhatabız! Diyaloga, eleştiri ve katkılara açığız!

Buradayız!

‘Sesimizi duyan var mı?’

Biz sesimizi söylüyor, sadamızı haykırıyoruz, ta bataklığından sivrisineğine, sistem arızalarından kurum ve kuruluşlarındaki kokuşmuşluğa kadar –ki bunlar yumurta tavuk misali, arka plandaki kitlesel desteği de ekleyerek– kadar…

Az veya çok, çok yetkin ve etkin gelmeyebilir birilerine ve fakat sözü yere düşürmeden, eklemeden, eksiltmeden…

Bir müdahanede bulunmadan, kullardan bir ecir de beklemeden –bunun ‘yan gider’ oluşunu da bilenler bilir-, kendimizden menkul bir kerametimiz de olmadan!

Belki caf caflı değil, boyalı makyajlı da değil; ‘dümdük!’ ve dahi ‘dosdoğru’ olma zannı galibiyle –ki bunun da ardındaki çaba yadsınmamalıdır; bu bir tecrübe aktarımı, aklı akla ekleme çabası, geleneğin sahihçesinden birikim olarak görülmelidir– birilerine ‘odun gibi’ (Akif merhumca) de gelebilir!

Bu kof, cılız, boş bir sada da değildir; ‘baki kubbede hoş bir ‘sada’ bırakabilme’ kararlılığının bir tezahürüdür. Tınısı, farkı fark edenlerin fark edebileceği; şiddeti sizin, tüm muhatapların kendi tercih mesafesince değişip belirginleşecek, belirlenecek bir yatay düzlem niyazıdır. Yüce ve ulvi makamın rızasına sığınmadır. Onu/o sadayı bir sağaltıcı çığlığa/çınıra dönüştürecek/gürleştirecek olan, bulacağı sağlam yankılardır, akistir! Aksi bir düşünce hal bilmezliktir, önyargıdır, zandır, belki iftiradır!

İrtifa kaybının yol olduğu zamane zamanların kolaycılığı…

Lakin genellikle görülen, duyulan ve karşılaşılan kuru bir destek ve ardımızdan yapılan sitayiş ifadeleri ise menzili olmayan birer ok gibidir!

Dosta güven, düşmana/ötekine/muarıza korku, akabinde ‘eman’ salmadıkça! Tarafı belli olup batılı bertaraf edecek kararlılık getirmedikçe!.. Hani ‘Gönlümüz senden, kılıçlarımız ondan (…) yana!’ tarihi meselince…

Aman dikkat!

Biraz ‘rikkat’!

Ahiri kelam: ‘vesselam’!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *