Son 7 yıldaki hareket tarzına bakıldığında, ilginç bir şekilde DEAŞ’ın hedef aldığı ülkelerin, ABD ile ekonomik ya da bölgesel hegemonya mücadelesine girmiş ülkeler olduğu görülüyor. Öte yandan, Trump’ın kazanması ile, terör örgütleriyle “partner” ilişkisi bulunan Amerikan güvenlik ve istihbarat bürokrasisi içerisindeki unsurların daha saldırgan bir hal alabilecekleri dikkatlerden kaçmamalıdır.
Mehmet A. Kancı / AA
22 Mart Cuma gecesi Moskova’daki konser salonunu hedef alan terör eyleminin mesajını çözmek için, farklı ülkelerde pek çok mecrada fikir fırtınaları sürüyor. Saldırıyı yalnızca Rusya-Ukrayna savaşının gidişatı bağlamında değerlendirmek eksik olacaktır. Yapılan saldırı seçilen tarih, yer ve yöntem itibarıyla Rusya’ya yönelik çok farklı alanlarda uyarı ve cezalandırmaları içerisinde barındırdığı gibi Kremlin yönetimini de tahrik etme maksadı taşıyor.
Saldırının altında yatan muhtemel sebepler
Rus ordusunun, Ukrayna cephesinde inisiyatifi ele geçirip karşı saldırıya başlaması ve İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri cephesinde Rusya ve Suriye orduları arasında artan işbirliği bu saldırıyı hazırlayan zemini inşa etmek için yeterli sebeplerden bazılarıdır. Bunlarla beraber, Rus muhalif Aleksey Navalnıy’ın cezaevinde ölümü ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ezici oy çoğunluğuyla yeniden Devlet Başkanı seçilmesi de saldırının altında yatan muhtemel sebepler olarak okunabilir. Saldırının gerçekleştiği gün Rusya’nın, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Gazze için sunduğu tasarıyı veto etmesini ve Rusya’nın Hamas’ı, Filistin halkının meşru temsilcisi olarak tanımasını da saldırıya zemin hazırlayan sebepler arasında sayabiliriz.
Konunun Moskova yönetimini tahrik etme boyutunu irdeleyecek olursak, şöyle bir varsayımda bulunmak herhalde yanlış olmayacaktır; Saldırıyı DEAŞ’ın üstlenmesiyle beraber fevri bir şekilde eyleme geçmesi beklenen Rusya, misilleme sahası olarak İdlib’i tercih etseydi ne olurdu? Muhtemelen ilk 48 saat sonunda şiddetli bir Rus bombardımanına maruz kalan on binlerce sivil Türkiye sınırına hücum edecek, Türkiye-Rusya ilişkileri potansiyel bir krize gebe kalacaktı. O esnada uluslararası toplumun ilgisi İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü katliamlardan, Türkiye-Suriye sınırındaki göçe kayacaktı. Bir sonraki aşamada ise Suriye’deki ABD askerlerinin çekilmesinden yana bir başkanın göreve gelmeye hazırlandığı ABD’de, Brett McGurk gibi terör örgütü PKK/PYD/YPG’yi partner olarak gören ABD istihbarat bürokratları, İdlib’deki gelişmeleri Irak ve Suriye’deki ABD askerlerinin çekilmemesi için bir argüman olarak dolaşıma sokacaklardı. Dahası, DEAŞ adının yeniden manşetlere çıkmasıyla, Irak hükümetiyle ABD arasında başlayan asker çekme müzakereleri de akamete uğratılacaktı.
DEAŞ’ın yeniden piyasaya sürülmesi ne anlama geliyor?
Bununla beraber, meselenin neden Ukrayna-Rusya savaşı ile sınırlı kalmaması gerektiğini vurgularken, eylemi düzenlediği iddia edilen DEAŞ ya da DEAŞ-Horasan örgütü üzerinde de durmakta fayda var. Öncelikle tam yok oldu denildiği anda DEAŞ’ın yeniden piyasaya sürülmesi, Moskova saldırısından 3 gün sonra Fransa’nın DEAŞ tehdidi gerekçesiyle terör alarmı düzeyini yükseltmesi, dahası ABD’li Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio’nun, “DEAŞ çok yakında ABD’de büyük bir saldırı gerçekleştirecek, örgüt Biden yönetimi sırasında daha da güçlendi” ifadeleriyle ortaya çıkması manidar gelişmelerdir. DEAŞ, 2016 yılını 2017’ye bağlayan yılbaşı gecesinden itibaren Türkiye, İran ve Rusya’yı doğrudan hedef alan, ABD ordusunun Afganistan’dan çekilmesinin ardından Çin’in çıkarlarına saldıran bir terör örgütü olarak kendini gösterdi. Son 7 yıldaki hareket tarzına bakıldığında DEAŞ’ın ABD ile ekonomik ya da bölgesel hegemonya mücadelesine girmiş ülkeleri hedef aldığı görülmektedir. Nitekim, Rusya da şubat ayından itibaren hedef olabileceği terör saldırısı uyarıları üzerine, elindeki veri tabanına odaklanarak Dağıstan merkezli operasyonlar yürüttü, ancak daha önce izine rastlamadığı bir grup teröristin Moskova’da ortaya çıkabileceği ihtimalini dikkate almadı.
Bu şartlar altında Rusya’nın bu terör eylemine vereceği yanıtın Ukrayna cephe hattı ile yetineceğini söylemek zor. Moskova yönetimi muhtemelen daha uzun vadeye ve Orta Asya dahil geniş bir coğrafyaya yayılacak bir misillemeyi tercih edecektir. Küresel mücadelenin parçası olarak değerlendirilmesi gereken Moskova’daki terör saldırısı, ABD-İngiltere ikilisinin İkinci Dünya Savaşı sonrasında tesis ettikleri ekonomik düzene meydan okuyan ya da alternatif oluşturmaya çalışan ülkeleri de yakından ilgilendiriyor. Dolarizasyonun hakimiyetine karşı arayış içerisindeki ülkelerin, oluşturdukları ekonomik işbirliği zeminlerini teröre karşı da harekete hazır hale getirmeleri gerekiyor. ABD Başkanlık seçimini, ülkesinin küresel askeri varlığını azaltma niyetindeki eski ABD Başkanı Donald Trump’ın kazanması halinde, terör örgütleriyle “partner” ilişkisi kuran Amerikan güvenlik ve istihbarat bürokrasisi içerisindeki unsurların daha saldırgan bir hal alabilecekleri dikkatlerden kaçmamalıdır.
[Gazeteci Mehmet A. Kancı, dış politika üzerine analizler kaleme almaktadır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *